Bu yazının konusu, kendisi de bir hekim olan babam ve babam dahil, koronavirüs dışı nedenlerden dolayı hastalanma cüreti (!) gösteren tüm ağır hastaların (hepsine acil şifalar dilerim) ihlal edilen insan hakları. Çözüm önerilerim ise net.
1. Babam, mesleğe başladığı seneden yaş haddi nedeniyle emekli olduğu tarihe kadar aynı Devlet hastanesinde geçirdiği kırk küsür yıl boyunca sayısız hastayı tedavi etti.
Vefat eden bir hasta olduğunda bıçak açmazdı evde ağzını babamın, rahatsızlanan eşin dostun aramalarında/ziyaretlerinde gece/gündüz demeden sabırla ilgilenip yol gösterirdi. O kadar çok nöbet tutardı ki, pek çok gece yanımızda olmazdı çocukluğumda.
Bir kez bile şikayet etmedi işinden. Evde, yazlıkta kapımızı çalan tanıdık-tanımadık herkese pansuman, iğne yaptı seve seve. Anadolu’nun en ücra yerinden gelmiş hastayla da; eş-dost-nüfuzlu-siyasi olanla da eşit ilgilendi.
Başka bir meslek babama, babam başka bir mesleğe uyum sağlayamaz eminim.
2. Şubat sonu beyin kanaması geçirdi babam. Beyin kanamaları bir anda olup bitermiş. O anda bile kanamasının teşhisini anneme “bana inme geliyor” diye kendi koymuş. Ambulansı beklerken “kimlik, kimlik” dedi bana da. Kimliğini yanıma almamı istiyordu. Sonra da konuşmadı zaten…
Ankara’da bu hastalığın tedavisini yapabilecek, yani üçüncü seviye yoğun bakım ünitesine sahip birkaç Devlet hastanesinden birine yatırıldı. Beynin içi ve beyin ile zar arasında birkaç yerde, hipertansiyona bağlı kanama olmuştu. Bir süre yoğun bakımda, bir süre ara yoğun bakımda kaldıktan sonra, koronae yakalanması durumunda kurtulma şansı bulunmayacağı değerlendirilerek taburcu edildi babam.
Sağ tarafı felçli ve konuşamaz, tansiyonu düzenlenememiş haldeydi taburcu olduğunda.
Hastanedeki başta Beyin Cerrahı bir doktor ve asistan hekimler olmak üzere, tüm doktorları emek vermişti. Biz de evde kendimizce küçük bir hastane kurduk.
3. Taburcu edilirken envai çeşit ilaçla yüklü bir reçete yazıldı. Eve çıkınca gördük ki ilaç rapor sürelerinde ufak hatalar, reçete mevcut olsa da raporsuz ödemesi alınamayan ilaçlar var. Raporlu ilaçlara da dönem dönem reçete yazılması gerekiyor. Bir de hergün tıbben tanı konması gereken değişik sorunlarla karşılaşıyoruz: Örneğin, sonda hortumu anlamsız şekilde kan doluyor, tansiyonu aşırı yükseliyor (yani yeni kanama riski artıyor, belki de kanıyor) ve ilaçların yazılan dozlarının üstüne çıkmak gerekiyor.
İlk günler telefonla kimseye ulaşamıyorduk yattığı hastaneden. Çalıştığı hastaneden (pandemi hastanesi ilan edildi) ve diğer arkadaşlarından yardım istedik birkaç defa olayı anlatıp, gerekiyorsa fotoğraf gönderip. Kimse de sağolsun kırmadı bizi. Dolayısıyla, benzer durumdaki pekçok kişiden daha şanslıyız aslında. Ama takdir edersiniz ki böyle bir durumda telefonla yardım istenebilecek meselelerin sayısı çok az.
Babam hastalık kapmasın diye kapıdan dışarı adım atmayan biz, kafamızı gözümüzü kapatıp, ellere eldiveni geçirip de reçetedeki yanlışlıklar ve evde çözemediğimiz tıbbi meseleleri konuşmak üzere babamın tedavi gördüğü hastaneye gittiğimizde, koronadan kaynaklanan yeni düzenlemeler nedeniyle, ilk yattığı birimin karantina bölgesi ilan edildiğini, son tedavi gördüğü birimin hekimlerinin ise yerlerinin değiştiğini, kimsenin yeni biriminin yerini bilmediğini öğrendik.
Nihayet babamın tedavisinde görev alan bir doktora koridorda rastladığımızda, sorduğumuz tüm hususlar için evde sağlık hizmetinden destek talep etmemizi salık verdi.
4. O günden sonraki 10 gün boyunca ilgili numarayı arayıp evde sağlık hizmetlerinden destek istedik. Ancak bugüne dek kayıt aşamasını geçip de ne bir yetkiliye ulaşabildik, ne de bir dönüş aldık.
5. Babamın hala hayati tehlikesi var. Hastaneye yattığı dönemde, kalpte de bir rahatsızlık tespit edildi. Tedaviye başlanırsa, yeni bir beyin kanaması durumunda kurtarılma ihtimali kalmayabilecek; başlanmazsa da vücutta pıhtı atma riski artacaktı. İlaca başlayıp başlamamaya dair karar, taburcu olduktan bir hafta sonra çektirilmesi istenen beyin tomografisi sonucuna göre verilecekti.
Ancak tomografi, bilindiği üzere korona tespitinde de kullanılan bir yöntem ve babamın yattığı hastane pandemi hastanesi oldu. Bu nedenle, - olası bir koronaya yakalanma halinde kurtulma şansının bulunmadığı bizzat yetkililerce açıklanıp sırf bu nedenle taburcu edilen- babamın tomografilerini, pandemi hastanesi listesinde bulunmayan özel bir hastanede çektirip yorumlatmak durumunda kaldık. Bir karar verildi ama yeniden tomografi istendi. Tüm bunlar geçene kadar da aynı hastaneye başvuracağız görünüşe göre.
Babam tüm harcamaları kendi karşılamak zorunda. Daha da önemlisi, beyin kanamasının tedavisini baştan bu yana yapan hekimlerin kendisini değerlendirmeye devam etmesini isteme hakkından da fiilen mahrum bırakılmış oldu.
6. Yıllarını tıp bilimine vermiş, yüzlerce hastanın şifa bulmasına vesile olmuş bir hekimin başına gelenleri yazdım buraya kadar (hala hayatta olmasının nedeninin hastalarının duası olduğunu düşünüyorum). Burada bir yanlışlık yok mu sizce?
Bu soruyu sadece babam adına değil; doğal afetlerde, maden kazalarında, 15 Temmuzda, korona günlerinde yaptığı bağışla, hiç olmadı marketten evine aldığı ekmekle Devlete vergi vermiş işçi/memur/işinsanı/kadın/erkek vb tüm kronik hastalar, kanser hastaları, korona harici herhangi bir nedenle ciddi bir tedaviye/tıbbi yardıma ihtiyaç duyup da buna erişemeyenler adına soruyorum.
Korona istatistiklerini her gün öğreniyoruz, milletçe bu savaşı kazanacağız diyoruz da, tedaviye erişemediği için kaç kişi başka hastalıklara yakalanıyor, ya da zaten hasta ve daha kötüye gidiyor merak ettiniz mi?
Hiç aklınıza geliyor mu, yarın o insanların arasına katılma ihtimalinizin bulunduğu? Acı gerçek şu ki, günde iki defa spor yapan, uykusuna/gıdasına dikkat eden, sigara/içki içmeyen, fazla kilosu olmayan, “sağlıklı” bir insandı, bu yazıya konu kişi.
7. Babamın ve benzer durumdaki hastaların sosyal güvenlik hakkı, sağlığa erişim hakkı (hastanın tedavi olabilme hakkı), yaşama hakkı ve ayrımcılık yasağı tehlikede. Bu hakların hepsi de Anayasal güvence altında oysa. Hepsini güvence altına alan yasalarımız, bağlayıcılık dereceleri farklı pek çok yazılı metnimiz de var.
Sağlık ve sosyal güvenlik hakları, sosyal haklardan kabul edilir ve bunların sınırlarını belirleyen etmenler arasında, Devletin maddi imkanları da bulunur. Yani Devlet, yaşama hakkı, işkence yasağı gibi hakların aksine, sosyal hakları daha kolay sınırlayabilir. Olağanüstü durumlarda bunlara dokunabilir.
Fakat gözden kaçırılmaması gereken bir husus var. Bu yazıya konu durumun da içinde bulunduğu bazı hallerde, sosyal haklar doğrudan yaşama hakkı ve ayrımcılık yasağıyla bağlantılıdır. İşte böyle durumlarda, sağlığa erişimimiz ve/veya sosyal güvenlik hakkımız kısıtlandığında bu kısıtlama aynı zamanda yaşama hakkımızı, eşit muamele görme hakkımızı etkiliyorsa, o zaman hukuk sınırlarının dışına çıkılmış olur.
Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında, Devletin ekonomik ve sosyal alandaki görevlerini ifa ederken uygulamaya koyacağı kısıtlamaların yaşama hakkına zarar veremeyeceğinin altını çizdi (Örneğin 17.01.1991 tarihli ve E: 1990/27 K: 1991/2 sayılı karar).
8. Peki ne yapılmalı? Sayın Sağlık Bakanına açık çağrıdır: Artık sokağa çıkma yasağı da başladığına göre, evde sağlık hizmeti etkili şekilde çalışmalı. Bu hastalar hekim ve hemşire gözetiminde bulunmalı. Rapor ve reçeteleri gerekiyorsa e-devletten/e-nabızdan da kontrol edilerek zamanında düzenlenmeli.
Bu yapılamıyorsa şayet, ağır/kronik hastaların, SGK ile anlaşması bulunup bulunmadığına bakılmaksızın Devlet hastaneleri dışındaki tüm hastanelerden de ücretsiz yararlanması sağlanmalı.