Türkiye’de iki farklı şekilde nikahsız yaşayan çiftler bulunmaktadır. Çiftler imam nikahıyla veya herhangi bir nikaha gerek duymadan birlikte yaşamaktadır. Nikah kıymadan birlikte yaşayan çiftlerin hukuki sorumlulukları hakkında kanunumuzda düzenleme bulunmamaktadır. Fakat birçok Avrupa ülkesi bu tür birlikteliklere kanunlarında düzenleme getirmişlerdir. Türkiye’de hala ataerkil geleneklere bağlı yapı nedeniyle bu birliktelikler uygunsuz görüldüğü gibi yasal güvenceye sahip olmakta çok mümkün olmamaktadır. Nikahsız birlikte yaşayan çiftler hukuki yollara başvururken birlikteliklerini kanıtlama sorumluluğu altına girmektedir. Bunu kanıtlamak için üçüncü şahısların ve arkadaşların tanık olması, otel rezervasyonları, mesajları, kira kontratı gibi yöntemler yararlı olmaktadır. Bu ilişkilerde birlikte alınan malların durumu sorun olmaktaydı fakat 1988’de Yargıtay evlilik dışı beraberlik sırasında alınan hediyelerin geri istenemeyeceğine karar vermiştir.
Son zamanlarda evlilik dışı birlikte yaşayan çiftlerin artması hukuki bir güvenceye sahip olmaları ihtiyacını da arttırmaktadır. Yargıtay’ın 2020’de verdiği karar birçok çiftin arası bozulduktan sonra yaşadığı maddi ve manevi olumsuzlukların giderilmesinde bir umut ışığı olmuştur.
20 Eylül 2010 tarihinde imam nikahıyla evlenen çift birlikte yaşamaya başlamıştır. Köyde oldukları için resmi nikahı ilçeye gittikleri zaman kıymaya karar vermişlerdir. Ancak adam ve ailesi her seferinde resmi nikahı kıymamak için bir neden bulmuştur. En sonunda da kadını sebepsiz yere ailesinin evine göndermiştir. 2013 Temmuz’dan bu yana ailesiyle kalan kadın, adamın verdiği sözleri yerine getirmediği gibi başka bir kadınla evlendiğini duymuştur. Yaşananların toplumda itibarını zedelediği ve ileride sağlıklı bir evlilik yapabilmesine zarar verdiğini belirterek maddi-manevi tazminat talep etmiştir.
Davalı adam davacı olan imam nikahlı eşiyle anne-babalarının hala-dayı çocukları olduğunu ve karşılıklı rızaların alınmasıyla köyde imam nikahı yaptıklarını ilçeye gelince de resmi nikah işlemlerini başlattıklarını söylemiştir. Bu sırada eşinin davranışlarındaki değişiklikler nedeniyle aralarının bozulduğunu ve davacı eşinin nikahı kıymak istemediğini söylemiştir. Bu nedenle de davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme davacı eşin imam nikahı kıyıldığı zaman reşit ve mümeyyiz olduğunu ve resmi nikah yapılmadığı halde özgür iradesiyle birlikte yaşadığını sebep göstererek davalının tazminatla sorumlu tutulacağı haksız bir eylemin bulunmadığı nedeniyle davanın reddine karar vermişlerdir. Davacı eş kararı temyize taşımıştır ve dosya tekrar incelenmiştir.
İnceleme sonucunda somut olaydaki tarafların akraba olduğu ve herkesin bilgisi dahilinde 2010 yılı Eylül ayında geleneksel bir düğün yaparak evlendikleri görülmüştür. Daha sonra çift erkek tarafının ailesiyle birlikte yaşamaya başlamıştır ve bu durum üç yıl sürmüştür. Üç yıl içerisinde resmi nikah kıyılmamıştır bunun sonucunda da kadın ailesinin evine geri dönmüştür. Davacı kadın köyde yapılan düğün zamanında on dokuz yaşındadır. Çiftin evlendikten sonra davalı adamın evinde nikahsız yaşadığı toplum tarafından bilinmektedir. Davacı kadın reşitken geleneksel törenle imam nikahı kıyılarak evlendiği eşinin ailesinin evinde resmi nikah kıyma vaadiyle yaşamıştır.
Resmi nikâh yapılacağı inancı ile tarafların ailelerinin ve yakınlarının katılımı ile gerçekleştirilen düğün töreninden sonra davacının, davalı ile 3 yıl karı koca hayatı yaşaması, resmî nikâh yapılmaması fırsat bilinerek hiçbir yasal hakkı olmaksızın ailesinin evine gönderilmesi veya terke zorlanması, toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre gözetildiğinde, toplumda boşanmış kadın damgasını taşımasına yol açacağından, ortaya çıkan bu olgu davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmaktadır. Böyle bir durumun varlığı, davacının yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı zamanda akraba olan taraflardan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek daha hassas davranması beklenmelidir. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesi gereğince hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kişi hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49. maddesiyle de kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin, bu zararı gidermekle yükümlü olacağı hüküm altına alınmıştır.
Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından resmî nikâh yapma vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında, fiziksel ve ruhsal olarak zarara uğratıldığı, bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski hâline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle mahkemece, kişilik hakları zedelenen davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yerinde olmayan yazılı gerekçeyle manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiş olması Yargıtay tarafından doğru bulunmamıştır.
Bu durum kararın bozulmasını gerektirir ise de karar onanmış bulunduğundan, davacının karar düzeltme istemi HUMK Madde 440 uyarınca Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içerisinde başvurması ve HUMK Madde 442. maddeleri uyarınca kabul edilmelidir. Yargıtay onama kararının kaldırılmasına ve kararın gösterilen nedenlerle bozulmasına karar vermiştir. Tahsisi karar talep eden davacıdan önce alınan onama harcı ile peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 04/02/2020 gününde oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Yargıtay’ın emsal niteliğindeki bu kararı benzer şekilde nikahsız birliktelikler yaşayıp hiçbir hak iddia edemeyerek terkedilen kadınlara bir yol gösterici niteliğindedir. Günümüzde çoğu erkek nikahsız yaşama taraftarıdır. Bunu tercih etmelerinde evliliğin hukuki ve toplumsal yapımız gereği doğurduğu maddi-manevi yükümlülüklerden kaçınmak istemeleri büyük oranda etkili olmaktadır. Toplumsal yapı gereği de bu durumun sonucunda en büyük zararı kadın görmektedir. Modernleşen hayatlara toplumsal yapının hala uyum sağlayamamış olması hukuki dayanakların varlığına ihtiyacı arttırmaktadır. Bu ve benzeri durumların erkeklerin kadınların iyi niyetini daha fazla suistimal etmeden kanun da düzenlenmesi gerekmektedir.
Av. Begüm Gürel (LL.M.) & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Şeyma Üstündağ