Gerçek "adalet"in tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. Adalet her zaman yerini bulur mu, ondan da emin değilim. Bir hukuk insanı olmak bunları bilmek için yeterli değil maalesef. Fakat şunu biliyorum; adaleti tam olarak sağlayamasak da adalete yaklaşabiliriz.
Adalet duygusu bireysel değil, “toplumsal” bir duygudur. Şöyle ki, şu dünyada tek başımıza olduğumuzu düşünelim, orda adalet duygusunun varlığından söz edilemez çünkü “kıyas” da yoktur. Diğer bir deyişle terazinin bir kefesi eksiktir.
Adalet duygusunun, yine toplumsal bir varlık olan insana ait, tatmin edilmesi gereken en kutsal en yüce toplumsal duygu olduğunu düşünüyorum. Sevmek yahut sevilmek ihtiyacı olan biri bu ihtiyacı kendi kendine çabalayarak gidermek durumundadır. Fakat adalet duygusu kendimizden öte kendi çabamızdan ziyade bir duygudur. Çünkü zaten bu duygunun ortaya çıkış sebebi “işin içinde başkalarının olması”dır.
Biri sizden iradeniz dışında bir şey aldığında, yani çaldığında, yani sizi eksilttiğinde –bu şey maddi ya da manevi olabilir- burada “adaletsiz” bir durum ortaya çıkar. Bu durumun ortaya çıkmasının tek şartı, sizin o kişiden iradesi dışında bir şeyini almamanızdır. Bu yaptığım, son derece üstün körü bir adalet tanımı. Adaleti anlatmak hiç kolay bir şey değil. Belki de bu yüzden tam olarak gerçekleştirmek mümkün değil; fakat dediğim gibi en azından anlatabildiğimiz, tanımlayabildiğimiz, düşünce sınırlarımızı ve ihtimalleri zorlayabildiğimiz kadarıyla mümkün.
Konuyu dağıtmadan geri dönersek, “hiçbir kötü niyetiniz ve davranışınız olmadığı halde birinin sizi eksiltmesi” duygusu -halk arasında “haksızlığa uğramak”- korkunçtur. Tahammülü son derece zor bir duygudur. Bu duyguyu giderebilmek bazen tek başımıza bir çabayla mümkün olsa da, çoğunlukla mümkün olmaz.
İşte bu korkunç duyguyu en aza indirgeyebilmek için, adalet duygusunu yerine getiren kurumlar kurmuşuz. Hammurabi’den beri bir sürü kanun yapmışız. Yazmışız, çizmişiz, inciğine cıncığına inmişiz, yazdığımız kuralların bazen yanlış olduğunu düşünmüş düzeltmişiz, değiştirmişiz, güncellemişiz ve sair uğraşmışız, uğraşmaya da devam ediyoruz.
Adalet duygusunu yerine getirirken objektif olabilmek, hiçbir etki altında kalmamak adına bu kurumları ve kararları veren kişileri devletten dahi ve hatta özellikle devletten bağımsız kılmışız.
Fakat bugün?
* * *
Bugün Danıştay’ın bilmem kaçıncı kuruluş yıldönümü kutlaması basına kapatılıyor, adaleti yerine getirmede çalışan savunucuların temsilcisi (günümüzde bu kişi Metin Feyzioğlu’dur) konuşmaması, fikrini beyan etmemesi için törene davet dahi edilmiyor.
Geçtiğimiz yıl da, her yıl Yargıtay’da adaleti yerine getirme çalışmalarının başlangıcı için düzenlenen törende (günümüzde buna adli yıl açılış töreni deniyor), yine adaleti yerine getirmede çalışan savunucuların temsilcisini (o gün bu kişi yine Metin Feyzioğlu idi) davet edelim mi, etmeyelim mi diye tartışılmıştı. Çünkü hükümetin başındaki yönetici kişi, o temsilcinin törene gelmesini istemiyordu.
* * *
Sadece bu iki örnekle ve son derece ilkel bir dille anlattığım şu durumdan çok net anlaşılacağı üzere, adaleti yerine getirme kurumlarımız ve kişilerimiz bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir. Bu sebeple adalet duygumuz kanunlarda yazdığımız kadarıyla dahi yerine getirilememektedir. O korkunç haksızlığa uğramışlık duygusunu o kadar sık ve yoğun yaşamaktayızdır ki, ancak bu kadar olurdur. Hatta geçen gün Hükümet mensuplarından Bülent Arınç bile “Çok güzel saraylar yaptık ama adalete, yargıya duyulan güveni artıracak çok çalışma yapmamız lazım” demiştir.
* * *
Bence yargıya duyulan güveni artıracak çalışma yapmalarına gerek yoktur. Çünkü zaten ortada yargıya duyulan bir güven duygusu yoktur. Yargıdan uzak durdukları zaman o duygu bence kendiliğinden yerine gelecektir. Şimdilik bu kadarı bile yeterlidir.
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Tuba TORUN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)