GENÇ AVUKATLARA SÜRREALİST ANILAR-4

Abone Ol

Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez

Sokrates

Gündelik hayatımızın en kıymetli vakitlerini alsa da hayat  meslekten ibaret değildir. Bazı insanlar eninde sonunda belli bir yaşta, gittikçe mekanikleşen hayatını sorgulamaya başlar ve “Ben kimim?” sorusunu sorar. Bazı insanlar ise bu soruyu sormadan, daha çok “sen kimsin?”sorusunu sorarak kendi ideolojisi, hayat tarzı ve mahallesi içinde  hiç bir düşünsel riske girmeden hayatını tamamlar. “Ben kimim?” sorusunu soran insan için sorunlu da olsa mekanik ve alıştığı konformist hayatının sonu demektir.

Ben bu acı veren soruyu kendime sordum: “Ben Kimim?”

Cevabını bir türlü veremediğim bu soru, Otuzlu yaşlarımda derin bir depresyona sevk etmiş  beni adeta ruhen felç etmişti. Bir çeşit alinasyon yaşıyordum. Sık sık uğradığım Dost Kitabevi’nde PD Ouspensky’nin “İnsanın Gerçeği: Kendini Bilmek” adlı kısmen çevrilmiş  kitabına rastladım. Kitap, başlangıçta bana hiç iyi gelmedi. Okuduktan sonra büyük bir kaygıyla gece vakti götürüp çöpe attım.  Ancak kitap bende köklü bir değişikliğe yol açmıştı. Sabah kitabı çöpten almaya gittiğimde Belediye çöpleri çoktan kaldırmıştı. Sonra Dost Kitabevine uğrayıp kitabı yeniden aldım ve birkaç kez okudum. Kitabı her okuyuşumda ruhsal olarak narkozsuz ameliyat oluyor gibiydim. Diğer taraftan, kitaba daha sonra nedenini anlayacağım kültürel bir yakınlık duyuyordum. Kitap, Kafkasya doğumlu çocukluğu Kars’ta geçmiş Georgo Gurdjieff tarafından kurulmuş “Dördüncü Yol”  adlı New Age tarikatın öğretilerini anlatıyordu.

Bu öğretiye göre, inananların tamamına yakınının “derin bir hipnozda” ve adeta otomatik pilotta yaşadığını, insanın bu derin hipnozdan uyanması için daha önce uyanmış birinin rehberliğinde bir grupla çalışması gerektiği tezini savunuyordu. Gözlemlerim bu tespiti doğruluyordu. Ancak Türkiye’de araştırdığım kadarıyla bir dördüncü yol topluluğu yoktu. Doktrin çok ilgimi çekmişti.  Bana kendini bilme, tanıma çalışması yapabileceğim bir okul gerekliydi. Dini temelli tarikat bana göre değildi. Ailemde çok katı dini bir eğitimden geçmiştim. Yozgat İmam Hatip Lisesinde okurken Şehrin tek kitapçısının vitrininde Remzi Kitabevi’nden yayınlanmış Cemil Sena’nın “Hazreti Muhammed’in Felsefesi” ve Orhan Hançerlioğlu’nun “Felsefe Sözlüğü” kitaplarını görmüştüm. Hemen aldım. Cemil Sena, İslam dinini bir felsefi bir akım olarak ele alıyordu. Sorguladıkça kafam iyice karışıyor, dinden uzaklaşıyordum. Korku ve endişelerim, beni “bu kadar insan Müslüman olduğuna göre yanılmış olmaz” argümanına sarılmama sebep oluyordu. Sorduğum bir soru nedeniyle, bir aile büyüğüm tarafından tekfir edildim ve ülkede şeriat sistemi olsa “katlimin vacip olduğu” söylendi. Kendimi hâla mü’min ve Müslüman olarak tanımlasam da o yıllardan itibaren geleneksel İslam’la arama bir daha  hiç kapanmayacak derin bir mesafe oluşmuştu.

Sonuç olarak dinî bir topluluğa katılmak benim için mümkün değildi. Bu kez masonluğu araştırmaya başladım. Masonluğun ilk öğretisi de “Kendini bil” idi. İlhami Soysal’ın “Masonluk ve Masonlar: Dünyada ve Türkiye’de” adlı eserinden başlayarak mümkün olduğu kadar objektif yazılmış eserleri okudum. Sembolleri üzerinde düşündüm. Masonluk sembol ve alegorilerle öğretilen bir ahlâk sistemi olarak” tanımlanıyordu. Masonlukta üç kavram çok önemliydi: sembol, alegori ve ritüel.  Başta Jung ve Freud olmak üzere sembol, alegori ve ritüel  üzerine bulabildiğim eserleri okudum. Ritüelbilim (science of ritual) üzerine yazılmış İngilizce makaleleri bulup, sözlük yardımıyla anlamaya çalıştım. Bu arada, Gurdjieff ve Ouspensky’nın diğer eserlerini edinip okuyordum. Bu eserler de tıpkı masonluk gibi sembol ve alegorilerle örülmüştü, Gurdjieff de bir eserinde Masonlukta  hakikatin bulunduğunu söylüyordu.

Araştırmalarımın sonunda kendi üzerimde çalışabileceğim topluluğun masonluk olabileceğine kanaat getirdim. Ankara Barosu çalışmalarım sırasında tanıdığım ve sevdiğim kıdemli bir avukatın mason olduğunu düşünüyordum. Bir gün baş başa olduğumuz bir sırada “Üstadım soruma cevap vermek zorunda değildiniz, ama sizin mason olduğunuzu düşünüyorum.  Eğer bu düşüncem doğru ise ben de mason olmak istiyorum” dedim. Avukat Bey, “mason olduğunu ve beni masonluğa teklif etmekten onur duyacağını” söyledi. Ancak Türkiye’de iki Obediyans olduğunu benim hangisine katılmak istediğimi sordu. Ben de ana akım olan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’na katılmak istediğimi söyledim. Avukat Bey, kendisinin de bu obediyansa üye olduğunu, beni teklif edeceğini, kabul sürecinin bir yıl kadar sürebileceğini söyledi. Böylece masonluğa ilk adımımı atmış oldum.

Bu arada depresyonum iyice artmaya, gündelik ve mesleki hayatımı etkilemeye başlamıştı. Neredeyse psikozun sınırlarına gelmiştim. Yaşadığım bir atak sonrasında elimde PD Ouspensky’nin “İnsanın Gerçeği: Kendini Bilmek” kitabıyla Sıhhiyede bir psikiyatrın kapısını çaldım. Psikiyatr ilk soru “siz buraya tek başınıza mı geldiniz? Nasıl geldiniz?” oldu. “Evet”  dedim, yalnız geldim “büyük bir atak yaşıyorum” dedim. Elimdeki Ouspensky kitabı uzatarak “ beni bu ayakta tutuyor hocam” dedim.  Psikiyatr kitabı aldı, karıştırdıktan sonra “sana bir ilaç yazacağım, bunu kullan, seni sana emanet ediyorum” dedi. Tedavi işe yaramıştı ve toparlanmıştım. Ama derindeki o sancı tüm keskinliği ile devam ediyordu. Bu buhranlı dönemde beni rahatlatan tek şey mesleki yazılar yazmak yayınlamaktı. Ülkedeki hukuk uygulamasındaki anomi ve anarşi, içinde bulunduğum psikoloji ile birleşince beni mesleki olarak da tükenme noktasına getirmişti.

Yaklaşık bir yıl sonra masonluğa çırak olarak kabul edildim. On üç yılımı masonluğu anlamaya adadım.   Ancak “Dördüncü yol’un cazibesinden de kutulamıyordum. Gurdjieff ve müritlerinin (Ouspensky, Nicoll)  tüm eserlerini edinip okudum. Bunlardan en ilginci İstanbul’un işgalinde İngiliz istihbarat subayı Yüzbaşı John Godolphin Bennett’ti.Yapı Kredi yayınlarından çıkan “Tanık: Bir Arayışın Hikayesi” adlı eseriydi. İşgal yıllarında İstanbul’da işkence uygulamalarıyla tanınan bir subaydı. Daha sonraki yaşamında  Gurdjieff  ekolüne katılmış, tasavvufa ilgi duymuştu. Benett, aynı zamanda, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a geçişine vize veren yüzbaşıydı.  Benett, yaşlılığında  Türkiye’ye gelmiş ve Nezih Uzel ile röportajlar yapmıştı. Röportaj için: https://m.youtube.com/watch?v=CzG6kEfGTns

Arayışlarım sonunda Türkiye’de bir “Dördüncü Yol” grubu bulmuştum. Merkezi Amerika’da olan “Fellowship” adlı bir Dördüncü Yol grubuna bağlıydı. Bir süre sonra Gruba Amerika’dan eğitmen göndermeye başladılar. Niyetleri Dördüncü Yol Okulu’nu Türkiye’de yaygınlaştırmaktı. Bir yıl sonra bu gruptan ayrıldım. Bu arada tüm ezoterik grup ve topluluklarla ilgili  (Scientoloji, yoga, Zen Budizm dahil ) araştırma ve okumalar yapıyordum. Bunlardan en ilginci bir avukat arkadaşımın mensup olduğu Hint kökenli Brahma Kumaris tarikatı idi.  Tarikatta bir kadın hâkim de bulunmaktaydı. Bir kaç defa meditasyon ritüellerine katıldım. Daha sonra aldığım hipnoz eğitimleri ve hipnoz üzerine okumalarıma göre şimdi değerlendirdiğimde bu tarikatta meditasyon denen şey,  göz fiksasyonu ve Ericksonian teknikle düzenlenmiş hipnotik telkinlerden oluşan bir tür hipnoz uygulamasıydı.

Derken elime Whitall N. Perry’nin İnsan Yayınlarından çıkan “Gürciyev ve Gizli Üstatları” kitabı geçti. Gurdjieff’in üstatlarından bazılarının Nakşibendi tarikatının şeyhleri olduğunu bu kitapla öğrendim ve şoke oldum. Tekrar en başa dönmüştüm.

Bir yakın dostumun teşvikiyle de Alevi-Bektaşi erkânını öğrenmeye karar verdim. Alevi Dedeleriyle, Bektaşi Babalarıyla uzun sohbetlerim oldu. Geniş bir Alevi-Bektaşi külliyatı edindim, okudum. Dünyadaki bütün Bektaşilerin o zamanki ve şimdiki lideri Mondi Baba (Hacı Baba Edmond Brahimaj) ile tanışıp sohbet etme imkânı buldum. Bektaşiliğe intisap etme isteklerini, o zamanlar mason derneği üyesi olduğum ve çifte inisiyasyonun doğru olmadığını düşündüğümden reddettim.

Masonlukta 13 yılım geçti, üstat derecesini de almış, Loca sekreterliği de yapmıştım. Yedi yıl mason olarak yaşamını sürdürüp sonra cemiyetten ayrılan Fransız yazar Réné Guenon’un ifadesiyle Masonlukta hakikatin bir parçası vardı kuşkusuz. Masonluk, olumlu ve olumsuz tecrübeleriyle kendimi bilme yolunda önemli mihenk taşlarından biri oldu. Ama bir Batılı için tasarlanmış, sembol alegorileri daha çok bir Batılı’ya hitap eden bir ekoldü. Masonluğa intisabımdan on üç yıl sonra bir daha dönmemek üzere masonluktan istifa ettim.

Zaten uzun süren bu arayış sürecinde özel hayatım ve mesleki hayatım oldukça sekteye uğramıştı. Ezoterik çalışmaları bir yana bırakıp, hukuk mesleğine tam olarak dönüş yaptım. Ancak dinî, lâ dini tarikat ve oluşumların işleyiş biçimini ve ritüellerin insanlar üzerindeki etkisini halen merak ediyordum. Bunun için ünlü Hipnotist  Mehmet Başkak ve aynı zamanda bir avukat olan hipnotist Korzay Koçak’dan hipnoz eğitimleri aldım. Bu eğitimler ve hipnoz üzerine geniş okumalarım, kült oluşumların uyguladığı ritüellerin bir tür hipnoz uygulamaları olduğu kanaatine varmama neden oldu. Bu eğitimlerin bir çıktısı da, 31 Ekim 2022 günü MEF Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından düzenlenen "Nörobilim, Hukuk, Psikoloji ve Ötesi 3: Suç ve Ceza" sempozyumunda "Ceza Muhakemesinde Hipnozun Kullanımı" başlıklı bir tebliğ sunmak oldu.

Bu sürrealist anıyı da Yunus Emre’nin şu dörtlüğü ile bitirelim:

İlim İlim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsin

Ya nice okumaktır