CUMHURİYETİN İLANI VE TÜRK KADINI

Abone Ol

“Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile dağılan ve parçalara ayrılan Osmanlı İmparatorluğu’nun ardından, halk Mustafa Kemal’in önderliğinde bir araya gelmiş ve bağımsızlığını kazanmak için Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştır. Bu yolda öncelikle 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kurulmuş, Mustafa Kemal tarafından egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu vurgusu yapılmıştır. Milli Mücadelenin kazanılmasından sonra ise; Cumhuriyet’in ilanına en büyük engel teşkil eden saltanat, 1 Kasım 1922’de kaldırılarak,  24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanmış ve beraberinde yeni Türk Devleti’nin bağımsızlığı kabul edilmiştir.

İkinci dönem, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasından 2 ay sonra 13 Ekim 1923’de Ankara Türkiye Devleti’nin Hükümet Merkezi olmuştur. Artık, mevcut rejimin isminin de bütün açıklığı ile konulması, yeni devletin başkanının seçilmesi gerekiyordu. İç ve dış şartların doğurduğu bu gelişmeler sonucu; 29 Ekim 1923 akşamı Cumhuriyet ilân edildi. Cumhuriyetin ilânı ile "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" kuralı, artık devlet yönetiminde, en belirgin şekliyle yerini alıyor; demokrasiye giden yol daha aydınlık olarak çiziliyordu.

Öte yandan, Milli Mücadelenin kazanılması ve Cumhuriyet’in ilanına giden bu yolda Türk kadınının rolünün yadsınamaz olduğu da, ayrı bir gerçektir. Zira Türk kadını sadece cephe gerisinde değil, cephede muharip olarak görev alarak, Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasında rol oynamış, bağımsızlık mücadelesinde erkeklerle yan yana, omuz omuza korkusuzca savaşmıştır.

Kurtuluş Savaşı öncesi ve Kurtuluş Savaşı sırasında sosyal yardım, kurtuluş ve ülke bütünlüğünün korunması amacıyla; çeşitli kadın dernekleri kurulmuş ve bu dernekler aracılığıyla bağımsızlık savaşı için örgütlenmeler başlamıştır. (Hilal-i Ahmer Cemiyeti Kadın Kolları, Asri Kadın Cemiyeti, Muallimler Cemiyeti, Müdafaa-i Hukuk Kadınlar Şubesi, Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti ve cemiyetin Anadolu’daki şubeleri sayılabilir.)

Kurtuluş Savaşı yıllarında geniş kitleler vatanın kurtuluşu için İstanbul ve taşrada çeşitli mitingler düzenlemişler ve kadınlar bu mitinglerde hem konuşmacı, hem de katılımcı olarak önemli bir rol oynamışlardır. Halide Edip (Adıvar) bu mitinglerde öne çıkmış ve milli mücadele ruhunun yayılmasında önemli katkıda bulunmuştur.

Kadınların kurtuluş savaşına desteği bu kadarla sınırlı kalmamış, silah ve cephane üretimi, askerler için yiyecek ve giyecek hazırlanması, yaralı askerlerin bakımı ve cephanenin taşınması gibi konularda da ellerinden geleni yaparak, Milli Mücadelenin kazanılmasında büyük katkı sağlamışlardır.-

Bazı kadınlar bunların da ötesinde bilfiil çatışmalara katılarak, savaşmışlardır. Düzenli orduda muharip asker olarak görev alan kadınların sayısı oldukça sınırlı olsa da, gönüllü birliklerde ve çetelerde çok sayıda kadın savaşa katılmıştır.

Bunlarda biri de Kara Fatma lakabıyla anılan Fatma Seher Erden’dir. Erzurum Kongresi’nden itibaren aktif olarak Millî Mücadele’ye katılmış, İstanbul’da ve İzmir başta olmak üzere Batı Cephesinde birçok yerde görev yapmıştır. Komutanı olduğu müfrezesiyle I. ve II. İnönü, Sakarya ve Dumlupınar Muharebelerinde savaşmış ve savaş sonunda üsteğmen rütbesi ile emekli olmuştur.

İşte tam olarak bu durumun farkında olan Atatürk çoğu sözünde Türk kadınının milli mücadeleye olan katkısından bahsetmiştir.

 “Dünyada hiçbir milletin kadını, "Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim" diyemez.”

Meşrutiyet döneminin bütün düşünce akımlarını ilgiyle izleyen, ülkesinin sorunlarını yakından inceleyerek, bunlar üzerinde düşünen Atatürk, Türk kadınını ikinci sınıf insan konumundan kurtarmanın zorunlu olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Atatürk 1916’da Doğu cephesi kumandanıyken çevresindeki kişilerle sohbet sırasında kadınlarla ilgili sorunları tartışıyor, kadınların iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararları, çalışma yaşamında kadına da yer verilmesi gibi hususları vurguluyordu. 1918’de Karlsbad’da tuttuğu notlarından anlaşıldığı gibi sosyal yaşamdaki inkılâpları gerçekleştirmeyi daha o tarihlerde düşünmüştür. (Feyzioğlu 1986:541-542).

Atatürk Cumhuriyetin ilânından dokuz ay önce kadın hukukunda inkılâp ihtiyacı konusundaki düşüncelerini şu sözleri ile açıklamıştır:

“Bir toplum, cinsinden yalnız bilinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse o toplum yandan fazla kuvvetsizlik içinde kalır…”“Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır…” Yaşamak demek faaliyet demektir. Bir toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer organı işlemezse o toplum felç olmuştur… Bizim toplumumuz için ilim ve teknik gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın edinmeleri lazımdır. Malumdur ki, her safhada olduğu gibi sosyal hayatta dahi iş bölümü vardır… Bugünün gereklerinden biri kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir”. (Kocatürk 1984:97-98).

Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerine yeni laik bir cumhuriyet yaratan Atatürk, yeni kurulan bu devletin ekonomik ve siyasal alanların yanı sıra kültürel alanı da kapsayan bir dönüşüme ihtiyacı olduğuna dikkat çekerek, kültürel alandaki dönüşümü yeni bir kadın imajı yaratarak başlatmanın uygun olduğuna karar vermiştir. Bu kararını da 1 Aralık 1923 yılında İzmir’de yaptığı konuşmasındaki şu sözlerle dile getirmiştir;

“...Bir toplum cinsinden yalnız birinin, çağın gereklerinin edinmesiyle yetinirse, o toplum yarıdan çok güçsüzlük içinde kalır. Bir ulus ilerlemek ve uygarlaşmak isterse, özellikle bu noktayı temel alarak kabul etmek zorundadır. Bizim toplumumuzun başarısızlığının nedeni kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz gevşeklik ve kusurdan doğmaktadır... Bir toplumun yaşamda çalışması ve başarılı olması için, çalışmanın ve başarılı olabilmenin bağlı olduğu bütün nedenleri ve koşulları kabul etmesi gerekir. Bundan dolayı bizim toplumumuz için ilim ve fen gerekliyse, bunları eşit ölçüde hem erkek hem de kadınlarımızın elde etmesi gerektir”.

Osmanlı’da kadın ve erkek hiçbir alanda eşit konumda görülmemekte, kadın her zaman ikincil konumda tanımlanmaktaydı. Kadınların kamu yaşamına katılma hakları olmadığı gibi, istedikleri eğitimi alma hakları da bulunmamaktaydı. Ancak tüm bunlar Cumhuriyetin ilanıyla birlikte değişmeye başlamıştır.

- 3 Mart 1924 yılında Halifelik kaldırılmış; aynı gün Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkartılmış ve böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığına bağlanarak kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başlamıştır.

- Sonrasında ise, sosyal hayatı düzenlemede etkili olan Türk Medeni Kanunu’nun 1926 yılında kabul edilmesiyle, çok eşliliğe son verilmiş, kadın ve erkeğe eşit boşanma hakkı ve çocukların velayet hakkı tanınmıştır. Ayrıca kadın ve erkeğin mirasta eşit pay almaları da Türk Medeni Kanunu ile sağlanmıştır.

- 1930 yılında kadın ve çocukların korunmasıyla ilgili ilk düzenleme Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapılmıştır

- Yine 1930 yılında Belediye Yasası çıkarılarak, kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.

- 1933 yılında Köy Kanunu’nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verilmiştir.

- 1934 yılında Anayasa değişikliği ile kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti bu hakkı kadınlara tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuştur.

- 1936 yılında ise, İş Kanunu yürürlüğe girmiştir. Kadınların çalışma hayatı iyileştirilmiş ve kadınlara istedikleri işte çalışabilme hakkı tanınmıştır.

Tüm bu gelişmelerle toplum içinde aktif konuma getirilmeye çalışılan kadınlar, yeni haklarla donatılmış ve artık toplumda eşit yurttaşlar olarak görülmeye başlamıştır.

Bize Cumhuriyeti ve beraberinde birçok hakkı hediye ederek, toplumda hak sahibi olmamızı sağlayan ulu önderimizi saygı, sevgi ve özlemle anarak, onun değerli ve bir o kadar da anlamlı sözleri ile bu yazımızı neticelendirmek doğru olacaktır diye düşünüyoruz:

“Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur”. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 150-151).

Bugün toplumda erkeklerle eşit haklara sahip olmamızı, istediğimiz işte çalışabilmemizi, istediğimiz eğitimi alabilmemizi kısacası özgürlüğümüzü Atatürk’e, onun yeniliklerine, ileri görüşlülüğüne, bu yolda Milli Mücadeleye destek veren tüm kadın ve erkeklere ve Cumhuriyet’e borçluyuz. Cumhuriyet’imizin 95. Yılı kutlu olsun…

.

Av. Begüm GÜREL & Av. Serap YAŞAR

.

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Begüm GÜREL ve Av. Serap YAŞAR tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

Yararlanılan Kaynaklar:

- Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 44, Güz 2009, s. 627-638 Cumhuriyet Dönemi Kadın İmgesi Üzerine Bir Değerlendirme - Dr. Ayça GELGEÇ BAKACAK

- Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türkiye’de Kadın- Harun Aydın