COVID19 (KORONA VİRÜSÜ) ve İNŞAAT HUKUKU

Abone Ol

Tüm dünyayı etkisi altına alan ve birçok sektörü olumsuz etkileyen Korona Virüsü salgını, inşaat sektörünü de etkilemeye başladı. “Corona Virus (Covid-19)" olarak bilinen solunum yolu bulaşıcı hastalığı, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 9 Mart 2020 tarihli raporuna göre 100’den fazla ülkede 109 bin teyit edilmiş küresel vaka ile kayıtlara geçmiştir. DSÖ tarafından, Corona Virus için 2 Mart 2020 tarihinde küresel risk seviyesi “yüksekten”, “çok yüksek” seviyesine çıkarılmış, ayrıca “Uluslararası Kamu Sağlığı Acil Durumu” ilan edilmiştir. Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Korona Virüsü Bilim Kurulu’nun önerileri kapsamında ise; "yeni tedbirlerin hayata geçirilmesi için gerekli dikkat ve özenin gösterilmesi, keyfiyetin tüm vatandaşlar kapsamında önem arz etmesi hasebi ile uyumun gözetilmesi gerektiği" belirtilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56. maddesinde: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu yasal düzenlemeler ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından Corona Virus (Covid-19) yönünden küresel risk seviyesinin “yüksekten” “çok yüksek” seviyesine çıkartılması, Sağlık Bakanlığı Yüksek Bilim Kurulu'nun önerileri kapsamında ülkemizdeki hastalığın seyrinin ilerleme-yayılma süreci, hastalığın yüksek bulaşıcılığı ve aşısının ya da özel ilacının henüz geliştirilmemiş olması hasebi ile insan sağlığına yönelik önemli bir tehdit olması, toplu alanlarda hastalığın yayılmasının daha kolay ve hızlı olabileceği hususlarını dikkate almak sureti ile tüm dünyayı etkisine alan COVİD 19 Virüsü’nün ülkemizde de görülmesi ile birlikte hükümet salgının durdurulması için birbiri ardına tedbirler almaya başlamıştır. Korona virüsü salgını hasebi ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 12.03.2020 tarihinde birtakım kararlar almıştır. Yine T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından bazı işyerlerinin geçici süre ile kapatılması tedbiri de bunlar arasında yerini almıştır. 15 Mart 2020 tarihinde tüm valiliklere gönderilen ek genelgeyle başlayan süreçte halihazırda 200.000 fazla iş yerinin faaliyetlerine ara verilmiştir. Akabinde 22.03.2020 tarihinde 2279 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararıyla icra ve iflâs takiplerinin durmasına karar verilmiştir. Ardından 26 Mart 2020 tarihinde ve 31080 sayılı (Mükerrer) Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7226 Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile kabine tarafından belirli hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Yine bu kapsamda HSK’nın 13.03.2020 tarihinde Mahkemelere yönelik yayınlamış olduğu tavsiye kararı ile hukuki süreçler de durdurulmuştur.

Tüm dünyada yayılmış bir salgın hastalık olan COVID19 yüklenici firmaları da bu salgın hastalık buhranına kaptırmıştır. Bu dönemde yüklenici firmalar, arsa payı sahipleri ile aralarında oluşabilecek hukuki anlaşmazlıkları ortadan kaldırarak hak kayıplarını önlemek saiki ile arsa payı sahiplerine ihtar çekecek ve arsa payı sahipleri de bu bilgilendirmeyi “dünyayı sararak büyük bir tehlike ihtiva eden” Korona Virüsü’nü gözetmek sureti ile tolerans ile karşılayacaklardır. Böylece bu zorlu süreç karşılıklı destek ile atlatılabilecektir.

Bilinmektedir ki tüm dünya ülkeleri gibi ülkemizin de içine girdiği Covid-19 salgını, her türlü endüstriyel üretimi, eğitimli insan kaynaklarına bağımlı olan mühendislik ve kurulum hizmetlerini ve tüm nakliye hizmetlerini, inşaat halindeki yapıların tamamlama sürecini doğrudan menfi yönde etkilemektedir. Mevcut olağanüstü koşullar altında tamamen duran veya aksayan üretim, nakliye, kurulum hizmetleri, inşaat halindeki yapıların, öngörülen tarihte ve öngörülen sermaye ile ifaya hazır hale getirilmesini imkânsız hale getirmektedir. Yüklenici firmalar bu süreçte hem işveren olarak işçilerinin ve ailelerinin sağlık ve güvenliklerini düşünmek hem de üretim faaliyetlerindeki sekteye uğramalar nedeni ile arsa payı sahiplerinin de haklarını gözetmek zorunda kalacaklardır. Salgın dolayısı ile inşaat sektöründe ve üretimde baş gösteren duraklamanın ne kadar zaman içinde normale dönebileceği de aşikar olmadığından bahisle hukuki süreçte bozulmalar ve uyuşmazlıklar doğabilecek bu da yine hukuken çözümlenebilecektir.

Korona Virüsü salgını hukuk düzeninde pek çok sorunun baş göstermesine neden olmuş, başta konut ve çatılı iş yerlerindeki kira ilişkisine, kamu ihalelerinin yürütülmesine, enerji piyasası ile faturaların ne yönde seyir izleyeceğine, infaz kanununa, nakit akışlarının bozulmasına, sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilememesine olmak üzere inşaat sektörüne de etkilerini açığa çıkarmıştır.  Bu süreçte en çok merak edilen husus, mezkur salgın hastalığın vukuundan evvel akdedilmiş olup halihazırda varlığını muhafaza eden sözleşmelerin bu değişen koşullar altında ne şekilde etkileneceği ve sürecin sözleşmelere etkisinin ne şekilde olacağıdır.

1 Nisan 2020’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2020/5 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile; 4.1.2002 tarihli 4375 Sayılı Kamu İhaleleri Sözleşmeleri Kanunu ile bundan istisna edilen düzenlemeler kapsamında akdedilen inşaat sözleşmelerinde COVİD-19 salgını nedeniyle sözleşme konusu işin yerine getirilmesinin geçici veya sürekli olarak kısmen veya tamamen imkânsız hale geldiğine dair başvuruların, yükleniciler tarafından belgelendirilmek suretiyle sözleşmenin tarafı olan idareye yapılacağı, idarelerce bu başvuruların 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’nun 10. maddesi ve diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde inceleneceği ve karar alınmadan önce idarelerce Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın değerlendirmesinin alınacağı, idarelerce yapılan değerlendirme sonucunda ortaya çıkan durumun yükleniciden kaynaklanan bir kusurdan ileri gelmemiş olmasının aranacağı, yüklenicinin sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmeye engel nitelikte olmasının ve bu yüklenicinin engeli ortadan kaldırmaya gücünün yetmemesi şartlarının birlikte gerçekleştiğinin tespit edilmesi üzerine süre uzatımı verilmesine veya sözleşmenin feshine karar verilebileceği” belirtilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’nde belirtilmekte olan bu husus hukuken mücbir sebebin oluşup oluşmadığı değerlendirmesine ve sözleşmenin revize edilip edilememesine yöneliktir. Bu noktada birtakım normatif düzenlemelerin değerlendirilmesi önem arz edecektir.

Evleviyetle Korona Virüsü olarak nitelendirmesi yapılmakta olan COVID 19 Salgını’nın mücbir sebep teşkil edip etmediğini incelemekte fayda olduğunu görmekteyiz. Sözleşmelerin uygulanması sürecinde ortaya çıkan mücbir sebepler, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’nun 10’uncu maddesinde düzenlenmiştir. Konuya ilişkin ayrıntılı açıklama ise Kamu İhale Genel Tebliği’nin 25/3’üncü maddesinde yer almaktadır.

- 4735 Sayılı Kanun’un 10’uncu maddesinin birinci fıkrasında “mücbir sebep” olarak kabul edilen haller belirlenmiş olup bunlar;

* Doğal afetler,

* Kanuni grev,

* GENEL SALGIN HASTALIK,

* Kısmi veya genel seferberlik ilanı,

* Gerektiğinde Kamu İhale Kurumu tarafından belirlenecek benzeri diğer hallerdir.

Bu noktada COVID19 virüsünden kaynaklanan durumun maddenin birinci fıkrasının c bendinde belirtilen genel salgın hastalık kapsamına girdiği kabul edilebilecektir.

- 4735 Sayılı Kanun’un 10’uncu maddesinin birinci fıkrasında “mücbir sebep” olarak sayılan durumların mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için gereken koşullar ise anılan maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir. Bu koşullar şunlardır:

* Mücbir sebep olduğu belirtilen durum, yükleniciden kaynaklanan bir kusurdan ileri gelmemiş olmalıdır.

* Mücbir sebep olduğu belirtilen durum, sözleşme konusu taahhüdün yerine getirilmesini engellemelidir.

* Yüklenicinin mücbir sebep olduğu belirtilen durumu ortadan kaldırmaya gücü yetmemelidir.

* Yüklenici, mücbir sebebin meydana geldiği tarihi izleyen yirmi gün içinde idareye yazılı olarak bildirimde bulunmalıdır.

* Yüklenici, mücbir sebep olduğu belirtilen durumu ya da bu durumu ortaya çıkaran sebepleri yetkili mercilerden belgelendirmelidir.

Türk hukukunda mücbir sebep taraflarca sözleşmenin müzakeresi aşamasında -en geç sözleşme akdedilinceye kadar- öngörülemeyen ve öngörülemeyecek olan hususları ifade eden hukuki kavram olarak yer almaktadır. Mezkur durumun vuku bulması tarafların kontrolünde olmamalı ve yine olay taraflarca öngörülemeyecek ve önlenemeyecek şekilde husule gelmelidir. Taraflar sözleşmeden kaynaklı tüm yükümlülüklerini ifa etmelerine rağmen mevcut durumun ortaya çıkması akabinde kendilerine sözleşme ve hukuk düzeni uyarınca yüklenmiş olan mükellefiyetleri ifa etmeleri imkansız olmalıdır. Bilinmesi muktazidir ki Korona Virüsü denilen salgın hastalık DSÖ tarafından çok yüksek risk seviyesine dahil edilmiş ve tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Keza yukarıda da izah ettiğimiz üzere tüm ülkeler vatandaşlarını sağlık ve refah düzeyinde yaşatmak adına pek çok önlemi alarak genelgeler, tebliğler, öneriler yayınlamış ve kanunlarında birtakım değişiklik yapma yoluna gitmişlerdir. Ülkemizde de 15 Mart’ta yayınlamış olan Genelge ve akabinde yayınlanan kanuni değişiklikler ile pek çok kurumun, iş yeri ve işletmenin konumu değiştirilmiş, borçların ifalarından tahliye süreçlerine kadar pek çok konuda değişiklik yapma yoluna gidilmiştir. Bu haseple COVID 19 Salgını kanaatimizce mücbir sebep teşkil etmekte olup her sözleşme açısından ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulması muhiktir.

Sözleşmelerdeki Ahde Vefa ve lafza sadakat ilkesi gereği sözleşmenin her iki tarafı da akdettikleri sözleşme ile sözleşme bitimine kadar bağlıdırlar. Lakin bazı özel haller -beklenmedik hal, mücbir sebep vb.- ortaya çıktığında tarafları mevcut sözleşme ile bağlı tutmak takdir edilecektir ki hem ekonomik hem de hukuki sebepler dolayısı ile taraflar için daha zorlayıcı olacak ve sözleşme serbestisi ilkesini ihlal edebilecektir. Yargıtay’ın mevcut hukuki süreçlerdeki imkansızlık hallerinde aramakta olduğu “akde tahammül süresi”nin bu noktada değerlendirilmesi önem ihtiva eder düzeydedir. Yargıtay, tarafların sözleşme ile ne kadar daha bağlı tutulabileceklerini bu değerlendirme çatısı altında inşa etmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 28.04.2010 Gün ve 2010/15-193-235 Sayılı İlamı)

Bu noktada izahatı yapılması gereken husus şudur:

- Türk Borçlar Kanunu’nun 136 vd. maddeleri ile ifa imkansızlığı halleri düzenlenmiş olup kusurun yüklenebilirliği ve sorumluluk hallerine yer verilmiştir. Buna göre : ”Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.”

- Yine Türk Borçlar Kanunu’nun 470 vd. maddelerinde eser sözleşmesi tanzim edilmiş olup 470. maddede: “Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde mükellefiyetlere yer veren düzenleme yapılmıştır.

Yukarıda yer verilmiş olan düzenlemelerden TBK 136 uyarınca ani edimli sözleşmelerde mevcut olan sürekli ifa imkansızlığı borcu tamamen sona erdirmekte ve ifa edilen borçlar, sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca iade edilmektedir. Ancak mevcut genelgeye dair bu hükmün uygulanması kanaatimizce mümkün olmayacaktır. Keza eser sözleşmesi 25.1.1984 gün ve 3-1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre: “İş görme sözleşmeleri arasında yer alan istisna sözleşmesi genel olarak "ani edimli" sözleşmeler grubunda mütalaa edilmekte ise de, istisna sözleşmesinin bir türü olan inşaat sözleşmelerinde, müteahhidin (emeğe ve masrafa dayanan) edim borcunun genellikle uzun bir zaman süresi içinde yapılmış olmasından dolayı ve edim borcunun bu özelliği yönünden sürekli borç ilişkilerine özgü kuralların da gözetilmesi gerekir. Kanunda da istisna sözleşmeleri düzenlenirken, sürekli borç ilişkilerine özgü kurallara yer verildiği görülmektedir. İnşaat sözleşmeleri “geçici sürekli karmaşığı" bir özellik taşımaktadır.” Bu haseple mezkur hükmün uygulanması her iki taraf açısından da hukuki menfaat doğurmayacaktır.

Bu kapsamda imkansızlığın ne düzeyde olduğuna dair (geçici/sürekli) bir değerlendirme yapılmalı ve ona göre karar verilmelidir. İçişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı Genelgeleri ile pek çok iş yeri ve işletmenin faaliyetleri durdurulmuş ve “yasaklanan birtakım faaliyetler” ortaya çıkmıştır. Yukarıda incelemekte olduğumuz 2020/5 Sayılı Genelge ile söz konusu inşaat sözleşmelerinin ifa süreci engellenmemiş, yasaklanmamış; lakin üretimde pek çok firmanın ve sektörün askıya alınması hasebi ile, ne yazık ki, ifa süreci menfi yönde etkilenmiş ve inşaat süreci ilerleyemez, hak sahiplerine konut/iş yeri olarak ifa edilemez düzleme gelinmiştir. Dolayısı ile burada genelge ile değil objektiflik ve hayatın olağan akışı gereğince bir imkansızlık husule gelebilecektir. Bu noktada TBK’nın eser sözleşmesine dair mükellefiyetlerin yer aldığı 470. maddesi bağlamında herhangi bir mükellefiyetin ifa edilememesine genelge ile mahal verilmemiş ancak mücbir sebep uyarınca ifa imkansızlığı açığa çıkabilecektir. Dolayısı ile TBK 136daki ani edimli sözleşmelerde başvuru yolu mevcut olan sürekli ifa imkansızlığı borcu tamamen sona erdirmekte ve ifa edilen borçlar, sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca iade edilebilecektir. Lakin inşaat sözleşmeleri geçici sürekli karmaşığı sözleşmeler olduğundan bahisle bu hükmün uygulanabilme imkanı pek bulunmamaktadır. Zira COVID 19 Salgını sürekli mi, yoksa geçici mi o incelenmelidir. Hükümlerin tercih sebepleri arasındaki farklılık bu yüzden önemlidir.

Edimin ifasının daha sonra mümkün olup olmaması bakımından bir farklılığı haiz olan geçici/sürekli imkansızlık hallerinden sürekli imkansızlık halinde TBK 112 (kusurlu bir şekilde ifayı gerçekleştirmeme) ve TBK 136 (kusursuz ifa imkansızlığı) uygulanabilecek olup geçici imkansızlık halinde tarafların iradelerine uygun bir şekilde sözleşme ile belirlenen süre ile bağlı kalınmaya devam edilir ve ifa, imkansızlığın ortadan kalkmasına kadar ötelenir. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bazı hallerde sözleşmeye bağlılık - ahde vefa – tarafları ekonomik ve hukuken oldukça zorlamakta olduğundan bahisle akde tahammül süresi açığa çıkmakta ve buna göre değerlendirme yapılmaktadır. Kanaatimizce, Korona Virüsü mevcut hali ile – genetik uzmanları tarafından aşı ve tedaviye yönelik iyileşmeler- geçici ifa imkansızlığına hasep olmakta iken eğer süreç daha da öngörülemez ve bitim tarihindeki belirsizlikler daha da aşikar hale geldiğinde o halde akde tahammül süresi ile ifa imkansızlığı arasında oran orantı gözetilerek sonuçları vuku bulabilecektir.

Bu noktada bir diğer hukuki süreci aydınlatmak önem arz edecektir: Aşırı İfa Güçlüğünün somut olaya nasıl uygulanabileceğidir. TBK’nın 138. maddesinde tanzim edilen aşırı ifa güçlüğü şu şekilde ifade edilmiştir: “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” Yani edimler arasında ciddi derecede aşırı dengesizlik açığa çıktığında başvurulabilecek bir hukuki süreçtir. Ancak şartları, somut olayda barınmalıdır. Bu neden mebde olarak şartlarına yoğunlaşılarak bu kapsamda mevcudiyet tartışılmalı ve somut olaya uygulanacak normatif düzenleme bulunmalıdır. Mevcut hükümde taraflar hakime başvurur ve revize, aksi halde dönme/fesih talep eder. Ancak bilinmelidir ki inşaat sözleşmelerinde özel norm olan TBK 480/2 maddesine öncelik verilmelidir. “…Ancak, başlangıçta öngörülemeyen veya öngörülebilip de taraflarca göz önünde tutulmayan durumlar, taraflarca belirlenen götürü bedel ile eserin yapılmasına engel olur veya son derece güçleştirirse yüklenici, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı veya karşı taraftan beklenemediği takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Dürüstlük kurallarının gerektirdiği durumlarda yüklenici, ancak fesih hakkını kullanabilir.”

TBK 138’in uygulanabilmesi için evleviyetle sözleşmenin akdedilmesi akabinde ortaya çıkan olağanüstü bir durumun açığa çıkması ve bu olağanüstü durumun taraflarca öngörülememesi/ öngörülüp de sözleşmenin ifasına etki edeceğinin tahmin edilmemesi ve bu suretle dikkate alınmaması/ önlenememesi gerekmektedir. Ayrıca uyarlama hakkında feragat edilmemeli (TBK 20 vd ile TMK 23 gözetilmeli) ve uyarlama talebinde bulunan tarafın uyarlamaya konu borcunu ifa etmemiş yahut ihtirazi kayıt ile ifa etmiş olması gerekmektedir. Edimler arası açık bir orantısızlığın mevcut olması ve dengenin bozulmuş olması gerekmekte olup borçlunun aşırı ifa güçlüğüne düşmüş olması önem arz eder iken; borçlu tarafından borcun ifasının beklenmesi de ahde vefa ilkesinin aleyhe yorumlanmasına sebep teşkil ederek TMK 2’ye aykırılık teşkil etmesi gerekecektir. Yine koşullarda meydana gelen değişikliğin sözleşme hükümlerinde değişikliğe yol açabilmesi için muhakkak mücbir sebebin var olması gerekmemekte olup tarafların öngörebildikleri olağanüstü haller de -gerçekleşmeyeceğini kabul etmeleri şartı ile- yüklenicinin ücreti artırma veya sözleşmeyi sona erdirme yönündeki uyarlama talebini haklı kılabilir. Burada ilk değerlendirilecek hukuki süreç süre uzaması, mümkün değil ise dönme/fesih -inşaat sözleşmelerinde fesih- vuku bulacaktır. Yüklenici 2020/5 Genelgesine dayanarak, belgelere dayanarak süre uzatımı talep edebilecektir.

Yüklenici açısından emprevizyonun husule gelmesi hasebi ile uygulanabilecek bir başka normatif düzenleme olan TBK 480/2 bu kapsamda yoruma açıktır. Keza burada yüklenici, eseri meydana getirmesi sırasında ifasını aşırı derecede zorlaştıran durumlar ile karşı karşıya kalmakta ve edim borcu ile sözleşmedeki ifa borcu arasında aşırı oransızlık açığa çıkmaktadır. Burada göz önünde tutulması gerekmekte olan şeyler, başlangıçta öngörülemeyen veya öngörülebilip de taraflarca göz önünde tutulmayan durumların, eserin, sözleşmede kararlaştırılan götürü bedel ile yapılıp yapılmamasına engel teşkil edip etmemesidir. Hakim bu hususu somut olayın özelliklerine göre takdir edecektir; sözleşmenin süresi, işleyen süreç, tarafların sosyo-ekonomik durumları, işin hacmi, yüklenicinin harcamaları, elde edeceği bedel, riske yüklenici tarafından katlanılması, risk hesabının yapılması, inşaat ekibinin ve işçilerinin mevcut koşullarda sahada çalışabilmesi, üretim imkanlarına ulaşılabilmesi, malzemelerin tedarik kabiliyeti…

Tüm yukarıdaki hususlara hakim tarafından dikkat edilmesi elzemdir. Ayrıca burada önem arz eden bir diğer husus, bildirimin yüklenici firma tarafından unutulmamasıdır. Hukuki çağrı şeklinde de yorumlanabilecek olan ihtarname/bildirim ile yüklenici, iş sahibini bilgilendirmelidir. Aksi bir durum, TMK 2 ile ortaya konan dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecektir. Bu sayede iş sahibi beklenmeyen hali öğrenecek, götürü bedel ile yüklenicinin ifaya mecbur olduğu edimi arasındaki açık orantısızlığın farkına varacaktır.

Neticeten inşaat sözleşmelerinde değerlendirilmesi gerekmekte olan ilk hüküm TBK 480/2 akabinde sırası ile yukarıda değinmiş olduğumuz hükümlerdir. Kanaatimizce sözleşmelerin revize edilmesinde, inşaat hukuku kapsamında, Korona Virüsü mücbir sebep olarak kabul edilmeli ve hakim tarafından uyarlama talebi kabul edilmeli; ancak bu düzlemde tarafların menfaatleri ile TMK 2 de gözetilmeli, söz konusu hükümlerin hakkın kötüye kullanılması teşkil edecek düzeyde yorumlanmaması gerekmektedir. Son kertede ise sözleşmelerin uyarlanması mümkün olmayacak düzeye gelir ise o halde sözleşmeyi fesih yoluna gitme mümkün olabilecektir. Türk Hukukunda bunu hakim takdir edecektir.

Evet, değerli hukuka aşık insanlar, bu makalemizde sizlerle COVID19’un inşaat sözleşmelerine etkisini değerlendirdik. Umarım en kısa sürede ülkemizin ve tüm dünyanın içinde bulunduğu bu vahim ve elim durumdan tez zamanda kurtulur; özlediğimiz ve olmak istediğimiz yerlere yeniden akın ederiz.

Hepinize mutluluk dolu ve huzurlu ömürler diliyor,

Sağlık temennilerimi iletiyorum.