Kurulan ilişki, sırrın aşkın ve otonom olmasını baskılayarak, onun zahiri tehlike ve kaygılara kapılarak kontrolsüz güç ve keyfi bir eden olma tutkusunu sınırlar. Ona araçsal olmayı anımsatarak, gizin, uğruna mücadele edilen, saltık nesne olmasını önler.
Devlet Sırrı Kanun Tasarısı; giz ve gizli olanı kurumsallaştırırken, sır olana mutlak bir anlam ve işlev yükleyerek, onun bireyin hizmetinde olanı bertaraf eden yanını vurgulamaktan uzaklaşır. Tasarının giz olanı belirleme tekelini, yürütme ve uzantılarına bırakması, yargının sırrı yaratma, tanımlama, biçimlendirme, çözme ve yaymadaki payının minimize edilmesi ciddi diyalektik sorunlara yol açar. Anılan risk, giz olana erişimi önleme düşüncesini kurumsallaştırmakta ve değerlerle disipline edilmesine yönelik düşüncenin pratize olma ihtimalini zayıflatır.
Bu yaklaşım, aristokratik değerlere aşinadır. Demokratik değerler, ömrünü özgürlüklere adar. Özgürlüklere odaklanma, kurumların sırlarla korunması fikrini benimser. Ancak, onun mutlak egemen ve ereğe dönüşme fikrine yabancı kalır. Dolayısıyla aristokratik eğilimlere göz kırpan kavram, kurum ve kuramları besleyen bir anlayışın, demokratik değerlere nasıl ne şekilde katkı ve destek sunacağı kuşkulu kalır.
Tartışma, sır olanın toplumsal kabul edilebilirlik ihtimalini azaltmakla kalmaz, hukuk ve meşruluk anlayışının, kurum ve kuruluşlara nüfuz etmesini kısıtlar veya ortadan kaldırır. Birey ve toplumun özgürlük anlayışına sırtını dönen sır ile onun çözümüne özgülenen yaşam tarzının- giz ve gizli olana karar veren düşün dünyasında- difüzyonik bir etki yaratarak onu değiştirme, dönüştürme, yeniden inşasına ya da hak ve özgürlüklerin emrinde olmasına imkân vermez. Köklerden kopukluk, sır olanın seçkinler tarafından, hangi model ve referanslara göre belirlendiği, şekillendiği, dolaşıma sunulduğunu ve bu zihniyetin meşru parametrelerle ne denli bağdaştığını tartışmadan vareste tutmakla yetinmez, evrensel standartlarla ilişki kurmayı da soğuk karşılar.
Böylece toplumsal ve bireysel değerlerle bağdaşan ve bu yüzden de meşruiyet debisi doruğa ulaşan sır ve giz anlayışıyla, arasına alınması zor bir mesafe koyar. Bu toplumsal olanın kamusal olana egemen olamaması ya da olma ihtimalinin sıfırlanması manasına gelir. Özgürlükleri görmeyi, duymayı, konuşmayı yok sayan bu anlayış- içine dönük olmaklıktan kaynaklanan- herkesten, her şeyden soyut bir yaşamı varlık nedeni addeder.
Güncel sır anlayışı, toplumsal meşruiyetten ödün vermeyi yoksar. Gerekli, ölçülü ve kaçınılmaz parametrelere yaslanan deşifre ihtiyacını, sahici ve denetlenebilir olmak koşuluyla, tolare etmeyi olağan karşılar. Bu kompozisyonda sır yasağını benimseme, sırrın özgürlüklerle ittifakına, onunla bağdaşmasına ya da onunla işbirliği yapmasına bağlıdır. Anılan anlayış, sırrın özgürlükleri hedefleyen bir risk olmaktan çıkarılması için, denetlemeyi zorunlu görür, ancak yeterli saymaz. Dolayısıyla sırrın yargı denetiminden kaçırılmasına şiddetle karşı çıkar. Sanal ihtiyaç ve habis özlemlerin oligarşik, aristokratik, monarşik eğilimleri besleyen edenlerin kendisini sır olarak lanse etmesini yasaklar. Böylelikle hangi nesnenin nasıl, niçin, ne şekilde, ne miktarda sır kalacağını, gizin ne kadarlık kısmının kimlerle ve nasıl paylaşılacağına ilişkin öncelik ve üstünlüğü yargıya bırakır.
Yargı neyin sır veya gizli olduğunu belirlemede son sözü söyleyendir. Bu yetki kesin, keskin ve yalın sorumluluğun izlerini taşır. Nesnenin, yargı kararıyla sırrını koruması, onun deşifresini önlerken, çözülme olasılığında ise sır olan nitelik değiştirerek, yayılabilir bir yargılama nesnesine dönüşür. Sırrın korunabilmesi meşru amaçlarla sınırlıdır. Gerekli ve orantılı olmaklık meşruluğu belirleyen paha biçilmez parametrelerdir. Anılan değerler gizin, belirleyenlerin kişisel tercih, özlem ve kaygılarının gölgesinde biçimlenmesine olanak tanımaz. Bilgi veya nesnenin sır olmaktan çıkması, savunmanın bu bilgiye yaslanarak kendisini pekiştirmesine, hukuki dinlenilme hakkının konusuna kavuşmasına, retoriğin kendisini sıçratacak malzemeyi edinmesine imkân ve kolaylık sağlar. Böyle bir malzemenin kamuya açık ve onun denetimindeki alandan sudan gerekçelerle kaçırılması: bin bir güçlükle özgürleşen nesnenin tartışma dışı kalması veya yarışanlardan saklanması, adil yargılanmayı ayakta tutan temelleri, yargısal kararlar aracılığıyla zayıflatır.
Yargı denetiminin minimize edilmesi, sırrın yargının merkezine oturarak, ona egemen olması demektir. Böyle bir tablo içinde yargıç eden olmaktan çıkarak, onaylayana dönüşür. İnisiyatifsizlik- nesneye dokunulmazlık ölçüsünde- diyalektiği malzemesiz, yargıcı işlevsiz, yargılayan veya yarışanları konusuz, belagati de etkisiz kılar. Dahası, gizi gizle pekiştirerek, olumlu veya olumsuz kuşkunun kişisel,sanal ve yabancı olanın çabasıyla epistemik olana dönüşmesini önler. Bu sahici olandan feragat, varsayımsal olanla flört manasına gelir.
Böylece yargılama dediğimiz diyalektik, kıskandıracak kadar korunan giz üzerinden veya onun aracılığıyla olası kazanımlarını ve muhataplarını yitirir. Savunma temelinden yoksun kalarak gerçek ve doğruluğunu sınama ve sınatma imkânını kaybeder. Nesnesini yitiren yargı, kendisine yabancılaşır.
Giz addedilenin aleyhe etki ve sonuç yaratma yasağı ya da sırrın yargılamaya etkisinin sıfırlanması, oluşan kaybı tek başına gidermeye yetmez. Kaybedilen irtifa ve nesneden ötürü hak arayışı, yaslanacağı başka olanak ve kolaylıklar aramaya koyulur. Bu kendisini ‘Contrablanced’ olarak karakterize eden ve sınırlamayla yaratılan dezavantajın, usuli güvencelerle dengelenmesini, yabancılaşmayı ve sapmayı frenleyen çare olarak görür. Aktüel sır anlayışı, sırrın korunmasıyla oluşan kayıpların yargılamanın her aralığında ve her otorite tarafından kendiliğinden giderilmesini, kaybın telafisi için zorunlu görür. Bu öneri saltık ve yalındır. Retoriğin malzeme ve irtifa kaybının giderilmesi yargıcı, reflektif olmaya davet eder. Yargıç, diğer otoriteler ve yargılananlar bu sorumluluğun gereklerini kendiliğinden kişi mekân ve zamandan bağımsız, almaşık her gereçten yararlanarak gerçekleştirmekle ödevlidir. Yargıç ödevini çağcıl örneklerden beslenerek, onlarla samimi bir iletişim ve ilişki kurarak belirlemeyi, karşı denge için yaşamsal sayar.
Ödevden kaçınma bir başka açıdan: çelişmeli yargı ve eşitlik ilkesinin ihlali aracılığıyla, kuşkunun kendisini pekiştirerek hükme dönüşmesine yol açar. Anılan dönüşüm eş zamanlı olarak yargısal emrin tartışılmayan kadar dayanaksız, temelsiz ya da gerekçesiz kalmasını tetikler. Gerekçeden yoksunluk, yargının toplumsal ve kamusal denetiminden kaçırılmasını hoş görerek, denetlenebilir olmayı hafife alır.
Tasarının gizli nesne kavramını kurumsallaştırma arzusu, sır ile olmayan arasındaki skalada, tartışmadan istisna kılınacak bir başka kategorinin oluşumuna kaynaklık eder. Gizli olanın yazgısını belirleme tekeli, yargıcın inisiyatife ortak edilmesiyle el değiştirme imkânı bulur. Böylece gizli olanın diyalektik malzeme olma yasağından kaynaklanan tehlike, gerçeklik olmaktan göreceli de olsa çıkar. İşlevi genleşen yargı, idari otoritelerin aşkın ve otonom tanım, belirmeme ve biçimlendirme pratiğini denetleyen sahici egemene dönüşür.
İmkânlı olmak, gizin tartışma malzemesi olma ihtimalini gerçeğe evirmeye muktedirdir. Gizil güç, bağımsız ve sınırsız olmaya kalkıştığında, yasalarla erişilme imkânına kavuşma ihtimali olan nesnenin, sapmalarla örtük ya da gömülü kalmasına neden olabilir. Söz konusu durum, yasayla gün yüzüne çıkması gerekenin, keyfi kararlarla önlenmesi manasına gelir. Bu ihtimalde nesnenin zincirlerinden kurtulması, birkaç iyi yargıcın varlığına ya da olumlu sürprizlerin gerçekleşmesine ihtiyaç duyar. Evrensel tanımlar, surprizlerle varolmayı tercih etmez. Bu olasılığın olguya dönüşmesinin, temelsizlikle ittifak etmesi, misyonu kuşku ve gizlerle mücadele etmek olan yargının, varlığını yadsıması, rolüyle yollarını ayırması demektir. Uğursuz yazgıdan kaçınmak, yargıcın demokratik değerlere sadakatiyle ya da onun geleneksel olandan bağımsız tanımlama ve algılama zihniyetiyle doğrudan orantılıdır.
Kaygıya son vermek: öte yandan nesneyi sırra dönüştüren iradeyi besleyen link ve temellerin meşru, makul, hukuki, doğru ve doyurucu olmasını zorunlu kılar. Bu hedeften sapma, özgürlüklerin sırlarla çelişkisini tetikleyerek, yekdiğerini yok etmesine vesile olur.
Sırrın ilişilmezliğini kurumsallaştırma iddiası-birçok eksikle- sistemin çatlaklarına yerleşmiş geleneksel giz anlayışını toparlama, kristalize etme, özgürlükler eşliğinde konuşlandırma ve kurumsallaştırma misyonundan uzaktır. Sırları disipline etmeyi tasarlayan bakış, onu ayakta tutan dinamiklerin, demokratik hukuk devletinin yaslandığı değerlerin asgari umarlarını, ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamaktan yoksundur. CMK’daki sır anlayışının muhafaza edilmesi, sır ve gizi korumadaki aşırılığı, diğer yargı yollarının sırra ilişkin değerlerini görmezden gelmesi ve yürütmenin doruğunu sorumsuz kılan anlayışı, denge ve denetim olgusunu dışlaması ya da ziyadesiyle gözetmemesi onu, aristokratik motiflere yaklaştırmaktadır. Betimlenen tablo, sırların hukukla meşru bir zeminde yapacağı düeti ertelemektedir.
Bu düşüncenin, çözümü kolaylaştıran kriptoyu vermekten kaçınması ya da deşifreyi olanaklı kılan istisna ve muafiyeti tanımaktan, çözülme ve çözüme imkân verecek öneri, usul-esaslardan, gerekçenin gücünü yeterince algılamaktan yoksunluğu ve almaşık çözüm öneren sınır ötesi standartları yadsıması, demokratik hukuk devletinin yaslandığı temelleri kemiren koşulları tetikler.
Özelde savunma, genelde yargının işlerliği önünde ciddi bir bariyere dönüşen sır algısı; güncel ve demokratik giz anlayışıyla, komplekslerden arî, içten ve eşit bir ilişki kurmayı, toplumsal olanın, kamusal alanı etkisine almasına izin veren ve de meşruluk sorunlarını aşacak bir yörüngeye oturmalıdır. Bu deneyim, geleneksel alışkanlıklar ve reflekslerden kurtulmayı zorunlu kılar. Kurumsal uzlaşma, toplumsal kabul edilebilirlik standartlarıyla uyumlu anlayışla zıtlaştığı sürece, bir değer olmaktan uzaklaşır. Meşrulukla zıtlaşmak, adaletin sırrın rehberliği ve egemeliğinde, bilinen akıbete terk edilmesine göz yumar.
İnsanlık, savunmadan saklanan dosyalara yaslanarak, verilen hükmün yargılama diyalektiği, eşitlik ilkesi, savunma ve gerekçeli karar alma hakkını nasıl ve ne şekilde bertaraf ettiğini, bu yok oluşun birey ve toplum nezdinde yarattıklarının hazin ve trajik öyküsünü Dreyfus ve çağdaşlarından öğrenmiştir. Çağın bu trajediye son vermesi, sırrı kutsayan anlayışın, hukuka boyun eğmesiyle mümkündür.