HAKARET SUÇUNDA MATUFİYET ŞARTI

Abone Ol

Hakaret suçu belirli bir kişiye yönelik olarak işlenebilir. Bu nedenle hakaret suçunda matufiyet ilkesi çok önemlidir.

Sözlük anlamı olarak Matufiyet, "yöneliklik, yönelmiş olmaklık" şeklinde tanımlanmaktadır.[1]

Yargıtay, özellikle kişilik haklarına saldırı nedeniyle tazminat istemini içeren davalarda matufiyet şartını aramaktadır.[2]

Matufiyet şartı, adı, sanı, açık kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda şüphe duyulmayacak şekilde isnatlara, iddialara yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir.[3]

Matufiyet şartı, kullanılan ifadeler ile şeref ve onuruna veya özel hayatına dolayısıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden yönünden varlığı aranan önemli bir ilkedir.

Matufiyet şartının gerçekleşmesi için yapılan konuşmada aşağıda belirtilen unsurlardan birinin veya birkaçının bulunması gerekir:[4]

1) Kişinin adından açıkça söz edilmesi halinde matufiyet şartı gerçekleşir.

2) Kişinin konumunun, sıfatının gösterilmesi halinde matufiyet şartı gerçekleşir.

3) Kişi ile ilgili yukarıda belirtilen unsurlardan bahsedilmese bile konuşma içeriğinden bu kişinin amaçlandığı, sözlerin ona yönelik olduğunun anlaşılması veya anlaşılabilir olması halinde matufiyet şartı gerçekleşir.

Yukarıda belirtilen unsurlardan biri veya birkaçı varsa matufiyet şartı gerçekleşmiş olacaktır.

Hukuka aykırı eylemde bulunan kişi mağdurun adını açıkça belirtmemiş veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın niteliğinde ve mağdurun şahsına matufiyetinde şüphe duyulmayacak düzeyde karineler varsa, hem isim zikredilmiş, hem de hakaret vaki olmuş kabul edilecektir.[5]

Mağdur açısından önemli olan isnadın belirli veya belirlenebilir bir veya birden fazla kişiye yöneltilmiş olması halidir.

Yani hakaret suçunda mağdur, belirli veya en azından belirlenebilir bir özne olmalıdır.

Örneğin, hiç kimseye isnat edilmeyen hakaret niteliğinde bir eylemin varlığı halinde, hakaret suçundan bahsedilemez.

Burada hakaret oluşturan eylemin hedef aldığı kişinin belli veya kim olduğunun anlaşılabilmesi halinde hakaret suçunun varlığı söz konusu olabilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “mağdurun belirlenmesi” başlıklı 126. maddesinde, Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksamayacak bir tespit varsa, hem o öznenin isminin belirtilmiş hem de hakaretin açıklanmış sayılacağı ifade edilmiştir.[6]

Yasal düzenlemeye göre, hakaretin açıklanması için mağdurun adının açıkça belirtilmiş olması şart değildir. Şayet hakaretin mağdurun şahsına yönelik olduğu hususunda herhangi bir şüphe yoksa hakaret suçunun varlığı söz konusu olacaktır.[7]

Örneğin, mağdurun karikatürü,[8] mesleği, isminin baş harfleri,[9] herkesçe bilinen sıfatı veya lakabı,[10] fiziki özellikleri ima edilmek suretiyle hakaret oluşturan davranışın gerçekleştirilmesi hallerinde de, kişinin adı belirlenmiş sayılacak ve hakaret suçu oluşacaktır.[11]

Örneğin, mağdurun ismini söylemeden “ A devlet hastanesinin başhekimi hırsızdır”, “B partisinin genel başkanı şerefsizdir” şeklindeki sözlerde, mağdurun ismi belirtilmese de, ilgili kurumun adı ve o kurumun yetkilisinin kim olduğu çok açıktır.

Bundan başka hakaret oluşturan sözlerin, tereddüt oluşturmadan kime yönelik olduğu “malum şahıs” ibaresi kullanılarak söylenmesi halinde dahi, malum şahsın belirlenebilir hale getirmesi durumunda hakaret suçu oluşacaktır.[12]

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “mağdurun belirlenmesi” başlıklı 126. Maddesinin, usûl hukuku bakımından ispata yönelik, karineye benzer bir ölçüt getirdiği söylenebilir.

Burada söylenen sözlerin, hakaret niteliğinde olduğu iddia edilen davranışların hakaret niteliğinde olup olmadığı, davranışların kime veya kimlere yönelik olduğu konusunda yargıcın delilleri serbestçe takdir etmesi ve değerlendirmesi gerekmektedir.

Öğretide, bu yasal düzenleme ile bir “mağdurluk karinesi” yaratıldığı ve matufiyet ilkesine[13] yer verildiği yönünde görüşler bulunmaktadır.[14]

Belirtmek gerekir ki, hakaret içerikli söz ve davranışların isim belirtilmeden de gerçekleştirilmesi mümkündür.

Bu nedenle, bu şekilde gerçekleştirilen eylemlerin cezasız kalmaması için kanun koyucu, bu yasal düzenlemeyi hüküm altına alma ihtiyacı duymuştur. Bu açıdan bu yasal düzenlemenin hakaret suçlarında önemli bir işleve sahip olduğunu ifade edebiliriz.[15]

Matufiyet şartının varlığı her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

Örneğin; somut olayda, davalının basın toplantısında kullandığı ifadelerde, davacıların isimlerine ve sıfatlarına yer verilmediği, konuşmanın genel bir nitelik taşıdığı görülmüştür. Bu durumda matufiyet ilkesi gerçekleşmiş olmayacaktır.[16]

Örneğin; davaya konu söz ve ifadelerde, davacının ismi açıkça zikredilmemiştir. Yani davaya konu açıklamalarda davacının kastedildiği anlaşılamamıştır. Bu durumda davalının eyleminin davacıya matuf olmadığını kabul etmek gerekecektir.[17]

-------------

[1] https://www.nedemek.org/Matufiyet+nedir; ET: 30.08.2022.

[2] YHGK, 16/09/2015 gün ve 2014/4-85 E 2015/1774 K.; 07/07/2010 gün ve 2010/4-377 E 2010/365 K.

[3] YHGK, 16/09/2015 gün ve 2014/4-85 E 2015/1774 K.; 07/07/2010 gün ve 2010/4-377 E 2010/365 K.

[4] YHGK, 16/09/2015 gün ve 2014/4-85 E 2015/1774 K.; 07/07/2010 gün ve 2010/4-377 E 2010/365 K.

[5] YHGK, 16/09/2015 gün ve 2014/4-85 E 2015/1774 K.; 07/07/2010 gün ve 2010/4-377 E 2010/365 K.

[6] Yasal düzenlemenin gerekçesinde şu hususlar ifade edilmiştir: “Hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun belli veya belirlenmesinin olanaklı bulunması gereklidir. İşte bu maddeyle suçu işleyen tarafından mağdurun kimliğinin açıkça belirtilmediğinde, ne gibi bir durumun varlığı hâlinde ismin belirtilmiş ve hakaretin açıklanmış sayılacağına ait ölçü gösterilmektedir. Madde, aslında usûl hukuku bakımından ispata yönelik, karineye benzer bir ölçü getirmiş bulunmaktadır.”

[7] Emsal karar için bkz.; Y.18.CD, E. 2015/3116, K. 2015/3572, KT. 29.06.2015: “….Sanığın hayvanlarını beslediği ...Köyü muhtarı olan katılan ...'a köy camisinin önünde "Benim hayvanlarımdan kim rahatsız oldu, boynuzları bir yerine mi battı, beni kim şikayet ettiyse hayvanların boynuzu...çına girsin, kim şikayet ettiyse lafım ona " biçimindeki sözler ile hakaret ettiği, bu sözlerin tanıklar tarafından duyulduğu ve her ne kadar sanık hakaret içerikli sözlerinde katılanın ismini zikretmemiş ise de bunun katılana yönelik olduğunun herkes tarafından bilindiğinin tanık beyanları ile doğrulanması karşısında, TCK'nın 126/1. maddesinde düzenlenen; "Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğine ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa hem isim belirtilmiş hem de hakaret açıklanmış sayılır" hükmü karşısında, sanığın katılana hakaret ettiğinin kabulü ile hükümlülük kararı verilmesi gerekirken, hakaret içeren sözlerinin katılana yönelik olmadığı şeklindeki yerinde olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,…”

[8] Karikatürle hakaret edilmesi olayına ilişkin emsal karar için bkz.; Yargıtay 4. Ceza Dairesi E. 2013/6898 K. 2014/35532 T. 09.12.2014: “…Sanığın aşamalarda ısrarlı olarak, suça konu karikatürü, şikayet tarihinden birkaç ay önce bir gazeteden keserek, üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan, işyerindeki masasının yanındaki, benzer karikatürlerin asıldığı panoya astığını, kimseye hakaret kastı bulunmadığını, art niyeti olmadığını savunması ve hakaret sözleri içeren karikatürdeki karakterlerden birinin katılanla aynı adı taşıması dışında, hakaret kastı ile oraya asıldığına dair mahkumiyete yeterli delil bulunmaması karşısında, sanığın beraati yerine, yerinde görülmeyen gerekçeyle mahkumiyetine karar verilmesi,…”

[9] “Hukuka aykırı eylemde bulunan kişi mağdurun ismini açıkça belirtmemiş veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa, hem isim zikredilmiş, hem de hakaret vaki olmuş sayılır.” Emsal karar için bkz. YHGK, 16.09.2015 gün ve 2014/4-85 E 2015/1774 K- 07.07.2010 gün ve 2010/4-377 E 2010/365 K.

[10] Y.4.CD, E. 2014/6931, K. 2014/33203, KT. 17.11.2014: “…Sanığın, Başbakanlık İletişim Merkezi'ne internet yoluyla yaptığı başvurusunda; yer alan ''...Sayın Başbakanımızın çökertildiğini ifade ettikleri çetelerin taşradaki serpintilerinden olan bu şahsı kimlerin koruyup-kolladığını öğrenmek için araştırma yapınca anladık ki; G…. Cumhuriyet Savcılarından biri, adliye çalışanı eniştesi Savaş, N….. Adliyesindeki üvey kardeşi S. K. ve Adalet Bakanlığında çalışan "HANIM" lakaplı akrabası, hakkındaki birçok şikayete rağmen elini-kolunu sallayarak dolaşabilmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar. ... adaletin tecellisini geçiktirmek için cansiperane uğraşan bu şer cephesinin çökertilmesi ve mağduriyetimizin giderilmesi konusunda gerekli incelemenin yapılmasını ümit ediyorum." biçimindeki beyanlarının katılanların onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, yakınma ve şikayet hakkının kullanılması niteliğinde bulunduğu, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı, bu nedenle sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,…”

[11] Centel Nur/Zafer Hamide/Çakmut Özlem, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, s. 224; Tarhan, s.293; Yenidünya/Alşahin, s.49; Toroslu, Ceza Hukuku Özel Kısım, s.113.

[12] Arısoy, Mine, “Hakaret”, TBBD, S: 72, Y:2007, s.158.

[13] “Matufiyet kelime anlamı olarak, "yöneliklik, yönelmiş olmaklık" olarak tarif edilmektedir. Özellikle kişilik haklarına saldırı nedeniyle tazminat istemini içeren davalarda söz konusu olan matufiyet şartı, açıkça kanunda yer almamakla birlikte, Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza girmiştir. Matufiyet şartı içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir. Matufiyet yargısal kararlarda yayın ile şeref ve haysiyetine veya özel yaşamına dolayısıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden yönünden varlığı aranan önemli bir koşul olarak tarif edilmiş, matufiyetin varlığını kabul için o yayında veya konuşmada, ya kişinin adından açıkça söz edilmesi ya da konumunun, sıfatının gösterilmesi veya bunlardan söz edilmese dahi yayın içeriğinden bu kişinin amaçlandığı, sözlerin ona yönelik olduğunun anlaşılması veya anlaşılabilir olması şartları aranmıştır. Hukuka aykırı eylemde bulunan kişi mağdurun ismini açıkça belirtmemiş veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa, hem isim zikredilmiş, hem de hakaret vaki olmuş sayılır. Bkz.; YHGK, 16/09/2015 gün ve 2014/4-85 E 2015/1774 K- 07/07/2010 gün ve 2010/4-377 E 2010/365 K.

[14] Mülga 765 Sayılı TCK’nın 484. maddesinde mağdurluk karinesi: “Geçen maddelerde beyan olunan cürümlerin irtikabında kendine tecavüz olunan kimsenin ismi sarahaten zikredilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile eğer mahiyetinde ve müddeinin şahsına matufiyetide tereddüt edilemiyecek derecede karineler varsa hem ismi zikredilmiş hem de azviyat tasrih kılınmış gibi muamele olunur.” şeklinde düzenlenirken; 5237 Sayılı TCK’nın 126. maddesi, kendisine karşılık gelen eski madde gibi bir “mağdurluk karinesi” sözünü geçirmese de bir karine oluşturmuştur. Bkz.; Özbek ve Diğerleri, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, s.484); Hafızoğulları, Zeki, Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, U.S.A Yayıncılık, Ankara 2010, s.222.

[15] Hafızoğulları, Zeki, Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, U.S.A Yayıncılık, Ankara 2010, s.222.

[16] Y.4.CD, E: 2016/3652, K: 2018/1069, T: 20.02.2018: “…Davacılar ... ve diğerleri vekili Avukat ... tarafından, davalı ... aleyhine 12/02/2014 gününde verilen dilekçe ile kişilik haklarının ihlali nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 15/09/2015 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.Dava, kişilik haklarının ihlali nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Davacılar vekili; müvekkillerinin her birinin ... milletvekili olduğunu, parti içinde ve TBMM’de önemli görevlerde bulunduklarını, ... Milletvekili ve ... Grup Başkanvekili olan davalının 22/01/2014 tarihinde TBMM’de düzenlediği basın toplantısında kullandığı ifadelerin ... milletvekilleri ile ilgili olarak eleştiri sınırını aştığını, bu nedenle müvekkillerinin kişilik haklarının davalı tarafından ihlal edildiğini beyan ederek uğranılan manevi zararın giderilmesi isteminde bulunmuştur.Davalı vekili; davaya konu basın açıklamasında davacıların ismine yer verilmediğinden davacıların manevi tazminat talep etmekte hukuki yararı olmadığını, basın açıklamasında yer alan ifadelerin iktidar partisi mensuplarına yapılan eleştiri niteliğinde olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, davalının basın toplantısında ... milletvekillerini hedef alması nedeniyle bu partinin milletvekilleri olan davacılar için matufiyet şartının gerçekleştiği, kullanılan ifadelerde eleştiri sınırlarının aşıldığı gerekçesiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir…”

[17] Y.4.CD, E: 2017/3236, K: 2018/2317, T: 27.03.2018: “…Davacı vekili; müvekkilinin... Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanlığından emekli olan bir öğretim üyesi olduğunu, 11/01/2016 tarihinde kamuoyuna duyurulan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirinin 1128 imzacısından biri olduğunu, bildiride Hükümetin ülkenin Güneydoğusunda yürüttüğü operasyonların eleştirildiğini, devletin barış ve çözüm politikaları geliştirmesi gerektiğine işaret edildiğini, bildirinin yayımlanmasının ardından davalının, müvekkilinin de aralarında bulunduğu akademisyenlere yönelik birtakım nitelemelerde bulunarak kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.Davalı vekili; davaya konu bildirinin yayınlanmasının ardından müvekkilinin yaptığı konuşmalarda davacının şahsına yönelik bir ifade kullanmadığını, düşünce açıklaması mahiyetinde sözler kullandığını beyan ederek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince; davalı tarafın bu konuşmalarda doğrudan davacının kişiliğine yönelik herhangi bir söz söylemediği, davacının isminin hiçbir yerde zikredilmediği, manevi tazminat talep etme hakkının kural olarak eylemden doğrudan zarar gören kişiye tanınmış olduğu, belirli bir grup içinde yer alan bazı kişilere söylenen sözlerin o grup içinde yer alanların tamamını kapsayacağının düşünülemeyeceği, konuşma içeriğinde istisnalardan bahsedildiği, bu istisnanın davacıyı kapsayıp kapsamadığı konusunda açıklık bulunmadığı, ayrıca Cumhurbaşkanı sıfatını haiz davalı tarafından bildiriye karşı eleştiri ve karşı görüş bildirme hakkının kullanıldığının kabulünün gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hükme karşı, davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince; davacının bildiriyi imzaladığını beyan ve ilan etmesi nedeniyle davalının açıkça bu bildiriye yönelik açıklamalarının davacı yönünden matufiyet unsurunu oluşturabileceği, ancak davalının Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olması nedeniyle Devlet tüzel kişiliğine, güvenlik güçlerine yönelik ağır eleştirilere cevap hakkının bulunduğu, davalının tüm açıklamalarının Anayasanın 25. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi kapsam ve sınırları içinde kaldığı, dolayısıyla manevi tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir….”