CMK m.223/2-e’ye ve m.223/5’e Göre Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi

Abone Ol

Bu yazımızda; Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 08.11.2023 tarihli, 2021/16414 E. ve 2023/23844 K. sayılı kararı ışığında; “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi ve yansımaları, Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/2-e ve m.223/5 kapsamında incelenecektir.

I. Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/5 Uyarınca Mahkumiyet Kararı

CMK m.223/5’e göre; yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olması halinde, mahkumiyet kararı verilir. CMK m.223/5 uyarınca verilen mahkumiyet hükmü; yargılama konusu suçun, sanık tarafından işlendiğinin şüpheye yer vermeyecek, kesin ve somut delillerle ispatlandığı ve suçun sanık tarafından işlendiğine dair hiçbir şüphenin bulunmadığı anlamına gelmektedir. Mahkeme; bu kanaate ulaşmasının sebeplerine, bir başka ifadeyle, şüpheyi ortadan kaldıran olay ve delillere gerekçesinde yer vermelidir. Çünkü mahkumiyet kararı, masumiyet karinesinin aksinin ispatlandığı kanaatine ulaşıldığını ortaya koymaktadır ve “hukuk devleti” ilkesinin gereği olarak, herhangi bir keyfilik olmaksızın kişinin suçu işlediğinin tespit edildiği anlaşılmalıdır.

II. Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/2-e Uyarınca Beraat Kararı

CMK m.223/2-e’ye göre; yüklenen suçun, sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde, beraat kararı verilir. Yargılama konusu suçun işlendiğinin sabit olduğu, ancak o suçun, yargılanan sanık tarafından işlenip işlenmediğinin kesin ve somut delillerle ispat edilemediği durumlarda CMK m.223/2-e’ye başvurulur. Bu durumda işlenen bir suç bulunmakla birlikte, bu suçu işleyenin sanık olduğu konusunda şüphe bulunmaktadır ve bu şüphe, sanık lehine yorumlanmalıdır.

“Şüpheden sanık yararlanır” ilkesi; ancak sanığın atılı suçu işlediğinin, her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve hukuk uygun şekilde elde edilmiş delillerle ispatlanmış olması halinde sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesini öngörür. Bu durum “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin doğal bir sonucu olup, buna uyulmadan, bir başka ifadeyle, kişinin o suçu işlediğinin sabit olduğu ortaya koyulmadan, tahmin ve varsayımlara dayalı olarak kurulan mahkumiyet hükmü, Anayasa m.38/4’de güvence altına alınan suçsuzluk/masumiyet karinesini ihlal eder.

Ceza Muhakemesi Hukukunun amacının maddi gerçeğe ve adalete ulaşmak olduğu gözönünde bulundurulduğunda, yüksek ihtimalle veya gerçeğe en yakınlık üzerinden sanığın mahkumiyetine karar verilmesi, maddi gerçeğe kesin olarak ulaşılmadan karar verildiği anlamına gelecektir. Bu nedenle; sanığın suçu işlediğinin, maddi gerçeği kesin olarak yansıttığının kabul edilemediği durumlarda, sanığın beraatına karar verilmesi şarttır.

Özgürlüğü kısıtlayıcı nitelikte, ağır yaptırımların tatbiki tehdidi ile karşı karşıya olan sanığın, kendisine göre çok güçlü konumda olan kamu otoritesi karşısında, kendisini savunabilmesi ve adil/dürüst bir yargılamadan bahsedilebilmesi için şart olan “silahların eşitliği” ilkesi ile birlikte değerlendirildiğinde, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin önemi daha iyi anlaşılabilecektir.

Sonuç olarak; her türlü şüpheden uzak, kesin ve somut deliller aracılığıyla kişinin yargılama konusu suçu işlediğinin ortaya koyulamadığı durumda, sanığın mahkumiyetine karar verilemeyeceği ve CMK m.217/1’de kabul edilen vicdani delil sisteminin bu şekilde bir mahkumiyet kararı verilmesini korumadığı güvence altına alınmıştır.

III. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesinin Yansımaları

CMK m.170’e göre; şüpheli hakkında iddianame düzenlenmesi için suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe arandığından, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi soruşturma aşamasında uygulanmamakta ve yansımalarına kovuşturma aşamasında rastlanmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında üzerinde durulması gereken bir diğer husus, Yargıtay’ın suçun sanık tarafından işlendiğini hangi durumlarda sabit gördüğü ve “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin kararlara nasıl yansıdığıdır.

Sanığın, katılana hakaret ettiği iddiasının bulunduğu olayla ilgili olarak Yargıtay 4. Ceza Dairesi 08.11.2023 tarihli, 2021/16414 E. ve 2023/23844 K. sayılı kararında; olayın tanığının, katılanın oğlu olması nedeniyle tarafsız tanık olarak nitelendirilemeyeceği, tanığın çelişkili ifadelerinin bulunduğu, bu nedenle ifadelerine itibar etmenin mümkün olmadığı ve sanığın fiili tüm aşamalarda inkar ettiği vurgulanmış, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine dayanılarak, sanığın CMK m.223/2-e uyarınca verilen beraat kararı onanmıştır. Mahkeme, gerekçesinde şu açıklamalara da yer vermiştir:

Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.

Belirtmeliyiz ki; “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi, yalnız suçun oluşup oluşmadığı konusunda değil; olayda kesinliğe kavuşturulamayan, değerlendirilmesi gereken diğer hususlar bakımından da dikkate alınır. Örneğin; konut dokunulmazlığının ihlali veya hırsızlık suçunun gece vakti işlendiği yönünde bir iddia bulunmasına rağmen, fiilin gece vakti gerçekleştiğinin şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlanamaması halinde, sanık bu şüpheden yararlandırılarak, suçun gündüz vakti işlendiği kabul edilecektir[1]. İlk haksız fiilin kim tarafından işlendiğinin tespit edilemediği durumlarda da “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince, sanık hakkında haksız tahrik indiriminin uygulanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır[2].

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2021/16414 E. ve 2023/23844 K. sayılı kararına benzer şekilde, yalnız katılanın ifadelerinin, sanığın mahkumiyetine yeter delil teşkil etmeyeceği[3], sanığın o suçu işlemiş olmasına ihtimal verilerek mahkumiyet hükmü kurulmasının maddi gerçeğe ulaşma amacını sağlamadığı, kuvvetli ihtimalin yeterli olmadığı, olaydaki ve delillerdeki belirsizliklerin sanığın lehine yorumlanması gerektiği[4] bu yöndeki başkaca kararlarla da ortaya koyulmuştur. Ancak hayatın olağan akışına aykırılık veya uygunluk kavramı hakkında kesin bir tespit bulunmamakta, Yargıtay tarafından sanık lehine veya aleyhine değerlendirildiği görülmektedir. Bu sebeple; belirsiz nitelikte olan, ancak bir suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olduğu kanaatinde rol oynadığı görülen hayatın olağan akışına aykırılık kavramının kararlara nasıl yansıdığı üzerinde durulacaktır.

IV. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi Kapsamında Hayatın Olağan Akışına Aykırılık/Uygunluk Kriteri

Mahkemelerin, hayatın olağan akışına aykırılık kavramını akla ve mantığa uygunluk kapsamında değerlendirerek, sanığın suçu işlemiş olup olamayacağı hakkında kanaate vardıkları görülmektedir[5]. Ancak hayatın olağan akışına aykırılık; olaydaki boşluğun doldurulması için başvurulan bir ifade olup, esasen mahkemenin olaya ilişkin bu kısmı sabit görmediği, sadece olağan akışta gerçekleşme ihtimali bulunan bir olay olarak değerlendirdiği anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle; yalnız hayatın olağan akışına aykırı olduğu gerekçesiyle verilen mahkumiyet hükmü, mahkemenin kuvvetli ihtimale dayanarak kurduğu ve bu suretle “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine aykırı davrandığı anlamına gelecektir.

Bazı durumlarda ise hayatın olağan akışına aykırılığın, sanık lehine yorumlandığı ve CMK m.223/2-e uyarınca beraat kararı verilmesi gerektiğinin kabul edildiği görülmektedir[6]. Bu kabul; var olan şüphenin sanık lehine yorumlandığı anlamına geldiğinden, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine uygundur.

V. Değerlendirmemiz

Sanığın suçu işlediğinin sabit görülüp, suçsuzluk/masumiyet karinesinin aksinin ispat edildiği durumlarda CMK m.223/5 uyarınca mahkumiyet kararı verilirken; sanığın suçu işlediğinin her türlü şüpheden uzak, kesin ve somut delillerle ispatlanamaması halinde, bu şüphe sanık lehine değerlendirilerek, CMK m.223/2-e gereğince sanığın beraatına karar verilmesi gerekir. İhtimale dayalı olarak kurulan mahkumiyet hükmü, Anayasa m.38/4’de güvence altına alınan suçsuzluk/masumiyet karinesini ihlal edecek, Ceza Muhakemesi Hukukunun maddi gerçeğe ulaşma amacına riayet edilmediği anlamına gelecektir.

Gerek “hukuk devleti” ilkesi ve gerekse “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi, keyfiliğin önüne geçmeyi ve maddi gerçeğe uygun kararlar verilerek adaletin sağlanmasını amaçlar. Bu nedenle mahkemelerin, suçun sanık tarafından işlendiğini sabit gördüğü durumlarda, şüphenin hangi sebeplerle ortadan kalktığını gerekçesine yansıtması gerekmektedir.

Bu kapsamda; hayatın olağan akışına aykırılık, başka türlü olamayacağından, dosya bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanığın iddiaya konu suçu işlediği anlaşıldığından gibi esasen belirsiz kavramların, kesin bir olgu gibi kabul edilerek ve sanık aleyhine yorumlanarak, şüpheyi ortadan kaldırdığı kabulü ile sanığın mahkumiyetine gerekçe gösterilmesi, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine uygun değildir. Böyle bir kabulle hareket edilmesi, sanığın suçsuzluğunu ispatlamak zorunda bırakılması anlamına gelmekte olup, masumiyet karinesinin ihlaline yol açacaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 17.05.2023 tarihli, 2022/1-335 E. 2023/289 K. sayılı kararında; “…Öte yandan amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; suçsuzluk ya da masumiyet karinesi olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; in dubio pro reo olarak ifade edilen şüpheden sanık yararlanır ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir…Ceza mahkumiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” diyerek, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin önemini ortaya koymuş ve bu ilke yönünden bir içtihat oluşmuştur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 21.05.2013 tarihli, 2012/6-1309 E. 2013/258 K. sayılı kararında; “Gerçekleşme şekli şüpheli ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe belirmesi halinde uygulanacağı gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan delillerin bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir şüphe ve başka türlü bir oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır.” diyerek, bu ilkenin uygulama alanına dikkat çekmiştir.

Uygulamada; CMK m.223/5’i ve bu hüküm ile suçsuzluk/masumiyet karinesinin doğal bir sonucu olan iddia edenin iddiasını hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş kanıtlarla sanığın aleyhine yüzde yüz ispatlaması şartının ortaya koyduğu “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi bazen gözardı edilmekte ve bazen de cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda sıklıkla karşılaşıldığı üzere ispat yükü yön değiştirerek suçluluk karinesi varmışçasına, sanıktan suçsuzluğunu kanıtlaması veya şüphe sanık aleyhine yüzde yüz giderilemese bile mahkumiyet kararları verildiği görülmekle birlikte, bu tür uygulamaların doğru olmadığını, itham sisteminde kabul edilemeyeceğini, ispat yükünün iddia edene ait olduğunu, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin sanık aleyhine işletilemeyeceğini, zan, tahmin, sübjektif değerlendirme ve ihtimallere dayalı mahkumiyet kararlarının hukuka aykırı olacağını ifade etmek isteriz.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Doğa Ceylan

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------

[1] Yargıtay 17. Ceza Dairesi’nin 15.03.2018 tarihli, 2015/28654 E. ve 2018/3618 K. sayılı kararında; “suça konu aracın ... yolu ... bey mobese kameralarına 22.07.2011 günü saat gündüz saat dilimi sayılan 05.07 sıralarında girdiği atılı suçların gece sayılan vakitte gerçekleştiğinin kesin olarak belli olmaması nedeniyle, "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereğince eylemin gündüz vakti işlendiğinin kabulü ile hüküm kurulması gerekirken, sanığın müştekiye yönelik gerçekleştirdiği hırsızlık ve konut dokunulmazlığının ihlali suçlarından kurulan hükümlerde TCK'nın 143. ve 116/4. maddesi uyarınca artırım yapılmak suretiyle fazla cezaya hükmedilmesi,” bozma sebebi yapılmıştır.

[2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.10.2002 tarihli, 2002/238 E. ver 2002/367 K. sayılı kararında; “Birbirlerine karşılıklı etkili eylemde bulunan ve doktor raporlarında belirtildiği şekilde yaralanan sanıkların çelişen anlatımları dışında ilk haksız saldırının hangisi tarafından yapılıp, kavgayı kimin başlattığının kesin bir biçimde saptanamadığı açıkça görülmektedir. Gerek Ceza Genel Kurulunun gerekse, Özel Dairelerin yerleşmiş ve süreklilik gösteren karalarında kabul edildiği üzere, ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığı belirlenemediğinden şüpheli kalan bu halden sanığın yararlandırılması suretiyle etkili eylemi hafif haksız tahrik altında gerçekleştirdiği kabul edilmelidir. O halde Yerel Mahkemece dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçe ile sanık A. Ö. hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesinin isabetsiz olduğu” belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

[3] Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 03.07.2018 tarihli, 2015/9656 E. ve 2018/4952 K. sayılı kararında; “Sanığın, asker arkadaşı olan katılanı arayıp gömü bulduklarını ucuza altın satabileceğini söylemesi üzerine altın alışverişi için buluştuklarında katılana bir adet gerçek reşat altını gösterip inandırarak altın almak için katılanın yanında getirdiği 40.000 TL parayı alıp sahte altın verip kaçtığı iddia edilen olayda; katılanın soyut iddialarından başka sanığın üzerine atılı suçu işlemediğine dair savunmalarının aksine delil elde edilemediği gerekçesine dayanan mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmeyerek hükmün onanmasına karar verilmiştir.

[4] Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 01.12.2014 tarihli, 2014/3253 E. ve 2014/5690 K. sayılı kararında; “Somut olayda sanığın ellerindeki atış artığının, artığın bulunduğu yüzeye temasla sirayetinin mümkün olduğu, maktulden alınan ve atış artığı bulunmayan svapların ellerden alındığı, buna karşılık yaraya yakın olan vücudun diğer bölgelerinde atış artığı bulunup bulunmadığının belirsizliği, atış artıklarının başka nedenlerle oluşma ihtimalinin tamamen ortadan kalkmaması, olay öncesinde ve sonrasında maktulle ve maktulün bulunduğu ortamla temas halinde olan sanığın kabanındaki maktule ait kan örneğinin de benzer şekilde sirayetinin mümkün olması, sanığın tedirgin ve endişeli davranışlarının dayandığı makul sebeplerin varlığı, maktulün bulunduğu yerin ilçe merkezine mesafesi, araç ile ulaşımın mümkün olması, çeşitli amaçlarla buraya diğer insanların da geldiğinin anlaşılması, sanığın iletişimin dinlenmesi ile tespit edilen telefon görüşmesindeki beyanlarının yoruma açık olması karşısında, tüm bu delillerin, sanığın eylemi gerçekleştirdiği iddiasını kuvvetli bir ihtimalden öteye geçiremediği, kuvvetli de olsa, ihtimale dayalı olarak mahkumiyet kararı verilmesi mümkün olmadığından, sanığın kardeşini kasten öldürme suçunu işlediği, her türlü kuşkudan uzak, yasal ve yeterli delillerle kanıtlanamadığı gözetilerek beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,bozma sebebi yapılmıştır.

[5] Yargıtay 13. Ceza Dairesi’nin 29.03.2012 tarihli, 2011/9097 E. ve 2012/7297 K. sayılı kararında; “Sanıklar ... ve ... ... 4 ton hurda demiri aldıkları kişilerin kimler olduğunu bilmedikleri şeklindeki savunmalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu ve sanıkların hurda demiri bedelinin çok altında aldıklarının anlaşılması karşısında, suç eşyasını satın alma suçundan mahkumiyetleri yerine yazılı şekilde beraatlarına karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”

[6] Yargıtay 12. Ceza Dairesi; 03.07.2019 tarihli, 2019/3551 E. ve 2019/8083 K. sayılı kararında şu açıklamalara yer verilmiştir; “Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “şüpheden sanık yararlanır” temel hukuk prensibi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılması için, suçun tereddüde yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesi gerekir. Oluş şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı mahkum etmek, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir.

O halde, sanıklarla aralarında husumet bulunan katılanların, herhangi bir delille desteklenmeyen, kanaat vermekten uzak, hayatın olağan akışına uygun düşmeyen, kuşkudan arınmamış, soyut beyanlarına itibar edilemeyeceği nazara alınıp, yüklenen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle sanıklar hakkında açılan kamu davalarından sanıkların CMK’nın 223/2-e madde, fıkra ve bendi gereğince ayrı ayrı beraatlerine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, sanıklar hakkında yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması, … bozmayı gerektirmiştir.”