CUMHURİYET SAVCISININ HUKUK DAVASINDA YER ALMASI

Abone Ol

Hukukumuzda Cumhuriyet savcılarına, bir takım hukuk davalarını açma konusunda ya da açılmış olan bazı hukuk davalarında taraf olma konusunda yetki verilmiştir. Söz konusu bu durum kamu düzeninin sağlanması amacıyla hukukumuzda yer almakta ise de, kamu düzenini ilgilendiren her hukuk davasında Cumhuriyet savcılarının yer alacağı konusunda açık bir hüküm de söz konusu değildir. Cumhuriyet savcıları yalnızca kanunda açıkça öngörülen durumlarda davaname adı verilen bir dilekçe ile hukuk davası açabilecek ya da açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alabilecektir. Nitekim yasa koyucu hukuk muhakemeleri yasamızda bu durumu açıkça belirtmiştir. 6100 sayılı HMK m.70/1’e göre; “Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça öngörülen hallerde, hukuk davası açar veya açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alır”. Söz konusu yasa hükmünden de anlaşılacağı üzere Cumhuriyet savcıları her durumda değil sadece kanunda açıkça belirtilen hallerde, hukuk davası açabilecek ya da açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alabilecektir. Öyle ki hukuk sistemimizde Cumhuriyet savcıları esas olarak ceza yargılaması sistemi içerisinde görevli olup, hukuk yargılamalarındaki görevleri hiç şüphesiz istisnai niteliktedir. Cumhuriyet savcısına bu hususta kanunda açıkça yetki verilmesi durumunda Cumhuriyet savcısı tıpkı bir davanın tarafı gibi ona tanınan tüm yetkilerden yararlanabilecek, HMK kapsamında bir davada gereken tüm işlemleri yapabilecek örneğin mahkemeden delillerin toplanmasını isteyebilecektir.

Cumhuriyet savcısı HMK m.70/2 gereği, resmi dairenin bildirimine rağmen dava açmaz ise ihbar eden resmi daire, Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza merkezine en yakın kıdemli asliye hukuk mahkemesi hâkimine itiraz edebilecektir. Bu hususta 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 172 ve 173 üncü maddeleri kıyasen uygulanacaktır. Ayrıca Cumhuriyet savcısının yasa gereği yer aldığı bu dava ve işler üzerinde taraflar serbestçe tasarruf edemeyeceklerdir (HMK m.70/3).

Cumhuriyet savcılarının hukuk davası açma veya açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer almasının kanunda açıkça belirtilen hallerde söz konusu olacağını yukarıda belirtmiştik. Kanunda açıkça belirtilen bu düzenlemelere Nüfus Hizmetleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu gibi bazı kanunlarımızdan örnek vermekte fayda görmekteyiz. Örneğin 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36/1-a maddesi; “Nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılır…” hükmüyle nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının cumhuriyet savcıları tarafından açılacağını belirtmiştir. Yine 4721 sayılı TMK’nin 146.maddesi evlenmenin mutlak butlanla batıl olduğu durumlarda “Mutlak butlan davası, Cumhuriyet savcısı tarafından re'sen açılır” diyerek Cumhuriyet savcısının mutlak butlan davasını re’sen açacağına dikkat çekmiştir. Yine aynı yasanın 89.maddesi; “Derneğin amacı, kanuna veya ahlâka aykırı hâle gelirse; Cumhuriyet savcısının veya bir ilgilinin istemi üzerine mahkeme, derneğin feshine karar verir” hükmüyle Cumhuriyet savcısına derneğin feshi konusunda yetki vermiştir. Yine aynı yasanın 298.maddesi; “Ana, çocuk ve çocuğun ölümü hâlinde altsoyu, Cumhuriyet savcısı, Hazine ve diğer ilgililer tanımanın iptalini dava edebilirler” hükmüyle Cumhuriyet savcısına tanımanın iptali davası açma konusunda yetki vermiştir. Söz konusu bu örnekleri çoğaltmak mümkündür ancak konuyu fazla uzatmaksızın Cumhuriyet savcılarının davada yer alması başlıklı 6100 sayılı HMK m.70’in yasa koyucu tarafından düzenlenmesinin gerekçesini paylaşmakta fayda görmekteyiz.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 70. Maddesinin Gerekçesi

Cumhuriyet savcısının, hukuk davalarında yer almasının temelinde, kamu düzeninin korunması düşüncesi yatar. Ancak, kamu düzenini ilgilendiren her konuda Cumhuriyet savcısının görevli olduğuna ilişkin bir ilke olmadığı gibi, böyle bir kanun hükmünün konulması da hukuk davalarının niteliği ile bağdaşmaz. Sadece kanunda açıkça öngörülen hâllerde Cumhuriyet savcısının dava açması ve açılan davalarda taraf olarak yer alması kabul edilmiştir. Cumhuriyet savcısı, hukuk davası açılması için gerekli şartların varlığı hâlinde, dava açmak zorundadır. Cumhuriyet savcısı, yer aldığı hukuk davalarında, dava açma, kanun yollarına başvurma, delillerin toplanmasını isteme gibi taraf olmaya bağlanan her türlü yetkiyi kullanabilir. Maddî hukuk ilişkisinin tarafı olmamaları, şeklî esasa bağlı "taraf olma" niteliğine engel teşkil etmemektedir. Öğretide, dava dilekçesinde davalı veya davacı olarak gösterilmek, usuli bir kavram olan taraf sayılmak için yeterli kabul edilmektedir. Maddî hukuk ilişkisine yabancı üçüncü kişilerin davadaki konumlarını açıklamak için kullanılan "davayı takip yetkisi" kavramıyla kanunen kendilerine görev verilen üçüncü kişilerin durumları açıklığa kavuşturulmuş, bu esas, öğretide ve uygulamada kabul görmüştür. Bu nedenle, uygulamadaki tereddütleri ortadan kaldırmak, Cumhuriyet savcılarının hukuk davalarındaki görevlerinin niteliğini ve temelini açıklığa kavuşturmaları için, taraf olduklarının açıkça belirtilmesine gerek duyulmuştur. Ayrıca kanunda açıkça öngörülen hâllerde, açtığı veya açılmış bir hukuk davasında Cumhuriyet savcısının yer alması, kanunî bir zorunluluk olarak öngörülmüştür.

Cumhuriyet savcısı kendiliğinden veya resmî dairenin bildirimde bulunması üzerine hukuk davası açar. Resmî dairenin ihbarı üzerine, dava açılmaması hâlinde bir itiraz yolunun öngörülmesi, kamu düzeninin korunması ve keyfiliğin önlenmesi açısından faydalı görülmüştür. Yalnız, burada işin mahiyeti icabı, itirazın asliye hukuk hâkimi tarafından incelenmesi gerekmektedir. İtiraz usulüne ilişkin olarak, ayrıntılı hükümler konulması yerine, bu ihtiyacı karşılayacak nitelikte olan Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 172 ve 173 üncü maddelerinin kıyasen uygulanması kabul edilmiştir. Resmî daire dışındaki gerçek veya tüzel kişilerin hukukî menfaatlerinin bulunması hâlinde, doğrudan dava açabilecekleri dikkate alınarak, ihbar veya şikâyetleri üzerine Cumhuriyet savcısının dava açmaması durumunda, onlara bir itiraz hakkının tanınmasına gerek görülmemiştir.

Kamu düzeninin korunmasının özel önem taşıması ve kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması nedeniyle, Cumhuriyet savcısının yer aldığı dava ve işler üzerinde, tarafların serbestçe tasarruf yetkilerinin bulunmadığının açıkça belirtilmesinde yarar görülmüştür.

KONUYA İLİŞKİN EMSAL YARGITAY KARARLARI

1) Yargıtay 4. HD’nin 14.06.2021 tarih, 2019/3285 E.-2021/3003 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Dava, 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 15. maddesinin (a) bendi uyarınca ...’nın teklifi üzerine ... tarafından düzenlenen davaname ile açılmış olup, davalı...’nın aktif üye sayısının yüzün altında bulunması nedenine dayalı feshine karar verilmesi istemine ilişkindir. Davalı... vekili; davanın reddi gerektiğini savunmuştur. İlk derece mahkemesince; davanın kabulü ile davalı...’nın feshine karar verilmiş; hükme karşı davalı... vekili istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince; davalının istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğine esastan reddine karar verilmiş; karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 70. maddesinin 1. fıkrası; “Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça öngörülen hâllerde, hukuk davası açar veya açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alır” ve aynı maddenin 3. fıkrası “Cumhuriyet savcısının yer aldığı dava ve işler üzerinde taraflar serbestçe tasarruf edemezler” hükmünü içermektedir. Dava, ... tarafından davaname ile açılmıştır. İlk derece mahkemesince davanın Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen davaname ile açıldığı dikkate alınarak, Cumhuriyet savcısına usulüne uygun duruşma günü tebliğ edilip duruşmalara katılımı sağlanmaksızın, eksik ve yanlış taraf teşkili ile Cumhuriyet savcısının yokluğunda yargılamaya devam edilip karar verilmiş, böylece Cumhuriyet savcısının davadaki taraf sıfatı yukarıda açıklanan yasal düzenlemeye aykırı olarak gözetilmemiştir. Şu halde; yukarıdaki açıklamalar ve HMK’nin 70. maddesindeki düzenlemeye aykırı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya uygun düşmediğinden, bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir…” (Yargıtay 4. HD’nin 10.02.2020 tarih, 2017/1092 E.-2020/432 K.- 03.02.2020 tarih, 2017/1010 E.-2020/323 K.- 20.01.2020 tarih, 2017/788 E.- 2020/134 K. - 20.01.2020 tarih, 2017/785 E.-2020/133 K. sayılı içtihatları da söz konusu bu kararla benzer mahiyettedir.)

2) Yargıtay 4. HD’nin 20.01.2020 tarih, 2017/803 E.- 2020/135 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Dosyanın incelenmesinde; Cumhuriyet savcısı tarafından davaname ile açılmış olmasına rağmen, mahkeme kararının Cumhuriyet savcısına usulüne uygun olarak tebliğ edildiğine ilişkin dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmaktadır. Cumhuriyet savcısına yapılacak tebligatın usulü 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 43. ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 65. maddesinde gösterilmiştir. Buna göre "Cumhuriyet Savcılığına yapılacak tebligat, tebliğ olunacak varaka aslının kendisine gösterilmesi suretiyle olur. Bu tebliğ bir mehile başlangıç olacaksa, Cumhuriyet savcısı, gösterildiği günü, varakanın aslına işaret ve imza eder." Tebligatın gösterilen usule göre yapılması, geçerlilik koşuludur. Bu bakımdan Cumhuriyet savcısına gösterilen usulde tebligatın yapılması zorunludur. Bu şekilde yapılmayan tebligat usulsüzdür. Bu sebeple, mahkeme kararının Cumhuriyet savcılığına "görüldü" için gönderilmesi, Cumhuriyet savcısının kararın üzerine "görüldü" açıklamasını verdikten sonra adı, soyadı ve sicil numarasını yazıp, görüldüğü tarihi yazması ve onun yönünden de temyiz süresinin beklenmesinden sonra, dosyanın gönderilmesi için geri çevirme kararı verilmesi gerekmiştir…”

3) Yargıtay 18. HD’nin 17.11.2015 tarih, 2015/17877 E.- 2015/16618 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Dava, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan davalı derneğin 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 87/5. maddesi gereğince olağan genel kurul toplantısının iki defa üst üste yapılamamış olması sebebiyle, kendiliğinden dağıldığının tespiti talebine ilişkindir. Mahkemece, davalı derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespitine karar verilmiştir. Türk Medeni Kanununun 87. maddesine göre; Dernekler, 1. Amacın gerçekleşmesi, gerçekleşmesinin olanaksız hale gelmesi veya sürenin sona ermesi, 2. İlk genel kurul toplantısının kanunda öngörülen sürede yapılmamış ve zorunlu organların oluşturulmamış olması, 3. Borç ödemede acze düşmüş olması, 4. Tüzük gereğince yönetim kurulunun oluşturulmasının olanaksız hale gelmesi, 5. Olağan genel kurul toplantısının iki defa üst üste yapılamaması halinde kendiliğinden sona erer; her ilgili, sulh hâkiminden, derneğin kendiliğinden sonra erdiğinin tespitini isteyebilir. Davacı sıfatı, kural olarak dava konusu hakkın sahibine aittir. Ancak özel kanun hükümleri ile bazı hallerde dava konusu hakkın sahibi olmayan üçüncü kişiye de dava açma hak ve yetkisi tanınmıştır. Bu haller istisnai niteliktedir ve ancak özel bir kanun hükmüne dayanabilir. Bu hallerden birisi de kamu yararı düşüncesi ile Cumhuriyet Savcılarına bazı hukuk davalarını açma hak ve yetkisinin tanınmış olmasıdır. Cumhuriyet Savcılarının görev ve yetkileri ile açabilecekleri özel hukuk davaları da dâhil tüm davalar kanunda gösterilmiştir. Dolayısıyla, Cumhuriyet Savcıları dava açma hak ve yetkisini kanundan alır ve ancak kanunla verilmiş bu hak ve yetkiyi kullanarak dava açabilirler. Yukarıda gösterilen yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar dikkate alındığında Cumhuriyet Savcısının özel hukuk alanında dava açma hak ve yetkisinin sınırlı olduğu, bu yetkinin sınırının yine yetkiyi veren kanun ile düzenlendiği anlaşılmaktadır. Kanunun açıkça yetki vermediği bir konuda Cumhuriyet Savcısının davaname ile dava açarak derneğin feshini istemesi durumunda, Cumhuriyet Savcısının kaynağını Anayasa'dan ve kanunlardan almayan bir devlet yetkisini kullanmış olacağı, diğer bir anlatımla bu şekilde dava açmakta yetkisiz olduğu da her türlü duraksamadan uzaktır. Hal böyle olunca, davacı Cumhuriyet Savcılığının dava açma hakkı bulunmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir…”

4) Yargıtay 2. HD’nin 10.12.2014 tarih, 2014/17388 E.- 2014/25174 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Dava, eşlerden birinin evlenme sırasına evli bulunması (TMK md. 145/1 ) sebebine dayalı olarak açılan mutlak butlan ile evliliğin iptali davası olup, Tekman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından davaname ile açılmıştır. Cumhuriyet Savcısı, kanunda açıkça öngörülen hallerde hukuk davası açar veya açılmış olan hukuk davasında taraf olarak yer alır (HMK md. 70/1). Mutlak butlan davası açma Cumhuriyet Savcısı için bir görev olduğundan (TMK md. 146/1) açılan davanın duruşmalarında hazır bulunması zorunluluktur. Bu nedenle; Cumhuriyet Savcısının duruşmalara katılımı sağlanılmadan yokluğunda yargılamaya devamla hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” (Aynı dairenin 24.03.2014 tarih, 2013/23566 E.-2014/6684 K. sayılı içtihadı ile 13.01.2014 tarih, 2013/14764 E.- 2014/2 K. sayılı içtihadı söz konusu kararla benzer mahiyettedir.)

5) Yargıtay HGK’nin 27.03.1996 tarih, 1996/18-71 E.- 1996/213 K. sayılı içtihadı şu şekildedir: “…Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan sonra müzakerelerin başında ilk kararı Cumhuriyet Savcısının temyiz etmemesi karşısında direnme kararını temyize hak ve yetkisinin olup olmadığı tartışmaya yol açmıştır. Bu sorunun çözümü için her şeyden önce Cumhuriyet Savcısının Hukuk Yargılamasındaki fonksiyonunu ortaya koymak gereklidir. Cumhuriyet Savcılarına asıl görev ceza yargılamasında verilmiş olmakla beraber, Hukuk Yargılamasında da Kamu düzeni düşüncesi ile bazı davaları takip, bazı davaların yargılamasında mahkemeye katılma görevi verilmiş bulunmaktadır. Hatta HUMK. nun 58. maddesi ile Cumhuriyet Savcısının davaya müdahalesi de açıkça düzenlenmiştir. Bu cümleden olarak da Nüfus Kanununun 46. maddesinde de Cumhuriyet Savcılarının yargılama sırasında bulunmaları kuralı yer almaktadır. Cumhuriyet Savcılarının görevlerinin en önemlilerinden biri de kuşkusuz Kamu düzen ve yararını koruyup sağlamaktır. Cumhuriyet Savcıları ifa eyledikleri görevin özelliği gereği mahkemenin bir parçası (rükun) durumundadır (8.4.1924 tarihli 469 sayılı Kanun madde 5). Bu özellik dikkate alındığında Cumhuriyet Savcısının açtığı veya HUMK. nun 58. maddesi uyarınca katıldığı davada taraflara nazaran durumu ortaya çıkar. Cumhuriyet Savcılarının bu görevin gereği olarak yargılamada bulundukları veya açtıkları davalar sonunda oluşan kararları temyiz etme yetkileri tartışmasızdır. O halde Kamu düzenine veya Kamu yararına aykırı oluşan direnme kararının Cumhuriyet Savcısı yönünden daha önceki kararın, temyiz edilmemesi ile kesinleştiğini veya bunun davadaki değerleri hakkında usuli kazanılmış hak haline geldiğini söylemek, Cumhuriyet Savcısının açıklanan görevi ile bağdaşmaz. Bu düşüncelerle Cumhuriyet Savcısının temyiz dilekçesinin incelenmesine engel bir halin bulunmadığı kabul edilip işin esasının incelenmesine geçilmiştir. Dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin esası yönünden gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır…”