GİAMBATTİSTA VİCO’NUN TARİHİ ANLAYIŞI VE ONUN BU ANLAYIŞININ KARTİZYEN İLKEYE OLAN KARŞITLIĞI

Abone Ol

1668 – 1744 yılları arasında yaşayan ve bizim buralarda çok fazla tanınmayan ve bilinmeyen Giambattista Vico, ünlü bir İtalyan siyaset felsefecisi, tarihçisi ve hukuk danışmanıdır. Özgün bir tarih anlayışı geliştirmiş olan Vico, bilgi ve tarih konusundaki araştırmalarıyla zamanına göre oldukça marjinal fikirler ortaya koymuştur.

Marks’ı ve Hegel’i de etkileyen, tarihin döngüleri incelenirken her bir çağın kendi öznel koşulları içerisinde ele alınması gerektiğini ifade eden Vico, uzmanların tespit ve ifadelerine göre, kendi teorik düşünüş geleneğinin köklerini büyük ölçüde İbn-i Haldun’dan almıştır.

1935-2003 yılları arasında yaşayan, sağlığında Filistin’in en büyük destekçisi ve savunucusu olan, oryantalizme yönelik eleştirileriyle tanınan, Filistin asıllı Amerikalı edebiyat profesörü, aktivist, ve teorisyen Edward W.Said’e ve onun 1993 yılındaki Raith Konferansları’nda yaptığı konuşmalarından derlediği “Entelektüel, Sürgün, Marjinal, Yabancı” isimli sıra dışı kitabında yazdığını göre: “Toplumsal gerçekliği anlamanın doğru yolu onu, her zaman son derece mütevazı ortamlarda tespit edebilen bir başlangıç noktasından doğan bir süreç olarak anlamaktır. Tetişkin insan nasıl yarım yamalak konuşan çocuktan geliyorsa, şeylerin de belirli başlangıçlardan evrimleştiği anlamına gelir bu.”     

Vico’yu daha yakından tanımak, onun tarih konusundaki görüşünü ve yaklaşımını, bu bağlamda, Kartezyen karşıtlığını daha iyi anlamak ve bilmek için İngiliz tarihçi R.G.Collingwood tarafından yazılan ve Türkçeye benim çevirdiğim ve Dorlion Yayınevi tarafından basılan ve yayınlanan “The Idea of History/Tarih Düşüncesi” isimli kitabın ilgili bölümünü aşağıda sunuyorum.

İyi Okumalar!

§ 7. Kartezyen Karşıtlık: (i) Vico

Bu saldırıyı yapanların ilki 18. yüzyılın başlarında Napoli’de çalışmakta olan Vico’ydu. Vico’nun eserlerinde dikkat çeken husus, ilk olarak Bacon’un bilimsel tespitleri formüle ettiği tarihsel metodun ilkelerini onun formüle etmesiydi. Bunun nedeni, Vico’nun eğitimli ve parlak bir tarihçi olmasıydı. Bu yapıcı çalışmayı yürüttüğü sırada Vico, kendisini Kartezyen felsefesi (çn: Ünlü Fransız filozof Descartes’ın kendine özgü olarak geliştirdiği bir bilgi felsefesi görüşü olan bu ilke ve sistem, her türlü bilgiden şüphe duyarak bütün yanılgılardan kurtulup sağlam bir temelde en doğru ve kesin bilgiye ulaşmayı amaçlamaktadır)  ile karşı karşıya kaldığı bir polemik ortamında buldu. Vico, matematiksel bilginin geçerliliğine karşı çıkmamış, ancak başka hiçbir tür bilginin mümkün olmadığını ifade ederek Kartezyen bilgi teorisine karşı çıkmıştır. Dolayısıyla, Vico, Kartezyen ilkesinin hakikat kriterinin açık ve farklı olduğuna ilişkin görüşüne karşı saldırıya geçti. Aslında o bunun, sadece sübjektif veya psikolojik bir kriter olduğuna işaret etmişti. Ben fikirlerimin hakikat olmasına değil, sadece inandığım şeyleri doğruladığında açık ve farklı olduğu olgusuna inanırım diyen Vico, bunu söylerken, inanç hiçbir şey değildir, sadece algılarımızın canlılığıdır diyen Hume ile esasen aynı fikirdeydi. Vico, ‘herhangi bir fikir yanlış da olsa, bizi kendi kanıtlarıyla görünüşte ikna edebilir ve hiçbir şey, inançlarımızın, aslında sofistike argümanla erişilen temelsiz kurgular olduklarını açıkça görmekten daha kolay değildir’ der, bu, Hume ile aynı olan bir görüşün bir kez daha ifade edilmesidir. Bu konuda bizim ihtiyacımız olan husus, Vico’nun bilinebilecek olanı yapılamayacak olandan ayırt edebilecek bir ilkeyle uğraştığı hususudur. Bu insan bilgisinin zorunlu sınırları üzerine olan bir doktrindir. Bu, elbette, ‘eleştirel ampirizm,  Kartezyenizme yönelik bir diğer ana saldırı için bir başlangıç noktası sağlar’ diyen Locke ile Vico’yu aynı çizgide buluşturur.

Vico bu ilkeyi verum et factum convertuntur/hakikat ve olgu birbirine dönüştürülür doktrininde bulur: bu, bir şeyi gerçekten bilme, onu sadece algılamanın aksine anlayabilmenin koşulu ve bunu bilenin kendisinin yapması demektir. Bu ilkeye göre, doğayı sadece Tanrı kavrayabilir, ancak matematiği insan kavrayabilir, çünkü matematiksel düşüncenin nesneleri, matematikçinin inşa ettiği kurgular veya hipotezlerdir. Herhangi bir matematiksel düşünme, ister ABC bir üçgen olsun, isterse AB = AC olsun, bir fiat ile yani bir emirle/izinle başlar:. Bu matematikçinin bir iradeyle üçgeni yapması nedeniyledir, çünkü bu, matematikçinin bunun gerçek bilgisine sahip olabilmesinin factum’u, yani bir olgusudur/vakıasıdır. Bu, sözcüğün olağan anlamıyla ‘idealizm’ değildir. Zira üçgenin varlığı, onun bilinmesine bağlı olmadığı gibi, şeyleri bilmek onları yaratmak da değildir; aksine, daha önce yaratılmadığı sürece hiçbir şey bilinemeyeceği gibi, bir zihnin bir şeyi bilip bilemeyeceği de o şeyin nasıl yaratıldığına bağlıdır.

Verum-factum, yani doğru olgu, gerçek delil ilkesinden, insan zihninin kesin olarak yaptığı bir şey olan tarihin, özellikle insan bilgisinin bir nesnesi olmaya uygun olduğu sonucu çıkar. Vico, tarihi süreci, insanların dil, gelenek, hukuk, hükümet, vb. gibi sistemleri kurduğu bir süreç olarak görür, yani Vico tarihi, insan toplumlarının ve kurumlarının doğuşunun ve gelişiminin tarihi olarak düşünür. Burada ilk kez tarihin konusunun ne olduğuna ilişkin olarak tamamen modern bir düşünceye ulaşırız. Bu düşüncede, Orta Çağ’da olduğu gibi izole edilen eylemler ile onları bir arada tutan ilahi plan arasında izole edilen bir muhalif tez yoktur. Öte yandan, bu düşüncede, ilkel insanın (Vico’nun özellikle ilgilendiği) başlattığı gelişmelerin ne olacağını önceden gördüğü hususunda hiçbir ima da yoktur. Zira tarihin planı tamamen insani bir plandır. Yine bu plan kendi tedrici gerçekleşmesini, gerçekleştirilmemiş bir niyet şeklinde önceden var olan bir plan da değildir. Platon, Tanrısını dünyanın ideal bir modeli üzerinde şekillendirirken insan toplumunu şekillendiren, sadece demiurge’dir, (çn: birçok kültürde görülen Dünya’yı oluşturan ilaha eski Yunan geleneğinde verilen ad ve Plato’nun felsefesinde dünyayı yaratan etmen, yani kainatın yaratıcısı) yani evrenin yaratıcıdır. Tanrı’nın kendisi gibi, o da, kendi tarihsel gelişiminin kurumsal çalışmasında, hem biçim, hem de bir madde olarak bir arada var olan gerçek bir yaratıcıdır. O nedenle, İnsan toplumunun dokusu, insan tarafından hiçbir şeyden yaratılır ve buna bağlı olarak bu, insan zihninde olduğu gibi bu kumaşın her detayını bilen bir insan factum’u, yani insan olgusudur.

Vico bize burada, hukuk ve dil gibi tarihin uzun ve verimli araştırmalarının sonuçlarını vermektedir. O, bu araştırmaları ile Descartes’ın matematiksel ve fiziksel araştırmanın sonuçlarına atfettiği kadar kesin bilgi verebileceğini tespit etmiştir. Vico bu bilginin ortaya çıkış şeklini, geçmişte bunların insanlar tarafından yaratıldığı süreci tarihçinin kendi zihninde yeniden inşa edebileceğini söyleyerek ifade eder. Tarihçinin çalışmasıyla ortaya koyduğu nesne ile zihni arasında önceden belirlenmiş bir uyum vardır. Ancak bu Leibniz’in yaklaşımından farklı olarak, önceden oluşturulmuş bir uyum  mucizesine dayanmaz – tarihçiyi üzerinde çalıştığı insanlarla birleştiren ortak insan doğasına dayanır.

Tarihe karşı bu yeni yaklaşım fazlasıyla Kartezyen karşıtıdır, çünkü Kartezyen sisteminin bütün yapısı, tarih dünyasında ortaya çıkmayan bir sorunla belirleniyordu ve bu düşünceler ile şeyler arasındaki sorun bir şüphecilik sorunuydu. Doğa bilimleri metoduna ilişkin araştırmalarını Fransa’da hüküm süren şüpheci bakış açısıyla başlatan Descartes, maddi dünya olarak gerçekten bir şeyin olduğundan emin olmak zorundaydı.  Vico’nun düşündüğü tarih için böyle bir sorun olamazdı. Şüpheli bir bakış açısı onun için imkansızdı. Vico’ya göre tarih, geçmişle, geçmiş olarak ilgilenmez. Tarih ilk etapta, içinde yaşadığımız toplumun yapısıyla, çevremizdeki insanlarla paylaştığımız usullerle ve örf ve adetlerle ilgilidir. Bunları incelemek için bunların gerçekten var olup olmadıklarını sormamıza gerek yoktur. Esasen böyle bir soru anlamsızdır. Descartes ateşe bakıyor ve kendisine, kendi düşüncesine ilave olarak gerçek bir yangın olup olmadığını soruyordu. Vico için, kendi zamanının İtalyan dili gibi bir şeye bakarken, buna paralel bir soru ortaya çıkmazdı. Böyle bir tarihsel hakikat düşüncesi ile hakikatin kendisi arasındaki ayrım anlamsızdı. Zira İtalyan dili, onu kullanan insanların tam olarak düşündüğü şeydir. Tarihçi için, insanın bakış açısı nihaidir. Tanrı’nın İtalyan dili hakkında ne düşündüğü sorusu, tarihçi için bilinen ve cevaplandırılmasına gerek olmayan bir sorudur. Zira ona göre bu, insanın kendi içinde olan şeyi aramasının nafile olması kadar anlamsızdır. Descartes, kendisinin ahlaki meseleler kuralının, içinde yaşadığı ülkenin yasalarını ve kurumlarını kabul ettiğini ve kendi davranışlarını çevresinde yaygın olarak bulduğu en iyi düşüncelere göre yönettiğini söylemek suretiyle kısmen bunu uygun bulmuş ve o nedenle, bireyin bu şeyleri kendisi için a priori/önsel olarak inşa edemeyeceğini, ancak bunları içinde yaşadığı topluma ait tarihsel hakikatler olarak tanıması gerektiğini kabul etmiştir.1 Descartes’ın metafizik bir temele dayalı olan kendi davranış sistemini inşa etmek için bunun zamanının gelebileceğini umut ettiği ve bu kuralları sadece geçici olarak benimsediği doğrudur; ama o zaman hiç gelmemiştir, olayın doğasına göre bu zaman asla gelemezdi de. Descartes’ın umudu, a priori/önsel spekülasyonun olanakları hakkında sahip olduğu ve savunduğu abartılı görüşlerin sadece bir örneğidir. Tarih, düşünceler ve olgular/vakıalar hakkındaki soruların birbirlerinden ayırt edilemediği bir tür bilgidir. Descartes’ın felsefesinin içerdiği nokta da, bu iki tür soruyu ayırt etmekten ibarettir.

Vico’nun tarih anlayışı felsefi olarak doğrulanabilir bir bilgi biçimi olarak algılanmakla birlikte, bu daha geniş bir gelişme kapasitesine sahip bir tarihsel bilgi anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bir zamanlar tarihçiler, tarihsel bilginin genel olarak nasıl mümkün olduğu sorusunu cevaplandırmaya çalışırlarken, Vico, tarihsel problemlerin çözümüne geçebilmiştir. Bu, açık bir tarihsel metot anlayışı oluşturarak ve buna itaat eden kurallar ortaya koyarak yapılır. Vico uzak ve belirsiz dönemlerin tarihi olarak adlandırdığı şeyle, yani tarihsel bilginin genişletilmesiyle özel olarak ilgilenmiştir, nitekim bu konudaki belirli metot kurallarını o ortaya koymuştur.

Birincisi, Vico, tarihin belirli dönemlerinin genel bir karaktere sahip olduğunu, başka dönemlerde yeniden ortaya çıkan her ayrıntıyı bunların renklendirdiğini, böylece iki farklı dönemin aynı genel karaktere sahip olabileceğini ve birinden diğerine analog olarak tartışmanın mümkün olduğunu belirlemiştir. Vico, Yunan tarihinin Homeros dönemi ile birlikte her ikisini de kahramanlık dönemlerinin jenerik adıyla isimlendirdiğimiz Avrupa Ortaçağı arasındaki genel benzerliği ortaya koymuur. Bunların ortak özellikleri savaşçı-aristokrasiye sahip bir hükümet, bir tarım ekonomisi, bir balad edebiyatı, kişisel yetenek ve sadakat fikrine dayanan bir ahlak vb. şeylerdir. Homeros’un Homerik dönem hakkında bize anlattıklarından daha fazlasını öğrenmek için, bizim Avrupa Ortaçağı’nı incelememiz ve daha sonra oradan öğrendiklerimizi erken dönem Yunanistan’ına ne kadar uygulayabileceğimizi görmemiz gerekir.

Vico, bize ikinci olarak, bu benzer dönemlerin aynı sırayla tekrarlanma eğilimi taşıdığını göstermiştir. Her kahramanlık dönemini, düşüncenin hayal gücüne, nesrin şiire, sanayinin tarıma ve barışa dayalı bir ahlakın savaşa dayalı bir ahlaka üstün geldiği bir klasik dönem izler. Bunu sırayla yeni bir barbarlığa ama hayal gücü döneminin kahramanlık barbarlığından oldukça farklı bir barbarlığa doğru bir gerileme takip eder. Bu Vico’nun isimlendirmesiyle, hala düşüncenin yönettiği bir düşünce barbarlığıdır, ancak bu düşünce yaratıcı gücünü tüketmiş ve sadece anlamsız yapay ve bilgiçlik ayrımlarından oluşan ağlar inşa etmiştir. Vico bazen kendi döngüsünü şu şekilde ortaya koyar: birincisi, tarihin yol gösterici ilkesi kaba kuvvettir; daha sonra yiğitlik veya kahramanlık gücü gelir; sonra cesur adalet; sonra parlak özgünlük; sonra yaratıcı düşünme; son olarak da yaratılmış olanı yok eden bir çeşit mirasyedilik ve savurganlık gelir. Ancak, Vico, sayısız istisnaları olan bu tür bir şemanın kabul edilemeyecek kadar katı olduğunun farkındadır.

Üçüncüsü, bu döngüsel hareket, tarihin sabit evrelerinin döngüsü içinde dönüp durduğu bir rotasyon değildir; bu bir daire değil, bir spiraldir; çünkü tarih asla kendini tekrarlamaz, her yeni evre sadece daha önce olanlardan farklı bir biçimde gelir. Bu yüzden Ortaçağ Hristiyan barbarlığı, Homerik çağın pagan barbarlığından, kendisini Hıristiyan zihninin gözle görülür ayırt edici bir ifadesi yapan her şeyden farklıdır. Tarih her zaman yenilikler yaratır, o nedenle, döngüsel yasa bizim geleceği tahmin etmemize izin vermez, bu da Vico’nun bu döngüyü kullanmasını, tarihi tam bir döngüsel hareket olarak gören eski Greko-Romen/Yunan-Roma düşüncelerinden kesin olarak ayrırır (örneğin Platon, Polybius ve Machiavelli ve Campanella gibi Rönesans tarihçilerinde bulunan düşüncelerden) ve onu daha önce esas önemini ifade ettiğim ilkeye, yani tarihçinin vahiyle haber verme ilkesine asla taşımaz.

Vico daha sonra, tarihçilerin her zaman mutlak önyargıyla karşı oldukları için kendilerinin korumaları gereken Bacon’un Novum Organum/Yeni Organ (Bacon bu eserinde eski syllogism/kıyaslama yollarından daha üstün olduğuna inandığı yeni bir mantık sistemini detaylandırır) adlı eserindeki ‘idoller‘ gibi savunduklarını sıralamaya devam eder. Bu hata kaynaklarından beşini seçerek ayırır:

1. Antik çağ hakkındaki muhteşem görüşler, diğer bir deyişle, tarihçinin üzerinde çalıştığı dönemin zenginliğini, gücünü, ihtişamını vb. hususlar lehine abartıcı önyargılardır. Vico’nun burada olumsuz ifade ettiği ilke, geçmiş dönem tarihini incelemeye değer kılan ilkenin, kendi başına elde ettiği başarıların gerçek değeri değil, tarihin genel seyri ile ilişkili olmasıdır. Bu konudaki önyargı gerçeğe son derece uygundur. Örneğin, Roma’daki taşra uygarlığı ile ilgilenen insanların (arkeolojik bulgularla kanıtladığım gibi) ben Roma Londra’sının sadece 10.000-15.000 nüfusu olduğuna inanma konusunda güçlü bir isteksizlik yaşadıklarını düşünüyorum. Zira bunlar eski çağ hakkındaki muhteşem görüşler olmakla, onlar bu nüfusun 50.000-100.000 kişi olduğuna inanacaklardır.

2. Ulusların kendini beğenmişliği. Kendi geçmiş tarihi ile uğraşan her ulus, onu en uygun renklerle boyamaktan yana bir önyargıya sahiptir. İngilizler, İngilizler tarafından İngilizler için yazılan tarih konusunda, İngiltere’nin askeri başarısızlıklarının ve benzeri şeylerin ayrıntısıyla ilgilenmezler.

3. Öğrenilen kendini beğenmişlik. Bu, Vico’nun yorumladığı gibi, tarihçinin özel bir önyargısı şeklini alır, bu da, tarihçinin hakkında düşündüğü insanların bilgin, öğrenci ve genel olarak kendisine dönük zekası olan insanlar olmaları yönünden, bu insanların kendisi gibi olduğunu varsaymasına neden olan özel bir önyargı şeklidir. Akademik zihin, ilgilendiği kişilerin de akademik kişiler olması gerektiğini düşünür. Aslında Vico, tarihteki en etkili insanların en azından akademik zihinli olanlar olduğunu savunmuştur. Tarihsel büyüklük ve tefekkür sahibi akıl çok nadir olarak birleştirilir. Tarihçilerin kendi hayatını yöneten değerlerinin ölçeği, onun başka karakterlerinin hayatlarını yöneten karakterlerden çok farklıdır. 

4. Kaynakların yanılgısı veya Vico’nun ulusların skolastik halefiyeti olarak adlandırdığı şey. Bu hata Vico’nun yorumladığı gibi, iki ülke benzer bir düşünceye veya kuruma sahip olduğunda, birinin diğerinden öğrenmiş olması gerektiğini düşünmektir. Bu, insan zihninin düşünceleri öğrenmeden, kendi başına yeniden keşfedebilen özgür yaratıcı gücünün, diğerini reddetmeye dayandığını gösterir. Vico, tarihçileri bu yanlışlığa karşı uyarmakta son derece haklıdır. Aslında, Çin’in Japonya’ya, Yunanistan Roma’ya, Roma Galyası’na ve benzerlerine bir şeyler öğretmiş olması gibi, bir ulusun diğerine bir şeyler öğrettiğinin kesin olduğu yerlerde bile, öğrenen her zaman diğerinin öğretmesi gereken şeyleri değil, sadece önceki tarihsel gelişimin onu hazırladığı dersleri öğrenir.

5. Son olarak, kadim insanların kendilerine daha yakın olan zamanlar hakkında, bizlerden daha bilgili olduğunu düşünme önyargısının olması.  Aslında, Vico’ya ait olmayan bir örnek alırsak, Kral Alfred’in zamanının bilginleri, Anglo-Sakson kökenleri hakkında bizden çok daha az şey biliyorlardı. Vico’nun bu önyargıya karşı uyarısı büyük önem taşır, çünkü bu olmadığı, ne olursa olsun bir gelenekten çıkarmadığı geçmiş bir zamanın resmini bilimsel metotlarla yeniden inşa edebilmesinin ilkesi haline gelir. Bu Bacon’un tarihin hafızaya dayandığını veya başka bir ifadeyle otoritelerin açıklamalarına dayandığını ileri sürmesinin açık bir inkarıdır.

Vico, negatif uyarılarla yetinmez; o, tarihçinin sadece otoritelerin ifadelerine güvenebilmelerini aşan belirli metotları göstererek yoluna pozitif bir şekilde devam eder. Onun buradaki gözlemleri, bugünün tarihçisi için basmakalıp gözlemlerdir, ancak bunlar onun zamanında devrim niteliğinde olan gözlemlerdir.

I. Vico, dilbilimsel çalışmanın tarihe nasıl ışık tutabileceğini gösterir. Etimoloji, dil ortaya çıkarken bir halkın nasıl bir yaşam sürdüğünü gösterebilir. Tarihçi, incelediği halkın zihinsel yaşamının ve düşüncelerinin yeniden yapılandırılmasını amaçlar. Zira halkın kelime dağarcıkları düşünce dağarcıklarının ne olduğunu gösterir. Onlar yeni bir düşünceyi ifade etmek istediklerinde, onların eski bir kelimeyi mecazi olarak yeni bir anlamda kullanma biçimleri, yeni düşünce ortaya çıkmadan önce onların düşünce dağarcıklarının ne olduğunu ortaya koyar. Böylece, intellegere/anlamak ve disserere/inandırmak gibi Latince kelimeler, Romalıların anlama ve inceleme/tartışma için kelimelere ihtiyaç duyduklarında, hasat etme ve tohum ekme gibi tarımsal sözcükleri nasıl ödünç aldıklarını gösterir.

2. Vico, mitolojiyi de benzer şekilde kullanır. İlkel dinin tanrıları, onları icat eden halkın sosyal yapısını ifade etmenin yarı şiirsel bir yolunu temsil eder. Dolayısıyla, Vico, Greko-Romen/Yunan-Roma mitolojisinde, eskilerin evsel, ekonomik ve politik yaşamının temsil edilmesini görür. Bu efsaneler, kendisine dönük mütefekkir hukuk ve ahlak kuralları halinde ifade edilebilecek şeylerin kendi kendine ifade edilmesidir.

3. Vico, geleneği kullanmanın yeni bir metodunu (yeniliği bize tuhaf görünse de) ortaya koyar. Bu, geleneği edebi bir gerçeklik şeklinde alarak değil, kırılma indisini bir dereceye kadar tanımlayabileceğimiz bir ortam aracılığıyla, çarpıtılmış gerçeklerin karışık bir hatırası olarak alınmasını önerir. Bütün gelenekler doğrudur, ancak bunların hiçbirisi demek istediği şeyi demek istemez. Onların ne demek istediklerini keşfetmek için ne tür insanların onları icat ettiğini ve o çeşit insanların böyle bir şey demekle ne demek istemiş olduklarını bilmemiz gerekir.

4. Bu yeniden yorumlamanın anahtarını bulmak için, belirli bir gelişme aşamasındaki zihinlerin aynı tür ürünleri yaratma eğiliminde olduklarını hatırlamamız gerekir. Vahşiler her zaman ve her yerde vahşidir. Modern vahşileri inceleyerek, kadim vahşilerin nasıl olduklarını öğrenebiliriz ve böylece en eski antik tarihin olgularını gizleyen vahşi mitleri ve efsaneleri nasıl yorumlayacağımızı öğreniriz. Çocuklar da bir çeşit yabandır, o nedenle çocukların korku masalları bize bu konuda yardımcı olabilir. Modern köylüler düşünmeyen ve hayal eden kişilerdir, onların düşünceleri de ilkel toplumun düşüncelerine ışık tutar vb.

Özetle: Vico iki şey yapmıştır. İlk olarak, on yedinci yüzyıl sonu tarihçiler tarafından gerçekleştirilen eleştirel metottaki ilerlemeyi sonuna kadar kullanarak tarihsel düşünceyi yazılı otoritelere bağımlılıktan kurtarmış, gerçekten özgün, bağımsız ve bilimsel analizlerle tamamen unutulmuş olan hakikatleri yeniden elde edilebilir hale getirmiş, bu suretle bunların eleştirel olabileceği gibi yaratıcı da olabileceğini göstererek bu süreci daha ileri bir aşamaya taşımıştır. İkincisi, tarihsel olarak örtük olan felsefi ilkeleri ve kavramları kendi tarihsel çalışmasında geliştirmiş, bunu Kartezyenizm felsefesinin bilimsel ve metafizik karşıtı saldırısını ortaya koyacak bir noktaya getirmiş, bilgi teorisini hakim felsefi inancın sığlığından ve soyutluğundan kurtarmak için daha geniş bir temel geliştirmiştir. O, aslında çok fazla bir etkiye sahip olmak konusunda kendi zamanının çok ilerisindedir. İki kuşak sonra Alman düşüncesi, on sekizinci yüzyıl sonunda Almanya’da yapılan tarihi çalışmaların görkemli bir şekilde çiçek açmasına ve kendi adına Vico’nunkine benzer bir noktaya ulaşmasına kadar, onun eserinin olağanüstü değeri anlaşılamamıştır. Bu anlaşıldığında, Alman bilginler, onu yeniden keşfetmişler ve düşüncelerin ticari mallar gibi ‘difüzyon‘ (çn: moleküllerin hareket enerjileriyle çok yoğun ortamdan az yoğun ortama hareket etmesi, sızması) ile değil, her ulusun gelişmesindeki belli bir aşamada ihtiyaç duyduğu şeyleri bağımsız olarak keşfetmesiyle yayıldığı konusunda Vico’nun doktrinini örnek almışlar ve Vico’ya büyük bir değer yüklemişlerdir.

------------

1Discourse on Method/Tarihçi Metot Üzerine Bir Söylem, bölüm iiı.