CMK m.193/2 ve Suçsuzluk/Masumiyet Karinesi

Abone Ol

I. Giriş

Anayasa Mahkemesi 08.09.2022 tarihli ve 2021/118 E. 2022/98 K. sayılı kararında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.193/2’de yer alan, “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.” hükmünün iptali talebini incelemiştir.

II. İptal Talebinin Gerekçesi

Hatay 6. Asliye Ceza Mahkemesi; Anayasa m.36 ve m.38/4’de güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı ve suçsuzluk/masumiyet karinesine aykırı olduğu gerekçesiyle, CMK m.193/2’nin iptali için itiraz yoluna başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:

5271 sayılı Kanun m.223/1’e göre “Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkumiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür”. 5271 sayılı Kanun m.193/2 hükmü incelendiğinde mahkumiyet hükmü dışında kalan beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı verilmesi gerekmekte ise sanığın sorgusu yapılmadan yargılamanın bitirilebileceği anlaşılmaktadır.

5271 sayılı Kanun m.223/3’e göre göre sanık hakkında; yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması, yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hali ya da cebir veya tehdit etkisiyle işlenmesi, meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması ve kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düşülmesi hallerinde, kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilecektir. Yine 5271 sayılı Kanun m.223/4’e göre göre işlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen; etkin pişmanlık, şahsi cezasızlık sebebinin varlığı, karşılıklı hakaret ve işlenen fiilin haksızlık içeriğinin azlığı dolayısıyla faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilecektir. 5271 sayılı Kanun m.223/6’ya göreyse sanığın yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, belli bir cezaya mahkumiyet yerine veya mahkumiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine hükmolunabilecektir.

Ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilebilmesinin ön koşulu sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olmasıdır. Suçu işlediği sabit olan sanık hakkında ancak 5271 sayılı Kanun m.223’ün 3 ve 4. fıkrasında gösterilen haller bulunmaktaysa mahkumiyet kararı yerine ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilebilecektir[1]. 5271 sayılı Kanun m.223’ün 6. fıkrasına göre güvenlik tedbirine hükmedilmesi halinde de sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olması gerekmektedir. Bu durum anılan fıkra hükmünde de açıkça ifade edilmiştir.

Bu bakımdan; beraat, davanın reddi ve düşme kararlarından farklı olarak ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi için suçun sabit olması gerekmektedir. Anayasa m.38/4’e göre suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Evrensel bir ilke olan masumiyet/suçsuzluk karinesi uyarınca sanığın suçluluğu ispatlanmadıkça suçlu kabul edilmesi mümkün değildir. Sanığın suçlu olduğunun sabit olması için adil/dürüst bir yargılamanın yapılması ve mutlaka sanığa savunma hakkının tanınması gerekir. Nitekim Anayasa m.36/1’e göre herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil/dürüst yargılanma hakkına sahiptir. Bu kapsamda sanığın suçunun sabit olduğunun kabulüyle sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi kararları verilebilmesi için sanığa savunma hakkı tanınması zorunludur.

Anayasada güvence altına alınan bu hükümlerine aksine 5271 sayılı Kanun m.193/2 hükmü sorgusu yapılmamış sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi kararları verilmesine olanak tanımaktadır.

Diğer taraftan oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla bütün toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti de ilgilendirmektedir. Ceza muhakemesinin amacı, yargılama neticesi verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan hükmün doğru olmasını sağlamaktadır. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, yargı mercileri huzurunda kendisini savunma, müdafi yardımından yararlanma, susma, soru sorma, aleyhine olan işleme katılmama, tercümandan yararlanma, delillerin toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma, kanun yoluna başvurma gibi hakları içermektedir.

Savunma hakkının temelini oluşturan sorgu, sadece sanık lehine getirilmiş bir hüküm değil, aynı zamanda maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla konulmuş, kamusal niteliği de bulunan emredici usul kuralıdır. Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı ilke olmakla birlikte, kanun koyucunun başka bir mağduriyete sebebiyet vermemek, yargılamanın uzamasını engellemek, usul ekonomisi, gereksiz emek ve gider kaybına neden olmamak açısından bazı sınırlamalara gittiği de bir gerçektir. Ancak bu sınırlamalar istisna olup, bu hallerde dahi usul kanunumuz bazı şartların varlığını aramaktadır.

Sanık duruşmada hazır bulunması gereken kişilerden olup, bu durum yargılamanın “yüze karşılık” özelliği ve savunma hakkının sonucudur. Bu nedenledir ki; ceza muhakemesi hukukumuzda istisnai haller haricinde, gelmeyen sanık hakkında duruşma yapılamayacaktır.

III. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

AYM; tarafların duruşmada hazır bulunma hakkının, hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağladığını ve hem de “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine işlerlik kazandırdığını belirtmektedir. Bu hak, sadece duruşmada hazır bulunmayı değil duruşma sürecini dinlemeyi, takip etmeyi, iddia/savunmaları destekleyecek argümanları ileri sürmeyi de içermektedir. Dolayısıyla duruşmada hazır bulunma hakkı, tarafların yargılamaya etkili katılmaları ile doğrudan ilişkilidir[2].

Ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması, hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Savunma, ceza adaletini hakkaniyete uygun olarak gerçekleşmesini sağlayan unsurlardan biridir[3].

İtiraz konusu kuralla birlikte; toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi kanısına varılması durumunda sanığın sorgusu yapılmadan davanın bitirilebileceğini öngörmek suretiyle, duruşmada hazır bulunma ve savunma hakkına, dolayısıyla adil/dürüst yargılanma hakkına bir sınırlama getirmektedir. Bu sınırlama; “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13 uyarınca temel hak ve hürriyetlere aykırı olmamak üzere kanunla yapılmalı, Anayasada öngörülen sınırlama sebebine ve “ölçülülük” ilkesine uygun olmalıdır.

AYM; iptal talebine konu CMK m.193/2’nin, 5271 sayılı Kanunda belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte düzenlendiğini ve Anayasa m.141/4[4] uyarınca yargılamanın bir an önce sonlandırılması amacıyla meşru bir amaca da dayandığını belirterek, kanunilik ve meşru amaç şartlarını taşıdığı sonucuna ulaşmıştır.

Sınırlamanın ölçülülük ilkesine de uygun olması gerekmektedir. Anayasa m.13’de güvence altına alınan bu ilke; “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır.

AYM; isnat edilen fiili işlediğinin mahkemece tespit edilmesi ve sonucunda ceza verilmesine yer olmadığına veya güvenlik tedbirine hükmedilmesi durumunda, 5271 sayılı Kanun m.223/5’de düzenlenen mahkumiyet hükmü gibi bir sonucun doğmadığını belirtmekle birlikte, sanığın işlediği fiilden dolayı hukuki sorumluluğunun devam edebileceğine dikkat çekmektedir. Bu nedenle, mahkeme tarafından sanığın eylemi veya suçu işlediğinin tespit edildiği hallerde mahkumiyet dışındaki hüküm nedeniyle sanık başka yönlerden dezavantajlı konuma düşebilmektedir. Bu kararlar bakımından sanığın sorgusunun yapılmaksızın davanın bitirilebilmesine imkan tanınması, adil/dürüst yargılanma hakkına orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.

AYM tüm bu açıklanan nedenlerle, kuralın Anayasa m.13 ve m.36’ya aykırı olduğuna ve iptaline oybirliğiyle karar vermiştir.

İptal hükmü, 04.10.2022 tarihli ve 31973 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girecektir. Anayasa Mahkemesi, yasal boşluk doğmaması amacıyla iptal kararının derhal yürürlüğe girmesini istememiş ve iptal kararının sonuç doğurmasını 6 ay sonraya bırakmıştır.

IV. Değerlendirmemiz

5271 sayılı Kanun m.193/1’e göre; “Kanunun ayrık tuttuğu haller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir”.

Bu hükümden de anlaşılacağı üzere, sanığın duruşmada hazır bulunması hem hak ve hem de yükümlülüktür. Bu hak; “yüz yüzelik” ilkesinin doğrudan bir yansıması olup, aynı zamanda da savunma hakkının doğal bir sonucudur. Sanığın duruşma salonunda hazır bulunması kural olup, bunun istisnaları Kanunda düzenlenmiştir[5].

İptal edilen 5271 sayılı Kanun m.193/2’ye göre; “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir”.

İptal edilen hükümle mahkeme; topladığı delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verecekse, sorgusunu yapmadan davayı sanığın yokluğunda bitirebilecektir.

Anayasa Mahkemesi hakkaniyete uygun yargılamanın en önemli unsuru olan sanığın kendisini savunma hakkından faydalanmasının ilk koşulunun, sanığın savunmasını yapabilmesi için mahkeme önünde hazır bulunma olanağına sahip olması olduğunu belirtmektedir[6]. Suçla itham edilen herkes; iddiayı duymak, karşı koymak ve savunmasını yapmak üzere mahkemenin huzurunda bulunarak yargılanma hakkına sahiptir. Duruşmada hazır bulunma hakkı, kişinin kendi davasının duruşmasına bizzat veya bir müdafi ile birlikte katılması anlamına gelmektedir.

Ayrıca; duruşmada hazır bulunma hakkının, tarafların yargılamaya etkili katılmaları ile doğrudan ilişkisi vardır. Adalet yönetiminin adil bir görüntü vermesi önemlidir ve tarafların yargılamaya etkili katılımlarının sağlanması için gerekli önlemler alınmalıdır. Duruşmada hazır bulunma hakkı; kural olarak, sadece duruşmada fiilen hazır bulunmayı değil, dinlemeyi, takip etmeyi, iddialarını destekleyecek hususları ileri sürmeyi de içermektedir. Çelişmeli yargılamaların doğasında var olan bu hak; ceza yargılamaları yönünden, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.6/3’de yer alan sanığın “kendisini savunma” hakkından da anlaşılmaktadır[7].

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 06.02.2020 tarihli ve 2017/22672 başvuru numaralı Şehrivan Çoban Kararında, duruşmada hazır bulunma hakkı ile ilgili şu hususlara yer verilmiştir; Suç isnadı altındaki bir kimse duruşmada hazır bulunarak yargılamaya etkin olarak katılmakta, hakkında kurulacak hükmün inşasına ortak olmakta ve yargılamaya yön verme imkanına kavuşmaktadır. Hakimler de bu hak vesilesiyle sanığın tutum ve davranışları ile kişisel özelliklerini gözlemleme imkanı elde etmektedir.

Duruşmada hazır bulunma hakkı, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının özel bir görünümü olan savunma hakkıyla da sıkı bağlantılıdır. Ceza yargılamasında hakkaniyete uygun bir yargılamanın en önemli unsuru olan bizzat savunma hakkının sağlanabilmesi için sanığın duruşmada hazır bulunma olanağına sahip olması gerekir. Özellikle mahkemenin vereceği hükmü etkileyebilecek nitelikteki değerlendirmelerin veya başka esaslı işlemlerin yapıldığı kritik aşamalarda sanığın duruşmada hazır bulunması büyük önem taşımaktadır. Duruşmada hazır bulunma hakkı, kişinin kendi davasının duruşmasına bizzat veya müdafii ile birlikte katılması anlamına gelmektedir. Böylelikle olayı en iyi bilebilecek durumda olan sanık, delillerin tartışılmasını sağlayarak aleyhinde olan delilleri çürütme ve mahkemenin vereceği kararı etkileme imkânı bulacak ve böylelikle savunmasının doğruluğunu ispatlayabilecektir”.

İHAM kararlarına bakıldığında ise; İHAS’da açıkça düzenlenmemesine rağmen İHAS m.6’nın amaç ve hedefleri bir bütün olarak gözetildiğinde, suç isnadı altında olan bir kimsenin yargılamaya katılma hakkının bulunduğu kabul edilmektedir[8]. Bu bakımdan İHAM, sözkonusu maddenin ilke gereği yalnızca duruşmalara katılma hakkını değil, aynı zamanda duruşmaları dinleme ve izleme hakkını da kapsadığını belirtmektedir[9].

Adil/dürüst bir yargılanmadan bahsedebilmek için hakkaniyete uygun bir yargılanmanın yapılması gerektiği şüphesizdir. Sözleşme organları; davanın hakkaniyete uygun olarak dinlenmesi (fair hearing) kavramını genel bir ilke olarak ele almış ve bu genel ilkeye dayanarak, İHAS’da açıkça belirtilmeyen bazı hakları[10] da adil/dürüst yargılanmanın bir gereği olarak ortaya koymuşlardır.

İHAM’a göre, hakkaniyete uygun bir ceza yargılaması için sanığın mahkeme huzuruna çıkarılması büyük önem arz etmektedir. Buna göre duruşmada hazır bulunma hakkı; sanığın savunmasının doğruluğunu kanıtlama ve onu, tanık ve mağdur ifadeleriyle karşılaştırma olanağı sunmaktadır[11].

Yeri gelmişken; iptal edilen hükümle ilgili karar verilirken yerleşik bir uygulamanın benimsenmediğini belirtmemiz gerekmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.10.2009 tarihli ve 2009/89 E. 2009/243 K. sayılı kararına göre; “fıkranın uygulanma koşullarını derhal beraat kararıyla sınırlayan görüşler doğrultusunda değil, yasa koyucunun gerekçede belirttiği amacı da nazara alınarak daha geniş yorumlanmalıdır”. CGK kararına göre; “ilk bakışta eylemin suç oluşturmayacağı ve derhal beraat kararı verilebilecek” hallerle sınırlı olarak uygulanmasını ve bu haller dışında mutlaka sanığın sorgusunun yapılmasını gerekli gören görüşün daha geniş yorumlanması gerekmektedir. Ancak uygulamada bu görüş tam olarak benimsenmemiş olduğu, nitekim daireler tarafından hükmün derhal beraatle sınırlı olarak uygulanmasını gerekli gören görüşün devam ettirildiği görülmektedir.

Konumuza dönecek olursak; Anayasa Mahkemesi’nin ceza verilmesine yer olmadığına veya güvenlik tedbirine hükmedilmesi durumunu incelediği tüm açıklamalara katılmakla birlikte, masumiyet/suçsuzluk karinesinin ihlalinin CMK m.223 uyarınca verilecek diğer hükümler bakımından da gündeme geleceğini belirtmeliyiz.

AYM’nin 31.03.2021 tarihli ve 2020/35 E. 2021/26 K. sayılı kararına göre; “Masumiyet/suçsuzluk karinesi suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamaması anlamına gelmektedir. Buna göre, bir kimsenin suçluluğunun gerçek anlamda sübuta erdiğinin söylenebilmesi için serbest ve etkin olarak yargı yetkisini kullanan bağımsız bir mahkeme tarafından yürütülen ve adil/dürüst yargılanma hakkı koşullarını sağlayan yargılamada, yeterli şüphenin giderilmesi suretiyle maddi hakikate ulaşılarak verilen bir mahkeme hükmünden söz edilmesi gerektiği açıktır.

5271 sayılı Kanunun 2. maddesinde şüpheli, soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi; sanık ise kovuşturmanın başlamasından itibaren hüküm kesinleşinceye kadar suç şüphesi altında olan kişi olarak tanımlanmıştır. Ceza muhakemesi, suça konu fiilin işlenip işlenmediği, işlenmişse failin kim olduğu ve faille eylem arasındaki bağın ne olduğunun tereddüde yer bırakılmaksızın tespit edilerek eyleme uygun hangi yaptırımın uygulanacağı sorularının cevaplandığı ve bu surette maddi gerçekliğe ulaşmanın hedeflendiği bir süreçtir. Bu itibarla, masumiyet/suçsuzluk karinesi gereğince maddi gerçekliğe ulaşana kadar yani suçu işlediği iddia edilen kişi hakkında verilen karar kesinleşinceye kadar kişinin şüphe altında olması yani suçlu olduğunun kabul edilmemesi ve buna uygun davranılması asıldır.

Masumiyet/suçsuzluk karinesi hiçbir şart altında sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak, vazgeçilmez evrensel bir temel haktır. Masumiyet/suçsuzluk karinesi sonuçları ile birlikte değerlendirildiğinde gerekli ölçütlere dikkat edilmeden yapılan uygulamaların (örneğin suçsuz bir kişinin cezalandırılması halinde) toplumun ceza adalet anlayışı üzerinde çok ciddi sonuçlar doğuracağı açıktır. Dolayısıyla masumiyet/suçsuzluk karinesi, bu karineden faydalanacak olan kişinin (şüpheli/sanık) iradesinden (suçun ikrarı vb.) dahi bağımsız olarak herkesçe uyulması gereken zorunlu çekirdek hak niteliğindedir. Nitekim olağanüstü durumlarda temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması rejimini düzenleyen Anayasanın 15. maddesinde masumiyet/suçsuzluk karinesi; savaş, seferberlik ve olağanüstü hallerde dahi madde gerekçesinde ifade edildiği üzere “…hiçbir sebep ve surette durdurulamayacak, ihlal edilemeyecek hak yahut hürriyetler…” arasında sayılmıştır. Buna göre olağanüstü durumlarda dahi masumiyet/suçsuzluk karinesi geçerliliğini koruyacaktır.”

Görüldüğü üzere; suçsuzluk/masumiyet karinesi, kişinin kusurunun ispat edilmeden önce suçlu gibi muamele görmesini engelleyen, olağanüstü durumlarda dahi korunması gereken dokunulmaz çekirdek bir haktır. Bu halde iptale konu hükmün değerlendirmesinde AYM’nin “ceza verilmesine yer olmadığına” ve “güvenlik tedbirinin uygulanmasına” ilişkin olarak yer verdiği gerekçelerin yerinde olduğuna kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu değerlendirmeye ek olarak; 5271 sayılı Kanunun “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesi uyarınca, sanık hakkında verilecek mahkumiyet harici hükümlere bakıldığında, kişinin suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlalinin gündeme gelebileceği izahtan varestedir. Nitekim iptal edilen hükme göre, sanığın yokluğunda 5271 sayılı Kanun m.193/2 uyarınca düşme veya durma kararı da verilmesinin önünde engel yoktur.

Düşme kararı; sanığın ölümü, af, davanın zamanaşımına uğraması, ceza zamanaşımı, şikayetten vazgeçme, şikayet süresini geçirme ve ön ödeme durumlarında ve durma kararı ise soruşturma veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediğinin anlaşıldığı ve gerçekleşmesinin beklenmesi üzere verilen kararlardır. Sanığın; sahip olduğu suçsuzluk/masumiyet karinesinden yararlanarak, somut davada durma veya düşme kararı verilmesi gerekliliğini ortaya çıkarabilecek bir sebep bulunsa dahi beraat kararı verilmesini isteme hakkı vardır. Sanığın yokluğunda verilecek durma veya düşme kararı aklanma hakkını ihlal edecektir[12].

Sonuç olarak; AYM’nin iptal gerekçesine katılmakla birlikte, hükmün sadece “ceza verilmesine yer olmadığına” ve “güvenlik tedbirinin uygulanmasına” karar verildiği hallerde değil, beraat haricinde verilen 5271 sayılı Kanun m.223’de belirtilen diğer hükümler kapsamında da kişilerin lekelenmeme hakkına zarar vereceğini belirtmemiz gerekmektedir. Nitekim beraat kararı haricindeki kararlarda sanık aklanamamakta ve bu durum, hem sosyal hayatlarına ve hem de yargılama sürecinde davalara tesir edebilmektedir.

İptal hükmünün Resmi Gazete’de yayımlandıktan altı ay sonra yürürlüğe gireceği ve Anayasa m.141/4 hükmü de birlikte değerlendirildiğinde, mahkemeler tarafından bu hükmün yalnızca “beraat” kararları ile sınırlı olarak uygulanması yerinde olacaktır. İptal kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı 4 Ekim 2022 tarihinden başlayarak 6 ay için CMK m.193/2 uygulanmaya devam edecek, 6 ayın dolması ile iptal edilen hükmün yürürlüğü son bulacak ve bu hüküm yerine sadece beraatle sınırlı yoklukta ceza davasının bitirebileceğine dair kanunlaştırmaya gidilmediği takdirde, artık sanık hakkında toplanan delillere göre sorgusu yapılmadan beraat kararı verilecek olsa bile bu karar verilemeyecek ve sanığın sorgusunun yapılması beklenecektir. Bu sebeple; Anayasa Mahkemesi’nin somut norm denetimi yoluyla iptal ettiği hükmün yerine sanığın suçsuzluk/masumiyet karinesini, dolayısıyla lekelenmeme ve aklanma haklarını koruyacak şekilde “Toplanan delillere göre sanığın beraatına kararı verilmesi gerektiği kanaatine varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.” hükmünün CMK m.193/2’ye eklenmesi gerekir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Berra Berçik

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------

[1] Yargıtay 3. CD 13/11/2017 tarih 2017/15056 E 2017/14568 K

[2] Emrah Yayla, 2017/38732 başvuru numaralı, 06.02.2020 tarihli AYM Kararı

[3] AYM, 2018/73 E. 2019/65 K. 24.07.2019

[4] Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.

[5] Bknz. 5271 sayılı Kanun m.193/2, m.194, m.195, m.196

[6] Ali Gürbüz, B. No: 2013/724, 25/6/2015

[7] Ceza yargılaması yönünden bkz. Tarasov/Ukrayna, B. No: 17416/03, 31/10/2013, § 98; hukuk yargılaması yönünden bkz. D.D./Litvanya, B. No: 13469/06, 14/2/2012, § 119

[8] Hermi/İtalya [BD], B. No:18114/02, 18/10/2006

[9] Stanford/Birleşik Krallık, 23/2/1994

[10]hükmün gerekçesi hakkında bilgilendirme hakkı, mahkemenin kararına karşı kanun yoluna başvurabilmek için gerekli zamana ve imkana sahip olma hakkı, karşı tarafın görüş ve beyanlarından haberdar edilme hakkı ve mahkemenin genel ilkeden hareketle ortaya koyduğu en önemli ilkeler olan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılanmaya ilişkin temel haklar” yerleşik içtihatlar doğrultusunda örnek verilebilecektir.

[11] Medenica/İsviçre, B. No: 20491/92, 12/12/200

[12] Mineli-İsviçre kararında Yerel Mahkeme; davanın esasına girmeden zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiş, fakat mahkeme giderlerinin sanık tarafından ödenmesine hükmetmiştir. Yerel mahkeme bu durumun gerekçesini, zamanaşımı dolmamış olsa idi eldeki mevcut verilerle sanığın büyük ihtimalle mahkum olacağı şeklinde açıklamıştır. İHAM, Yerel Mahkemenin bu gerekçesini suçsuzluk/masumiyet karinesine aykırı davranılması nedeniyle adil/dürüst yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir.