EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI SEBEBİYLE BOŞANMA

Abone Ol

GİRİŞ

Ailenin toplumun en küçük birimi ve temeli olduğu gerçeği, dünya çapında kabul gören bir değer yargısıdır. Ailenin bu önemi dikkate alınarak uluslararası metinlerde "evlenme hakkı" ve "ailenin korunması" gibi kavramlar yer almış ve ulusal mevzuat bu yönde düzenlenmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi md. 16 uyarınca: “Her yetişkin erkek ve kadın, ırk, vatandaşlık veya din konusunda herhangi bir kısıtlama olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Evlilik sözleşmesi ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleri ile yapılabilir.” Benzer şekilde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi md. 12 uyarınca: “Evlenme çağındaki erkekler ve kadınlar evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Türk hukukunda aile anayasal koruma altındadır. Anayasanın 41/1, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı kanunla değiştirilen “Ailenin Korunması” başlığı ile düzenlenmiştir. Devlet, başta koruma olmak üzere ailenin huzur ve refahını sağlamak için gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.

Aile Hukuku doktrininde belirli bir aile tanımı yapılmamış, birbirinden farklı ortaya çıkan aile tanımlarına yer verilmiştir. Medeni Kanunumuz da bu farklı tanımları kullanır. Buna göre dar anlamda aile; sadece karı koca birliğini ifade eder. Evlilik birliği olarak adlandırılan bu dar anlamda Medeni Kanun, Aile Hukuku Kitabının Birinci Bölümünde "Evlilik Hukuku" başlığı altında çok detaylı bir hüküm vermiştir.

Kanun koyucu tarafından toplumun temeli olarak kabul edilen aile, kural olarak yasal bir evlilik fiili ile kurulur. Evlilik sözleşmesinin kurulması ile eşler evlilik öncesi hukuki statülerinden farklı yeni bir hukuki statü kazanır. Bu yeni yasal statü, eşlere bazı yeni haklar verirken, bazı yeni yükümlülükleri de beraberinde getirmektedir. Günlük hayatta ve hukuk düzeninde arzu edilen temel amaç, yapılan her evliliğin eşlerin hayatı boyunca devam etmesidir. Ancak bazı evliliklerin çeşitli nedenlerle ömür boyu devam etmediği de bir gerçektir. Nitekim bu gerçekten hareket eden kanun koyucu, eşlerin evlilik akdinin eşlere yüklediği yükümlülüklerin yerine getirilmesini her zaman aramamış ve bu nedenle Türk Medeni Kanununda gerekli boşanma kurumunu kabul ederek, bu konuyu detaylı bir şekilde düzenlemiştir.

I. BOŞANMANIN DAYANDIĞI TEMEL İLKELER

1. Kusur İlkesi

Bu ilkeye göre boşanma ancak mükemmel eşin açtığı dava ile eşlerden birinin kusurlu olması durumunda mümkündür. Buradaki amaç, kusurlu eşin kendi kusuru nedeniyle hukuken korunan bir menfaat elde etmesini önlemek ve mükemmel eşi korumaktır. Boşanmada kusur ilkesi, bu ilkeye uyulursa, her iki eşe de kusur atfedilmesinin mümkün olmadığı, ancak evlilik birliğinin devamının imkansız olduğu durumlarda evlilik birliğini sona erdirmek imkansız olacaktır. Eşlerin boşanmak için her zaman hata yapmaya çalıştıkları, uzlaşma ihtimalini zorlaştırdığı için eleştirilmektedir[1].

2. İrade İlkesi

Bu ilkeye göre eşlerin ortak iradeleri ile evliliklerine son verilmelidir. Ailenin kalıcı ve istikrarlı bir müessese olması gerekliliği nedeniyle böyle bir boşanma ilkesinin kabulü eleştirilmiştir. Yani; Tarafların ortak iradeleriyle kurulmuş olmasına rağmen artık sıradan bir sözleşme olmayan evlilik birliğinin kurulmasında tereddütsüz kabul edilen irade ilkesinin rolü vurgulanmalıdır; Boşanma nedenine dayalı özgür boşanma görüşüne yaklaşılmasının önüne geçilmelidir. İki tarafın karşılıklı rızası ile boşanmanın mümkün olduğu söylenemezse de, boşanmanın belirli nedenlerle boşanma ilkesinden ayrıldığı söylenemez, ancak sadece bir tarafın iradesinin yeterli görüldüğü durumlarda söylenebilir. 1944'e kadar Rusya'da boşanmak için bu ilke terk edildi[2].

3. Temelinden Sarsılma İlkesi

Bu ilkeye göre, evliliğin amacını ve işlevini yitirdiği ve evlilik birliğinin devam etmesini talep etmede herhangi bir fayda veya anlam bulunmayan hallerde, kusur durumuna bakılmaksızın eşlerden biri veya her ikisi de kusurlu olabilir veya ikisi birden olmayabilir. kusurlu olmak - boşanma eşlerden birinin açtığı davanın sonunda gerçekleşir. Buradaki amaç, kusur ilkesi eleştirisini karşılamak, hakime kusur prensibinden daha geniş bir takdir yetkisi vererek, kusura rağmen devam edebilecek evliliklere devam etmesine imkan vermek ve hallerde dahi evliliği sona erdirmektir. Kusur olmamasına rağmen evlilik birliği büyük ölçüde sarsılmaktadır[3].

4. Elverişsizlik İlkesi

Diğerlerinden daha sonra ortaya çıkan bu ilkeye göre, eşlerden birinin evlilik hayatını ve özellikle bedensel veya ruhsal bozukluklar nedeniyle bundan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremeyecek durumda olması halinde boşanma gerçekleşebilir. Örnekler, diğer eşler ve soyundan gelenler için tehlike oluşturan hastalıklardır[4].

5. Boşanmanın Temel Dayanaklarının Türk Hukukuna Yansımaları

Hukukumuzda kusurlu olup olmamak boşanmanın sonuçlarını düzenlemek açısından önemlidir ve hukuk sistemimiz esas olarak sarsılma ilkesine dayanmaktadır. TMK'da temelinden sarsılması prensibinin bu hakimiyeti, uygulamada ve TMK’da benzer şekilde gelişmiştir. TMK 166'ya dayanılarak açılan boşanma davalarını, başka nedenlerle açılanlardan daha fazla sayıda açmıştır[5].

Öte yandan, temelini sarsma ilkesinin yanı sıra başka ilkeleri de içeren ve hatta aynı gerekçeyle birden fazla ilkeyi birlikte uygulamaya çalışan TMK'nın da bu konuda karma bir sistem benimsediği söylenebilir. Daha sonra odaklanacağımız gibi, zina, hayata bağlılık, çok kötü ya da namus. Kusur ilkesi, saldırgan davranış ve terk nedeniyle açılan boşanma davalarında; Suç işlemek ve namussuz bir hayat sürmek suçundan açılan boşanma davalarında, kusur ve baltalama esasları birlikte uygulanır. Akıl hastalığına dayalı vakalarda rahatsızlık ve zarar verme ilkesi birlikte uygulanırken, TMK md. 166/3 uyarınca açılan sözleşmeli boşanma davalarında iradenin kısmen baltalanması ilkesi uygulanır. Uzun süredir bir araya gelmeyen ve ayrı yaşamaya devam eden eşlerin boşanmasına ilişkin olarak TMK’da yer verildiği üzere burada "eylem ayrımı ilkesi" adı altında yeni bir ilke olduğu fikrine katılmıyoruz, çünkü md. 166 / ve devamı düzenlemesinin esasen, evlilik temelinden sarsıldığına dair kanıtlanamaz bir varsayım olduğunu düşünüyoruz[6].

II. EVLİLİK BİRLİĞİNİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI

1. Genel Olarak

Evlilik birliği, ortak yaşamlarına devam etmeleri beklenmediği gerekçesiyle sarsılırsa, her eş boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde davacının kusuru daha ağır ise davalı davaya itiraz etme hakkına sahiptir. Ancak bu itiraz hakkın kötüye kullanılması ise ve evlilik birliğinin devamında sanık ve çocukları korumaya yönelik bir menfaat kalmamışsa boşanma kararı verilebilir[7].

Evlilik en az bir yıl sürdüyse, eşler birlikte başvurursa veya eşlerden biri diğerinin davasını kabul ederse evlilik birliğinin temeli sarsılmış sayılır. Bu durumda boşanma kararının verilebilmesi için hâkimin tarafları şahsen dinlemesi ve iradelerinin serbestçe açıklandığı sonucuna varması ve boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi onaylaması ve çocukların durumu. Hâkim, bu sözleşmede gerekli gördüğü değişiklikleri tarafların ve çocukların menfaatlerini dikkate alarak yapabilir. Bu durumda taraflar, boşanma değişikliklerinin kabulüne tabi olacaktır. Bu durumda tarafların itiraflarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz[8].

Boşanma nedenlerinden herhangi biri nedeniyle açılan davanın reddine karar verilirse ve bu kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmişse, herhangi bir nedenle ortak hayat yeniden tesis edilmemişse, evlilik birliği kabul edilir. eşlerden birinin talebi üzerine temelden sarsılır ve boşanma kararı verilir. TMK'nın 4.5.1988 tarih ve 3444 sayılı kanunla değiştirilen 765 sayılı TMK'nın 134 üncü maddesi hükmü 4721 sayılı TMK'nın 166 ncı maddesi ile aynen korunmuştur[9].

Boşanmanın genel nedeni, önceden belirlenemeyen bir olayın kanunun da dediği gibi evlilik birliğinin temelini sarsması ve dolayısıyla eşlerin artık ortak yaşamlarına devam etmelerinin beklenmemesi ile ortaya çıkmaktadır. TMK md. 166'da üç tür genel boşanma nedeninin düzenlendiği görülmektedir. Bunlardan ilki dar anlamda evlilik birliğinin temelini sarsan md. 166/1, 2, diğerleri ise eşlerin 166/3 tarihinde dava açmaları veya içlerinden birinin açtığı davayı kabul etmeleri ile, md. 166/4 tarihinde açılan boşanma davasının reddinden sonra eşler yasada öngörülen süreyi ortak yaşamı yeniden tesis etmeden geçirirler, yani uygulamada evlilik birliği kurulamaz[10].

Doktrinde, TMK 166/2 ve 3. fıkralarında düzenlenen müzakere yoluyla boşanma ve ortak hayatın yeniden tesis edilememesinin sebeplerinin, genel neden bütünlük olmakla birlikte evlilik birliği temelinden sarsıldığında boşanmanın genel boşanma nedenleri arasında olup olmadığı tartışmalıdır. Mutabık kalınan boşanma nedenlerinin ve ortak yaşamı yeniden tesis edememesinin genel boşanma nedenleri arasında olduğunu kabul eden yazarların ortak nedeni, bu iki neden TMK madde 166 çatısı altında düzenlenmiş olması ve kanun koyucunun yazının mektubunda evlilik birliğinin temelinin sarsıldığını bir karine olarak kabul etmesi gerekir[11].

Kanımızca, sözleşmeli boşanma ve ortak hayatın yeniden tesis edilememesi nedeniyle evlilik birliğinin sarsılmasının aynı madde başlığı altında düzenlenmesi ve özellikle kanun koyucu evlilik birliğini kabul etmiştir. sözleşmeli boşanmada ve ortak yaşamın yeniden tesis edilmesinde sarsılmış kabul edilecek; Sebeplerden biri olduğu söylenebilir[12].

Ancak boşanma anlaşması ile ortak hayatın yeniden tesis edilememesi nedeniyle, hâkimin evlilik birliğinin temelinin sarsılıp sarsılıp sarsılmadığına dair araştırma yapma yetkisi ve görevi ve bu yönde ispat yükümlülüğü (mutlak nitelik), ancak evlilik temelinin sarsılmasında sendikanın temeli sarsılıyor Bir zorunluluk (göreceli kalite) olarak sarsılmadığını ispat etme zorunluluğu göz önüne alındığında, sözleşmeli boşanma ve ortak hayatın yeniden tesis edilememesinin nedenlerinin farklı maddelerde toplanmasının daha uygun bir düzenleme olacağını düşünmüşlerdir[13].

2. Evlilik Birliğinin Temelden Sarsılması

Evlilik birliğinin temellerinin sarsılmış olması, eşler arasında çok ciddi ve şiddetli bir çatışma ve anlaşmazlık olduğu anlamına gelmektedir. Bu durumda, eşler arasında evliliğe devam etme ruhu ve arzusu olmayacak ve eşler arasındaki bu çatışmalar, devam eden ruh ve bilinçlerini ortadan kaldıracaktır. Başka bir deyişle, kanun koyucu, eşler arasındaki anlaşmazlık ve anlaşmazlığın evlilik birliğini sarsacakları ve bu durumun takdirini hakime bırakacakları ölçüde. TMK uyarınca, doktrinleri ve içtihatları kullanan hakim, hangi olayların ve gerçeklerin evlilik birliğinin temelini zayıflatabileceğini belirleyecek ve bunu yaparken evlilik birliğinin devamında manevi ve sosyal fayda olup olmadığını da değerlendirecektir[14].

Yine karakterleri, mizaçları, eğitim ve kültürel koşulları, sosyal statüleri ve yetiştirilme koşulları her eş için ayrı ayrı değerlendirilecek ve bu bakımdan davacının ortak yaşamı dayanılmaz hale getirmesi yeterli olacaktır. Ancak tabii ki, yargıç, ortak yaşamın kendisine dayanılmaz hale geldiğini de ifade ediyor.

Ortaya çıkan şokun evlilik birliğinin devamlılığını eşlerden beklenemeyecek ölçüde etkileyip etkilemediğinin belirlenmesindeki kriter, evliliğin devamı halinde ortaya çıkacak menfaat ile doğabilecek menfaatin karşılaştırılmasıdır. evliliğin sona ermesi durumunda. Temellerini sarsarak eşler için dayanılmaz hale gelen sendikaların devamı, eşler için olduğu kadar toplum için de büyük bir tehlike olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu tür evliliklerin devam etmemesi, devam etmekten daha faydalı sonuçlar doğurabilir[15].

Türk Medeni Kanunu'nun 166 / 1-2 uyarınca, boşanma kararının verilebilmesi için, eşlerin ortak bir yaşam sürdürmesi beklenmeyen evlilik birliğinin zemine sarsıldığının tespiti gerekir. Ancak davacının dinlenen tanıklarının bir kısmı Türk Medeni Kanunu'nun 166 / 1 göz önünde bulundurulur. Bunlar şok olma halini kabul etmeye uygun olmayan ifadeler olup, bir kısmı nedeni ve nedeni açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak açıklamalardan oluşmaktadır. Bu bakımdan, davanın reddedilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanlışlık yapılarak yetersiz gerekçeyle boşanmaya karar verilmesi usul ve hukuka aykırıdır[16].

Burada hakim önce objektif olarak ileri sürülen gerçekleri inceleyecektir. Davacının objektif bir şekilde ortak hayata devam etmesi beklenemeyecek ölçüde bu gerçekleri evlilik birliğinin temelini sarsacak bulmazsa, bu kez delillerden davacı için bir özellik olup olmadığını bulmaya çalışacaktır. dosyada mevcuttur ve davaya davacının bakış açısından öznel bir bakış açısıyla bakacaktır[17].

Ancak, "evlilik birliğinin sarsılması" olgusu ile "ortak yaşamın dayanılmaz olduğu" gerçeğini ayırt etmek kolay değil. Çünkü "temelden sarsılma durumu" ve "evliliğin beklenmedik devamlılığı" durumu karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedir. Evlilik birliğinin ne ölçüde sarsıldığını anlamak için, davacının bu evlilikte ortak hayata devam etmesinin beklenip beklenemeyeceğine bakmak gerekir; Davacı eşin ortak hayata devam etmesinin beklenip beklenemeyeceğini anlamak için evlilik birliğinin ne kadar sarsıldığına bakmak gerekecektir[18].

Mutlak boşanma nedenleri bu ev için kıyamettir ve kıyamette her şeyin yıkılacağı düşünülürse herkesin evi yıkılacaktır. Göreceli boşanma nedenleri depremlere benzer ve depremin her evi yıkıp yıkamayacağı ve depremin şiddeti evin dayanıklılığını belirler. Evlilik birliğinin temelini sarsmanın koşulu, depremin şiddeti; "Dayanıklılığın" koşulu evin dayanıklılığıdır. Dolayısıyla kararsız bir evin yıkılması için iki büyüklüğünde bir deprem bile yeterlidir; Sekiz büyüklüğünde bir depremle yıkılamayacak evler olabilir. Bu anlamda sarsıcı nedenlerin boyutu da önemlidir.

3. Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılmasının Unsurları

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu, md. 166/1 hükmünün uygulanabilmesi için evlilik birliğinin temelinin sarsılması ve ortak yaşamın dayanılmaz olması olmak üzere iki koşulu yerine getirmeye çalışır. Aslında burada ekleyen bir koşul yoktur. Evlilik birliğinin sarsılması, şiddetli derecenin öyle olduğunu söylemek yerinde olacaktır çünkü madalyonun iki yüzü diyebileceğimiz bu iki kavram birbirinin yerine kullanılmaktadır[19].

Çekilme şartı hâkim tarafından takdir edileceği için bu genel boşanma sebebinin göreceli bir mahiyette olduğu söylenebilir. Evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle dava açan eşin kusursuz olması gerekmese de davacının ağır hatası davanın gidişatını etkileyebilir ve davacının davasının reddedilmesine neden olabilir. Yine boşanma sonrası talep edilebilecek tazminat açısından da tarafların kusurlarının önemli olduğunu görüyoruz. Bu noktada Kanun koyucunun "kusur" ilkesinden tamamen olmasa da kısmen ayrıldığı ve "evlilik birliğinin temelini sarsma" ilkesini içerdiği söylenebilir[20].

Ortak yaşamın dayanılmaz hale gelip gelmediğinin "dayanma yeteneği" noktasında belirlenmesi kişiden kişiye değişiklik göstereceğinden, bu kavramın öznel bir niteliğe sahip olduğunu, kavramla ayırmanın zorluğunu yukarıda belirtmiştik. evlilik birliğinin temelini sarsmak ve Kanun koyucunun karar verme sürecinde hâkime geniş bir takdir yetkisi verdiği konular. Burada esas olarak, hoşgörüsüzlük unsurunun aksine, eşler arasındaki çatışmanın boyutuna bakılmaksızın, evliliğin tolere edilebilir olduğunu gösteren olaylara değinmek istiyoruz. Doktrinde, bu olayların varlığının "geri çekilme karinesini" gündeme getireceği ve bir kural olarak evliliğin boşanmayla bitmeyeceği kabul edilmektedir. Ancak tüm reçetelerde olduğu gibi diğer eşin de tam tersini ispat etme fırsatı vardır[21].

Evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma davası açılması belli bir süre tutulmamakla birlikte, evliliği dayanılmaz kılan iddia edilen olayların uzun yıllar önce kalmış olması, ortaklığın tarihe kadar sürdürülmüş olması Davacı eşin davacı eşin açtığı davadan feragat etmesi, Eşin ihtiyatla eve davet edilmesi gibi durumlar ... önceki olayların davacı eş tarafından affedildiğini veya memnuniyetle karşılandığını ve evlilik birliğine devam edilebileceğini belirtmektedir[22].

Meydana gelen sarsıntıların evlilik birliğinin devamını eşlerden beklenmeyecek derecede etkileyip etkilemediğini belirlemede kriter, evliliğin devamında ortaya çıkacak ilgiyi eşler açısından ve evliliğin sona ermesi durumunda ortaya çıkabilecek ilgiyi karşılaştırmaktır. Eşler açısından dayanılmaz hale gelen, temellerinden sarsılan derneklerin devamı, eşler açısından olduğu kadar toplum açısından da büyük bir tehlikedir. Çünkü bu tür evliliklerin devam etmemesi, devam etmekten daha yararlı sonuçlar doğurabilir[23].

Burada yargıç, ilk önce ortaya konan gerçekleri objektif olarak inceleyecektir. Bu gerçekleri, davacıdan ortak bir yaşamı sürdürmesi beklenemeyen evlilik Birliğinin temelini sarsmak için nesnel olarak bulamazsa, davacı için dosyada bulunan kanıtlardan bir özellik olup olmadığını bulmaya çalışacak ve olaya davacı açısından öznel bir bakış açısıyla bakacaktır[24].

Ancak evlilik birliğinin temelden sarsılması olgusunu ve ortak yaşam dayanılmaz olması olgusunu ayırmak kolay değildir. Çünkü temelinden sarsılma koşulu ve evliliği sürdürmenin imkansızlığı birbirleriyle karşılıklı bağımlılık ilişkisindedir. Evlilik birliğinin ne ölçüde sarsıldığını anlamak için, davacıdan bu evlilikte ortak bir yaşam sürdürmesinin beklenip beklenemeyeceğine bakmak gerekir; davacının eşinden ortak bir yaşam sürdürmesi beklenip beklenemeyeceğini anlamak için, evlilik birliğinin ne ölçüde sarsıldığına bakmak gerekir[25].

Öğretide Gençcan bu durumu güzel bir örnekle açıklamış ve evlilik birliğini bir eve evine benzetmiştir. Buna göre, boşanmanın mutlak nedenleri bu evin kıyametidir ve kıyamette her şeyin yok edileceği göz önüne alındığında, ev yok edilecektir. Boşanmanın göreceli nedenleri bir depreme benzer ve bir depremin her evi yok edip edemeyeceği, depremin şiddetini ve evin dayanıklılığını belirler. Evlilik Birliğinin temelinden sarsılma koşulu depremin ciddiyetidir; dayanılmaz durumu evin dayanıklılığıdır. Bu nedenle, iki yoğunlukta bir deprem bile geçirimsiz bir evi çökertmek için yeterlidir; sekiz büyüklükteki bir deprem de evleri tahrip edebilirdi[26].

Ortak yaşamın dayanılmaz hale gelip gelmediğinin belirlenmesi, “dayanma yeteneği” noktasında, kişiden kişiye değişeceğinden, bu kavram özneldir, onu evlilik Birliğinin temelini sarsma kavramından ayırmanın zorluğu, yukarıda yasa koyucunun belirlenmesi sırasında hakime geniş bir takdir yetkisi verdiğini belirttik. Burada, esas olarak çekicilik unsurunun aksine, eşler arasındaki anlaşmazlığın kapsamı ne olursa olsun, evliliğin çekici olduğunu gösteren olayları ele almak istiyoruz.

Öğretide, bu olayların varlığının “çekicilik varsayımını”artıracağı ve evliliğin boşanmada bir kural olarak bitmediği kabul edilmektedir. Elbette, tüm varsayımlarda olduğu gibi, diğer eşin aksini kanıtlama fırsatı vardır. Evlilik Birliğinin boşanmaya bağlı olarak ne kadar tutulduğu belli bir süre için her sarsılırsa, yıllar önce evliliğin dayanılmaz hale geldiği iddia edilen olaylar, davacının eşinin davacının davasından vazgeçtiği tarihe kadar birlikte devam etmesi durumunda, diğer eşin eşinin önceki olayların eşinin bildirimi üzerine davacının evlenmesi veya affedilmesi gibi durumlarda sizi davet eden evlilik, hoş bir manzara ile karşılandı ve daha sonra devam ettiğini gösteriyor[27].

Feragat, nihai hükümle sonuçlanır (HMK md. 113). Davacı, feragat tarihinden önce olayları affettiği kabul edildiğinden, bu nedenlere dayanarak ortak yaşamın dayanılmaz hale gelmesi nedeniyle boşanma davası açamaz. Davacının karısını eve davet etmesi, uyarıdan önceki dönemde meydana gelen olayların hoşgörüyle karşılandığını gösterir. Evlilik birliğinin ortak bir yaşamı sürdürmesi beklenemeyen temelden sarsılmadığını gösterir. Çünkü birlikte yaşama arzusunu ifade eden bir uyarı, geçim eksikliğinin dayanılmaz olmadığını ve ortak yaşamın devam edebileceği umudunun olduğunu gösterir[28].

Ortak yaşamın çekiciliğini gösteren bir diğer olay, evlilik birliğini sarsan olaylara rağmen eşlerin birlikte yaşamasıdır. Birlikte yaşama, evlilik birliğinin devam etmesinin eşler açısından arzu edildiğini gösterir. Kural olarak, eşler aynı evde yaşamaya devam ederse, evlilik Birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma davasının reddedilmesini gerektirir. Ancak Yargıtay'ın, tarafların birlikte yaşamanın gereklilik nedeniyle af bir davranış olmadığı gerekçesiyle boşandığına dair kararları da vardır[29].

4. Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılmasında Kusur

Eski Medeni Kanunun önceki kanunla değiştirilmeden önceki ilk şekli şöyleydi: "Anlaşmazlık iki taraftan birine daha fazla atfediliyorsa boşanma hakkı eylem diğer tarafa aittir. 3444 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle hüküm değiştirilerek "Davacının kusuru daha ağır ise davalı davaya itiraz etme hakkına sahiptir." tam olarak öğede korunur[30].

Bu durumda EMK sisteminde evlilik birliğinin baltalanmasına dayanılarak açılan davaların ön koşulu olarak kabul edilen “davacının sanıktan daha fazla kusurlu olmaması” hükmünün olduğu söylenebilir. Yeni Medeni Kanun sisteminde terk edilmiş ve daha ziyade kusurlu eşe dava açma imkanı da verilmektedir. Dava açma hakkı, eşlerden birinin kusursuz olması şartına bağlı değildir[31].

Mevcut durumda, evlilik birliğinin eşler arasında ortak hayatı dayanılmaz kılacak şekilde sarsıldığı durumlarda, bu durumun mutlaka eşlerden birinin, yani her iki eşin kusurundan kaynaklanması gerekmez. Evlilik birliğinin temelinin sarsılması nedeniyle boşanma davasında eşlerin kusuruna bağlı olarak aşağıdaki olasılıklar ortaya çıkabilir. Boşanmaya yol açan olaylarda eşler eşit derecede hatalı olabileceğinden; Eşlerden biri diğerinden daha az veya daha ağır kusurlu olabilir. Yine eşlerden biri tamamen kusurlu ise diğer eş kusursuz sayılacaktır[32].

Bu tespitin yapılması boşanma hükümlerinin uygulanması açısından önemli olacaktır. Aksi takdirde, evlilik birliğinin temelinin sarsılmasının hatasız boşanma sebebi olduğu kabul edildiği için hakim boşanma kararı verirken hata soruşturmasına girmeyecektir. Yargıtay Birleştirme Kanunu'nun 03.07.1978 tarihli ve 5/6 sayılı Genel Kurul kararında kimin daha fazla kusurlu olduğunun tespiti için önceden tedbir konulmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir[33].

“Kusurluluk genellikle insanların sosyal ve kültürel yapılarına, değer yargılarına ve çevrelerine göre değişen soyut ve göreceli bir kavramdır. Bu nedenle, daha önce bunu veya bu eylemi veya davranışı bir hata olarak veya daha az hata olarak kabul etmek ve bu konuda kesin, değiştirilemez, objektif bir ölçü belirlemek imkansızdır. Bu nedenle, TMK uyarınca açılan boşanma davalarında hangi tarafın tutum ve davranışının daha çok kusur sayılacağını belirlemek ve değerlendirmek hâkimin takdir yetkisidir. Tabii ki yargıç, olayların belirli yönleri ve meydana gelişleri dahilinde bu konuda kendi takdir yetkisini ve hakkını kullanacaktır[34].

Evlilik birliğini zedeleyici olayların her iki eşin kusurundan kaynaklandığı durumlarda davalı eş, aralarındaki ihtilafta davacının daha fazla kusurlu olduğuna itiraz etme hakkına sahiptir. Sanığın bu haktan yararlanabilmesi için herhangi bir kusura gerek yoktur. Ancak paragrafta açıkça "davacının daha kusurlu olduğu iddia edilebilir" denildiği için kusurlar arasında bir derece fark aranmaktadır; Bu anlamda her iki tarafın da kusurunun olmadığı ve her iki tarafın kusurlarının eşit olduğu durumlarda sanığın bu fırsattan yararlanamayacağı söylenebilir[35].

Bu konudaki doktrinde, hakimin kusur konusunu re'sen mi değerlendireceği yoksa davalı tarafın davacının EMK döneminde daha kusurlu olduğu iddiası üzerine tartışıldı. Bazı avukatlar, burada bir yenilgi hakkı olduğunu, milletvekilinin bu genel boşanma sebebini kabul etmede kusur ilkesine değil, evlilik birliğinin temellerini sarsma ilkesine dayandığını, bu koşulun sadece düzeltildiğini söylüyor. Davalı eşi korumak için ve bu nedenlerle davalı eş, davalı eş tarafından hakarete uğradı. Hakimin, iddia edilmedikçe bu konuyu otomatik olarak dikkate alamayacağını savunulmuştur. Diğer bazı avukatlar ve Yargıtay, davacının daha az kusurlu olma durumunun hâkim tarafından re'sen soruşturulacağını ve duruşmada davacının daha fazla kusurlu olduğunun tespiti halinde hâkimin davayı reddetmesi gerektiğini savunmuştur[36].

Bir önceki Medeni Kanun doktrininde oldukça tartışmalı olan eşlerden biri diğerinden daha kusurlu olmasına rağmen dava açsaydı, davacının daha kusurlu olup olmayacağı veya daha mı suçlanacağı tartışması hakim tarafından itiraz olarak hesap; 3444 sayılı kanun ile EMK md. 253'te itirazın doğrudan davalıdan gelmesi gerektiği şekilde yapılan düzenleme esasen bir kusurdur. 4271'de Türk Medeni Kanunu 166 / II. Tam olarak madde ile korunma karşısında artık bir anlam ifade etmediği söylenebilir[37].

TMK md. 166 / 2'de "itiraz" terimi kullanılmasına rağmen, kanun metninden bu kullanımın teknik anlamda olmadığı sonucuna varılmıştır. Çünkü kanun koyucu, davacının daha kusurlu olduğunu iddia ederek davalıya davayı reddetme veya bu durumu ileri sürmeyerek davaya devam etme hakkı vermiştir. 166/2'de yazılan itirazın "def’i" olduğu anlaşılacaktır[38].

Ancak, Yargıtay EMK döneminde “kusurlu evlilik birliğinin sarsılması nedeniyle boşanma davası açılmaması” ilkesini terk etmiş gibi görünse de; Sanığın boşanmaya karar verebilmesi için az da olsa kusurlu olması gerektiği ve bu araştırmayı resen hataya anlam yükleyerek yürüttüğü göz önüne alındığında, kusur ilkesinin halen devam ettiği görülmektedir.

Her ne kadar TMK md. 166/2'de düzenleme yapılsa da bu kullanımın teknik anlamda olmadığı Kanunun sözünden çıkarılmaktadır. Çünkü kanun koyucu, davacıya davacının daha kusurlu olduğunu iddia ederek davayı reddetme veya bu durumu iddia etmeyerek davanın devam etmesini sağlama hakkını vermiştir. Ama şimdi Anayasa Mahkemesi, Birliğin temelleri ona şekil sarsılmış olamayız mantığa dayalı evlilik boşanmanın eş için sakıncalıdır. Aslında, davalı tarafından yapılan itirazlar, davayı uzatma amacını veya karşı taraftan herhangi bir çıkar sağlama arzusunu taşıyorsa, hakkın kötüye kullanıldığını kabul etmek gerekir. Davalı, bir yandan, davacının evlilik Birliğinin temelini sarsmaya dayanan olaylar için cezalandırılmasını istiyorsa ve diğer yandan boşanmak istemiyorsa, davalının hakkını kötüye kullandığı söylenebilir[39].

Öte yandan, davalı tarafından önerilen olaylar hakkın kötüye kullanılmasına yol açarsa, evlilik Birliğinin devamı, davalının veya çocukların bakımında korunmaya değer bir fayda bulunmamasını gerektirmez. Nitekim, hakkın kötüye kullanılmasına yol açtığı iddia edilen olayların doğal bir sonucu olarak, evlilik Birliğinin devamında sanık ve çocukların bakımında korunmaya değer bir çıkar olmadığı varsayımı olarak kabul edilmelidir. Bu durumda, madde kapsamında sadece hakkın kötüye kullanılmasının dahil edilmesinin yeterli olacağı söylenebilir. Bu açıdan, hükmün ifade tarzı doğru değildir. Daha sonra MK m. 166 / II Yönetmeliğinde, “ancak, bu itirazın hakkın kötüye kullanılması ve evliliğin devamında sanık ve çocuklar için korunmaya değer bir fayda yoksa boşanmaya karar verilebilir. Birlikve beraberlik hükmün anlamına bir durum eklemez. Aksine, buradaki durum geniş bir ifade biçimini ortaya koymaktadır[40].

5. Evlilik Birliğinin Sarsılmasına Sebebiyet Veren Durumlar

Evlilik birliğinin temellerinden sarsılması için, sendikanın temelinin sarsılması ve bu şokun onları, sendikayı sürdürmeleri beklenemeyecek kadar olumsuz etkilemesi gerekir. Her türlü çatışma, evlilik birliğinin temelini zayıflatacak nitelikte değildir. Konunun lafzından da anlaşılacağı üzere, ortaya çıkan uyumsuzluğun ciddi bir şekilde gerçekleşmesi gerekmektedir. Eşlerden beklenemeyecek düzeyde gerçekleşmesi evlilik birliğinin devamı olarak şiddet kriterini belirlemiştir[41].

TMK md. 185. maddeye göre, eşler arasında evlilik yoluyla evlilik birliği kurulur; Eşler bu birlikteliğin mutluluğunu sağlamak, birlikte çocukların bakım, eğitim ve denetimine özen göstermek, birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak için işbirliği yapmalıdır. TMK md. 186 fıkrasına göre eşler, birlikte yaşayacakları evi seçerler, sendikayı birlikte yönetirler, güçleri oranında emekleri ve malvarlıkları ile birlik giderlerine katılırlar[42].

TMK ile aynı zamanda bir ekonomik birlik olan evlilik birliğinin devamı için ortak bir ev hazırlanmasından eşlerin ve çocukların geçimlerinin sağlanmasına kadar çeşitli konularda eşlere yükümlülükler getirilmiştir. Eşlerin bu yükümlülükleri yerine getirmemesi, ekonomik birliği baltalamakta ve ortak yaşamı dayanılmaz kılmaktadır. Bu anlamda TMK 185/3 hükmünde yer alan eşlerin sadakat yükümlülüğünün ekonomik sadakati de içerdiği söylenebilir[43].

Ekonomik şiddet, bir kişi için ekonomik kaynakların veya paranın bir tehdit veya yaptırım aracı olarak tutarlı bir şekilde kullanılmasıdır. Eş üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol aracı olarak mali kaynakların ve paranın kullanılması farklı şekillerde gerçekleşebilir. Para vermemek veya sınırlı para vermek, ailenin birikimleri, gelir ve giderleri hakkında bilgi vermemek, eşin malını ve diğer gelirlerini almak, çalışmaya izin vermemek, istenmeyen işte çalışmaya zorlamak, işi etkileyecek kısıtlamalar getirmek çalışıyorsa hayat, kendi başlarına karar verme gibi eylemler ekonomik şiddet oluşturmaktadır[44].

Fiziksel şiddet, göz korkutma, sindirme veya cezalandırma aracı olarak güç kullanılmasıdır. Tokatlamak, tekmelemek, yumruklamak, parçalamak, kolunu bükmek, boğazını sıkmak, saçını bağlamak, saçını çekmek, keskin veya vurucu aletlerle yaralamak, kaynar su ile yakmak, vücuduna sigara koymak, ellerini ezmek, ayaklarını yaralamak, işkence etmek, sağlıksız koşullarda yaşamaya zorlamak, sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını engelleyerek bedensel zarar vermek gibi eylemler fiziksel şiddet oluşturmaktadır. Bu durumlar aynı zamanda 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında aile içi şiddetin konusunu oluşturmaktadır[45].

TMK md. 185’te yer alan eşlerin sadakat yükümlülüğü cinsel sadakati içerir. Bu nedenle cinsel şiddet eylemleri eşlerin sadakat görevine aykırıdır ve aynı zamanda boşanma sebebi oluşturmaktadır. Cinsel şiddet, cinselliğin bir tehdit, göz korkutma ve kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Bir partneri istemediği yerde, istemediği zaman ve yollarla cinsel ilişkiye girmeye zorlamak gibi eylemlerdir. Başkalarıyla cinsel ilişkiye girmek, cinsel organlara zarar vermek, doğurmak ya da yapmamak, kürtaj ve fuhuş aranmaz[46].

Uygulamada eşlerin cinsel ilişkiye girememeleri cinsel şiddet davranışı olarak değerlendirilmekte ve bu da evlilik birliğinin temelinin sarsılmasına neden olmaktadır. Çünkü cinsel ilişkiye giremeyen veya yapmayan eşin bu durumu, diğer eşin kişilik haklarına saldırı oluşturmaktadır. Ancak cinsel ilişkiye girememenin boşanma sebebi oluşturmaması için tanık ifadeleri ile bir ilişki kurulamayacağının, gerekirse tartışmaya yer bırakmadan doktor raporu ile tespit edilmesi, ve bir sonraki rapora göre cinsel ilişkiye girmeme nedeninin bir hastalıktan mı yoksa keyfilikten mi kaynaklandığı açıklığa kavuşturulmalıdır[47].

Zira raporlarda tarafların cinsel ilişkiyi engelleyecek herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığı belirtilirse, sanık cinsel ilişkiye girememesinin davacının cinsel ilişkiden kaçınmasından kaynaklandığını ispatlamakla yükümlü olacaktır. Tersi durumda cinsel ilişkiye girememe eşlerden birine ait bir rahatsızlıktan kaynaklansa da hasta eşin tedaviden kaçınması önemli olacaktır. Öte yandan evlilik birliği kurulduğundan beri eşlerin cinsel ilişkiye girebilmek için makul bir süre bir arada kalmaları da önemlidir[48].

TMK md. 185/3 hükmünde yer alan eşlerin sadakat yükü duygusal sadakati de içerdiğinden, duygusal şiddet yaratan eylemlerin eşlerin sadakat görevine aykırı olması nedeniyle boşanma davasında boşanma nedeni oluşturacağı söylenebilir. ve evlilik birliğinin temelini sarsmak. Duygusal şiddet, duyguların kötüye kullanılması ve bunların bir yaptırım aracı olarak kullanılmasıdır. Kullanılan sözler ve davranışlar muhatabı düzenli olarak korkutma, yıldırma, cezalandırma ve kontrol etmenin bir yoludur. Bağırmak, korkutmak, küfretmek, tehdit etmek, ailesini, arkadaşlarını, komşularını veya başkalarını bir araya getirmemek, evlerini kapatmak, onları küçük düşürmek, çocuklarından uzak tutmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başkalarıyla kıyaslamak, Nasıl giyineceğine, nereye gideceğine ve kiminle buluşacağına, eşin kendisine baskı yapmasını engellemek gibi eylemler duygusal şiddet yaratır[49].

Uygulamada karşılaşılan duygusal şiddet örneklerinin çoğu, eş veya akrabalarına yönelik aşağılayıcı davranışlardır. Yargıtay özellikle eşin fiziksel özelliklerini ve bu bağlamda alay ve aşağılanmayı değerlendirdi. Öte yandan hakaret, eşin manevi varlığında ve bu mülkün yok edilmesine yönelik davranışlarında önemli bir yere sahiptir. Ceza hukuku açısından suç teşkil eden, insan varlığına ve değerine uymayan ve dolayısıyla diğer eşin haysiyetini bozan her türlü hakaret, evlilik birliğini zedeleyen önemli nedenler arasındadır[50].

Boşanma sonrası velayet hakkının verilmesi ve karşı tarafın çocukla kişisel ilişki kurmasına ilişkin mevcut TMK md. 182. maddeye göre mahkeme, boşanma veya ayrılık kararını verirken ebeveynleri dinledikten sonra ve eğer varsa vasi veya vesayet dairesinin görüşünü aldıktan sonra ebeveynlerin haklarını ve çocukla kişisel ilişkilerini düzenleyecektir. çocuk vesayet altındadır. Velayet hakkı kendisine verilmeyen eşin çocukla kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde özellikle sağlık, eğitim ve ahlak açısından çocuğun yararları esas alınır. Bu eş, gücüyle orantılı olarak çocuğun bakım ve masraflarına katılmak zorundadır[51].

Fiziksel şiddet, kaba kuvvetin sindirme, sindirme veya cezalandırma aracı olarak kullanılmasıdır. Tokat, tekme, yumruk, dövmek, kolunu bükmek, boğazını sıkmak, saç kesme veya vurucu aletlerle yaralamak, kezzap veya kaynar suyla yakmak, vücudunda sigara söndürmek, ellerini ve ayaklarını sakat bırakmak, işkence ezmek, sağlıksız koşullarda yaşamak için güç, sağlık hizmetleri kullanmasını engelleyerek bedensel zarar görür fiziksel şiddet oluşturuyor. Bu davalar aynı zamanda aile içi şiddete de tabidir. 6284 ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi hakkında kanunda da düzenleme bulmuştur[52].

Burada, evlilik birliğini sarsan fiziksel şiddet sadece eşlerin birbirlerine uyguladığı şiddet değil, aynı zamanda eşlerin ebeveynler, kardeşler gibi akrabalarına gördükleri veya uyguladıkları şiddet de olabilir. Başka bir deyişle, şiddet diğer eşe eşin akrabalarından ve eşten diğer eşin akrabalarına yönlendirilebilir. Çünkü bu durumda, Türk geleneklerine ve adet kurallarına göre, eşler arasındaki sevgi ve saygı bağları toplumun yapısına göre önemli ölçüde zarar görmüş sayılır[53].

Eşlerin öne sürdüğü davranış ve sözlerin boşanma nedeni olması için ceza hukuku anlamında bir mahkumiyetle sonuçlanması gerekli değildir.. 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesi de benzer bir düzenleme getirmektedir. bu konuda dikkate alınmalıdır. TBK md. 74. hükme göre: "hakim, ceza hukuku yükümlülük hükümlerine bağlı değildir ve zarara neden olan kişinin bir kusuru olup olmadığına veya ayırt etme yetkisine sahip olup olmadığına karar verirken ceza hakimi tarafından verilen beraat kararına bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hakiminin kusurun değerlendirilmesi ve zararın belirlenmesi konusundaki kararı da Hukuk Hakimini bağlamaz.” Buna göre, hukuk hakimi, suçun sabit olmadığı gerçeğine ilişkin ceza hakiminin beraat kararı ile bağlı değildir. Bununla birlikte, mahkumiyet, suçun işlenmediğinin sabit olduğu cezaya ve beraat kararına bağlıdır[54].

Öte yandan, şikayete konu bir eylem nedeniyle soruşturma veya kovuşturma aşaması başladıktan sonra, şikayetin yokluğundan dolayı dava düşürülmüşse veya soruşturma takip edilmemesi ile sonuçlanmışsa, şikayetin işten çıkarılmasına tabi olaylara dayanarak boşanma davası açmak mümkündür. Çünkü şikayetin terk edilmesi, haksız terk etme eyleminin evlilik Birliğinin temelini sarsmaya dayanmasını engellemez. TMK md. 185/3. maddede yer alan eşlerin sadakat yükü duygusal sadakat 343'ü içerdiğinden, evlilik Birliğinin temelden sarsılması, eşlerin sadakat yükümlülüğüne aykırı bir davranış olması nedeniyle boşanma davasında duygusal şiddet oluşturan davranışların boşanma nedenini oluşturacağı söylenebilir[55].

Duygusal şiddet, duyguların kötüye kullanılması ve bunların bir yaptırım aracı olarak kullanılmasıdır. Kullanılan kelimeler ve davranışlar, muhatabı düzenli olarak korkutmak, korkutmak, cezalandırmak ve kontrol etmek için bir araçtır. Bağırma, korkutma, küfür, aşağılama eve yakın aile ve arkadaşlar görmekte, kişinin kendi gelişimini önlemek için duygusal yoğunluğu oluşturan hareketlerde bulunur[56].

Uygulamada karşılaşılan duygusal şiddet örneklerinin ağırlıklı bir kısmı, eşlerine veya akrabalarına karşı yapılan aşağılayıcı davranışlardır. Özellikle, yüksek mahkeme bu bağlamda eşin fiziksel özelliklerinin alay ve aşağılanmasını değerlendirmiştir. Öte yandan, hakaretler, eşin manevi varlığına ve bu varlığın yok edilmesine yönelik davranışlarda önemli bir yer tutmaktadır. Ceza hukuku açısından da suç teşkil eden insan varlığına ve değerine yakışmayan herhangi bir hakaret, sonuç olarak, diğer eşin onurunu kırar, evlilik Birliğini sarsan önemli nedenlerden biridir[57].

SONUÇ

Yaşadığımız toplumun temel direği olan aile, insanların bir araya gelip birlikte yaşadıkları en küçük ve en eski topluluktur. İnsanların dünyaya gözlerini açtıklarında içinde bulundukları ve karşılaştıkları ilk sosyal birim ailedir. İnsanlar bu birim içerisinde hayatlarına başlar ve devam eder. Özellikle kişinin topluma kazandırılması ve topluma hazırlanmasında ailenin yadsınamaz bir öneme sahip olduğu kesindir. Bu bakımdan aile hayatı ve bu hayata dahil olanların davranış ve ilişkileri ne kadar sağlıklı ve organize olursa, topluma o kadar sağlıklı ve faydalı bireyler kazandıracaktır.

Evlilik sözleşmesinin niteliği ve hukuki niteliği gereği eşler, sözleşmenin kurulması ile bambaşka ve yeni bir hukuki statüye tabi tutulmaktadır. Eşlerin tabi olduğu bu farklı ve yeni hukuki statü, kural olarak evlilik akdinin feshine kadar devam eder. Evlilik sözleşmesi elbette ölümle sonuçlanabileceği gibi bugün de ölüm kadar doğal bir boşanmayla da sonuçlanabilir. Boşanma ve boşanma sistemleri kavramı incelendiğinde, boşanma perspektifinde toplumun dini, ahlaki, siyasi eğilimlerinin ve aileye verilen rollerin etkili olduğu görülmektedir. Birey-devlet ilişkisinde bireyin rolünün harekete geçirilmesi boşanmayı da kolaylaştırdı ve bireyselleşmeyle birlikte evlilik artık kamu düzeniyle ilgili değildi. Evliliğin sürekliliği fikrinin yerini eşlerin kişiliğini özgürce geliştirme fikri almış ve geçmişte boşanma yasağı sistemini katı bir şekilde uygulayan Katolik ülkelerde bile boşanma sistemi getirilmiştir.

Sözleşmeli boşanma nedenlerinin ve ortak hayatın yeniden tesis edilememesinin genel boşanma nedenleri arasında olup olmadığı tartışmalı, ancak bu iki neden MK m. 166 yılında düzenlenmiş olmasına ve kanun koyucu bu maddenin mektubunda evlilik birliğinin sarsıldığını varsayım olarak kabul etmesine rağmen, bu iki nedenin genel boşanma nedeni olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak hâkimin, sözleşmeli boşanma ile ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinin sarsılıp sarsılıp sarsılmadığına dair araştırma yapma yetkisi ve görevi yoktur.

Evlilik birliğinin temelini sarsmada belli bir olgu ya da olay yoktur ve herhangi bir olayın uyumsuzluğa neden olması mümkündür. Öte yandan, özel boşanma gerekçelerinde, yalnızca kanun koyucu tarafından öngörülen olayların uyumsuzluğa dayandırılması mümkündür. Ayrıca suç işlemek, haysiyetsiz bir hayat sürmek ve akıl hastalığında olduğu gibi boşanmaya karar vermek için, kanun koyucunun öngördüğü olayların meydana gelmesi ve evlilik birliğinin katlanılmaz hale gelmesi aranmaktadır. Buna göre, genel boşanma nedenlerinin belirli boşanma nedenlerini içerdiği ve evlilik birliğinin temelini sarsması öngörülen geri çekilme koşulunun da bazı özel boşanma nedenleri açısından öngörüldüğü söylenebilir.

KAYNAKÇA

Akıntürk, Turgut/ Ateş Karaman, Derya: “Türk Medeni Hukuku Yeni Medeni Kanuna Uyarlanmış Aile Hukuku”, C. 2, 12. Bası, İstanbul, 2010.

Akil, Cenk: “Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Sulh ve Sulh Yoluyla Şarta Bağlı Hüküm Verilip Verilemeyeceği Meselesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XVI, S. 4, 2012, s. 1-18.

Anıl, Yaşar Şahin: “Boşanma Sebebi Olarak Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması: Geçimsizlik”, İstanbul, 2008.

Aras, Bahattin: “Aile Mahkemelerinde Tarafların Sulh Yoluyla Çözüme Teşviki”, Yargıtay Dergisi, C. 31, S. 3, 2005, s. 304.

Burcuoğlu, Haluk: “4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 181. Maddesinin 2. Fıkrası ile İlgili Gözlemler”, Prof. Dr. Ergon A. Çetingil ve Prof. Dr. Reyegan Kender’e 50. Birlikte Çalışma Yılı Armağanı, İstanbul 2007, s. 381-391.

Ceylan, Ebru: “Türk ve İsviçre Hukukunda Boşanmanın Hukuki Sonuçları”, İstanbul 2006.

Doğan, İzzet: “Boşanma Davası Esnasında Davacının Ölmesi Halinde Sağ Kalan Eşin Mirasçılığı (TMK 181. Madde)” Legal Hukuk Dergisi, Nisan 2006, s. 1032 vd.

Dural, Mustafa/ Sarı, Suat: Türk Özel Hukuku C. I, Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, İstanbul 2010.

Dural, Mustafa/ Öğüz, Tufan/ Gümüş, Mustafa Alper: Türk Özel Hukuku C. III Aile Hukuku, İstanbul 2010.

Ercan, İbrahim: ”Aile Mahkemesinde Uyuşmazlıkların Sulh Yoluyla Çözümlenmesi”, Prof. Dr. Yavuz Alangoya İçin Armağan, İstanbul 2007.

Gümüş, Mustafa Alper: Teoride ve Uygulamada Evliliğin Genel Hükümleri ve Mal Rejimleri, İstanbul 2008.

İpek, Ali İhsan: Türk Hukukunda Genel Boşanma Sebepleri, Konya 2007.

Kaçak, Nazif: Açıklamalı ve İçtihatlı Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Boşanma Davaları, Ankara 2007.

Karagülmez, Ali/ Ural, Sezai: Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usulleri, Ankara 2003.

Köseoğlu, Bilal: “Boşanma Hukukunda Kusur İlkesinin Önemi”, Terazi Aylık Hukuk Dergisi, Y. 1, S. 1, 2006, s. 7-13.

Özden, Salih: Boşanma Sebepleri Bakımından Aile İçi Şiddet, İstanbul 2010.

--------------------

[1] Anıl, Yaşar Şahin: “Boşanma Sebebi Olarak Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması: Geçimsizlik”, İstanbul, 2008.

[2] Burcuoğlu, Haluk: “4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 181. Maddesinin 2. Fıkrası ile İlgili Gözlemler”, Prof. Dr. Ergon A. Çetingil ve Prof. Dr. Reyegan Kender’e 50. Birlikte Çalışma Yılı Armağanı, İstanbul 2007, s. 381-391.

[3] Ercan, İbrahim: ”Aile Mahkemesinde Uyuşmazlıkların Sulh Yoluyla Çözümlenmesi”, Prof. Dr. Yavuz Alangoya İçin Armağan, İstanbul, 2007.

[4] Köseoğlu, Bilal: “Boşanma Hukukunda Kusur İlkesinin Önemi”, Terazi Aylık Hukuk Dergisi, Y. 1, S. 1, 2006, s. 7-13.

[5] Ercan, İbrahim: 2007.

[6] Doğan, İzzet: “Boşanma Davası Esnasında Davacının Ölmesi Halinde Sağ Kalan Eşin Mirasçılığı (TMK 181. Madde)” Legal Hukuk Dergisi, Nisan 2006, s. 1032 vd.

[7] Doğan, İzzet: 2006, s. 1032 vd.

[8] Kaçak, Nazif: Açıklamalı ve İçtihatlı Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Boşanma Davaları, Ankara 2007.

[9] Karagülmez, Ali/ Ural, Sezai: Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usulleri, Ankara 2003.

[10] Aras, Bahattin: “Aile Mahkemelerinde Tarafların Sulh Yoluyla Çözüme Teşviki”, Yargıtay Dergisi, C. 31, S. 3, 2005, s. 304.

[11] Aras, Bahattin, 2005, s. 304.

[12] Ercan, İbrahim, 2007.

[13] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat: Türk Özel Hukuku C. I, Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, İstanbul 2010.

[14] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010.

[15] Burcuoğlu, Haluk: 2007, s. 381-391.

[16] Aras, Bahattin, 2005, s. 304.

[17] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010.

[18] Akil, Cenk: “Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Sulh ve Sulh Yoluyla Şarta Bağlı Hüküm Verilip Verilemeyeceği Meselesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XVI, S. 4, 2012, s. 1-18.

[19] Akıntürk, Turgut/ Ateş Karaman, Derya: “Türk Medeni Hukuku Yeni Medeni Kanuna Uyarlanmış Aile Hukuku”, C. 2, 12. Bası, İstanbul, 2010.

[20] Akıntürk, Turgut/ Ateş Karaman, Derya, 2010.

[21] Karagülmez, Ali/ Ural, Sezai, 2003.

[22] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[23] Aras, Bahattin, 2005, s. 308.

[24] Aras, Bahattin, 2005, s. 309.

[25] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010.

[26] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010.

[27] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010.

[28] Akil, Cenk, 2012, s. 1-18.

[29] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[30] Ercan, İbrahim, 2007.

[31] Burcuoğlu, Haluk: 2007, s. 381-391.

[32] Dural, Mustafa/ Öğüz, Tufan/ Gümüş, Mustafa Alper: Türk Özel Hukuku C. III Aile Hukuku, İstanbul 2010.

[33] Dural, Mustafa/ Öğüz, Tufan/ Gümüş, Mustafa Alper, 2007.

[34] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[35] Akil, Cenk, 2012, s. 1-18.

[36] Ceylan, Ebru: “Türk ve İsviçre Hukukunda Boşanmanın Hukuki Sonuçları”, İstanbul 2006.

[37] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010

[38] Karagülmez, Ali/ Ural, Sezai, 2003.

[39] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[40] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[41] Kaçak, Nazif, 2007.

[42] Aras, Bahattin, 2005, s. 304.

[43] Akil, Cenk, 2012, s. 1-18.

[44] Burcuoğlu, Haluk: 2007, s. 381-391.

[45] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010.

[46] Kaçak, Nazif, 2007.

[47] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[48] Aras, Bahattin, 2005, s. 304.

[49] Burcuoğlu, Haluk: 2007, s. 381-391.

[50] Akıntürk, Turgut/ Ateş Karaman, Derya, 2010.

[51] Burcuoğlu, Haluk: 2007, s. 381-391.

[52] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[53] Köseoğlu, Bilal: 2006, s. 7-13.

[54] Anıl, Yaşar Şahin: 2008.

[55] Anıl, Yaşar Şahin: 2008.

[56] Anıl, Yaşar Şahin: 2008.

[57] Dural, Mustafa/ Sarı, Suat, 2010.