Eşya Müsaderesi ve Müsaderede Yaşanan Bazı Sorunlar

Abone Ol

İşbu yazımızda, Türk Ceza Kanunu m.54’de düzenlenen eşya müsaderesi ile suça konu eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiler tarafından elde edilmesi dahil bazı sorunlar incelenip değerlendirilecektir. Yeri geldikçe kazanç müsaderesini tanımlayan TCK m.55’e de değinilecektir.

1. TCK m.54’e göre Müsadere

Müsadere; suça konu eşyanın mülkiyetinin, mahkeme kararıyla, sahibi olduğu kişi veya kişilerden alınarak kamuya verilmesini sağlayan güvenlik tedbiri, esasen bir yaptırım, yani mülkiyet hakkına müdahale olup,[1] 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.54 ve 55’de düzenlenmiştir. TCK’da eşya ve kazanç müsaderesi olmak üzere iki farklı müsadere türü bulunmaktadır. Bu yazımızın esas konusunu ise, TCK m.54’de düzenlenen eşya müsaderesi oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında bir tedbir olarak tatbik edilen fiili veya kaydi elkoyma ile mülkiyet hakkını tümü ile kısıtlayan müsadereyi birbirine karıştırmamak gerekir. Elkoyma; soruşturma ve kovuşturma aşamalarında delil olma, suçta kullanılma, suçtan elde edilme veya şüpheli veya sanığa ulaşmada vasıta kabul edilen eşya üzerinde fiili, yani muhafaza altına almak veya eşyanın kayıtlı olduğu siciline şerh edilmesi suretiyle kaydi ve geçici bir tedbir kısıtlaması olup, devamlılık arz eden ve mülkiyet hakkını tümü ile sonlandırdığından bir yaptırım niteliği taşıyan müsadereden ayrılır.

TCK m.54’e göre[2]; kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan, suçun işlenmesine tahsis edilen, suçtan meydana gelen, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olduğu değerlendirilen suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya ile üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın müsadere edilmesine karar verilmektedir[3].

Müsadere; Anayasa m.35’in güvencesi altında olan mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmekte ve mülkiyet sahibinin izin veya rızası olmaksızın sahiplik hakkı sonlandırmaktadır. Anayasanın 35. maddesine göre; kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilmektedir. Anayasanın 13. maddesinde yer alan “ölçülülük” ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde, elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.

Suça konu eşya üzerinde müsadere kararı verilebilmesinde aranan ilk şart, kasten işlenen bir suçun varlığıdır. Failin gerçekleştirdiği fiilin manevi unsuru doğrudan kast olabileceği gibi, olası kast da olabilir. Suçun taksirle işlenmesi halinde suça konu eşya hakkında müsadere kararı verilemez[4]. Suçta kullanılmak üzere hazırlanmış eşya; suç işlenmeye başlamadan önce, yani suçun icra hareketleri henüz başlamadan hazırlık hareketleri aşamasında kalmış ve bu aşama ayrı bir suç teşkil etmemekte veya suçun teşebbüs aşamasında kalması, yani icra hareketlerinin tamamlanmaması veya tamamlanıp da neticenin gerçekleşmemesi halinde müsadere edilmeyecektir[5]. Ancak eşyanın niteliği itibariyle kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli, yani yasak madde olması halinde müsaderesine karar verilecektir[6]. Müsaderenin kişi yerine fille bağlı olması nedeniyle, failin eyleminin suç oluşturmaması veya eylemi suç oluşturacak aşamaya gelmemesi ve eşyanın yasak maddeden olmaması halinde müsadere kararı verilemeyecektir[7].

Suça teşebbüs yönünden müsadere ile ilgili şu şekilde hareket edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz;

Müsadere ­ile ilgili “Eşya müsaderesi” başlıklı TCK m.54 ve “Kazanç müsaderesi” başlıklı m.55 incelendiğinde; TCK m.54’de, iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak kaydıyla kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen veya suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmedileceği, suçun işlenmesinde kullanılmasa da suçta kullanılmak üzere hazırlanmış eşyanın yasak madde olması halinde müsadere edileceği, eşyanın kayıtlı olduğu sicile tescil edilmek üzere kuvvetlendirilmiş nispi hakların müsadere kararında korunacağı, müsaderenin imkansızlığı halinde müsadereye konu eşya değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verileceği, suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuran ve hakkaniyete aykırılık içerebilecek müsaderenin yapılmayacağı, niteliği itibariyle yasak olan malların müsadere edileceği ve TCK m.55’de suçun işlenmesinden elde edilen veya suçun konusunu oluşturan veya suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesinden veya dönüştürülmesinden elde edilen iktisadi kazançların müsadere edileceği ifade edilmekle, “Suça teşebbüs” başlıklı TCK m.35 ile “Gönüllü vazgeçme” başlıklı TCK m.36’da bir müsadere engelinden bahsedilmediği, nitekim TCK m.54 ve m.55’de de suçun yarıda kalması halinde müsaderenin yasaklanmadığı, çünkü suça teşebbüs edilmekle suçun icra hareketlerine başlandığı ve suçun özel bir görünüş şekli olan suça teşebbüsün suçtan ayrı değerlendirilemeyeceği, bu nedenle teşebbüs aşamasında kalmış suçlarda suçun tamamlanmış hali üzerinden unsur ev sübut incelemesine girildikten sonra failin ceza sorumluluğu bakımından suça teşebbüs veya gönüllü vazgeçme hükümlerinin tatbik edildiği, Anayasa m.38/9’a göre sadece genel müsaderenin yasak olduğu, yine kasıtlı suçlarda teşebbüs aşamasına geçilmediğinde yasak madde dışında müsaderenin gündeme gelemeyeceği, sadece TCK m.54/3’ten dolayı suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin, işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlara neden olacağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında müsadere yoluna gidilmeyeceği sonucuna varılmalıdır.

Suça konu eşya üzerinde müsadere kararı verilmesi için aranan ikinci şart, sözkonusu eşyanın işlenen suçla irtibatlı olması gerektiğidir. Müsadere edilecek eşyanın; suçun işlenmesinde sırasında kullanılması, suçun işlenmesine tahsis edilmesi, suçtan meydana gelmesi veya suçun işlenmesi için hazırlanmış olması gerekmektedir. Buna göre; taşınması veya bulundurulması yasak olmayan eşya, madde metninde belirtilen kapsamda olmadığı durumlarda müsadere edilemeyecektir. Kanun koyucu tarafından yapılan düzenlemede; müsadere edilecek olan eşya, tahdidi şekilde belirlenmiş olup, bu hususlar dışında suç delili oluşturan eşyanın (örneğin, sahtecilik suçuna konu senet veya maktule ait elbise) müsaderesine karar verilememekle birlikte, muhafaza altına alma ve elkoyma tedbirine konu edilmek suretiyle dosyada delil olarak saklanması gündeme gelebilecektir.

Müsadere kararı verilebilmesi için gerekli olan bir diğer şart ise, eşya müsaderesinin hakkaniyete aykırı olmamasıdır. TCK m.54/3’de; suçta kullanılan eşyanın müsaderesinin, işlenen suça kıyasla daha ağır sonuçlar doğuracağının ve hakkaniyete aykırı olacağının anlaşılması halinde müsadere kararı verilmeyebileceği düzenlenmiştir. Buna göre; fail tarafından işlenen suç ile suçta kullanılan eşyanın müsaderesi arasında orantı bulunması gerekli olup, sözkonusu eşyanın müsaderesinin, işlenen suça göre ağır sonuçlar doğuracağı ve müsaderenin hakkaniyete aykırı olacağı anlaşılırsa, hakim tarafından müsadereye hükmedilmeyebileceği, bu konuda Kanunun hakime takdir yetkisi tanıdığı ifade edilmelidir[8].

Suça konu eşyanın müsadere edilebilmesinde aranan son şart ise, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmaması gerektiğidir. Eşyanın üretiminin, bulundurulmasının, kullanılmasının, taşınmasının, alım ve satımının suç oluşturduğu haller dışında; eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait olması halinde müsadere kararı verilemeyeceği gibi; eşyanın mülkiyeti iyiniyetli üçüncü kişiye ait olmamakla birlikte, bu kişi lehine eşya üzerinde tesis edilmiş sınırlı ayni hak bulunmakta ise, müsadere kararı bu hak saklı tutularak verilir. Bu konuya ilişkin olarak detaylı değerlendirmemiz bir alt başlık altında yapılacaktır.

Bu doğrultuda; kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan, suçun işlenmesine tahsis edilen, suçtan meydana gelen, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olduğu değerlendirilen suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya ile üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya müsadere edilebilmekte ve bu suretle de ilgilinin zilyetlik ve mülkiyet hakları sona erdirilebilmektedir.

2. Suça Konu Eşyanın Üçüncü İyiniyetli Kişiye Ait Olması

TCK m.54’de açıkça belirtildiği üzere; müsadere kararı verilebilmesi için suça konu eşyanın üçüncü iyiniyetli kişiye ait olmaması gerekmektedir. Örneğin; müsadereye konu edilen malın üçüncü kişiye ait olduğu, ancak bu kişinin suçun işlenmesine iştirak etmediği veya suçun işlenişinden haberdar olmadığı hallerde, sahip olduğu mal bir suçun işlenmesinde kullanılsa dahi, müsadere kararı verilemeyecektir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 31.10.2017 tarihli, 2014/341 E. ve 2017/446 K. sayılı kararına göre; “Maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili olarak Türk Ceza Kanunu’nun eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş olup, buna göre kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsadere edilebilmesi için eşyanın iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmaması gerekmektedir”.

Bu doğrultuda “iyiniyet” kavramı incelendiğinde; Türk Medeni Kanunu m.3’de, “bir hakkın doğumuna engel olan bir nedenin varlığını bilmemek veya bilmek zorunda olmamak” ifadelerine yer verildiği, bu şekilde sübjektif iyiniyet üzerinden bir tanımlama yapıldığı görülmektedir. Ceza Hukuku bakımından üçüncü iyiniyetli kişi ise; suçun işlenişine iştirak etmemiş, suç işlendiğiyle ilgili herhangi bir bilgisi veya duyumu olmayan kimse olarak tanımlanabilir[9]. Buna göre; suça iştirak etmemiş üçüncü kişinin, mülkiyetinde bulunan eşyası ile suç işleneceğini, sözkonusu eşyanın suçta kullanılacağını veya kullanıldığını bilmemesi/bilmek zorunda olmaması halinde iyiniyetli olduğu kabul edilmelidir.

TCK m.54’ün gerekçesinde; “…müsaderenin Anayasada yer alan mülkiyet hakkını zedelememesi için, suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen eşyanın müsaderesine karar verileceği kabul edilmiştir. Ancak, bunun için, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmaması gerekir. Başka bir deyişle, kişinin suçun işlenmesine iştirak etmemesi, suçun işlenişinden haberdar olmaması durumunda, sahibi bulunduğu eşya bir suçun işlenmesinde kullanılmış olsa bile, müsadereye hükmedilemeyecektir. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış olan eşya ise, suçun icra hareketlerine henüz başlanmamış ise, sadece bu nedenle müsadere edilemeyecektir. Ancak bu eşyanın niteliği itibarıyla kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsaderesine hükmedilecektir.” ifadelerine yer verilmiş ve iyiniyetli sıfatını haiz olabilmek için suçun işlenişine iştirak edilmemesi ve suçun işlenmesinden haberdar olunmaması gerektiği belirtilmiştir.

Nitekim Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 07.11.2018 tarihli, 2018/3164 E. ve 2018/4556 K. sayılı kararında[10]; “Suça sürüklenen çocuğun suçta kullandığı tabancanın iyiniyetli üçüncü kişi konumunda bulunan suça sürüklenen çocuğun babasına ait ve ruhsatlı olduğu gözetilerek sahibine iadesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde müsaderesine karar verilmesinin yasaya aykırı olduğu, hak sahibi olan iyiniyetli üçüncü kişi konumunda bulunan suça sürüklenen çocuğun babasının karardan haberdar edilmediği,…” belirtilerek, malikin suç eşyasının suçta kullanılacağı hususunda bilgisi ve rızası olmaması halinde iyiniyetli kişi olarak kabul edileceği açıklanmıştır.

İyiniyetli üçüncü kişilerin eşyası hakkında müsadere kararı verilemeyecek olmasının sebebi, yani kanun koyucunun bu düzenlemenin getirilme amacı, aksi kabulün “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi ile uyuşmayacak olmasıdır. Belirtmeliyiz ki; iyiniyetli üçüncü kişiye ait eşyanın müsadere edilememesi, TCK m.54/2’de[11] belirtilen suça konu eşyanın ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir nedenle imkansız hale gelmesi gibi bir imkansızlık hali olmayıp, “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi gereğince bir müsadere yasağı olarak kabul edilmektedir.

Nitekim kanun koyucunun; müsadereyi bir yaptırım olarak değil, güvenlik tedbiri olarak düzenlediği gözetildiğinde, suça konu eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait olması sebebiyle eşya yerine başka bir yaptırımın fail veya suça iştirakçiler hakkında tatbik edilemeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır. Aksi takdirde; iyiniyetli üçüncü kişiye ait müsadere edilemeyen eşyanın rayiç değeri kadar paranın fail veya suça iştirakçiler yönünden TCK m.54/2’e göre müsaderesine karar verilmesi suretiyle bir yaptırımın tatbiki yoluna gidilecektir ki, bu da “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine aykırılık teşkil edecektir. Ancak iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmayan, yani doğrudan sanığa ait olan eşya hakkında TCK m.54/2 uyarınca eşyanın rayiç değeri kadar para hakkında müsadere kararı verilebilir.

Bu konuya ek olarak; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nda “Mülkiyetin kamuya geçirilmesi” başlıklı m.18’e göre, kabahatin konusunu oluşturan eşyanın mülkiyetinin iyiniyetli üçüncü kişiye ait olmasına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği, bu nedenle de iyiniyetli üçüncü kişilere ait kabahatin konusunu oluşturan eşya hakkında mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilebileceği kabul edilmektedir[12].

Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 09.09.2015 tarihli ve 2013/1262 başvuru numaralı kararında; kabahat nedeniyle iyiniyetli üçüncü kişiye ait eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi işleminde mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. Yüksek Mahkemeye göre; 5326 sayılı Kanunun 18. madde metninde, TCK m.54 ve m.55’e benzer iyiniyetli üçüncü kişinin korunacağına dair hüküm olmadığından, iyiniyetli üçüncü kişinin aleyhine yorum yapmıştır. Bu düşünce, “kanunilik” ilkesine ve “temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e aykırıdır. Kanun koyucu; açık bir şekilde iyiniyetli üçüncü kişinin mülkiyet hakkının korunmayacağını söylemediği gibi, Türk Hukuku’nda iyiniyetin korunması esas olduğundan ve suça veya kabahati dahil olmayanın hak ve hürriyetlerinin korunmasında tereddüt edilmemesi gerektiğinden, sırf Kabahatler Kanunu m.18’de iyiniyetli üçüncü kişinin mülkiyet hakkının korunmasından bahsedilmediğinden bahisle, bir başkasına ait kişinin malının müsadere edilmesi hatalıdır. Kanaatimizce; Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karar; iyiniyetli üçüncü kişilere ait eşyanın kabahate konu olması halinde Kabahatler Kanunu m.18’e göre mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilebilmesinin hukuka uygun olmadığı, TCK m.54’de düzenlenen eşya müsaderesinde iyiniyetli üçüncü kişilerin Anayasa m.35’de güvence altına alınan mülkiyet hakkını koruması karşısında, Kabahatler Kanunu m.18’e göre mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilebilmesinin “ölçülülük” ilkesine aykırılık teşkil ettiğinin de kabulü gerekir.

3. Uygulamada Yaşanan Sorunlar Bakımından

TCK m.54’de düzenlenen müsadere kurumunun uygulanmasına ilişkin olarak görülen ilk husus; iyiniyetli üçüncü kişilere ait olan suça konu eşya üzerinde soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yetkili makamlarca eşyanın taşınır olması halinde elkoyulduğu, eşyanın araç veya taşınmaz olması halinde ise siciline şerh düşüldüğü ve uygulanan tedbir kararlarının yargılama sonuna kadar devam ettirildiği görülmektedir. Yetkili makamlar tarafından suça konu eşya üzerinde koyulan tedbirin, iyiniyetli üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını ölçüsüz şekilde kısıtladığı, müsadere kararı verilemeyeceği anlaşılan eşya hakkında koruma tedbirlerinin uygulanmasının hak ihlali oluşturduğu tartışmasızdır.

Her ne kadar müsadere ve eşya hakkında tatbik edilen koruma tedbirleri Anayasa m.35’de belirtildiği üzere kanuni bir dayanağa sahip olsa da, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait olup, bu kişinin suçun işlenmesine iştirak etmemesi veya suçun işlenişinden haberdar olmaması halinde, yani müsadere kararının verilemeyeceğinin anlaşıldığı durumlarda eşyanın CMK m.131/1 uyarınca ilgiliye iade edilmesi gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin 20.09.2017 tarihli ve 2014/14195 Başvuru numaralı kararında; “5607 sayılı Kanunun 10. Maddesi çerçevesinde elkoyulan otobüsün sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar fiilen alıkoyma şeklindeki müdahale ölçülülük ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi, elkoyulan otobüsün ilk derece mahkemesince iyiniyetli üçüncü kişiye ait olduğu tespit edildiği, müsadereye konu olmayacağı ve ortada tedbirin devamını gerektirir makul ve haklı başka bir gerekçe de bulunmadığı halde elkoyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmesi ve otobüsün iadesinin hükmün kesinleşmesi şartına bağlanması” mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirilmiştir.

Kanaatimizce; suça konu eşya hakkında uygulanan tedbir kararlarının yargılama sonuna kadar devam ettirilmesi, iyiniyetli üçüncü kişilerin mülkiyet hakkını orantısız şekilde sınırlamakta ve hak ihlallerine sebebiyet vermektedir. Yukarıda açıkladığımız üzere; iyiniyetli üçüncü kişilere ait eşyanın TCK m.54 uyarınca müsadere edilemeyeceğinin yetkili makamlarca tespit edilmesi halinde, CMK m.131/1’e göre ilgilisine iadesine karar verilmesi gerekmektedir.

Bazı durumlarda uygulamanın elkoyulmuş eşyanın iadesi konusunda CMK m.131 ve m.132 arasında tereddüt yaşadığı, esasen CMK m.132’nin tatbiki suretiyle hareket edilmesi gerekirken, henüz bitmemiş soruşturmada ve kovuşturmada mülkiyetin kime ait olduğu hususunda tereddüdün ve tartışmanın devam ettiği bir aşamada, taraflara veya malın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu iddia eden üçüncü kişiye, elkoyma tedbirine konu olan eşyanın mülkiyetinin kime ait olduğunun belirlenmesi için ara karar oluşturup hukuk mahkemesinde dava açma hakkına sahip olduğunun hatırlatılarak, davanın açılması halinde bunun sonucu beklenmesi gerekirken, kimi zaman eşyanın muhafaza güçlüğünden ve kimi zaman değer kaybetmesinden veya bozulma ihtimalinden kaynaklanan sebeplerle, CMK m.132’nin uygulanması suretiyle eşyanın elden çıkarılması veya yediemin olarak taraflardan birisine veya üçüncü kişiye teslimi yerine, mülkiyetin kime ait olduğu tartışması yaşanmayıp da elkoyma tedbirine konu eşyanın kime ait olduğu belli olmuş gibi hareket edilerek, CMK m.131 uyarınca eşyanın mülkiyeti ile birlikte taraflara veya üçüncü kişilere verildiği görülmektedir. Belirtmeliyiz ki; bir soruşturmada veya kovuşturmada mülkiyetin kime ait olduğu hususunda farklı talepler ve tartışmalar varsa, hatta bir taraf hukuk mahkemesinde mülkiyetin kendisine ait olduğunun tespiti davası açıp da buna ilişkin derkenarı dosyaya sunmuşsa, artık bu andan itibaren Cumhuriyet savcısının ve mahkemenin izleyeceği prosedür, ya beklemek veya CMK m.132’ye göre hareket etmektir ki, burada CMK m.131’in tatbiki gündeme gelmez.

Bir başka husus ise; bahse konu eşyanın müsadere edilebilmesi için CMK m.123’e göre elkoyma kararı alınması gerekip gerekmediğidir. 765 sayılı TCK’da m.36’da[13] “zabıt ve müsadere olunur” ifadesi ile belirtilmiş olup, zapt kelimesinin ayrıca gösterilmesi sebebiyle müsadere kararı verilebilmesi için öncelikle eşya hakkında elkoyma kararı verilmesi gerektiği kabul edilmekte idi[14]. Bununla beraber; 5237 sayılı TCK m.54’de ise, müsadere kararı verilebilmesi için elkoyma kararı zorunluluğundan bahsedilmemektedir. Kanuni düzenlemenin lafzında böyle bir zorunluluktan bahsedilmemişse de farklı görüş mevcuttur. Bir görüşe göre; elkoyma kararının verilmemiş olmasının müsadere kararı verilmesini engellemeyeceği, müsadereye konu eşyanın olduğu gibi kalması ve fiilen müsaderenin mümkün olması halinde müsadere kararı verilebileceği yönündedir[15]. Bir diğer görüş ise; CMK m.123’de belirtildiği üzere koşulları gerçekleştiği takdirde, müsadereye konu eşyaya elkoyulması gerektiği ve usule uygun elkoyma kararı verilmeyen eşya hakkında müsadere kararı da verilemeyeceğini belirtmektedir. Bizce de suça konu edilen eşyanın elde edilmediği, yani elkoyma kararı verilmeyen eşya hakkında müsadere kararının verilebilmesinin mümkün kabul edilmesi gerekmekte olup, bu görüş kanunun lafzı ile de uyumludur. Yargıtay’ın uygulamada farklı kararları mevcut olup, eski Kanun dönemindeki görüşünü devam ettirmektedir[16].

Sonuç olarak; TCK m.54/2’de belirtildiği üzere, suça konu eşyanın ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir suretle imkansız hale gelmesi halinde değeri kadar paranın müsadere edilebileceği açık olup, Yargıtay tarafından bu yönde kararlar verildiği de görülmektedir[17]. TCK m.54/2’ye göre; suça konu eşyanın elde olmaması halinde dahi müsadereye karar verilebileceğinin düzenlenmiş olması, sözkonusu eşya hakkında CMK m.123 uyarınca elkoyma kararı verilmemiş olmasının müsadereye karar verilmesini engellemeyeceğinin kabulü gerekmektedir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Muhammed Enes Efe

(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------

[1] Hasan Tahsin Gökcan/Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu Şerhi, II. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2021, s.1911.

[2] Türk Ceza Kanunu m.54/1: “İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir”.

[3] Hasan Tahsin Gökcan/Mustafa Artuç, a.g.e, s.1918.

[4] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 25.10.2017 tarihli, 2016/4024 E. ve 2017/8011 K. sayılı kararında; “Kabule göre de; sadece kasıtlı suçlarda müsadere kararı verilebileceği dikkate alınmadan, adli emanetin 2014/8937 sırasında kayıtlı iki adet hava yastığı, şüpheli leke, svap ve kan örneklerinin deli olarak saklanması yerine, yazılı şekilde TCK’nın 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesi” denilerek bozma kararı verilmiştir.

[5] Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 12.04.2018 tarihli, 2015/17038 E. ve 2018/4379 K. sayılı kararında; “… müştekilerin işyerine girilerek 500 metre uzunluğunda değeri 1250 TL olan antigron kablonun çalındıktan sonra, olay yerine 50-100 metre uzaklıkta bulunan suça konu  45 … plakalı Şahin markalı araçta yakalanması şeklinde gerçekleşen olayda, suçta kullanılan aracın 18.09.2012 tarihli kolluk tutanağına göre, suç tarihindeki değerinin 4.500-5.000 TL arasında olduğunun anlaşılması karşısında; çalınan mallar ile aracın değerinin orantılı olmadığı, dolayısıyla hırsızlık suçunun teşebbüs aşamasında kalması ve araçta kolluk görevlilerince suça konu kabloların bulunarak müştekilere iade edilmesi de gözetildiğinde, müsadere kararının işlenen suça nazaran daha ağır ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurup doğurmayacağı hususları, karar yerinde gösterilip tartışılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde 01 … plakalı aracın müsaderesine karar verilmesi” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

[6] İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 18. Bası, 2022, Ankara, 974.

[7] Hasan Tahsin Gökcan/Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu Şerhi, II. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2021, s.1919.

[8] Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 09.07.2014 tarihli, 2014/344 E. ve 2014/5317 K. sayılı kararında; “Sanığın adına kayıtlı Audi 80 marka araç ile net 595 gram MCPP etken maddesi içeren tabletleri naklettiği, suçun konusu uyuşturucunun miktarı ve oluşturduğu tehlikeye bağlı olarak fiilin ağırlığı ile aracın bilinen değerine göre aracın müsaderesinin TCK’nın 54. maddesinin 3. fıkrasında belirtildiği şekilde ‘hakkaniyete aykırı’ olacağı gözetilmeksizin aracın sanığa iadesi yerine müsaderesine karar verilmesi” denilerek bozma kararı verilmiştir.  

[9] Mehmet Emin Artuk/Ahmet Gökcen/Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 15. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2021, s.929.

[10] Aynı yönde bkz. Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 15.10.2015 tarihli, 2015/9459 E. ve 2015/22922 K. sayılı kararında; “5237 sayılı TCK.nun 54. maddesinde iyiniyetli üçüncü kişilere ait eşyanın müsadere edilemeyeceği belirtilmekle, sanığın babası Bülent adına kayıtlı olan suça konu tüfeğin, sahibinin bilgi ve rızası dışında suçta kullanıldığı anlaşılmakla, tüfeğin malen sorumluya iadesine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle müsadere kararı verilmesi” bozma gerekçesi yapılmıştır.

[11] Türk Ceza Kanunu m.54/2: “Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir”.

[12] Cengiz Otacı/İbrahim Keskin, Türk Kabahatler Hukuku, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.19.

[13] Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu m.36: (1) Mahkumiyet halinde cürüm veya kabahatte kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan veya fiilin irtikabından husule gelen eşya fiilde methali olmıyan kimselere ait olmamak şartiyle mahkemece zabıt ve müsadere olunur. (2) Kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması cürüm veya kabahat teşkil eden eşya bir ceza mahkumiyeti olmasa ve faile ait bulunmasa bile mutlaka zabıt ve müsadere olunur. (3) Taşınması memnu olmıyan silahların ruhsatsız taşınması halinde de zabıt ve müsaderesine hükmolunur”.

[14] Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 23.12.1992 tarihli, 1992/10577 E. ve 1992/14247 K. sayılı kararında; “Emval naklinde kullanılan atın, yediemin edilmediği ve bu nedenle de müsadere kararı verilemeyeceğinin gözetilmesi” denilerek bozma kararı verilmiştir.

[15] Doğan Gedik, 5237 sayılı TCK ve 5271 sayılı CMK’ya göre Müsadere, Adalet Yayınevi, Ankara, 2007, s.56.

[16] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 26.02.2007 tarihli, 2007/3941 E. ve 2007/749 K. sayılı kararında; “Suçta kullanılan tabancanın ele geçmediği gözetilmeden, müsaderesine karar verilmesi” denilerek bozma kararı verilmiştir.

[17] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 13.11.2007 tarihli, 2006/3967 E. ve 2007/13574 K. sayılı kararında; “Suçta kullanılan, ancak elde edilemeyen ekmek bıçağının değeri belirlenerek, TCK’nun 54/2 maddesi uyarınca tutarı kadar paranın zoralımına karar verilmemesi,” bozma gerekçesi yapılmıştır.