CEZA YARGILAMASINDA VASITASIZLIK VE SÖZLÜLÜK İLKELERİ

Abone Ol

1. VASITASIZLIK İLKESİ

Bu ilkeye göre mahkeme, iddianamede anlatılan fiil ve faille doğrudan iletişime geçerek yargılama yapmalıdır. Aydınlatılması gereken şüphe oluşturan eylem mahkemece tüm yönleriyle duruşma aşamasında doğrudan incelenmelidir.

Mahkemenin veya hâkimin kararını delillerle doğrudan doğruya, bizzat temasa geçerek, araya hiçbir araç girmeksizin elde etmesini ve değerlendirmesini ifade eden ilkeye vasıtasızlık ilkesi denmektedir. Örneğin, mahkeme duruşmada tanığı dinleyecek, suç aracı olan silahı görecek, olay mahallinde keşif yapacak ve ispat konusunda bir karara ulaşacaktır[1]. Vasıtasızlık ilkesi diğer bir ifadeyle doğrudan doğruyalık ilkesi gereğince, tanığın tavrı ve güvenilirliğini gözlemek ve vicdani kanaatin oluşmasını sağlamak amacıyla tanığın yargılamada dinlenmesi gerekir. Bu nedenle önemli bir tanığın dinlenmesinden sonra mahkemenin kompozisyonu değişmiş ise ve tanığın güvenilirliği konusunda itirazlar bulunuyorsa, o tanık tekrar dinlenmelidir[2].

Karar verecek olan hâkim, delillerle doğrudan doğruya temasa geçmelidir. Bu anlamda örneğin hâkim tarafından tanığın dinlenmesi, yazılı delillerin görüp, okunup incelenmesi, diğer belirtilerin bizzat görülmesi gerekmektedir. CMK’nın 217/1. maddesinde delillerin ‘hâkimin... huzurunda’ tartışılması gerektiğinden söz edilmesi, vasıtasızlık ilkesinin benimsendiğini göstermektedir[3].

Mahkemenin; yargılayacağı olay, olayın tanıkları, sanık ve tüm delilleri ile doğrudan doğruya temasa geçmesi gerekir. Bu nedenle, mahkeme hüküm verirken kullanacağı delilleri “duruşmada bizzat öğrenir” ve “hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurda tartışılmış delillere dayandırabilir”. Bu deliller hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir[4].

Hâkim, vasıtasızlık ilkesinin bir gereği olarak deliller arasında öncelik sonralık ilişkisi kurabilir, hükmünde birini diğerinden üstün tutabilir. Vasıtasızlık ilkesi doğrudan hâkime ilişkindir[5]. Vasıtasızlık ilkesinde amaç delillerin kolektif olarak değerlendirilmesidir[6].

Hâkim hazırlık soruşturmasında dinlenen bir tanığın ifadesini tutanakta okumakla yetinmemeli, tanığı duruşmada bizzat dinleyerek hükmüne esas alabileceği bir delil haline getirmelidir. Çünkü tutanak dolaylı kaynak iken, tanığın doğrudan dinlenmesinde delil ile ilk elden ilişki kurulmaktadır[7].

Kararı verecek olan mahkeme veya hâkim, delil sözlü ise, dinleyecek, yazılı ise, okuyacak, eşya veya iz şeklinde ise, görecektir. Bu ilkenin zorunlu sonucu olarak, istisnalar hariç tanıkların duruşmada doğrudan doğruya dinlenmeleri gereklidir. Mahkeme veya hâkim tarafından tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışılır. Mahkeme veya hâkim tarafından sanığın önceki ifadesi ile duruşmadaki ifadeleri arasında çelişki bulunması halinde; sanığın, hâkim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafisinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir. Mahkeme veya hâkim tarafından rapor, belge ve diğer yazılar maddi gerçeğe ulaşmakta bir açıklamayı ve görüşü içeren resmî belge ve diğer yazılar ve fennî muayene ve doktor raporlarının okunmasından sonra gerekli görülürse belge ve diğer yazılar veya raporda imzası bulunanlar, açıklamada bulunmak üzere duruşmaya çağrılarak tekrar dinlenebilirler. Mahkeme veya hâkim tarafından suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana (müştekiye) veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafisine sorulur. Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla varsa katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa eğer sanık yoksa müdafisine verilir. Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Duruşma dışında ileri sürülmüş ve duruşmada tartışılmamış deliller üzerinden hüküm kurulamaz. Mahkemenin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tüm delillere ulaşarak şüphe oluşturan alanları ortadan kaldırması için eksik soruşturma yapılmaması gerekir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarih, 2017/16-956 Esas ve 2017/370 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen, dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarih, 2015/3 esas, 2017/3 sayılı kararında; "Bylock iletişim sisteminin … silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağının" kabul edildiği gözetilmekle, ByLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen sanıklar Y…, E.., C….’ın ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, ByLock kullanıcısı olduğuna dair delilin atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ByLock tespit ve değerlendirme tutanaklarının getirtilip, sanık E…D…hakkında ayrıntı içermeyen fotoğraf teşhisi yapan M… K..’in ayrıntılı ifade tutanağının mahkemesinden temin edilerek duruşmada CMK'nın 217. maddesi gereğince sanıklar ve müdafilerine okunup, gerektiğinde M…K…’in tanık olarak dinlenmesinden sonra diyecekleri sorularak bir karar verilmesi gerekirken sanıkların ByLock kullanıcısı olduğuna dair yetersiz ByLock sorgu tutanaklarına dayanılarak eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması, BDDK’nın 29.05.2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 107. maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen mutad hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemlerin, örgüte üye olmak suçu bakımından örgütsel faaliyet, tek başına ise örgüte yardım etmek olarak kabul edilebileceği nazara alındığında; sanık Y…...nın ilgili yerlerden Bank Asya hesap hareketlerinin getirtilip, gerekirse hesap hareketlerine dair bilirkişi raporu alınıp tüm dosya kapsamının bir bütün halinde değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirmiştir[8].

Dava sırasında mahkemenin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşlerin her biri hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkânının taraflara tanınması gerekir[9]. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “ Gerçeğe ulaşılabilmesi için sanığın leh ve aleyhindeki delillerin dava sonuçlanıncaya kadar her zaman toplanabilmesi olanaklıdır. CMK'nın 217. maddesi gereğince, bir delilin veya ispat olunacak vakıanın geç ileri sürülmesi, bu kanıt veya olgunun ileri sürme talebinin reddini gerektirmemektedir. Yargılamanın süratle bitirilmesi ilkesi asla maddi gerçeğin ortaya çıkarılması gayesinin önüne geçmemelidir. Delillerin reddi kararı, gerek tarafları gerekse toplumun adalet beklentisini karşılayacak derecede akla, hukuka uygun ve yeterli gerekçelere dayanmalıdır. CMK'nın 206. ve devamı maddelerinde delillerin ortaya konulmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiş, anılan kanunun 216. maddesinde ise delillerin tartışılmasının usulü ve sonlandırılması açıklanmıştır. CMK'nın 208. maddesinde aynı yasanın 68. maddesine uygun olarak dinlenen tanıkların ifadelerinden sonraki işlemler, 209. maddesinde naip ve istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları ile aynı yöntem ile dinlenen tanık ifade tutanakları, muayene ve keşif tutanakları gibi delil niteliğindeki belge ve diğer belge ile bilgilerin duruşmada okunması, 211. maddede duruşmada önceki ifadesi okunmakla yetinilecek tanık ya da suç ortağının belirlenmesi, 212 ve 213. maddelerde hangi hallerde tanığın ve sanığın önceki ifadesinin 214. maddede de bir açıklama ve görüşü içeren resmi belge ve diğer yazıların, muayene ve doktor raporlarının okunmasından sonra hangi hallerde bu belgeleri düzenleyenlerin duruşmaya çağrılabileceği düzenlenmiştir. Duruşmada okunup tartışılmayan delillerin hükme esas alınmaması prensibinin bir sonucu olarak, olayın tek delilin bir tanık açıklamasından ibaret olması durumunda, daha önce yapılan yazılı ifade tutanağının dinleme yerine geçmeyeceği belirtilmiştir. CMK'nın 215. maddesinde, delillerin ortaya konulmasında yani, beyanların tespiti ve belgelerin okunmasından sonra bunlara karşı katılan veya vekiline Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafisine diyeceklerini bildirme hakkı düzenlenmiştir. Bu kişilerin yokluğunda beyanlar tespit edilip belgeler okunmuş ise, hazır bulundukları ilk oturumda bu kanıtlara karşı diyeceklerin sorulması gerekir. Ancak söz konusu kişilerin diyeceklerinin sorulması için çağrılmaları öngörülmemiştir. CMK'nın 216. maddesinin 1. fıkrasında ise, ortaya konulan deliller ile ilgili tartışma aşamasında söz sırası düzenlenerek, 2. fıkrada esasa ilişkin açıklamaların (esas hakkındaki mütalaa ve savunmanın) usulü ve son olarak 3. fıkrada hükümden önceki son sözün sanığa verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ceza yargılamasının amacı olan maddi gerçeğin açığa çıkarılması için sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulması ve tartışılması aşamasına geçilir. Ceza yargılamasında maddi gerçek iddia ve savunma makamlarının görüşlerinin tartışılması sonucunda ortaya çıkar. Hâkim de kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir”[10].

Mahkeme delilleri, “vicdani kanaatine göre” değerlendirir. Bu nedenle, ne sanığın ikrarı ile ne bilirkişi raporu ile ve ne de belli kanuni deliller veya “ispat kuralları” ile bağlı değildir. Mahkeme sadece, mantık kuralları (araç kullanma yeteneğinin kaybedildiğini varsayan kandaki alkol değerleri gibi, bilim alanında kabul görmüş olan) doğal bilimlerin tecrübe kuralları, kanunun emredici kuralları (CMK 222) ve üstün muhakeme kuralları (örneğin delil yasakları) ile bağlıdır[11].

Hâkim her ne kadar delilleri değerlendirmede serbest ve hatta bilirkişi raporu ile de bağlı değilse de, bunların reddi için tarafları tatmin edecek sağlam temellere dayanmalıdır[12]. Mahkeme veya hâkim vicdani ispat sistemine göre hangi olaylar üzerinden hangi delilleri nasıl değerlendirdiğini, birbiri ile çelişen tanık ifadeleri varsa hangi sebeplerle hangi tanıkların beyanlarının esas alındığını, bilimsel ve teknik delilleri, iddia ve savunmalar kapsamında somut olaya nasıl uyguladığını gerekçeleri ile ayrıntılı bir şekilde açıklamalıdır.

AİHM’e göre, savunma haklarını sınırlayıcı önlem ancak kesinlikle gerekli olduğunda alınmalıdır, daha az sınırlayıcı bir önlem yeterli ise, bu önlem alınmalıdır. Bu nedenle aleyhte olan tanık, kural olarak yargılamayı yapan mahkeme önünde yapılan duruşmada dinlenmeden, sadece yazılı ifadesi delil olarak kabul edilmemelidir[13]. Ancak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla, iddia makamının tanığının duruşmada sanıkla yüzleşmesi veya kimliğinin bilinmesi mutlak bir hak değildir[14].

Özetle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu sisteminde, ilk derece mahkemesindeki yargılama bakımından vasıtasızlık ilkesine önem verilmekte ve hazırlık evresindeki delillerin duruşmada bizzat hâkim ve taraflar huzurunda tartışılması gerekmektedir. İlk derece bakımından bu kuralın istisnası CMK’nın 211. maddesindeki[15], belgelerin okunmasının yeterli görüldüğü hallerdir[16].

2. SÖZLÜLÜK İLKESİ

Sözlülük ilkesi, ceza muhakemesi materyalinden niteliği itibarıyla beyan olarak açıklanması mümkün olanların esas itibarıyla duruşmada hâkim/hakimler önünde açıklanması ve üzerinde süjelerin sözlü ifadede bulunması olarak anlaşılmaktadır. Bu ilke aynı zamanda yargılamanın duruşmalı yapılmasını ifade eder. Kural olarak dosya üzerinden, yazışmalar suretiyle yargılama yapılmamalıdır[17]. Duruşmanın sözlülüğü ilkesini gereğince, deliller sözlü duruşmada ikame edilip tartışılacaktır[18].

Sözlülük ilkesi, muhakeme konusunun son soruşturmada tümüyle tartışma konusu yapılmış olması zorunluluğunu, söylenmemiş herhangi bir sözün kalmamış bulunmasını ifade eder[19]. Diğer bir ifadeyle, duruşmada sözlü olarak ne söylenmişse, ancak onun karara temel kabul edilmesini ifade eden ilkeye de sözlülük ilkesi denmektedir. Bu ilke, kural olarak, son soruşturma safhasında söz konusu olur. Mağdurun ifadesi, müştekinin ifadesi, sanığın savunması, tanıkların veya bilirkişinin dinlenmesi, iddia ve savunmalar hep sözlü yapılacaktır. Duruşmada konuşulmamış, tartışılmamış, ifade edilmemiş konuların veya ileri sürülmemiş bu suretle duruşma tutanaklarına yansımamış delillerin, karar verme veya gerekçeli karar yazma aşamalarında göz önünde tutulması mümkün değildir.

Sözlülük ilkesine göre, hüküm verme faaliyetinde yalnızca duruşmada sözlü olarak açıklanan hususlar dikkate alınabilir. Böylece, sözlü tartışma olmaksızın yalın olarak dosyanın içeriği hükmün gerekçesine esas alınamaz. Bizatihi ispatta belgeler veya diğer yazılı evrak vasıtasıyla, ilke olarak, bu evrakın duruşmada okunması zorunludur[20]. Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (CMK 217)[21]. Diğer bir ifadeyle, duruşmada ortaya konarak tartışılmayan bir delil, hüküm verilirken kullanılamaz. Böylece dosya üzerinden hüküm verilmesinin önüne geçilmiş, bütün delillerin sözlü duruşmada tartışılması sağlanmıştır. Delilin kendisi bir “belge” olsa dahi, bu belgenin duruşmada okunması ve taraflara diyeceklerinin sorulması gerekir[22].

SONUÇ

Ceza yargılaması ilkeler üzerinden hak ve özgürlüklerin korunduğu bir alan olup ilkelerin titizlikle uygulanması şarttır. Doğru ve güvenli yargılama ancak ilkeler ışığında mümkün olabilir. Hâkim ceza yargılamasındaki en etkili süjedir. Hâkimin hukukun üstünlüğünden ödün vermeden, yasaların taraflara tanığı haklara bağlı kalarak, dosya kapsamındaki deliller ışığında, hukuki ve vicdani bir karar vermesi gerekir. Duruşmada ortaya konulan tüm deliller tartışılarak, hâkim tarafından delillerin serbestçe değerlendirilmesi gerekir. Suçlu olan cezasını almalıdır. Ancak suçsuz olan ceza almamalı veya suçlu ise hak ettiğinden fazla ceza almamalıdır. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından duruşmada iddiaların ve savunmaların fotoğrafları oluşturulmak suretiyle deliller üzerinden vasıtasızlık ve sözlülük ilkeleri ışığında bir yargılama yapılması ve bunun sonucunda vicdani kanaat üzerinden değerlendirme yapılması gerekir.

DR. CENGİZ APAYDIN

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI

CEZA HUKUKU BİLİNCİ TV

HUKUK VE ADALET BİLİNCİ TV

cezahukukubilinci.org

----------------

[1] Çolak, Haluk/Taşkın, Mustafa. Ceza Muhakemesi Kanunu. Ankara :2005, 63 vd.

[2] İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı Ve Yargı Etiği, 87.

[3] Gökcan, 440.

[4] Yenisey/Nuhoğlu, 6. Baskı, 750.

[5] Özbek ve diğerler, 85-86.

[6] Ünver/Hakeri, 60.

[7] Gökcan, 441.

[8] Yargıtay 16. C.D, 15 .05.2019 tarihli, 2018/7005 esas ve 2019/3484 sayılı kararı. (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır). Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “ Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarih, 2015/3 esas, 2017/3 karar sayılı kararında, "Bylock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağının" kabul edildiği dikkate alınarak, somut dosyada atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olan; ayrıntılı Bylock tespit ve değerlendirme tutanağının dosyaya getirtilip, temin edilememesi halinde dosya kapsamındaki bilirkişi raporu ile istinaf aşamasında dosyaya sunulan uzman görüşünün birlikte değerlendirilip aradaki çelişkiyi giderici bilirkişi raporu aldırılmak suretiyle, sanık hakkında sabit hat veya ankesörlü telefon görüşmelerinden dolayı soruşturma bulunup bulunmadığına ilişkin hüküm sonrası dosyaya gelen müzekkere cevabı da nazara alınarak bu hususta araştırma yapılıp, istinaf aşamasında dosya içerisine geldiği anlaşılan belge içeriklerine göre sanığın operasyonel hat kullanıp kullanmadığının araştırılıp, UYAP’ ta oluşturulan örgütlü suçlar bilgi bankasında sanık hakkında bilgi ve beyan olup olmadığı da araştırılarak, yukarıda belirtilen belgelerin CMK’nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafisine okunup diyeceklerinin sorulması ile tüm dosya kapsamının bir bütün halinde değerlendirilmesi suretiyle sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken yetersiz belgelere dayanarak eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi, bozmayı gerektirmektedir”. Yargıtay 16 .C.D, 21.10. 2019 tarihli, 2019/3373 esas ve 2019/6418 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkim ve Cumhuriyet savcılarına Yargıtay kararlarına ulaşma imkânı sağlayan siteden alınmıştır).

[9] Bkz. İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı Ve Yargı Etiği, 68.

[10] Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, 21.04. 2016 tarihli, 2015/4672 esas ve 2016/2330 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[11] Yenisey/Nuhoğlu, 6. Baskı, 750.

[12] Yurtcan, Erdener. Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ve Yorumu C:II. İstanbul: 2005, 273.

[13] Bkz. İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı Ve Yargı Etiği, 85.

[14] İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı Ve Yargı Etiği, 85.

[15] Madde 211 – (1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse, b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse, c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa, bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir. (2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.

[16] Gökcan, 442.

[17] Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 47.

[18] Gökcan, 440.

[19] Özbek ve diğerleri, 84.

[20] Englaender, Strafprozessrecht, s. 11 (akt -Ünver/Hakeri, 14. Baskı, 48).

[21] Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “ Dosya arasında bulunan ve sanık S… Y.. adına kayıtlı internet aboneliği üzerinden kullanıldığı anlaşılan 1… ID numaralı ve “v…” kullanıcı isimli ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının, sanık T… Y…’un savunmasında kimlikteki ismi olan T…’ı değil V… ismini kullandığını da belirtmesi göz önüne alınarak CMK’nın 217. maddesi uyarınca sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden ve yargılama sırasında dosya arasında bulunduğu anlaşılan tespit değerlendirme tutanağı hükme esas alınmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması, kanuna aykırılık oluşturmaktadır”. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin, 31.12. 2019 tarihli, 2019/6276 esas ve 2019/8451 sayılı kararı. (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[22] Yenisey/Nuhoğlu, 6. Baskı, 750.