“Allah kimseye evlat acısı göstermesin“ deriz. Çünkü çocuğun ölmesi dayanılmaz bir dram, dayanılmaz bir trajedi ve dayanılmaz bir acıdır.
Oskar'lara boğulmuş "Vadim O Kadar Yeşildi ki "filmini büyük bir beğeni ile izlemiştim. Yazar Richard Llewellyn
“Binlerce kitabı dolduran kelimelerin arasında onu avutacak bir kelime aradım.” diyordu.
Şimdi ben de ölen bebekler için binlerce kitabı dolduran sözcükler arasında yaşanan acı içi teselli olacağımız bir sözcük bulamıyorum.
Kenarları kızıl sarı yaprakların dallarından koptuğu hüzünlü bir sonbahar yaşıyoruz. Olayların şiddeti deprem gibi bizi sarsıyor, içimizi kanatıyor. Sonra depremi unuttuğumuz gibi günlük yaşamı sürdürüyoruz.
Musalla taşında yatan alevler içinde üçü yanan barakada ikisi hastanede yaşamını yitiren beş kardeş 1 yaşındaki Aras Bulut Akcan, 2 yaşındaki Masal Işık Akcan, 3 yaşındaki Aslan Miraç Akcan, 4 yaşındaki Funda Peri Akcan ve 5 yaşındaki Fadime Nefes Akcan’dı.
Gözyaşlarının sel gibi aktığı Cenaze töreninde en doğru davranışı cami hocası göstermiş ve günahsız olan çocuklar için helallik istememiş. Ben de özel notlarımda :
“ Şimdi siz ışıklarda el ele günahsız / Şimdi biz karanlıkta günahkar “ diye yazmışım.
Evet onlar günahsızdı ve bu nedenle hoca onlar için kimseden helallik istemedi.
Çocukların babaları cezaevinden getirilmiş ve tek tek çocuklarını öpüyor.
Kapıları kapalı gecekondu bile denemeyecek barınaklarda yanarak yaşamlarını yitirmelerine daha önce de tanık olmuştuk.
Örneğin 17 Aralık 2017’de Niksar'a bağlı Büyükyurt (Coc) köyünde 3 çocuğun hayatını kaybettiği yangının ardından enkaz içinde kapı kilidini bulan amca, evin kapısının kilitli olması nedeniyle çocukların dışarı çıkamadığını düşündüklerini söyledi.
27 Ekim 2024'te Iğdır'da bir gecekonduda yalnız bırakılan 2 yaşındaki Hazar İleri adlı bebek, gecekondu yangınında ölmüş.
Son örnek İzmir Selçuk’ta yaşandı. Babaları cezaevinde olan ve 27 yaşındaki anneleri Melisa Sinem Akcan’ın hurdacılık yaparak bakmaya çalıştığı 5 kardeş evdeki elektrikli sobanın devrilmesi ve çıkan yangın sonucu yaşamını yitirdi. Beş çocuğun yanarak can verdiği ailenin yaşadığı evin basit bir baraka olması aslında yaşanan derin yoksulluğun açık kanıtıydı. Beş çocuk aslında yoksulluktan, sefaletten, kimsesizlikten, çaresizlikten ve gerekli koruma sağlanamadığından yitirildi.
Daha dün yaşam dolu Narin boğularak öldürülmüştü.
Yenidoğan cetesi olayında annelerinin kucağından alınıp canları doktorlara emanet edilmiş onlarca bebek, üç kuruşluk yoğun bakım rantı elde etmek için kurban edilmişti.
Altı yaşındaki Şirin Elmas Hanilçi'nin de cansız bedeni mezarlıkta bulundu. Gözaltına alınan kağıt toplayıcısı M.Ö. çocuğu mezarlıkta eşarpla boğarak öldürdüğünü itiraf etti.
Tekirdağ'ın Malkara ilçesinde Sıla bebek beyin kanaması teşhisi ve cinsel istismar şüphesiyle kaldırıldığı hastanede öldü.
İzmir’in Konak ilçesindeki bir apartmanda böcek ilaçlamasından zehirlenen bir yaşındaki erkek bebek öldü.
Daha acı çeken duyarlı insanların gözyaşları kurumamışken İstanbul’da kan donduran bir vahşet yaşandı. Dilek Ç. isimli kadın, 2 yaşındaki bebeğine biberona tiner koyup içirdi. Hastaneye kaldırılan bebek 2 ay sonra yaşamını yitirdi. Dilek Ç. ise tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Eşi ölene dul, annesi-babası ölene yetim denir. İyi fakat çocuğu ölene ne diyeceğiz?
20 Kasım günü bizim de taraf olduğumuz “Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesi“nin yürürlüğe girmesinin 34. yıl dönümünü nasıl kutlayacağız?
Sözleşmenin temel ilkelerinden birinde çocuğun yaşama ve gelişme hakkı olduğu belirtilerek” Her çocuk, yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan temel ihtiyaçlara erişme hakkına sahiptir.” denildiği gibi, Korunmaları konusunda da “Çocuklar, her türlü istismar, şiddet, ihmal ve sömürüye karşı korunma hakkına sahiptir“ ilkesi yer almaktadır.
Ayrıca Çocuk Hakları Sözleşmesine taraf olan devletler, çocukların bu haklardan tam olarak yararlanmalarını sağlamak amacıyla yasalar çıkarmak ve politikalar oluşturmakla yükümlüdür.
Selçuk ilçesinde yaşanan ve bizim de yüreğimizi yakan korkunç olayda çocukları devlet korumasına alınmalı mıydı? Benim yargıç olarak tanık olduğum olayda dokuz çocuklu bir anne çocuklarının koruma altına alınmasına ısrarla direnmişti. Zaten bu korkunç olayda da anne Melisa Sinem Akçam’ın “çocuklarım alınırsa intihar ederim”dediği ileri sürülüyor.
Ordu’nun Kumru ilçesinde de bahçede çamaşır yıkamak için annenin kazanda kaynattığı suya düşen bir bebeğin ölümü ile sarsılmıştım. Ben davanın yargıcı idim ve anımsadığım kadarı ile anneye bir ceza vermemiştik.
Çocukların annesi Melisa Sinem Akcan 27 yaşında. Baba hapiste ve anne çocukları geçindirmek için hurdacılık yapıyor. Bu anne dünya güzeli çocuklarını ateşler arasından tek tek toplamış. Soruyorum şimdi hangi yürek dayanır bu acıya?
Bu büyük dramı, bu büyük trajediyi yaşayan anne yargılamada aklanır mı ?
Evet aklanabilir. Çünkü TCK madde 22/6 öngörüldüğü gibi annenin kısa bir süre için evden ayrıldığı, ailenin geçimini sağlamak için hurda bedellerini almaya gittiği, babanın hapiste olduğu, beş çocuğunu da kaybetmesi nedeniyle zaten çok büyük bir acı yaşadığı için anneye ceza verilmeyebilir.
Yasal yargılanma dışında da Melisa suçlanıyor.
Hukukçu ve siyasetçi Özlem Zengin “Annenin çocuklarına bakmakla ilgili meselesi varsa…” şeklinde konuşmuş. Çocukların amcası, “çocukları bana da vermedi” derken, daha önce de çocukların yalnız bırakıldığı ve kurumların yardımlarını da kabul etmediği söylendi.
Oysa Melisa yalnızdı, yoksuldu, çaresizdi. Eşi cezaevindeydi ve beş çocuğun geçimini sağlamak için hurdacılık yapıyordu. Bir taraftan çocuklarına koşarken diğer taraftan cezaevine koşuyordu.
İhmali ve kusuru çocukları koruyacak bir yöntem bulamayan ve bir koruma ağına sahip olmayan sistemde ayrıca çürüyen toplum değerlerinde aramak gerekir.