CEZA YARGILAMASINDA DAVANIN REDDİ MÜESSESESİ

Abone Ol

Aynı suç nedeniyle iki defa cezalandırma yasağı olarak da bilinen mükerrer yargılamaya ilişkin önleyici nitelikte hükümler 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 172. Maddesinin 2. fıkrası ve 223. maddesinin 7. fıkrasında düzenlenmiştir.

Ülkemizde özellikle 15 Temmuz Fetullahçı Terör Örgütü darbe girişimi sonrasında yargının iş yükünün olağanüstü bir biçimde artması hususu (1) sehven mükerrer yargılamalar yapılmasına yol açmıştır. Darbe girişimi sonrası çok sayıda hâkim ve savcının görevden ihraç edilmesi ve tutuklanması da yargıda bir dönem için uygulayıcılar açısından iş yükünün oldukça artmasına neden olmuş, bu süreçte savcılık makâmı, CİMER, BİMER, kolluk birimleri gibi çeşitli kanallardan vatandaşlar tarafından birçok ihbarda bulunulmuş olması hususları da yeterli elemeden geçmeyen birtakım ihbarlar neticesinde mükerrer soruşturmalar yürütülmesine sebebiyet vermiştir. Bu durumun aynı maddi vakıaya ilişkin birden fazla soruşturmalar neticesinde farklı ve çelişen kararlar verilmesine yol açtığı, çelişen kararların hukuk güvenliği ilkesine aykırılık teşkil eden uygulamaları neticelediği ve bireylerin mağduriyetlerine neden olduğu görülmektedir.

Türk Ceza Hukuku mevzuatında aynı fiile ilişkin mükerrer yargılama/cezalandırma yasağı 5271 sayılı CMK’da birden fazla hükümle düzenlenmiştir. 5271 sayılı CMK m. 172/2; “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” hükmünü haizdir. 5271 sayılı CMK m. 223/7; “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir.” hükmünü haizdir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 7 numaralı Protokol’ün 4. maddesi aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırmamayı bir hak olarak garanti altına almıştır. Uluslararası metinlerde ilk olarak 1966’da BM bünyesindeki Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde “Daha önce kesin biçimde mahkûm olan veya beraat eden bir kimse aynı suçtan ötürü ikinci kez yargılanamaz ve cezalandırılamaz” hükmü dikkat çekmektedir. Ulus üstü düzenlemelerde ise Avrupa Birliği Temel Hak ve Özgürlükler Şartının 50. maddesi “Hiç kimse, yasalara uygun olarak Birlik içinde daha önce beraat ettiği ya da mahkûm edildiği bir suçtan dolayı tekrar yargılanamaz ya da cezalandırılamaz” hükmünü içermiştir. İHAS 7. Ek Protokolün “Aynı suçtan iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı” başlıklı 4. maddesine göre; “1. Hiç kimse; bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez. 2. Yukarıdaki fıkra hükümleri, yeni veya yakın zamanda ortaya çıkarılan delillerin veya önceki muamelelerde davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı durumunda, ilgili devletin ceza yargılaması usulü ve yasasına uygun olarak davanın yeniden açılmasını engellemez. 3. Sözleşmenin 15. maddesi çerçevesinde bu madde ile öngörülen yükümlülüklere aykırı hiçbir tedbir alınamaz.” Türkiye Cumhuriyeti, AİHS 7 numaralı ek protokolünü 14/03/1985 tarihinde imzalamış, 10/03/2016 tarih ve 6684 sayılı Kanunla onaylamış, 28/03/2016 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararıyla 08/04/2016 tarih ve 29678 sayılı Resmi Gazetede yayımlamıştır. Mükerrer yargılama yasağının istisnası olarak ulusal ve uluslararası mevzuat düzenlemesinde, ilk dava sırasında mevcut olmayan yeni bir delilin ortaya çıkması veya ilk yargılama sırasında esaslı bir kusurun varlığının tespit edilmesi durumlarının düzenlendiğini, ilk beraatla sonuçlansa bile, bu istisnai hâllerin davanın yeniden açılması mümkün kıldığını belirtmek gerekir.

Aynı fiilden ötürü ikinci bir yargılama yapılamayacağı gibi bahse konu ilkenin ihlâli hâlinde ikinci kere yapılan yargılamanın neticesinde verilen kararın suçsuzluğa işaret eden niteliği dahi yapılmış olan yargılamayı hukuka aykırı olmaktan çıkarmayacaktır. Prof. Dr. Faruk EREM, Ceza Usulünde Kesin Hüküm isimli eserinde; "Kesin hüküm defi, dâvanın her hal ve safhasında dermeyan edilebilir. Bunda "iptidaî itiraz" vasfı yoktur. Hattâ ilk defa Yargıtay safhasında da ileri sürülebilir. Bu defi kamu vasfındadır, savcının da bunu dermeyan etmesi lâzım gelir. İleri sürüldüğünde bu defi hakkında, diğer konulardan evvel, hattâ "vazife" itirazı hakkındaki karardan evvel, karar verilmesi lâzımdır." (2) demek suretiyle yargılamada önceki tarihli kesinleşmiş bir hükmün yargılamayı önleyici niteliğine işaret etmiştir. Mükerrer yargılamaya ilişkin iddianın öne sürüldüğü bir durumda yargılamanın esasına ilişkin diğer muhakeme işlemlerine devam edilmeksizin öncelikli olarak bu hususa ilişkin karar verilmelidir. Zira davanın devam etmesi, kişinin devam eden soruşturma veya kovuşturmada “suçlanan” olarak şüpheli veya sanık sıfatlarıyla yer almaya devam etmesine neden olmakta ve kişinin "adil yargılanma" ve "makûl sürede yargılanma" haklarının ihlâli ile manevi zararına yol açmaktadır. Bu durum, AİHM içtihatları uyarınca da hak ihlâli ve devletin sorumluluğunu doğuran bir tazminat gerekçesidir. AİHM, Zigarella / İtalya (48154 / 99, 3.10.2002) kararında; “Mahkeme 7 nolu Protokol’ün 4. maddesinin sadece sanığın iki defa mahkûm edildiği vakalarda değil aynı zamanda iki defa yargılandığı vakalara da uygulandığını belirtmektedir. Meselenin böyle bir durum içermediği olaylarda “yargılandı” kelimesine “cezalandırıldı” kelimesini eklemek zaruri olacaktır. Bu madde hükmü ayrıca mahkûmiyet ile sonuçlanmayan yargılamalar açısından da geçerlidir. Ceza davalarında non bis in idem prensibi şahsın mahkûm olup olmadığına bakılmaksızın uygulanır… Bu durum başvurucunun maddi olayları aynı olan, aynı suç nedeniyle iki defa yargılandığı (kovuşturulduğu) işbu görülmekte olan başvuruda Mahkeme tarafından incelenmiştir. Sorumlu Hükümet tarafından sunulan ve başvurucunun itiraz etmediği bilgi ışığında Mahkeme, İtalyan mahkemelerinin ikinci davayı hatalı olarak açtıklarını ve farkına varır varmaz bu davayı sonlandırdıklarını belirtmektedir. Bu koşullar altında Mahkeme 7 nolu Protokol’ün 4. maddesinin, aynı suç için açılan tüm yeni davalara uygulanıp uygulanmayacağını, sanığın daha önceki davada yargılandığı bilgisi hakkında vakıf olunsun ya da olunmasın, tespit etmek zorundadır. Mesele konusu edilen bu hükmün amaç ve hedefi, başvurucu tarafından ispat edilmiş bir zararın yokluğunda, sadece sanığın daha önceki yargılamada yargılandığı bilgisi olmasına rağmen açılan yeni dava açısından bu hükmün ihlâl ettiği anlamını ihtiva eder. Böylesi bir durum bu davada söz konusu değildir. Bunun doğrulaması açısından, Mahkeme, İtalyan Mahkemelerinin non bis in idem prensibinin ihlâl edildiğini tespit eder etmez ikinci yargılamaya derhal son vermesi olgusuna atıfta bulunur.” (3) şeklinde mükerrer yargılamanın yapıldığını ve non bis in idem prensibinin ihlâl edildiğinin anlaşıldığı durumda yargılamaya derhâl son verilmesinin gerekeceğine işaret etmiştir. Belirttiğimiz üzere “non bis in idem” prensibinin ihlâli hâlinde yargılamaya derhâl son verilmediği hâlde neticeten beraat kararı tesis edilse dahi yargılamanın kendisi mükerrer yargılamaya ve dolayısıyla hak ihlâline sebebiyet verecektir. Ceza yargılamasında tarafların aynı olduğu, aynı maddi vakıaya ilişkin mükerrer yargılama yapıldığını fark eden hâkim, esasa ilişkin işlemlerin tamamlanması ve dosyanın bu açıdan tekemmül etmesini beklemeksizin 5271 sayılı CMK m. 223/7 uyarınca davanın reddine karar vermelidir. Tarafların dinlenmemiş olması ve maddi hakikâtin aydınlanmamış olması gibi esasa ilişkin gerekçeler mükerrer yargılamanın derdest olarak hukuk âleminde varlığını sürdürmesini haklı kılmayacaktır.

Son olarak belirtmek gerekir ki bir fiilin farklı hukuk disiplinleri tarafından birden fazla kere yargılamaya konu olması durumu mükerrer yargılama yasağına tezat teşkil etmeyecektir. Burada farklı hukuki disiplinlerin korudukları hukuki yararın, yararın amacının ve neticesinin farklı olması aynı maddi vakıaya ilişkin birden fazla yargılamayı gerektirebilmektedir. Ancak bu durumda da aynı fiile ilişkin farklı hukuk disiplinlerinde birbiriyle çelişen kararlar verilmesinin kişinin adil yargılanma hakkının ihlâline neden olacağı açıktır. Farklı hukuk disiplinleri aracılığıyla yürütülen yargılamaların neticeten çelişen kararları barındırması adil yargılanma hakkının ihlâline neden olacağı gibi aynı zamanda bu yargılamaların birinin bitmesi hâlinde, devam eden davanın bitirilmek zorunda olduğu AİHM’in Glantz v. Finlandiya kararında (Başvuru No. 37394/11) açıkça vurgulanmıştır. (4)

-----------------------------------

(1) https://adlisicil.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/1792019103654adalet_ist_2018.pdf

(2) https://dergipark.org.tr/tr/pub/auhfd/issue/42778/516607

(3) https://hudoc.echr.coe.int/tur#{%22itemid%22:[%22001-23428%22]}

(4) http://hudoc.echr.coe.int/tur?i=001-144114