COVID-19, ADLİ KONTROL VE SAVUNMA HAKKININ KISITLANMASI

Abone Ol

Giriş

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının da belirttiği gibi soruşturma aşamasında tutuklama yerine adli kontrole öncelik verilmesi, tutuklu yargılamaya son çare olarak başvurulması, “Özgürlük ve güvenlik hakkı” ve “Suçsuzluk karinesi” nin bir gereğidir.[1] Özellikle içinde bulunduğumuz Covıd-19 salgın koşullarında verilecek tutuklama kararlarının cezaevlerinin mevcut koşulları dikkate alındığında yaşam hakkı karşısında ölçüsüz olacağına yönelik görüşlere de iştirak etmek gerekir.[2]

Hakimler ve Savcılar Kurulu ise Covıd-19 salgını sürecinde birtakım tedbirler öngörmüştür. Duruşmalar ertelenmiş ve özelliği itibariyle tutuklu dosyalar bu erteleme kapsamı dışında tutulmuştur. Tutukluların yaşam hakkı bakımından bakıldığında, tutuklu yargılamalarda gerek tutukluluk incelemeleri gerekse tutuklama yerine alternatif olan adli kontrol tedbirlerinin uygulanması, içinde bulunduğumuz koşullarda ayrı bir öneme sahiptir. Bu sebeple tutuklama koruma tedbirine alternatif olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109. maddesi gereğince verilen adli kontrol kararlarının isabetli olacağı söylenebilir. Nitekim Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin hükümetlere yönelik çağrısı da bu doğrultudadır.

Ancak bu çalışmada, adli kontrol tedbirinin tutuklama ile kıyaslandığında birey hak ve özgürlüklerine daha az müdahale eden niteliğine karşın, daha ağır bir tedbir olan tutuklamaya odaklanılıp adli kontrol tedbirinin hukuki denetiminin adeta gözden kaçırıldığına dikkat çekmek istedik. Adli Kontrol altındaki şüpheli/sanık serbest midir? Adli kontrol ödül müdür? Ceza mıdır? Ödül görünümlü ceza mıdır? Üç basamaklı bu merdivenin kaçıncı basamağıdır? Sorularına cevap aramaya, maddi gerçeği arayan yargılama sürecinde bir koruma tedbiri olan adli kontrol uygulamasında savunma hakkına yönelik norm ya da uygulama pratiğinden kaynaklanan bir kısım sorunlu alanlara işaret etmeye çalıştık.

1- Covıd-19 Süreci ve Adli Kontrol

Bilindiği gibi salgın sürecinde, “7242 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlara Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 14.04.2020 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Kanunda tutuklular için bir düzenleme öngörülmemiş olmasının eleştiri konusu olduğu notunu düşmekle beraber, kanunun çıkma sebebi olarak, salgın sebebiyle ortaya çıkan risklerin mahkûmları tehdit etmesi gösterilmektedir. Ceza adalet sistemimizdeki bu gelişmeler sonrasında tutuklama yerine verilen adli kontrol kararlarına olan yönelim, ‘Yaşama, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı’ bakımından değerlendirildiğinde yerindedir.

Ancak, halk sağlığını tehdit eden salgın nedeniyle yaşadığımız bu olağan dışı süreçte, yargı makamları tarafından tutuklama yerine daha fazla uygulamasına başvurulacağını öngördüğümüz adli kontrol ve bu çalışmada da değineceğimiz müdafi bulunmaksızın ve dosya üzerinden adli kontrol kararı verilmesine ilişkin kimi uygulamaların, “Kişi özgürlüğü ve güvenliği” ile “Adil yargılanma hakkı’nı, bununla birlikte; “Silahların eşitliği”, “Çelişmeli yargılama” gibi yargılamaya hâkim olan birçok ilkeyi ihlal ettiğine dikkat çekmek istiyoruz.

Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.[3] Gerek görülmesi durumunda kovuşturma evresinde mahkeme tarafından da karar verilebilir.[4] Hâkim kararıyla belirlenen bu yükümlülükler ise kanunda sayılmıştır.[5]

Tutuklama ise şüpheli ve sanık hakkında verilen ağır bir koruma tedbiridir. Tutuklamanın kişi özgürlüğüne müdahale eden ve ‘peşin ceza’ şeklinde bir infaz yöntemi olarak uygulanabildiğine yönelik eleştiriler bir yana, Adalet Bakanlığı 2018 yılı verilerine göre cezaevlerindeki kişilerin yaklaşık % 43’ünün tutuklu olduğu, 1968 yılında yapılan bir istatistiğe göre yargılama sonucunda % 93’lere kadar ulaşan beraat karar oranları halen dikkate değer oranlardadır.[6] Bu yönüyle tutuklama gibi ağır bir koruma tedbiri karşısında bir alternatif olarak uygulanan adli kontrol, talepte bulunan Cumhuriyet savcılığı, karar veren mercii, çoğu zaman da müdafi tarafından bir kurtuluş ve kazanım olarak görülüp değerlendirilmektedir. Ancak bir başka açıdan bakıldığında bu yaklaşımın, bir yönüyle adli kontrol koruma tedbirine yönelik denetimi gölgelediği, koşulları ve sonuçları itibariyle gerekli özenin gösterilmemesine neden olduğu da söylenebilir.

Covid-19 salgın koşullarının ortaya çıkardığı risk nedeniyle, HSK’ nın öngördüğü tedbirler kapsamında değerlendirilerek adli kontrol talebiyle sevk durumunda sulh ceza hâkimi tarafından şüphelinin savunması alınmadan ve müdafi olmaksızın dosya üzerinden karar verilmesi uygulamasının yapıldığı da görülmektedir.

Oysaki yukarıda bahis konusu edilen ve Covid-19 tedbirleri, şüphelinin savunması alınmadan ve dosya üzerinden, müdafi olmaksızın verilen kimi adli kontrol kararları ile temel bir başka hak olan savunma hakkının ortadan kaldırılması ya da sınırlanmasının nedeni olmamalıdır.

2- Adli Kontrol ve Savunma Hakkının Kısıtlanması

Salgın sürecinde daha yaygın olmak üzere kimi uygulamalarda; Cumhuriyet savcısının adli kontrol talebi halinde;

*  Sulh ceza hâkimliğince şüphelinin müdafii olmaksızın sorgusunun yapılarak adli kontrol kararı verildiği,

*  Soruşturma evresi için CMK gereğince baro tarafından görevlendirilen müdafiin, şüphelinin kolluk, savcılık ifadesinde yer aldığı ve fakat devamında adli kontrol talebi üzerine yapılan sorguda hazır bulunmasının gerekli olmadığı kanaatiyle müdafii olmaksızın sorgusunun yapıldığı,

* Şüphelinin ve müdafinin yokluğunda, savunma alınmadan ve dosya üzerinden adli kontrol kararı verildiği, bunun yanında verilen adli kontrol kararının müdafiye tebliğ edilmediği gibi örnekler görülmektedir.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, AİHS 5/3 gereği olarak adli amaçla yakalanan kişinin kendisinin (vücudunun) hâkim önüne çıkarılması gerekmektedir. Bu anlamda sorgu niteliği itibari ile bir “hak” tır.  Dosya üzerinden karar verilmesi ise bu hakkın fiilen kullanılmasına imkân vermemektedir.[7] Ceza Muhakemesi Kanununun 91/7. Maddesi ise açık bir şekilde, müdafiin yapılan sorguda bulunmasını zorunlu görmektedir.[8] Ayrıca, CMK 101/3 gereğince de tutuklama sorgusunda müdafi bulunması gerekmekte olup, iki hüküm birbirini tamamlar niteliktedir. Bunun yanında, baro tarafından CMK gereğince müdafi olarak görevlendirilen avukatların görevinin soruşturma evresinin sonu olan iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesine dek devam ediyor oluşu, öte yandan müdafiin  CMK 149.1,3 gereği olarak, soruşturma ve kovuşturmanın tüm aşamalarındaki mevcudiyeti, hukuki yardımda bulunma hakkı ile şüpheli veya sanık bakımından müdafi yardımından yararlanma hakkını da hatırlamak gerekir.[9]

Ayrıca, inceleme konumuzla ilgili olarak “doğrudan doğruyalık”, “vasıtasızlık” kavramlarının ceza yargılamasının temel ilkelerinden olduğu, bu doğrultuda Ceza Muhakemesi Kanunu’nda gıyabi tutuklamanın da ortadan kaldırıldığı, dosya üzerinden, şüpheli ve sanığın yokluğunda, savunması alınmadan tutuklama kararı verilmesinin artık mümkün olmadığı öncelikle göz önüne alınmalıdır. Zira CMK sadece kaçaklar bakımından gıyabi tutuklama kararı verilebilmesini kabul etmiştir [10].Tutuklamaya ilişkin hükümlerin kıyasen uygulanmasının söz konusu olduğu bu halde, gıyaben adli kontrol kararının da verilememesi gerektiği dile getirilmektedir.[11]Bu doğrultuda adli kontrol kararı verilmesi için şüphelinin savunmasını sunması ve hâkim huzurunda bulunması gerekmektedir. Aksi durum, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “Çelişmeli yargılama” nın sağlanmasına ilişkin kararlarına aykırılığı ve AİHS’nin “Müdafi yardımından yararlanma hakkı”(AHİS Md. 6/3/c) ihlalini de gündeme getirebilecektir. Müdafi yardımından yararlanma hakkı soruşturma ve kovuşturma sürecinin herhangi bir aşaması değil, soruşturmanın başlangıç aşamalarından itibaren yargılamanın tüm aşamalarına özgü bir haktır. AHİM, sanığın yokluğunda duruşma da müdafi temsilinin kabul edilmemesi durumuna dair ihlal kararını da bu noktada hatırlamak gerekir.[12]

Bunun yanında Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin bir kararına göre; duruşmada hazır bulunmak isteyen sanığın ifade ve beyanlarının SEGBİS sistemi üzerinden alınması ve sanığın ve müdafiin talebine rağmen duruşmada hazır bulunma hakkından mahrum bırakılması suretiyle savunma hakkının kısıtlandığı tespit edilmiştir.[13] Yargıtay’ın konuya ilişkin aynı yönde başka kararları olmakla beraber denilebilir ki, kural olarak yoklukta yapılan yargılama savunma hakkının kısıtlanmasıdır. Ve ceza muhakemesi hukukunun yaklaşımı bu doğrultudadır. Nitekim CMK 193/2 ; ‘Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir’ şeklinde bir hüküm öngörmüştür. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, sanık hakkında mahkûmiyet dışında ve sadece lehinde sayılabilecek türden bir karar verilmesi durumunda, sanığın varlığına/ savunmasına ihtiyaç duyulmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktada kıyasla, şüpheli/sanığa adli kontrol kararı da olsa, örneğin kişi özgürlüğü ve güvenliği ya da seyahat özgürlüğünü ortadan kaldıran bir yükümlülük yüklenmesi durumunda, savunmasının alınması ve müdafii yardımının gerekliliği, aksi halin savunma hakkının kısıtlanması anlamına geleceği söylenebilecektir. AHİM ve Anayasa Mahkemesi’nin müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlaline yönelik birçok kararının bulunduğu da bilinmektedir.[14]

Oysa uygulamada zorunlu müdafiliğin söz konusu olduğu durumlarda dahi adli kontrol talebi halinde, “adeta önemsiz görülerek” adli kontrol kararı şüpheli ve müdafiin yokluğunda, dosya üzerinden verilebilmektedir. Savunmayı işlevsiz hale getiren bu uygulama savunma hakkının temel unsurlarından olan müdafiden yararlanma hakkının sağlanmaması, savunma hakkının kısıtlanması yanında iddia ve savunma arasındaki silahların eşitliği prensibinin yaşama geçirilmesine de imkân vermemektedir.

“Hak arama hürriyeti” başlıklı Anayasa’nın 36.maddesi her şey den önce “Adil yargılanma hakkı” ve “Savunma hakkı” nın en önemli güvencesidir. Bununla birlikte,  Anayasa Mahkemesi bir kararında; “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19. maddesine atıfla; “…..Hürriyetinden yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin şikâyetlerini, tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirebilme imkânına sahip olması tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir şekilde yapmasını sağlayacaktır. Bu nedenle kişi, bu haktan düzenli bir şekilde yararlanarak makul aralıklarla dinlenilmeyi talep edebilmelidir.”[15] Şeklindedir.

Bu doğrultuda öğretide “Adli kontrol altına alınması değerlendirilen şüpheli veya sanığın sorgu ve savunma hakkının kısıtlanmasına imkân tanıyan bir hüküm olmadığına göre, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa’ nın 13. maddesi göz ardı edilerek, kişi hak ve hürriyetlerine kısıtlama getiren adli kontrolü, tutuklama tedbirinde şüpheli veya sanığa tanınan haklar korunmaksızın tatbikinin hukuka aykırı” olduğuna ilişkin görüşler de bulunmaktadır.[16]

Diğer yönden, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat talebini düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141/1.maddesine göre, tazminat ödenmesi talebine esas tedbir işlemleri, verilen yükümlülükler nedeniyle özgürlüklerinin kısıtlanacağı ya da ortadan kaldıracağı ve bundan ötürü maddi, manevi zarara uğrayabileceği öngörülmektedir.

Nitekim Yargıtay 12.Ceza Dairesi; “Davacı hakkında uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle oluştuğu anlaşılan zararın CMK' nın 141/1. maddesi kapsamında açıkça lafzi olarak belirtilmediği, ancak 18.06.2014 tarih ve 6546 sayılı kanunun 70. maddesiyle CMK' nın 141. maddesine eklenen 3. fıkradaki "Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir" şeklindeki düzenleme nazara alındığında, davacı (sanık) hakkında uzun süre uygulanan adli kontrol tedbiri açısından tutuklama ile serbest bırakma arasında düşünülen ve serbest bırakmanın oluşturabileceği zararları gidermek için uygulanan adli kontrolün bir aşamadan sonra seyahat özgürlüğünün sınırlandırıldığı, bu sınırlama ile kişi özgürlüğünün kısıtlanması olan tutuklama ile arasında bir derece ve yoğunluk farkı olduğu, davacıya uygulanan tedbirin seyahat özgürlüğünü kısıtlama tedbirini aştığı ve davacıyı özgürlükten yoksun bıraktığı, oranlılık ilkesinin ihlal edildiği ve kanun ile belirlenen amacın dışına çıkıldığı, zira aşamalarda ilgili tedbire yönelik olarak adli kontrol kararının kaldırılmasına ilişkin itirazlarda bulunulmasına karşın, hakim veya mahkemece oranlılık ilkesi bağlamında adli kontrol tedbiri uygulamasına devam edilip edilemeyeceği adli kontrol tedbiri ile öngörülen yükümlülüklerden sonuç alınıp alınmadığı tedbirin değiştirilip değiştirilmeyeceği veya daha hafif bir tedbirin uygulanması yoluyla amaçlanan hedefin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya geçici olarak adli kontrol tedbirinden muafiyet konusunda etkin (veya etkili) bir değerlendirmenin yapılamadığı ve uygulanan tedbirin ölçüsüz hale geldiğinin anlaşılması karşısında, davacı hakkında ilk kararın verildiği 15.04.2010 tarihinden sonra uygulanmaya devam edilen adli kontrol tedbiri nedeniyle davacı yararına (hak ve nasafet ilkelerine uygun) makul oranda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken” demekle ihlal kararı vermiştir.[17]

Malumdur ki Cumhuriyet savcısının tutuklama talebinin aksine, adli kontrol talebinde müdafi bulunma zorunluluğu bulunduğuna ilişkin adli kontrolü düzenleyen CMK’da açık bir düzenleme yer almamaktadır.[18] Buna karşın, adli kontrol talebi durumunda da müdafi bulunması gerektiğine yönelik görüşler bulunmakla beraber, adli kontrol, koşulları itibariyle tutuklama koruma tedbirinin bir alternatifi olmakla, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunması başta olmak üzere tutuklama için gerekli şartları ihtiva etmektedir. CMK 109/1. maddede yer alan ‘tutuklanması yerine’ ifadesinden adli kontrol kararı verilebilmesi için tutuklama koşullarının da oluşması gerektiği anlaşılmaktadır. Elbette ki koruma tedbirlerinin ölçülülük, görünüşte haklılık gibi diğer koşulları da vardır. Ancak 109/1.maddede yer almasa da adli kontrol kararı verilirken ölçülülük ve kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunması gerektiği ve bu hususta yapılacak suç isnadı ve verilecek karara yönelik savunma hakkının sağlanmaması elbette suçsuzluk karinesine de aykırı olacaktır.

Yargılamanın daha sağlıklı yürütülmesi için Cumhuriyet savcısı tarafından talep edilen ve kişi özgürlüğü ve güvenliğine kısmi ya da bütünüyle müdahale teşkil eden tutuklama yanında, adli kontrol koruma tedbirinin karar sürecinde de şüpheli/sanık ya da müdafinin devre dışı bırakılmaması gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi bir kararında; ‘Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul haklan bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını, bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedirdemektedir.[19]

Bununla birlikte, CMK 109/7.maddeye baktığımızda, tutuklama ve adli kontrol arasındaki irtibat dikkat çekicidir. Maddede; ‘Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında adli kontrole ilişkin hükümler uygulanır’ açıklaması adli kontrolü adeta tutuklama tedbirinin bir devamı niteliğine büründürmüştür.[20]

Şüpheli/sanığın varlığının, savunmasının ya da müdafi bulunmasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılamanın sağlanması bakımından gerekli ve önemli olmasının bir diğer nedeni; uygulamada özellikle adli kontrol bakımından şüpheli/sanık hakkındaki adli kontrol kararının Cumhuriyet savcının takdirine terk edilmesi, tutuklama talebi olmadığı durumda, talebe yönelik hakim tarafından gerçek anlamda bir yargılama yapılmaması, sakıncalı biçimde Cumhuriyet savcısını talep değil esasen karar mercii haline dönüştürmesidir. Oysaki bağımsız olmayan ve olmaması da gereken Cumhuriyet savcısının tutuklamaya karar veremeyeceği gibi adli kontrole de karar verememesi gerekir. Anayasamız Cumhuriyet savcının tutuklama kararı verme yetkisini bu sebeple kabul etmemektedir.[21]

Fakat adli kontrol kararı vermeye yetkili makam soruşturma evresi için hakimdir. Cumhuriyet savcısının rolüne baktığımızda; bilindiği gibi soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı tutuklama da olduğu gibi adli kontrolün gereksiz olduğu kanaatine varırsa şüpheliyi kendiliğinden serbest bırakabilir. Cumhuriyet savcısı tutuklu ya da hakkında adli kontrol kararı verilen şüpheliyi resen serbest bırakabilirken (CMK m.103/2), tutuklu olan şüphelinin adli kontrol altına alınarak serbest bırakılmasına karar verilebilmesi için sulh ceza hâkiminin kararı zorunlu tutulmuştur (CMK m.103/1). Bu nedenlerle CMK gereğince adli kontrol kararının hâkim/mahkeme haricinde başka bir makam veya merci tarafından verilmesi mümkün değildir.[22] Ancak bu noktada "Çoğu kapsayan azı da kapsar"[23] hukuk kuralı tutuklulukta resen tutukluyu serbest bırakabilen Cumhuriyet savcısının, adli kontrolü de resen kaldırabilmesi gerektiği söylenebilir. Yargıtay konuyla ilgili kararlar da vermiştir. Buna göre; ’5271 sayılı Kanun'un 103/2. maddesi uyarınca, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının adli kontrol veya tutuklamanın artık gereksiz olduğu kanaatine varması durumunda şüpheliyi kendiliğinden serbest bırakılabilme yetkisi verdiği halde, mahkeme tarafından verilen adli kontrol kararını kendiliğinden ortadan kaldırma yetkisini vermemektedir.’[24] CMK gereğince adli kontrol kararının hâkim/mahkeme haricinde başka bir makam veya merci tarafından verilmesi mümkün olmadığı gibi bu karar şüpheli-sanık ya da müdafi devre dışı bırakılarak verilmemesi gerekir. Cumhuriyet savcısının tutuklama kararı veremeyeceği gibi adli kontrol kararı da veremeyeceği ifade edildiği gibi tartışma dışıdır.

Adli kontrol uygulamasının can alıcı noktalarından olan, özellikle muhatap şüphelinin öznel koşullarına uygun olmayan adli kontrol tedbirlerine riayet edilememesi durumunda, özgürlükten mahrumiyet sonucunun doğabileceği, tutuklama ile karşı karşıya kalınabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Bu sebeple, hakkında adli kontrol kararı verilecek şüpheli ya da sanığın hâkim önünde bulunması, kendisinin öznel durumuna, şahsi hallerine uygun bir tedbir talep etme, hâkime ise, huzurunda bulunan hakkında dosyanın durumuna göre en isabetli tedbiri belirleme imkânı verecektir.

Öte yandan, şüphelinin savunması alınmadan, sorgu yapılmadan dosya üzerinden ve müdafi olmaksızın kişiye uygun olmayan bir tedbir türü belirlendiğinde, sonrasında adlî kontrol hükümlerinin yerine getirilmesindeki aksamalarda, şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresine bakılmaksızın mercii hemen tutuklama karar verebilmektedir. Savunma hakkı kullanılmadan,  dosya üzerinden verilen adli kontrol kararı mevcutken sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmü sonrasında, hükümle ilgili olarak istinaf veya temyiz kanun yolu aşamasına geçildiğinde, bu kez UYAP kayıtlarını incelemek suretiyle hükmü veren ilk derece mahkemesinin de tutuklama kararı verebileceğine dikkat etmek gerekmektedir.[25] Dosya üzerinden ve savunma alınmadan verilen adli kontrol kararı, bu kez kanun yolu aşamasında da ilk derece mahkemesi kararıyla tutuklamaya dönüşmektedir.

Kanun koyucunun, adli kontrol kararı verilen şüpheli ve sanıklar yönünden ve özgürlükler bakımından öncelikle adli kontrol hükümlerinin uygulanması koşullarında üç yıl olan süre sınırını kaldıran, son yasal düzenlemelerle de adli kontrole özgü uygulamayı genişletme iradesi yerinde bir değişikliktir.[26] Ancak, şüpheli/sanığın yokluğunda, savunmasız, müdafi de bulunmadan ve dosya üzerinden verilen adli kontrol uygulamasına zemin oluşturan yasal alt yapının, şüpheli ve sanık hakları bakımından aynı zamanda önemli bir riski de beraberinde getirdiğine dikkat çekmek gerekir. Anayasa Md.38/4’e göre “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Md.15/3’e göre “…suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” şeklindeki suçsuzluk karinesi her şeyden önce anayasal güvence altındayken, kişi özgürlüğünü sınırlayan ya da kısmi dahi olsa sınırlayan adli kontrol kararının savunma hakkı kullandırılmadan verilmesinin hukuka aykırı olacağı tartışma götürmez.

Şüpheli/sanık hakkında adli kontrol kararı verilmeden önce, ilgili kişinin savunmasının alınmasının gerektiğini ifade eden görüşler yanında,[27] adli kontrol tedbirlerinden sadece ‘e’ bendinde düzenlenen uyuşturucu veya alkol bağımlısı kişilerin hastaneye yatırılmasını ve ‘j’ bendinde düzenlenen konutunu terk etmeme tedbirleri açısından gerekli gören, diğer tedbirler bakımından gerekli olmadığını savunan görüşler de ileri sürülmüştür.[28]

Adli kontrol koruma tedbirlerinden bir kısmının (konutu terk etmeme) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/3. maddesinin özgürlükten yoksun bırakılma nedeniyle ihlal sonucunu doğurabileceği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da tespit edilmiştir.[29] Nitekim adli kontrol altında geçirilen süreler şahsi hürriyeti sınırlama sayılarak mahkûmiyet sonucu verilen hapis cezasından mahsup edilemeyeceğine ilişkin hüküm yalnızca maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmazken[30], ev hapsi sayılabilecek konutunu terk etmeme adli kontrol tedbiri de esasen kişi özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Kişi özgürlüğünü tutuklulukta olduğu gibi tamamen ortadan kaldıran ve ceza niteliğini haiz olan konutunu terk etmemek yükümlülüğü açısından da aynı istisnanın söz konusu olması ve bir düzenleme yapılması gerekir. Bunun dışında yine kişi özgürlüğünü ortadan kaldıran belli yerleşim bölgesini terk etmemek (CMK m.109/3-k), belirlenen yer ve bölgelere gitmemek (CMK m.109/3-l) yükümlülükleri açısından da mahsubun mümkün olması gerektiği konusunda görüşler yerindedir.[31]

Bu yönüyle ifade etmek gerekir ki, İHAS Md. 5 /3 ile yakından ilgili olan bu tedbirlerin uygulanmasında usul-i güvencelerden mahrumiyet ihlal oluşturacaktır. Bu açıdan bakıldığında da hâkim huzurunda şüphelinin savunmasının alınması, müdafi yardımından yararlanması gerekmektedir.

Bir diğer yönüyle, soruşturma evresinde özellikle baro tarafından görevlendirilen müdafilerin görevinin soruşturma evresinin sonuna dek devam ediyor olması göz önüne alınmalıdır. CMK 149/1,3. maddeleri gereğince müdafinin soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında yapacağı hukuki yardımın engellenmemesi ya da kısıtlanmaması gerekmekte olup aksi durum ihlal oluşturabilecek ve savunma hakkının da kısıtlanması anlamına gelecektir.[32] Müdafi bakımından ise, adli kontrol koruma tedbirlerine yönelik işleme katılma ile birlikte gerekli itiraz ve başvuruların yapılmasının görev dâhilinde bulunduğu, bu hususa ilişkin ihmalin ise özen yükümlülüğünün ihlali ve suça konu olabileceği de unutulmamalıdır.[33]

Bu itibarla; Esas olanın tutuksuz yargılama olduğu, bunun mümkün olmaması ve koşulları bulunması halinde adli kontrol kararı verilebileceği, ancak her iki durumda da savunma güvencesinin sağlanmasının zorunlu olduğu hususu gözetilmelidir.

Kişi özgürlüğü bakımından çok ağır bir tedbir olan tutuklamaya odaklanılıp adli kontrol tedbirinin hukuki denetimi adeta gözden kaçırılmaktadır.

Suçsuzluk karinesi gereği esas olanın serbest yargılama olduğu, mümkün olmaması halinde ise hakkında tutuklama tedbiri uygulanabilecek olan ve tutuklama koşullarının mevcut bulunduğu şüphelilere, öncelikle tutuklamaya alternatif olan adli kontrol uygulanmasıdır. Ancak problemin esasen; tutuklamaya özgü koşullar oluşmadan, tutukluluğa, dolayısıyla adli kontrole ilişkin koşullar değerlendirilmeden, gerekçesiz bir şekilde, hürriyet kısıtlaması kabul edilmeyen bir yaklaşım ve anlayışla, ölçülülük ilkesini de bertaraf edecek şekilde, serbest bırakılması gereken şüphelilere doğrudan adli kontrol hükümlerinin tatbikine yönelik uygulamalardadır.

Bu nedenle, Cumhuriyet savcılığı tarafından adli kontrol talebi ile sevk edilen dosyalarda şüphelinin huzurda bulunarak savunmasının alınması, adli kontrol talebinde şüpheli müdafi olarak görev yapan avukatlara işleme katılma imkânının sağlanması ve salgın koşulları nedeniyle halen dosya üzerinden verilen adli kontrol kararlarının müdafilere tebliğ edilerek itiraz imkânlarının sağlanması önem arz etmektedir. Şöyle ki, tutuklama koruma tedbirine alternatif olan ve tutuklamaya özgü koşulların arandığı adli kontrol tedbirine karar verilebilmesi için de şüpheli veya sanığın huzurda bulunması ve savunmasının alınması ve müdafi bulunması gerektiğini tekrar etmekle beraber, güncel sorunlardan biri de dosya üzerinden verilen adli kontrol kararlarının müdafilere tebliğ edilmemesidir.  CMK 35/ 2. Maddesinin aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararlarının hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunacağına ilişkin hükmü “koruma tedbirlerine ilişkin olan kararları hariç tutarken, bu düzenlemenin tutuklama kararlarının müdafi huzurunda ve yüze karşı verilmesi zarureti nedeniyle getirilmiş olması göz önüne alınmalıdır.[34] Dolayısıyla adli kontrol kararlarının müdafilere tebliğ edilmemesine ilişkin savunma hakkını kısıtlayan yaklaşıma CMK 35/2.maddesinin gerekçe olmaması gerektiği ve bu yaklaşımın kanunun amacıyla örtüşmeyeceği söylenebilecektir. Adli kontrol tedbirinin tutuklama ile kıyaslandığında birey hak ve özgürlüklerine daha az müdahale eden bir tedbir olduğu gerekçeleriyle, adli kontrol kararının yoklukta verilebileceğine ilişkin görüşler de bulunmaktadır. Buna göre; adli kontrol tedbirinin kişi hak ve hürriyetlerine daha az müdahale ettiği ve itirazı mümkün olan bir kurum olması gerçeğinden yola çıkarak ilgilinin savunmasının alınmadan yokluğunda karar verilebilmesi makul kabul edilmektedir.[35]

Ancak, kişi özgürlüğü ve güvenliğini sınırlayan ve karar mercii olarak hâkim ya da mahkeme tarafından niteliği gereği yargısal bir faaliyet olarak tutuklama gibi adli kontrol kararı verilirken de aynı usul-i güvencelerin sağlanması gerekir. Anayasa Mahkemesi’ de bir kararında, “Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında, serbest bırakılmayı sağlamak amacıyla başvurulacak yerin bir yargı mercii olması öngörüldüğünden işin doğası gereği burada yapılacak incelemenin yargısal bir niteliği bulunmaktadır. Yargısal nitelikteki bu inceleme sırasında adil yargılanma hakkının tutmanın niteliğine ve koşullarına uygun güvencelerinin sağlanması gerekir. Bu bağlamda tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin incelenmesinde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine riayet edilmelidir. [36] Demektedir.

Tutuklama kadar olmasa da özellikle bir kısmı olmak üzere, adli kontrol koruma tedbiri de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına müdahaledir. Yargısal bir faaliyet olan karar süreci sonunda hâkim ya da mahkeme tarafından verilmektedir.

Bir koruma tedbiri olarak tutuklama-adli kontrol ilişkisi, adli kontrole yönelik talep ve kararlar başta olmak üzere, tutuklama koruma tedbiri üzerinden adli kontrolü de izah etmeyi zaruri hale getirmektedir. Savunma ayağı bakımından tartışılması gereken en önemli hususlardan biri talep veya karara yönelik “gerekçe”dir. Cumhuriyet savcısı tutuklama isteminde bulunduğunda mutlaka gerekçe göstermeli ve adli kontrol uygulamasının neden yetersiz kalacağını hukukî ve fiili yönleriyle açıklamalıdır. (CMK m.101/1). Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda, hukuki ve fiili nedenler ile gerekçe gösterilir. (CMK m.101/2). Yasanın tutuklamaya özgü gerekçe gösterilmesine yönelik bu emredici hükümleri, şüpheli ve sanık hakkında, tutuklama yerine daha hafif bir tedbir olan adli kontrol kararının tercih edilmesi durumunda gerekçeye ihtiyaç bulunmayacağı anlamına gelmeyecektir. Hakkında adli kontrol kararı verilen şüpheli/sanık serbest olsa da bir kısım yükümlülükler yüklendiği, bu serbestlik esasen sınırlandırılmış olduğu, tedbirin türüne göre de özgürlüğün ortadan kaldırılması anlamına gelecek bir niteliğe de bürünebileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

Önemle ifade etmek gerekir ki; Anayasa’nın 141/3 ve CMK 34/1. maddeleri ise mahkeme ve hâkimin her tür kararlarının gerekçe içermesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple adli kontrol kararlarının da gerekçe içermesi zaruridir. Ancak Türk hukukundaki tutuklamaya yönelik gerekçe sorunu adli kontrol kararlarında çok daha belirgindir. Bu sebeple ve izah etmeye çalıştığımız üzere, gerek Covıd – 19, gerekse diğer sebepler yargılamaya hâkim olan ilkelerden ve usul-i güvencelerden yoksun bir yargılamanın gerekçesi olamaz ve olmamalıdır.

3. Sonuç

Sonuç olarak; şüphesiz hukuk devletinde, ‘Yaşam hakkı’, ‘Kamu düzen ve güvenliği’, ‘Kamu sağlığı’ yanında, ‘Kişi hak ve özgürlükleri’, ‘Adil yargılanma’ ve ‘Savunma hakkı’ gibi kavramların da denge ve uyum içerisinde yaşaması gerekir. Genel olarak, ya da içerisinde bulunduğumuz Covıd- 19 salgın sürecindeki norm ve uygulamaların, temel haklardan biri olan ‘Adil yargılanma hakkı’ ve olmazsa olmazı ‘Savunma hakkı’ nı ölçüsüz bir şekilde ortadan kaldıracak şekilde yorumlanıp, tatbik edilmemesi gerekir. İçerisinde yaşadığımız bilgi ve teknoloji çağında gelişen iletişim olanakları ve SEGBİS gibi teknolojik imkânlardan da faydalanılmalı, ancak ‘Zorlayıcı nedenler’ olmaksızın, ölçütsüz ve savunma hakkının özüne dokunacak şekilde ceza muhakemesinin ‘doğrudan doğruyalık- vasıtasızlık’ gibi ilkelerini bertaraf edebilecek norm ve uygulamalardan da kaçınılmalıdır. Nihayet, savunmasız bir adil yargı, adil yargısız bir hukuk devleti inşa etmek mümkün olmamaktadır. Bu sebeple, savunma hakkının temsilcisi müdafiler bakımından ise, dosya üzerinden yapılan, sorgusuz ya da savunmasız, gerekçe içermeyen adli kontrol kararlarına, CMK Md. 141 gereği tazminat, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru dahil olmak üzere, gerekli itiraz ve başvuruların yapılması önemli olduğu gibi haksız uygulamaların yerleşmemesi için de bir görev ve zaruret olmaktadır.

KAYNAKÇA

GENEVA (25 March 2020) – UN High Commissioner for Human Rights Michelle Bachelet has called on governments to take urgent action to protect the health and safety of people in detention and other closed facilities, as part of overall efforts to contain the COVID-19 pandemic.

Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, 2016

Kunter/ Yenisey /Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku,

(Ekim 2010 / 18. Baskı seçkin yay.)

Prof. Dr. Nur Centel - İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları Işığında Tutuklama Hukukuna Eleştirel Yaklaşım(MÜHF – HAD, C. 17, S. 1-2)

Ceza Muhakemesi Hukuku s .319,Cihan-Yenisey

Tosun, Öztekin, Suç Muhakemesi Hukuku,

İÜHF Yay. İstanbul-1981,s.697(Aktaran, Şentuna, s.37.

Özbek ve diğerleri, s.310. Koca, s.109-142, krş. Şahin, s.238.(Yargı Kararı)

Koca,  (CMUK Tasarısı) s.136; Özgüven, s.339-340.

Sorgusuz Adli Kontrol Mümkün mü-Hukuki Haber.com-E. Şen (16 /1162016)

Adli Kontrol d.t Tezcan Mehmet Ankara 2012.

ŞAHİN, Ceza Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi, s.320.

ŞAHİN, Cumhur, Ceza Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi,Seçkin Yayınevi, Ankara, 2005.

Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, Bursa, Ekin Yayınevi, 2011, 2 Cilt (32+973; 32+1040 s.), ( qui potest maius, potest minus )

( www.anayasa.gen.tr/ahgt.htm )

Kazancı.com.tr (Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 2007/ 12460 Esas ve 2008 / 17473 Karar sayılı 20.10.2008 tarihli( karar)

Vachev v. Bulgaristan, no.42987/98, 8 Temmuz 2004, pr. 64. Ayrıca bkz. Mancini v. İtalya, no. 44955/98, 2 Ağustos 2001.( karar)

(Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 66; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 267; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 333 –(karar)

K. Göçmen-Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 65 (4) 2016: 1749-1814 K

Bülent Karataş, B. No: 2013/6428,26/6/2014, §§ 70, 71 ),

Hikmet Yaygın, B. No: 2013/1279,30/12/2014, §§ 29, 30

M. Haberal, B. No: 2012/849,4/12/2013, § 123

Yargıtay 12.Ceza Dairesi - Esas No : 2014/13444

Karar No : 2015/2705- Tarih : 6.02.2015

Y. Yılmaz, Zekeriya, “Adli Kontrol”, Ankara Barosu Dergisi, S: 1, 2006, s. 33-62

Yıl:8, Sayı:32 (Ekim 2017) Adli Kontrol Tedbirleri- A.TEKİN

Adli Kontrol d.t Tezcan Mehmet Ankara 2012

F. KORKMAZ-İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel SayıCilt:1 Yıl 2015- s 534

A. D. ÖZGÜVEN.CMK çerçevesinde  Adli Kontrol TBB Dergisi, Sayı 81, 2009 s29

Kazancı.com.tr

-------------------

[1] Anayasa Md.38, İHAS Md. 5

  Levent Ersöz AYM,B.No: 2013/527,16.07.2014-Hanefi Avcı AYM,B.No:2013/2814,18.0602014

  Hüseyin Esen/Türkiye 49048/99, 8 Ağustos 2006 AHİM- Tomasi/Fransa, 12850/87, 27/8 / 1992

[2] GENEVA (25 March 2020) – UN High Commissioner for Human Rights Michelle Bachelet has    

  called on governments to take urgent action to protect the health and safety of people in   

  detention and other closed facilities, as part of overall efforts to contain the COVID-19 pandemic.

[3] CMK 110/1.

[4] CMK 110/3

[5] CMK 109/3 a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek. e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dâhil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek. f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak. i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek. j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek. 109 uncu maddenin 3’üncü fıkrasının (j), (k) ve (l) bentlerinde yer alan tedbirler, 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Yasa’nın 98 inci maddesiyle eklenmiştir. Ayrıca, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 20’nci maddesinde, suça sürüklenen çocuklar hakkında soruşturma veya kovuşturma evrelerinde adlî kontrol tedbiri olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109’uncu maddesinde sayılanların dışında; a) Belirlenen çevre sınırları dışına çıkmamak, b) Belirlenen bazı yerlere gidememek veya ancak bazı yerlere gidebilmek, c) Belirlenen kişi ve kuruluşlarla ilişki kurmamak, tedbirlerden bir ya da birkaçına karar verilebileceği belirtilmiştir.  14.04.2020 tarih ve 7442 sayılı Kanunla CKK.20/3 eklenen fıkra uyarınca, denetimli serbestlik müdürlüğünce takip edilen çocuk için adli kontrol süresince rehberlik edecek bir uzman görevlendirilecek ve bu uzmanın çocuk hakkında yapacağı ihtiyaç değerlendirmesine göre iyileştirme çalışmaları yürütülecektir.

[6] Tosun, Öztekin, Suç Muhakemesi Hukuku, İÜHF Yay. İstanbul-1981, s.697(Aktaran, Şentuna , s.37.

[7] Ceza Muhakemesi Hukuku s 319 (Cihan-Yenisey)

[8] CMK91/(7) Gözaltına alınan kişi bırakılmazsa, en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne  

çıkarılıp sorguya çekilir. Sorguda müdafii de hazır bulunur.

[9] CMK Md.149 – (1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya    birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir...(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.

[10] CMK(m.248/5)

[11] Bkz. Özbek ve diğerleri, s.310. Koca, s.109-142, krş. Şahin, s.238.    Aynı yönde bkz. Koca, , (CMUK Tasarısı) s.136; Özgüven, s.339-340.

[12] AHİM Poitrimol/ Fransa No:14032/83-23.11.1993

[13] Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2015/7164 E. 2016/6 K. sayılı kararı

[14] Örnegin; AYM Kazım Albayrak B.No:2014/3836,17/9/2016, Bayram Siviş-B.No:2014/5844-    5/11/2014

[15] (Firas Aslan ve Hebat Aslan, § 66; Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 267; Aydın Yavuz ve       diğerleri, § 333 ).

[16]  Sorgusuz Adli Kontrol Mümkün mü-Hukuki Haber.com-E.Şen (16 /1162016)

[17] Yargıtay 12.Ceza Dairesi - Esas No : 2014/13444- Karar No : 2015/2705-  Tarih : 6.02.2015

[18]CMK 101/3 ‘Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro   

  tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.’

[19] Bülent Karataş, B. No: 2013/6428,26/6/2014, §§ 70, 71 ).

[20] Adli Kontrol d.t Tezcan Mehmet Anakara 2012

   CMK m.103/2).

[21] Anayasa Md. 19/3- Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, s. 876

[22] 5 ŞAHİN, Ceza Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi, s.320.

   ŞAHİN, Cumhur, Ceza Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2005.

[23] Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi- Ekin Yayınevi, 2011, 2 Cilt

   ( qui potest maius, potest minus)

[24] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 2007/ 12460 Esas ve 2008 / 17473 Karar sayılı 20.10.2008 t.

[25] CMK Madde 112 –4- (1)eklenen cümle:14/4/2020-7242/16 md.)  Hakkında mahkûmiyet hükmü   verilmiş ve bu hükümle ilgili olarak istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması hâlinde, UYAP kayıtlarını incelemek suretiyle hükmü veren ilk derece mahkemesi de tutuklama kararı verebilir.

[26] CMK Madde 112 –4 (1)cümle:14/4/2020-7242/16 md.)  . Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremediği 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca tespit edilen şüpheli ile gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadın şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

[27] Mahmut Koca, “Tutuklamada Oranlılık İlkesi Çerçevesinde 2002 CMUK Tasarısının “Adli Kontrol”     Tedbirinin Değerlendirilmesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 5, 2003, s. 136; Özgüven, a.g.e. s. 30

[28] Yıl:8, Sayı:32 (Ekim 2017) Adli Kontrol Tedbirleri Arş. Gör. Abdurrahman TEKİN

[29] Vachev v. Bulgaristan, no.42987/98, 8 Temmuz 2004, pr. 64. Ayrıca bkz. Mancini v. İtalya, no. 44955/98, 2 Ağustos 2001.   K.Göçmen-Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 65 (4) 2016: 1749-1814 K

[30] CMK 109/3/e Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.

[31] Fulya KORKMAZ-İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayı Cilt:1 Yıl 2015 s 534

[32] Madde 149 – (1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir. (3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.

[33] TCK 257 Görevi Kötüye Kullanma

[34] A. D. ÖZGÜVEN. CMK Çerçevesinde Adli Kontrol TBB Dergisi, Sayı 81, 2009 s29

[35] Zekeriya Yılmaz, a.g.e. s. 58-59 TAAD, Yıl:8, Sayı:32 (Ekim 2017) A. Tekin-Adli Kontrol Tedbirleri

[36] Hikmet Yaygın, B. No: 2013/1279,30/12/2014, §§ 29, 30

   M. Haberal, B. No: 2012/849,4/12/2013, § 123