Bazı durumlarda siyasal gerçeklik hakların gerçekleşmesi noktasında dirençli olmayabilir. Siyasal toplumun gerçekliğinin bu ideale ulaşmaya mani olması durumunda hak, ideal alanda kalır. İdeal alanda kalan somut gerçekliğe ulaşmayan haklar ise insanın varlığına hizmet etmediği gibi hakların devamlılığı hususuna da gölge düşürür. Yaşama hakkı gibi haklar söz konusu olduğunda, ideal ile gerçeklik birleşmek zorundadır. Çünkü yaşam hakkı insanın doğumuyla birlikte vücud bulan yegane bir haktır.
İnsan hakları kavramının özü insan olmadır. ‘’Olan’’ değil, “olması gereken” üzerinde duran doğal Hukuk anlayışına göre, doğal hukuk düşüncesinin tabii bir meyvesi olarak kabul edilen insan hakları; pozitif hukuk tanımamış olsa dahi, insanın doğuştan/aslen sahip olduğu insan olmaktan ileri gelen haklardır.[3] Tüm insanların sadece insan olması hasebiyle sahip olduğu evrensel haklar herkese eşit olarak tanınmıştır.[4] İnsan haklarının devredilemez ve vazgeçilemez olması da buradan ileri gelmektedir.
Doğal Hukuk yaklaşımına göre, doğal hukuk, insanın özünden gelen hakları korumak için vardır. İnsanların temel bir hakkı olan yaşama hakkı gibi bazı haklara doğuştan sahip olması sonucunda doğal hukuk ile bağlı olan Devlet; kendisinin yaratmadığı, kendi varlığından önce ve üstün nitelikteki değerleri temsil eden doğal hakları ortadan kaldıramayacak; aksine bu hak ve özgürlükleri tanıyacaktır. Fıkıhta da doğal hukukun görünümünü İmamı Azam’ın ‘’İsmet ademiyetledir’’ cümlesinde bulmak mümkündür.[5] Ona göre, insanın doğuştan sahip olduğu haklar bir statünün varlığına ya da koşulun gerçekleşmesine bağlanamaz. Âdemiyyet, yani insan olmak, hak ve sorumlulukların baş unsuru teşkil ettiğinden, din, dil cinsiyet hak ve sorumlulukların belirlenmesinde bir rol oynamaz. Çünkü İslam hukukunda kadın -erkek, Müslüman- Müslüman olmayan bütün insanların Âdemiyyet kategorisine girdiğini söylemek mümkündür..
Hukuk kavramının temel gayesi, haklar nazariyesinde adaletin gerçekleşmesidir. Adalete kaynaklık eden, tüm toplumlar için geçerli, “olması gereken”i temsil ettiği düşünülen doğal hukuk, pozitif hukukun üstünde görülmüştür. Çünkü Hukukun kaynağını içerikten ziyade geçerliğini belirlemekte gören hukuki pozitivizm, kanunun hukuki içeriğinin haklı veya haksız olmasıyla değil; kanun koymaya yetkili makam tarafından geçerli olarak yapılıp yapılmadığıyla ilgilenir. Pozitif hukuk yaklaşımını savunanlara göre, Doğal hukuk görüşünden ilham alınan “insan hakları”, çeşitli insan hakları belgelerinde somut bir hal alana kadar, soyut olarak kalmıştır.[6] Doğal hukuk kökenli insan hakları ile bunlara hakim olan anlayış, pozitif hukuk anlayışı tarafından benimsenmekle, pozitif hukuk metinlerine geçmiştir. Böylelikle insan hakları kavramı gerek ulusal gerekse uluslararası nitelikte güvence altına alınan somut haklara dönüşmüş de diyebiliriz. Binaenaleyh soyut ve idealize edilen doğuştan gelen hakların somut ve yeryüzüne indirgenmesi pozitif hukukla gerçekleşmiştir. Bu konuda Kelsen, hukuk normlarının insanın üstünde bir irade tarafından değil, sadece beşer sistemindeki irade tarafından konulduğundan hareket etmiş ve hukuk kuralları ile mücadele eden değerlerin ortaya koyulabileceğini belirtmiştir. Örneğin bir ülkenin hukuk kuralı intiharı yasaklayabilir, diğer bir ülkenin kuralları ise intiharı serbest bırakabilir. Belirli bir değeri öne sürerek, bu kurallardan birinin geçersiz, diğerinin ise geçerli olduğu yaklaşımı makul değildir. Bunlardan her ikisi de usulüne uygun olarak düzenlenmişse geçerlidir. Bu yaklaşıma göre kuralın adil olup olmadığı, iyi olup olmadığı hususu pek de önem arz etmez. Çünkü adil olmayı belirleyen kesin kriterler bulunmamaktadır.[7]
Doğal hukukun vizyonuyla uyumlu pozitif yasaların tanzim edilmesi insan haklarının teminatı açısından büyük önem arzetmektedir. Geçerliliğini salt kanunu koyan organdan alan hukuk, yönünü insan doğasına çevirmediği takdirde meşruluğu hususunda şüphe meydana gelir. Doğal hukuku giydiren, ona bir görünüm yerleştiren pozitif hukuktur. İnsanın haklarının güvence altına alınması bir otoritenin iradesi altında olacaksa hiç kuşkusuz bu iradenin kullanılması insan haklarının doğasına aykırı olmamalıdır.
Sonuç olarak, doğal hukuk ve pozitif hukuk yaklaşımları, değindikleri konuların muhteviyatı itibariyle birbirleriyle mücadele ediyor gibi görünseler de gerçekte biri diğerini dışlamayan, farklı pencerelerden aynı insana bakan, insanın varoluşundan gücünü alır. İnsan mefhumunun merkeze alınması, hem doğal hukuk hem de pozitif hukukun amacı olan adaletin gerçekleşmesine böylelikle hizmet etmiş olacaktır.
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Cennet Ceyda BOĞA tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
-----------------------------
[1] Bilge Umar, Hukuk Başlangıcı, İzmir 1997, s. 147
[2] KAPANİ Münci, Kamu Hürriyetleri, Ankara 1981 s. 14
[3] ÖĞÜTÇÜ Muhlis, ‘’DOĞAL HUKUK VE POZİTİF HUKUK IŞIĞINDA İNSAN HAKLARI ALANINDAKİ BAZI KAVRAMLAR’’Adlı makalesi s.570 http://kutuphane.dogus.edu.tr/makale/13036963/2005/cilt7/os1/M0001468.pdf
[4] MUMCU Ahmet / KÜZECİ Elif, İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri,Ankara 2003 s. 7
[5] Âdemiyyet, 'insan olmak' (humanity), 'ismet' dokunulmazlık (inviolability) anlamına gelmektedir. Bkz:ŞENTÜRK Recep İsmet Âdemiyyetledir: İnsan Haklarına Fıkhi Bakışlar
[6] GÖREN Zafer, Anayasa Hukukuna Giriş., İzmir 1999, s. 357.
[7] Doç. Dr.UZUN Ertuğrul,Hukukun saf hukuk kuramı okuma notları,2014 bkz:http://www.hukukkurami.net/editor/Sayi_5/05_05_uzun.pdf Bkz: KEMAL Orhan. Murtaza. 1994. İstanbul: Can Yayınları