Dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçu, 5237 sayılı TCK’nin 158. Maddesinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nin 158. maddesinde yer alan suç tipleri, dolandırıcılık suçunun temel şekline göre cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli unsurları olarak belirlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nin 158. Maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, dolandırıcılık suçunun dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak kabul edilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi için, dinî inanç ve duygular, aldatma aracı olarak kötüye kullanılması gerekmektedir.
Suçun oluşabilmesi için, dinî inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olmalıdır.
ÖĞRETİ
Falcılık, büyücülük, muskacılık, gaipten haber verme gibi veya benzeri ilkel veya gelişmiş her toplumda görülen, bir çıkar karşılığı olarak yapılan, insanların dini duygularını veya inanış biçimlerini istismar eden eylemler insanlık tarihi kadar eskidir.
İnsanların dini inanış biçimlerini ve dini duygularını istismar eden bu tür eylemler, kamu düzeni bakımından zararlı veya tehlikeli görülerek cezalandırma konusu yapılmışlardır.
Belirtmek gerekir ki, hileli davranışlarla herhangi bir kimsenin aldatılmaması halinde dolandırıcılık suçu oluşmayacaktır.
Dini inanç ve duygular istismar edilerek dolandırıcılık suçunun işlenmesi için, kişilerin hileli davranışlarla kandırılması gerekmektedir.[1]
Yasal düzenlemede yer alan, dini inanç ve duygular kavramının anlamı, kapsamı ve sınırları tanımlanmamış ve açık bir şekilde ifade edilmemiştir. Yasal düzenlemenin gerekçesinde de bir açıklık bulunmamaktadır. Gerekçede, “dinin bir aldatma aracı olarak” kullanılmasının istenmediği kaydedilmiş, “bu nitelikli unsurun gerçekleşmesi için”, dini inanç ve duyguların “aldatma aracı olarak kötüye kullanılması” hususunun aranması gerektiği ifade edilmiştir.[2]
Aldatma aracı olarak kullanılan dinin veya mezhebin, hangi din veya mezhep olduğu suçun oluşumu açısından önemli değildir.[3]
Dini inanç ve duyguların istismar edilmesi haline örnek olarak şu eylemler verilebilir:[4]
1) Bir kimsenin dini bir kurum adına hareket ettiğini söyleyerek veya hayır işi diyerek yahut bir ibadette bulunulmasını sağlayacağını vaat ederek para toplaması,
2) Kimilerinin oluşturdukları fonlarda günah olmayacak şekilde işletmede tasarrufları değerlendirdiklerine inandırarak birçok kimseden topladıkları paraları batırmaları.
3) Helal gıda satıyor olma görüntüsü altında, inananlarına dinlerince yasaklanan gıdaların satılması.
YARGITAY UYGULAMASI
Dolandırıcılık suçunun tanımı
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Hile kavramı
Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır.
Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.[5]
Bu açıklamalara göre Fail tarafından yapılan eylemin hileli davranış olarak kabul edilebilmesi ve dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için hilenin şu şartları taşıması gerekir:
1) Hile ağır, yoğun ve ustaca olmalı.
2) Hile sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte olmalı.
3) Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli.
4) Yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Dinin bir aldatma aracı olarak kullanılması
Dolandırıcılık suçunun dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak TCK'nın 158/1-a maddesinde düzenlenmiştir. Madde gerekçesine göre, burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır.
Din, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, peygamber ve Allah kavramını da genellikle içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütünüdür.
Dini inanç, dine inanan, belirli bir dine mensup kişinin duygularıdır. Bir insanın dini inanç ve duyguları ile doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır.
Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi ve suçun oluşabilmesi için, dini kurallara bağlı olanların, önem verdiği değerler, dini inanç ve duygular aldatma aracı olarak kötüye kullanılmalı, bu suretle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olmalıdır.[6]
ÖRNEK OLAYLAR
Yargıtay; Sanığın olay tarihinde pazarda alışveriş yapan katılan K..'ün yanına, katılanın kocası Y... ile tanış oldukları bahanesi ile yaklaşıp " nasıl oldu da denk geldik ben zaten ... Abime para yollayacaktım iyi sen denk geldin" dediği, katılanın parayı sadettin'e kendin ver demesi üzerine, sanığın cebinden para çıkarıp "ölen annem adına fitre dağıtmak istiyorum, etrafımda düzgün insanlar yok, sen bu parayı al dağıt" dediği ve önünde durdukları binayı gösterip bu binada bizim hoca var ona bir danışayım diyerek binaya girdiği, kısa bir süre sonra dönen sanığın katılana" teyze ben hocaya danıştım üzerinde değerli eşyalar varsa onları okutup tekrar sana vermemiz lazım"dediği, katılanın buna inanıp kolunda bulunan 3000TL değerindeki 3 adet bileziği hocaya okutulup geri getirileceği inancı ile sanığa verdiği, sanığın ‘'sen burada bekle hemen geleceğim diyerek'' katılanın yanından ayrıldığı ve bir daha dönmediği olayda;
Mahkemece, sanığın sözlerinin basit yalan niteliğinde olduğu, hile unsurunu oluşturmadığı, ancak mülkiyeti devir kastı olmayan ziynet eşyalarının alınmasından ibaret eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğu kabul edilmiş ise de, katılanların ifadesi, sanık savunmaları, teşhis tutanakları ve tüm dosya kapsamına göre, katılanın kocasını tanıdığı bahanesi ile yaklaşan sanığa katılanın güvendiği, akabinde bileziklerini hocaya okutulacağını hilesine inanarak sanığa verdiği, sanığın katılanı dini duygularını kullanarak inandırıp menfaat temin ettiği, bu kapsamda eyleminin 5237 Sayılı TCK'nın 158/1-a maddesinde öngörülen dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunu oluşturduğunu ifade ederek suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde hırsızlık suçundan hüküm kurulmasını bozma nedeni yapmıştır.[7]
Yargıtay; Katılanın evine giden sanıkların, katılana, kendisine büyü yapılmış olduğunu, altınlarını okuması gerektiğini, aksi takdirde kocasının öleceğini söyleyerek katılanı altınları vermeye ikna ettikleri, bezin içine koyup yastığa sardıkları altınları katılan farketmeden alıp daha sonra evden ayrıldıkları iddia edilen olayda, eylemin TCK 158/1-a maddesinde belirtilen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilerek hüküm kurulması gerektiğini ifade etmektedir.[8]
Yargıtay; Sanığın, bir kişi aracılığıyla tanıştığı katılanlara “Benim cinlerim var, tarlanızdan altın çıkartacağım” diyerek kandırdığı, hatta onların bahçesinden içerisinde altın benzeri eşyalar olan bir küp çıkarttıktan sonra “Bunlardan daha çok çıkartacağız, bunlarda büyü var, ben bunun eğitimini aldım, büyüleri bozacağım, muska yazacağım” diyerek kendisine iyice inandırdığı, bu amaçla sanığın katılanlardan çeşitli zamanlarda, değişik miktarlarda para ve altın aldığı, ayrıca büyü bozmak için kurban keseceğini de söyleyerek kurbanlık koyunlar aldığı ve senet imzalattığı, yine katılanlara verdikleri para ve altın miktarlarını birbirlerine dahi söylememeleri gerektiğini, aksi takdirde tılsımın bozulacağını, koydukları orandan çok daha fazlasını elde edeceklerini beyan ettiği, ancak zamanla bir sonuç elde edilememesi sebebiyle katılanların şikâyetçi olduklarının anlaşıldığı olayda, sanığın eyleminin TCK'nın 158/1-a maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğunu belirtmektedir.[9]
Yargıtay; Olay günü katılan ...'nın yanında kayınbiraderi ... olduğu halde ...isimli komşusuna misafirliğe gittiği, eve girdiği anda içerde bulunan sanıklar ... ve ...'den birinin, aniden elinden tutup kendisinin yüzüne okuyup üflediğini ve size ölüm büyüsü yapmışlar bundan dolayı bugün eşin trafik kazası geçirip ölecek dediği, bunun üzerine katılanın şoka girip titremeye başladığı, ev sahibinden domates istenildiği ve bu domatesin içerisinden muska çıkartıldığı, yapılan büyüyü bozmak için müştekinin dairesine gittikleri, burada da yumurta istendiği ve kırılan yumurtanın içerisinden saç teli çıktığı, büyünün bozulması için evde bulunan bütün altınların ve paranın okunup üflenmesi için istenildiği, altınların ve paranın getirilmesinden sonra sanıkların müşteki ile odada yalnız kalmaları gerektiğini belirterek komşusunu ve kaynını odadan çıkartıkları, altınlar ve paranın katılanın eşine ait tişört yırtılarak içine konulup bağlandığı, daha sonrasında beraberce evden dışarıya çıktıkları, yolda yürürlerken sanıkların hızla koşup ...plakalı arabaya binerek kaçtıkları, katılan ve yanındakilerin eve geri geldiklerinde maddi değeri 100.000 TL civarında olan ziynet eşyası ile isviçre frangının yerinde olmadığının tespit edildiği olayda;
Sanıkların eylemlerinin bir bütün halinde TCK'nın 158/1-a maddesinde düzenlenen dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna işaret ederek hırsızlık suçundan hüküm kurulamayacağını vurgulamıştır.[10]
Yargıtay; Sanıkların katılana, eşarp ve yastık kılıflarını sattıklarını, topladıkları parayı Van ilinde meydana gelen depremden dolayı mağdur olanlara göndereceklerini söyleyerek, iletişim kurdukları, ardından su istemeleri üzerine katılanın sanıkları evine aldığı, katılana eşi ve çocukları üzerinde uğursuzluk olduğunu, eşinin ve çocuklarının öleceğini, bu büyüyü kendilerinin bozabileceklerini beyan ederek soğan istedikleri, katılanın soğanı getirmesi üzerine sanıkların soğanı bir bezin içerisine koyarak ezdikleri ve içerisinden muska çıktığını, büyünün kısmen bozulduğunu, eşinin ölümden kurtulduğunu, ancak çocuklarının ölümden kurtulması için 27 ayrı parça altını okumaları gerektiğini söylemeleri üzerine katılanın komşularına giderek eksik olan 5 adet küçük altın, 2 adet altın yüzük ve bir çift küpeyi alarak kendi altınları ile birlikte toplam değeri 10.000 TL olan 27 parça altını sanıklara verdiği, sanıkların altınları suya batırıp çıkarttıktan sonra bir bezin içerisine koyup çekyatın içerisine bıraktıkları, katılana çocuklarının çekyatta yatıp dinlendikten sonra büyünün bozulacağını söyleyerek evden ayrıldıkları, katılanın çekyatın içerisine konulan bezi incelediğinde altınların olmadığını tespit ettiği, bu şekilde sanıkların dolandırıcılık suçunu işledikleri iddia edilen olayda;
sanıkların sübuta eren eylemlerinin 5237 Sayılı TCK'nın 142/1-b maddesinde tanımlanan “nitelikli hırsızlık” suçunu oluşturmayıp, aynı Kanun'un 158/1-a maddesinde tanımlanan “Dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle nitelikli dolandırıcılık” suçunu oluşturduğunu, hırsızlık suçundan hüküm kurulamayacağını dile getirmiştir.[11]
Yargıtay; Fikir ve eylem birliği içerisinde hareket eden sanıkların kurdukları suç örgütünün faaliyetleri kapsamında katılandan haksız menfaat temin etmek amacıyla kendilerinin İslam dinine göre kutsal olan şahıslardan olduklarını, reenkarnasyonun gerçek olduğunu, sanıklardan birinin "Peygamber", diğer sanıklardan birinin ise "Veysel Karani'nin" ruhunu taşıdığını söyleyip katılanı bu şekilde ikna ettikten sonra Allah'ın emri üzerine hayır yapması gerektiğine inandırarak katılandan değişik zamanlarda, farklı miktarlarda paralar aldıkları, katılanlar A ve B'ye yönelik ise, Varlık Barışı Kanunu kapsamında yurt dışından 22 milyon dolar para getirttiklerini, Merkez Bankası'nda olan bu paranın çekilebilmesi için vergisinin yatırılması gerektiğini, parayı aldıktan sonra karşılığını misliyle vereceklerini söyleyerek değişik zamanlarda ve miktarlarda paralar aldıkları, bir kısım paranın doğrudan sanık ...'a elden verildiği, bir kısmının ise yine sanık ...'un talimatıyla sanık ...'in hesabına yatırıldığı, eylemlerin işlenmesi sırasında talimatların sanık ... tarafından verildiği ve sanık ...'un da bu talimatları gerek bizzat gerekse sonradan kendisi ile birlikte suç işlemeye ikna ettiği sanık ... ve temyiz dışı ... vasıtasıyla katılanlara ilettiği olayda;
katılan ...'a yönelik eylemlerin TCK'nın 158/1-a ve 43/1. maddelerinde düzenlenen zincirleme şekilde nitelikli dolandırıcılık, katılanlar A ve B'ye yönelik eylemlerin ise önceki bozma kararı gereği aynı kanunun 157/1 ve 43/1. maddelerinde yer alan zincirleme şekilde basit dolandırıcılık suçlarını oluşturduğuna yönelik kabul ve uygulamada bir isabetsizlik görmemiştir.[12]
SONUÇ
1) 5237 sayılı TCK’nin 158. Maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunun oluştuğundan bahsedebilmek için, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılması gerekir.
2) Failin kullandığı hilede dini inanışlara ilişkin unsurların bulunması gerekir. Dinî inanç ve duyguları istismar eden hilenin şu nitelikleri taşıması gerekir:
a) Hile ağır, yoğun ve ustaca olmalı.
b) Hile sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte olmalı.
c) Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli.
d) Yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
3) Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı hususu her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede şu hususlar gözetilmelidir:
a) Olayın özelliği,
b) Mağdurun durumu,
c) Mağdurun eylamla olan ilişkisi,
d) Olayda kullanılan hilenin şekli,
e) Kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri.
Yukarıda belirtilen hususlar dikkate alınarak ve her somut olayın özelliklerine göre ayrı ayrı değerlendirilerek hilenin aldatıcı nitelikte olup olmadığı tespit edilmelidir.
(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.
------------------------
[1] Hafızoğulları, Z.ve Özen, M. (2013). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar. (3 .Baskı). Ankara : US-A Yayıncılık, s. 409.
[2] Hafızoğulları, Z.ve Özen, M. (2013). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar. (3. Baskı). Ankara: U S-A Yayıncılık, s. 409.
[3] Artuç, M. (2007). Malvarlığına Karşı Suçlar. (1. Baskı). Ankara: Kartal Yayınevi, s.374.
[4] Hafızoğulları, Z.ve Özen, M. (2013). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar. (3. Baskı). Ankara: U S-A Yayıncılık, s. 410.
[5] Y.2.CD, E:2016/2777, K:2018/8264, Teb:2 - 2014/375913, KT: 02.07.2018
[6] Y.2.CD, E:2016/2777, K:2018/8264, Teb:2 - 2014/375913, KT: 02.07.2018
[7] Y.15.CD, E. 2015/6678, K. 2018/4296, T. 6.6.2018.
[8] Y.15.CD, E. 2015/5023, K. 2018/3055, T. 26.4.2018.
[9] Y.15.CD, E. 2018/2525, K. 2018/2594, T. 16.4.2018.
[10] Y.15.CD, E. 2016/1987, K. 2018/2177, T. 29.3.2018.
[11] Y.15.CD, E. 2016/1433, K. 2018/1062, T. 19.2.2018.
[12] Y.15.CD, E. 2017/38113, K. 2018/953, T. 14.2.2018.