Ceza Muhakemesinde Çağrı, Zorla Getirme ve Yakalama

Abone Ol

Bu yazımızda; şüpheli, sanık, tanık, mağdur, şikayetçi ve bilirkişinin, hakim, mahkeme veya cumhuriyet savcılığı tarafından nasıl çağrılacağı ve dinleneceği incelenecek, son olarak uygulamada bazı güncel sorunlara ayrı başlık altında yer verilecektir.

Bir çağrı/davet ve hazır bulundurma yöntemi olan zorla getirme; sadece şüpheli veya sanık hakkında değil, tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçi hakkında da uygulanabilecektir. Esasında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sınırlama getirilmesini öngören zorla getirme usulünün, şüpheli veya sanık, yani suçlananlar dışında kalan kişilere uygulanması ilk bakışta itiraza konu olabilir. Yakalama tedbiri ise, ancak şüpheli ve sanık bakımından tatbik edilebilir.

Ancak ceza yargılamasında süratle maddi hakikate ve adalete ulaşmak; tutuklu şüpheli veya sanığın bu durumuna son verip yargılamayı bitirmek esas olduğundan, ceza yargılamasında, yüklendiği veya üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeyen kişilerin keyfi davranışlarının önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Bu nedenle, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.146/7’de çağrıya rağmen gelmeyen ibaresi özellikle yer almıştır. Buna göre; önce tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçiye adli makam önüne gelmesi için usulüne uygun davet yapılmalı, hatta çağrıda gelmemenin sonuçları ve zorla getirme yoluna başvurulacağı kaydı da düşülmeli, buna rağmen görevini yerine getirmekten imtina edip yargılamayı geciktiren kişinin zorla getirilmesine karar verilmelidir.

Davet, zorla getirme ve yakalama tedbirlerinin açmazı; bir taraftan şüphelinin ve sanığın savunma hakkının korunması, diğer taraftan da delil karartma ile adaletten kaçmanın önlenmesi arasında gözetilmesi gereken denge ve bu sırada ortaya çıkan tercih karmaşasıdır. Esasen CMK m.145’e ve m.146’ya uygun düşen bir durumda, nitelikli yağma veya kasten yaralama suçunu işlemekle suçlanan şüphelinin, CMK m.145 ile m.146’da öngörülen şartlar tüketilmeksizin, yakalanıp gözaltına alınması da yasal şartlar bakımından sorunlu gözükmektedir. Ancak uygulamada, delil karartmanın ve özellikle de adaletten kaçmanın önüne geçilmesi için yakalamanın mecburen tercih edildiği ve buna da dayanağın ortada tutuklama veya adli kontrol tedbirinin tatbiki ihtimalinin bulunmasının gösterildiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde; suç veya terör örgütü üyeliğinde de benzer sorunların yaşandığı, örgütün faaliyeti kapsamında suç işlemeyen veya suça teşebbüs etmeyen şüphelinin yakalanıp gözaltına alındığı, hakkında CMK m.145 ve m.146’nın tatbik edilmediği, böylece kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından daha ağır bir yöntem olan yakalama tedbirinin uygulandığı görülmektedir. Uygulamada buna gerekçe olarak da, suç veya terör örgütü soruşturmalarında hem zamanlılığın çok önemli olduğu, aynı zamanda yapılmayan yakalamalarda örgüt mensuplarının birbirlerine haber verdikleri, adaletten kaçtıkları ve/veya delil kararttıkları gösterilmektedir. Ancak aynı uygulama; örgüt suçlarında yakalama ile ilgili böyle bir mazereti ortaya koyarken, farklı zamanlarda ve örgütün faaliyeti kapsamında suça karışmayan kişilerin yakalanmasında ise, kendisi ile çelişkiye düşmekte ve belirttiği gerekçe dayanaksız kalmaktadır. Davet, zorla getirme, yakalama ve gözaltına alma tedbirlerinde bu gibi sorunlarla çokça ve sıkça karşılaşıldığından ve bu uygulama kişi hürriyeti ve güvenliği aleyhine ve yeknesaklık içermeyecek biçimde, hatta bazen kişi lehine keyfi uygulanabildiğinden, kanaatimizce bu tür sorunları, uygulamaya ve yönetmeliklere ve genelgelere bırakmak yerine, mutlaka İHAS m.5 ile Anayasa m.13’ü ve m.19’u gözeten ayrıntılı, belirli, bilinir ve öngörülebilir yasal düzenlemeye gidilmelidir. Aksi halde; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan bu tedbirler yönünden, karmaşıklık, belirsizlik, öngörülemezlik ve keyfilik, kişiye, zamana, olaya ve duruma göre varlığını korumayı sürdürecektir.

Uygulamada, özellikle suç örgütü soruşturmalarının “suçüstü” olarak nitelendirildiği, buna dayanak olarak da örgütün devamlılığının gösterildiği, bu durumda CMK m.90’a göre yakalama yapılıp, CMK m.91/1’e göre gözaltı emirlerinin verildiği, hatta bu emirlerin yakalama öncesinde yazılıp kolluğa gönderildiği, arama ve elkoymaya dair hakim kararları ile eş zamanlı uygulandıkları ve bundan ötesi, henüz şartları oluşmadığı halde CMK m.98/1 uyarınca hakimden yakalama emirlerinin düzenlendiği görülebilmektedir ki, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tedbir amaçlı kısıtlayan bu hallerin şartları son derece sıkı ve sınırlı şekilde öngörülmüştür.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, “suç örgütü kurmak” suçu bağımsız bir suç tipi olarak düzenlense de, bir mütemadi, yani neticesi devam eden bu suç tipinde suçüstünün mümkün olmayıp, suç örgütünün amacı veya faaliyetleri kapsamında işlendiği ileri sürülen suçlara müdahalede suçüstü halinin ve dolayısıyla CMK m.90 ve 91/1’in gündeme gelebileceğini, bunun dışında sırf suç örgütünün varlığından bahisle birçok amaç eylemi bekletip, suçüstü yapmayı bir kenara bırakarak, “suç örgütü” adı yapılan soruşturmada CMK m.90 ve 91/1’in tatbikinin isabetli olmayacağını ifade etmek isteriz. Cumhuriyet savcısının doğrudan şüphelileri yakalatamaması ve gözaltına aldıramaması eleştirilebilir. Belki bu hususu bir yasal boşluk olarak eleştirmek mümkün olsa da, CMK m.98/1, 145 ve 146’in tahdidi şartları gözardı edilemez. Çünkü normlar hiyerarşisinde “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’ün gözden uzak tutulması imkansızdır.

I. Şüpheli ve Sanığın Çağrılması ve Dinlenilmesi

Şüpheli ve sanığın ifadesinin alınması ve sorgusunun yapılması usulü CMK m.145’de düzenlenmiştir[1]. Suç isnadı altında olan kişi; soruşturma aşamasında cumhuriyet savcılığı tarafından, kovuşturma aşamasında hakim veya mahkeme tarafından davetiye ile çağırılır. CMK m.2/1-g’ye göre “ifade”, “Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı,”, “sorgu” ise “Şüpheli veya sanığın hakim veya mahkeme,” tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi anlamına gelir.

Çağrı kağıdı çıkarılmasına/davetiye gönderilmesine rağmen ifadesinin alınabilmesi için hazır bulunmayan şüpheli veya sanık hakkında, CMK m.146 uyarınca zorla getirme kararı çıkarılabilir[2]. Zorla getirme kararı; şüpheli veya sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında, gerektiğinde zor kullanılarak savcılık, hakimlik veya mahkeme önüne çıkarılmasını ifade eder. Soruşturma aşamasında; çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında CMK m.98 uyarınca, kovuşturma evresinde, CMK m.199’e göre hakim veya mahkeme tarafından sanık hakkında her zaman yakalama emri çıkarılabilecektir.

a. Soruşturma Aşamasında Zorla Getirme

Soruşturma aşamasında cumhuriyet savcısı; soruşturmaya başlanılmasında basit suç şüphesinin, iddianame düzenlenmesinde yeterli suç şüphesinin tespitinde, aynı zamanda delil niteliğinde olan şüpheli ifadesine ihtiyaç duyabilmektedir. Soruşturma aşamasında cumhuriyet savcısı, şüphelinin ifadesinin alınması için öncelikle davetiye çıkarır. Davetiye çıkarılmasına rağmen, belirtilen zamanda, savcılık veya kolluk makamında hazır bulunmayan şüpheli hakkında cumhuriyet savcısı tarafından zorla getirme kararı çıkarılabilir. Zorla getirme kararını çıkarma yetkisi, soruşturma aşamasında esas olarak cumhuriyet savcısına, istisnai hallerde ise sulh ceza hakimliklerine aittir. CMK m.163 bu hükmün istisnası niteliğinde olup, gecikmesinde sakınca görünen hallerde cumhuriyet savcısına ulaşılamamakta veya olay genişliği itibariyle iş gücünü aşmakta ise, CMK m.163 uyarınca sulh ceza hakimliği tarafınca zorla getirme kararı verilebilir. Kolluk zorla getirme kararını icra etmekle yükümlüdür.

CMK m.146/3 gereğince; zorla getirme kararı üzerine yetkili mercii önüne götürülen şüpheli veya sanığın, derhal ifadesinin alınması veya sorgusunun yapılması gerekir. Buna olanak bulunmadığı; cumhuriyet savcısı veya hakimin, ifade veya sorgu işlemini derhal yapamadığı durumda, yol süresi hariç en geç yirmi dört saat içerisinde ifade ve sorgu işleminin yerine getirilmesi, bu sürenin dolması halinde şüpheli veya sanığın bırakılması gerekir. Fıkrada geçen yol süresinin, azami ne kadar süreceğinin düzenlenmemesi eleştiriye açıktır. Örneğin; Ağrı’dan zorla getirme kararıyla yola çıkarılan şüphelinin, ifadesinin İstanbul’da alınacağı düşünülürse, yol süresi dahil 24 saatlik sürenin dolmasıyla, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ve Anayasa m.19’da korunan kişi hürriyet ve güvenliği hakkının zedelenebileceği düşünülebilir. Cumhuriyet savcısı veya hakimin, ifade veya sorgu işlemi için 24 saatlik süreyi sonuna kadar kullanmaması, olanak bulunduğu anda işlemi yerine getirmesi gerektiği tartışmasızdır.

CMK m.146 uyarınca; yargı mercii tarafından ifadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişinin, hangi sıfatla davet edildiğinin davetiyeye yazılması gerekir. Bu hususun davetiyeye yazılması, elbette davetiyenin nedenini gösteren bir açıklama değildir. Çünkü kişinin hangi konumla çağrıldığı, sadece bir sıfat tanımlaması olup, çağrılma nedeninin hukuki nitelendirmesini gösterir. Ancak maddede, çağrılma nedeninin davetiyeye açıkça yazılması gerektiği ifade edilmiştir.

Buna göre; davet edilen kişinin adı ve soyadı ile kimlik bilgilerinin, adresinin, ne zaman ve nerede hazır olacağının, hangi sıfatla çağrıldığının davetiyede yer alması yeterli olmadığı gibi, emredici özellik taşıyan CMK m.145’e de uygun değildir. Davetiyede, çağrılan kişiye çağrılma nedeninin de açıkça bildirilmesi gerekir.

Tanığa çağrılma nedeninin açıkça bildirilmesinin, yani “tanık” sıfatı ile çağrılmasının yanında, bir de hangi konuda tanıklık yapacağının iletilmesinin sakıncalı olacağı, tanığın tarafsızlığını bozabileceği ve önceden tanıklık yapacağı konuda hazırlanmasına yol açacağı, bunun da maddi hakikate ve adalete zarar vereceği ileri sürülebilir. Bu eleştiri, ancak tanığa hangi konuda tanıklık yapacağının genel olarak bildirilmesi kaydıyla kabul edilir gözükmektedir.

Belirtmeliyiz ki, CMK m.145 ve m.146 tanıkların ifadesinin alınması ile ilgili değildir. Bu maddeler; şüpheli veya sanığın ifade veya sorgu için çağrılmasını, davete icabet etmediği takdirde de zorla getirilmesini öngörmektedir. Bununla birlikte; CMK m.146/7’de, çağrıya rağmen gelmeyen tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçi ile ilgili olarak da şüpheli veya sanıkta olduğu gibi zorla getirilme kararı verilebileceği belirtilmiştir.

Şüpheli veya sanığın, tartışmasız şekilde korunması gereken savunma hakkı ve dolayısıyla hakkında ileri sürülen suçlamayı bilme hakkı vardır. Bu nedenle; CMK m.145’de yer alan çağrılma nedeni ibaresi şüpheli ve sanık bakımından dar yorumlanmamalı, şüpheli veya sanığa gönderilen davetiyeye net bir şekilde suça konu fiili ve hatta hukuki nedenleri içeren ibarelerin yazılması gerekir. Ancak uygulamada; yalnızca sanığın adı ve soyadı, adresi, kimlik bilgileri, hangi sıfatla çağrıldığı, ne zaman ve nerede hazır bulunacağı, davete icabet etmediği takdirde zorla getirileceği ibarelerinin de yazıldığını, hangi nedenle çağrıldığına dair açıklamanın hiç bildirilmediğini veya bu konunun açıkça dile getirilmediğini görmek mümkündür. Bu tür bir uygulamanın; bir suçlama sebebiyle ifade veya sorgu için çağrılan şüpheli veya sanığın iddiaya konu hususu önceden bilme hakkını engellediğini, bu durumun da CMK m.90/4’de kabul edilen yasal hakların derhal şüpheli veya sanığa bildirilmesi usulüne aykırı olduğunu ifade etmek isteriz.

Özellikle; şüpheli ve sanık yönünden çağrılma nedeni açıkça belirtilmeyen davetiyenin CMK m.145’de öngörülen usule aykırı olduğunu, bu eksiklik ile gönderilen davetiye sonrasında CMK m.146 uyarınca zorla getirmenin tatbik edilemeyeceğini, şüpheli veya sanığın savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağını ifade etmek isteriz.

Kovuşturma aşamasında ise; CMK m.176 gereğince iddianamenin tebliği öngörülmüş, böylece sanığın suçlandığı fiili ve hukuki nitelendirmesini öğrenip, savunmasını hazırlayabilmesi için en az bir haftalık süreye sahip olması sağlanmıştır. Bir haftalık sürenin, soruşturma aşamasında şüpheli bakımından da tatbik edilebileceği, yani davetiye ile çağrılan şüpheliye, savunmasını hazırlaması için bir hafta müsaade edilmesi gerektiği, bunun İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-b’de korunan savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak kuralına uygun olacağı, ayrıca davetiyede şüpheliye atılı suça ilişkin ayrıntılı bilgi verilebileceği, böylece ne ile suçlandığını bilen şüphelinin savunmasını hazırlayabileceği, aksi takdirde, ifade sırasında suçlandığı fiil ve hukuki nitelendirmesi ile ilk defa karşılaşan şüphelinin, kendi aleyhine olacak şekilde ifade verebileceği, bu ifadesinin soruşturmanın devamında ve kovuşturma aşamasında, şüphelinin cezai sorumluluğu bakımından geri dönülemeyecek sonuçlara yol açabileceği, şüphelinin ancak, CMK m.148/4 uyarınca, müdafii bulunmaksızın verdiği ifadeyi hakim veya mahkeme huzurunda doğrulamayıp, bu ifadeden hukuken kurtulabileceği, bunun yanında, cumhuriyet savcısı huzurunda müdafii bulunsun veya bulunmasın veya kollukta müdafii ile verdiği ifadeyi, yargılamanın ilerleyen aşamalarında reddedemeyeceği, neticede davetiye ile çağrılan şüpheliye ne ile suçlandığı konusunda, davetiye içeriğinde nitelikli aydınlatma yapılmadığı takdirde, bireyin savunma hakkının kısıtlanacağı ileri sürülebilir.

Diğer yandan; şüpheliye çıkarılan davetiyede ne ile suçlandığına ilişkin ayrıntılı açıklamaların/fiillerin/delillerin yer aldığı takdirde, maddi gerçeğin ve adaletin ortaya çıkmasının zorlaşacağı, bu durumda şüphelinin, delil karartabileceği veya adalette kaçabileceği, yine yukarıda yer verdiğimiz görüşte ileri sürülen bir haftalık süreyi, şüphelinin savunmasını hazırlamak için kullanabileceği gibi, delil karartmak veya adaletten kaçmak için kullanabileceği, bunun önüne geçmenin tek yolunun, şüphelinin suçlandığı fiillerin ayrıntısını ifade esnasında öğrenmesi olduğu, CMK m.145/1’de geçen çağrılma nedeninin açıkça belirtilmesi hükmünün, şüpheliye çıkarılan davetiyede isnat edilen suçun vasfının belirtilmesinin yeterli olacağı şeklinde kabul edilmesi gerektiği düşünülebilir.

Burada; davetiye ile çağrılan şüphelinin, ifade vermeyi reddederek savunmasını hazırlamak için süre istediği durumda, cumhuriyet savcısı tarafından verilecek sürenin delil karartmak ve/veya adaletten kaçmak için kullanılma tehlikesi ile bu süre verilmediği takdirde, şüphelinin İHAS m.6/3-b’de korunan savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak hakkının ihlal edilme ihtimali arasında bir denge gözetmek gerekir.

Soruşturma aşamasının; kovuşturmadan farklı olarak delil toplama evresi olduğu, CMK m.176’nın, sanığın savunmasını hazırlaması için gerekli süreye ve kolaylığa sahip olması hakkını karşıladığı, soruşturmada henüz suç şüphesinin iddianame düzenlenmesi için yeterli düzeye gelip gelmediğinin dahi belli olmadığı, şüphelinin davetiye ile çağrıldığı durumda suçlamanın ayrıntıları ile ilk defa karşılaşmasının “soruşturmanın gizliliği” ilkesi ile de uyuştuğu, aksi takdirde maddi hakikate ve adalete erişme yolları ile şüphelinin savunma hakkı arasında dengenin, cumhuriyet savcısı aleyhine orantısız biçimde bozulacağı, bununla birlikte, davetiye ile çağrılan şüphelinin, savunmasını hazırlamak için süre istediği durumda, özellikle suçlamaya dayanak fiillerin ve delillerin karmaşık yapıda ve dosyanın kalabalık olduğu hallerde bu sürenin ifade işlemine başlanmaksızın verilmesi gerektiği, bu süreçte şüphelinin delil karartma ve/veya adaletten kaçma girişiminde bulunduğu halde, tutuklama tedbirinin tatbik edilebileceği kanaatindeyiz.

b. Kovuşturma Aşamasında Zorla Getirme

Soruşturma aşaması, cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenmiş olan iddianamenin kabul edilmesi ile son bulur ve kovuşturma evresi başlar. Kovuşturma evresi, iddianamenin kabulü ile başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar devam eden süreci kapsamaktadır. Tutuksuz yargılanan sanığın mahkemede hazır bulunması için, mahkeme tarafından sanığa çağrı kağıdı çıkarılır.

CMK m.176/2’de; tutuklu olmayan sanığın, çağrı kağıdı ile duruşmaya çağrılacağı, çağrı kağıdında, mazereti olmaksızın gelmediği takdirde zorla getirileceğinin yazacağı düzenlenmiştir. Ayrıca CMK m.199’a göre; “Mahkeme, sanığın hazır bulunmasına ve zorla getirme kararı veya yakalama emriyle getirilmesine her zaman karar verebilir”.

İddianame tebliğ edilen sanığın, ilk duruşmada sorgusunun yapılacağı, CMK m.206/1 uyarınca delillerin tartışılmasına, sanığın sorgusundan sonra başlanabileceği, ancak sanığın, çağrı kağıdına rağmen mazeretsiz olarak duruşmaya gelmediği, bu nedenle sorgusu yapılamadığı halde, delillerin tartışılmasına geçileceği, bu şekilde ortaya koyulan delillerin sonradan gelen sanığa bildirileceği düzenlenmiştir.

Kanun koyucu; yargılamanın yol haritası olan iddianamenin, davayı açan belge olarak öneminden dolayı, bu belgenin sanığa tebliğini CMK m.176/2’de özel olarak düzenlemiş, böylece sanığın savunmasını hazırlamasını, savunma hakkının kısıtlanmamasını hedeflemiştir. Yoksa sanığın sorgusu için davetiye ile çağrılacağı CMK m.145’de düzenlenmiştir. CMK m.176/2, CMK m.145’e göre özel hüküm olmakla, CMK m.176 sanığın savunma hakkını koruyucu, böylece yargılamanın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6 ve Anayasa m.36’da düzenlenen “adil/dürüst yargılanma” hakkına uygun olarak yürütülmesini sağlamayı amaçlayan hükümler içermektedir.

İddianamenin tebliği ve sanığın çağrılması konusunda tutuklu sanık bakımından CMK m.176/3 uygulanır. Tutuksuz sanıktan farklı olarak, CMK m.176/3’de, tutuklu sanığın müdafiine de iddianamenin tebliği ile birlikte duruşma gün ve saatini bildirir belge ile davet olunacağı düzenlenmiştir.​​​​​​​

c. Yakalama ve Zorla Getirme

Yakalama tedbirinin ne olduğu ve şartları CMK m.90’da düzenlenmiştir. Buna göre, yakalamanın temeli “suçüstü” kavramına dayanmaktadır. Herkes tarafından yakalama yapılabilecek suçüstü halinin dışında, bir de kolluk görevlilerine özgü yakalama yetkisi tanınmıştır.

Bunun dışında, şüpheli veya sanığın yargı mercileri önünde hazır bulundurulmasını sağlamak amacıyla yakalama tedbirine başvurulabilir.

CMK m.98/1’e göre; “Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir”. Görüleceği üzere, soruşturma evresinde davet edilip de gelmeyen veya çağrı için kendisine ulaşılamayan şüpheli hakkında, cumhuriyet savcısının istemi ile hakim tarafından yakalama emri düzenlenebilir.

Cumhuriyet savcısı, öncelikle şüpheliyi usule uygun şekilde çağırmalıdır. Bu çağrıya rağmen gelmeyen veya adres yokluğu ya da bilinen adreslerinde kendisine çağrı yapılamayan şüpheli hakkında yakalama emri düzenlenmesi mümkündür. Şüpheli usule uygun biçimde savcılığa veya kolluğa davet edilmedikçe, CMK m.90 hükümleri saklı kalmak kaydı ile yakalama ve dolayısıyla gözaltı tedbirlerine başvurulamaz. Gelmeyen veya kendisine ulaşılamayan şüphelinin yakalanıp gözaltına alınması mümkündür (CMK m.90/6 ve 91/1).

CMK m.98/3’e göre; “Kovuşturma evresinde kaçak sanık hakkında yakalama emri re'sen veya cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim veya mahkeme tarafından düzenlenir”.

CMK m.199’a göre; “Mahkeme, sanığın hazır bulunmasına ve zorla getirme kararı veya yakalama emriyle getirilmesine her zaman karar verebilir”.

Yukarıda değindiğimiz hükümlerde; soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yakalama tedbirine nasıl ve hangi şartlarda başvurulabileceğinin düzenlendiği, kovuşturma aşamasında mahkeme için sanığın yakalanmasına karar verilmesinin kolaylaştırıldığı görülmektedir.

Yakalama tedbirine benzese de; yalnızca adli makam önünde ifade ve sorgu için hazır bulundurmayı içeren “zorla getirme” müessesesinin kabul edildiği görülmektedir. Böylece, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının en geniş şekilde korunması hedeflenmiştir. Bir tür çağrı şekli olan zorla getirme, şekil, şart ve sonuçları itibariyle yakalamadan farklı olup, hemen sonrasında şüpheli veya sanığın gözaltına alınmasını, “genel bilgi toplama sistemi/GBT” vasıtasıyla her yerde aranmayı, nezarethaneye koyulup bekletilmeyi içermemektedir. CMK m.98/1’de doğrudan yakalama emri vermekle yetkili kılınmayan cumhuriyet savcısı, doğrudan şüphelinin zorla getirilmesine karar verebilir. Her ne kadar CMK m.146/4’de, zorla getirme kararı ile çağrılan şüpheli veya sanığın derhal, buna imkan bulunmadığında yol süresi hariç en geç 24 saatte çağıran hakim, mahkeme veya cumhuriyet savcısının önüne götürüleceği belirtilse de, uygulamada zorla getirmenin davet gibi tatbik edildiği, kolluğun kontrolünde şüpheli veya sanığın adli makama gidip, ifade veya sorgunun tamamlanması sonrasında aldığı “işlem tamam” belgesini kolluğa verdiği görülmektedir.

Kanun koyucu CMK m.145 ve 146’da, ifade ve sorgu için çağrı/davet ve buna rağmen gelmeyen sanığın yakalanması öncesinde zorla getirilmesine dahi karar verilebileceğini öngörmüştür.

Davet üzerine gelmeyen şüpheli veya sanık hakkında; CMK m.98/1-3 ve 199 uyarınca yakalama emri düzenlenebileceği gibi, CMK m.146 ve 199 gereğince zorla getirme kararı da verilebilir. Bu tercih, tümü ile somut olayın özellikleri ve şüpheli veya sanığın durumu ile ilgilidir. Somut olayın ağırlığı ve şüpheli veya sanığın taşıdığı özellikler zorunlu kılmakta ise, kişi hakkında yakalama emri düzenlemesi yoluna başvurulmalıdır.

Zorla getirme kararlarının uygulanması ve sınırları ile bu kararın yerine getirilmesi sırasında; hakkında zorla getirilme kararı bulunan kişinin tutulması amacıyla kapalı alana, örneğin konuta veya işyeri ile eklentilerine girilip girilemeyeceği, zorla getirilecek kişiye direnmesi halinde zor kullanma yönteminin uygulanıp uygulanamayacağı, bu kişinin kaçması veya kaçmaya teşebbüs etmesi halinde ne gibi tedbirlere başvurulabileceği konusuna açıklık getirilmesi isabetli olacaktır.

Bir tür çağrı ve adli makam önünde hazır bulundurma yöntemi olan zorla getirme; kişinin tutulması sonucunu doğurması yönü ile yakalamaya benzese de bir yakalama olmayıp, yakalama tedbirinin sonuçlarına da tabi değildir. CMK m.116 ila m.121’de arama tedbirine yer verilmiştir. “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” başlıklı CMK m.116 ve “Diğer kişilerle ilgili arama” başlıklı m.117’de, şüpheli veya sanığın yakalanması, suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla arama kararı veya istisnai olarak arama emri verilebileceği, m.118’de gece yapılacak arama ve m.119’da da arama kararı ve emrinin kimler tarafından, nasıl verilebileceği düzenlenmiştir. Bu hükümlerde, sadece yakalama emri veya zorla getirme kararına dayalı olarak konut, işyeri ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda kapalı mahallerde arama yapılabilmesi mümkün olmayıp, aranılana ulaşılacağı konusunda makul şüphenin bulunması kaydı ile hakimden arama kararı alınması veya gecikmesinde zarar bulunan halin varlığı halinde cumhuriyet savcısının yazılı emri gerekir. Aksi halde, şüpheli veya sanığın yakalanması amacıyla kamuya açık olmayan yerlere girilemez.

Burada; hakkında zorla getirme kararı bulunup da ev, işyeri veya kamuya açık olmayan kapalı alan veya eklentilerinden çıkmayan, bu sebeple tutulamayan şüpheli veya sanığın bulunduğu düşünülen yerin CMK m.116 veya m.117 kapsamına girmesine göre, CMK m.119 uyarınca arama kararı çıkarılıp zorla getirilmesi mümkün olabilir mi, yoksa önce hakkında CMK m.98 ya da m.199 uyarınca yakalama emri mi çıkarılmalıdır soruları gündeme gelebilir. Esasında CMK m.116 ve m.117 son derece net hükümler içermekte ve “yakalama” kavramına yer vermektedir.

Kanun hükümlerinin lafzından hareket edip; “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine yorum veya kıyas yapılamayacağı” esası dikkate alındığında, zorla getirme kararının infazı amacıyla şüpheli veya sanığın bulunduğu kamuya açık olmayan alana girilebilmesi için arama kararı çıkarılamaz ve bu yönde yazılı emir de verilemez. Bu durumda kolluk, zorla getirme kararını tebliğ etmek amacıyla konut, işyeri veya kamuya açık olmayan alanın kapısını çalacak veya kapısına gidecek, zorla getirme tebliğini muhataba veya yakınına yapmaya çalışacak ya da muhatabın dışarı gelmesi için çağrıda bulunacak, ancak bundan ötesine, yani zor kullanma ve kapalı alana girme yöntemlerine kalkışmayıp, zorla getirme kararının yerine getirilebilmesi için şüpheli veya sanığın bulunduğu kapalı alanı terk etmesini bekleyecektir. Bu istenmemekte ise; CMK m.98 veya m.199’da gösterilen usule uygun şekilde yakalama emri ve şüpheli veya sanığın bulunduğu kapalı alanla ilgili makul şüphenin varlığı halinde, CMK m.119’a uygun arama kararı çıkarmak veya yazılı arama emri vermekten başka çare olmayacaktır.

Şüpheli veya sanık dışında kalıp da haklarında zorla getirme kararı çıkarılan kişiler hakkında ise, yakalama ve arama gibi tedbirlere başvurulması mümkün değildir. Bu kişilere, ancak görevlerini yerine getirmemenin ve mazeretsiz savsaklamanın öngördüğü yaptırımlar uygulanabilir.

Bunun dışında kolluk; kamuya açık olmayan kapalı alanda bulunmayıp, herkesin girip çıkabileceği yerde, sokakta, caddede, parkta bulunan ve hakkında zorla getirme kararı olan kişiyi tutabilir, direnmesi halinde direncini kıracak ölçüde zor kullanma yöntemine başvurup, zorla getirilecek kişinin kaçmasını veya kaçmaya teşebbüs etmesini engelleyecek tedbirleri alıp adli makam önüne çıkarabilir. Bu noktada, zorla getirilecek kişinin şüpheli veya sanık ya da diğer kişilerden olması arasında bir fark gözetilmeyecektir.

Kolluk zorla getirme yetkisini, “görevin ifası” adlı hukuka uygunluk sebebi kapsamında yasal emrin yerine getirilmesi olarak kullanacaktır. Ancak temel olan, adı her ne kadar “zorla getirme” olsa da, bu karar ve emre direnmeyen kişiye kuvvet kullanılmaması, hatta zorla getirmenin gereğini yapacağını söyleyen kişinin özgürlüğünü kısıtlamamasıdır. Kolluk, belki şüpheli veya sanığın zorla getirilmesinde daha dikkatli ve sıkı tedbirler almak suretiyle hareket edebilir. Esasında kanun koyucu, bu konuda şüpheli veya sanık ile diğer kişiler arasında bir fark gözetmemiş ve kolluğa, CMK m.146/4-7’de adli makam önüne çıkarmak için gerekli yol süresi hariç 24 saate kadar süre ile zorla getirilecek olan kişinin özgürlüğünü kısıtlama yetkisini tanımıştır. Elbette bu yetki keyfi kullanılamaz. Zorunlu olmadığı takdirde, zorla getirilmesine karar verilen kişinin derhal, yani bekletilmeksizin adli makama götürülmesi gerekir.

Ayrıca belirtmeliyiz ki, hakkında zorla getirme kararı verilen kişiye kelepçe takılması mümkün değildir. “Yakalanan ve tutuklanan kişilerin nakli” başlıklı CMK m.93’e göre; “Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hallerinde kelepçe takılabilir”. Bu maddeye göre güvenlik amacıyla kelepçe, ancak “yakalanan” veya “tutuklanan” sıfatlarını haiz kişilere takılabilmektedir. “Zorla getirilen” kişiye bu sıfatlardan birisi uymadığından, kelepçe takılamayacaktır. Kanaatimizce, zorla getirilecek kişinin direnç göstermesi, cebir ve şiddete başvurması, kendisine zarar vermeye çalışması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi hallerinde kolluk, tüm bu olumsuzları önlemeye yeterli olacak derecede kelepçe takmak dahil her türlü makul tedbire başvurabilmelidir. Çünkü kolluğun can ve mal güvenliğini gözetip sağlaması, aynı zamanda “meşru savunma” adlı hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmektedir. Elbette bu tür yöntemler istisnai olup, somut olayın özellikleri zorunlu kıldığı takdirde uygulanabilecektir.

Kaldı ki; hukuka uygun emri ifa etmeye çalışan kolluğa karşı hukuka aykırı direnç gösterildiğinde, TCK m.265’de tanımlanan görevi yaptırmamak için direnme suçu oluşacak ve bu durumda kolluk zaten, CMK m.90’da yer alan yakalama yetkisini kullanabilecektir.

Son olarak belirtmeliyiz ki; yakalanan şüpheli veya sanığa kanuni hakları CMK m.91/4 uyarınca yakalandığı bildirildiği halde, adli makamın önüne zorla getirilen şüpheli veya sanığa kanuni hakları CMK m.147 gereğince ifade alma veya sorguya çekmenin hemen başlangıcında bildirilir. Ancak zorla getirmede de, hakkında zorla getirme kararı verilen kişiye neden zorla götürüleceğine dair kararın bir örneğinin verilmesi ve neden bu tedbire muhatap olduğunun da kendisine kısaca bildirilmesi gerekir (CMK m.43/1 ve m.146/3).

II. Tanığın Çağrılması ve Zorla Getirilmesi

Ceza muhakemesinde ifade, beyan delillerindendir. Tanık; kendisinin yargılanmadığı davada, somut olayın aydınlatılması için, beş duyu organıyla şahit olduğu olayları anlatan kişidir. Tanığın beyanı delildir, kendisi ise delil kaynağıdır[3]. Tanıklık kamusal bir görev olduğu için, tanık çağrıldığı zaman duruşma gün ve saatinde hazır bulunmalıdır[4]. Tanıklık yapacağı olay ve konu ile ilgili bildiğini dosdoğru söylemesi beklenen tanığın, gerek ifade öncesinde ve gerekse sırasında ve de sonrasında can ve mal güvenliği sağlanmalıdır. Türk Hukuku’nda önemli bir beyan delili olarak kabul edilen tanığın doğruyu söyleyeceğinden ve söylediğinden her zaman şüphe edilmiştir. Tanığın hep etki altında kaldığı, bırakıldığı söylense de, hem ifadesinin alınması ve hem de korunması sırasında yeterli güvencelerin sağlandığından bahsedilemez. Ayrıca; tanıklık yapanın maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi için yardımcı olabilmesi için mümkün olan sorgulamanın layıkı ile yapıldığı ve taraflara yeterli soru sorma imkanının çapraz sorgu usulüne uygun şekilde tanındığı da söylenemez. Gizli tanıklık ve tanığın ifadesini alma yetkisi bulunmayan kolluğun bilgisine başvurulan adı altında ifade alma yöntemlerinde yaşanan sorunlar ise ayrıca dikkate alınmalıdır.

CMK m.43’e göre tanıklar da çağrı kağıdı ile duruşmaya çağırılır ve duruşmaya gelmemesi halinde zorla getirileceği bildirilir. Tanık bildirime rağmen duruşmada hazır bulunmazsa, CMK m.44 uyarınca hakkında zorla getirme kararı çıkarılır[5]. Suç mağduru veya şikayetçinin/katılanın; tanıkta olduğu gibi çağrı kağıdıyla yetkili makamlarca çağrılacağı, fakat olayın aynı zamanda tanığı olmayan mağdur veya şikayetçinin/katılanın, tanıktan farklı olarak zorla getirilmesinin mümkün olmadığı düşünülmektedir[6].

7331 sayılı Kanun m.11 ile 08.07.2021 tarihinde CMK m.44/1’e son cümle olarak; “Zorla getirme kararı; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi iletişim bilgilerinin dosyada bulunması halinde bu araçlardan yararlanılmak suretiyle de tanığa bildirilir.” hükmü eklenmiştir ki, bu hüküm Anayasa m.141’de korunan “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” ilkesi ile uyumludur. Yeri gelmişken; CMK m.43/2’de tanığın, telefon, telgraf, faks ve elektronik posta gibi araçlarla çağrılabileceği, ancak bu durumda çağrı kağıdına rağmen gelmemenin sonuçları olan, sebep olduğu giderlerin tazmini ve zorla getirme kararı verilemeyeceği görülmektedir.

CMK m.43/1’de belirtildiği üzere, tanıklar çağrı kağıdı ile çağrılır ve gelmemenin sonuçları çağrı kağıdında bildirilir. Usulüne uygun çağrılıp da; mazeretini bildirmeksizin gelmeyen tanıklar zorla getirilebilir, ayrıca gelmemelerinin sebep olduğu giderler takdir edilerek, kamu alacaklarının tahsili usulüne göre ödettirilir[7]. Tanıkların; ihtarlı çağrı kağıdı gönderilmeden zorla getirilmeleri, CMK m.43/1 uyarınca tutuklu işlerde mümkündür. Bunun dışında CMK m.43/3 uyarınca mahkeme; duruşmanın devamı sırasında, tanığın dinlenilmesini, işin ivediliği, davanın özellikleri ve niteliği bakımından zorunlu gördüğü durumda, davetiye olmaksızın, doğrudan zorla getirme kararı (ihzar müzekkeresi) verebilecektir.

III. Mağdur ile Şikayetçinin Çağrılması

CMK m. 233/1’de; mağdurun veya şikayetçinin, hakim veya cumhuriyet savcısı tarafından çağrı kağıdı ile çağrılıp dinlenebileceği belirtilmiştir[8].

Mağdur ve/veya şikayetçinin; yargılamaya konu olayın aynı zamanda tanığı olduğu durumda, kolluk tarafından dinlenilip dinlenilemeyeceği sorusu akla gelebilir. Çünkü uygulamada kolluğun bireyleri, soruşturma konusu olayla ilgili dinlediği, bunun yasal dayanağı olarak CMK m.161 ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu m.15’de yer alan; “Polis, yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazım gelen kimseleri çağırır ve kendilerine lüzumu olan şeyleri sorar.” hükmünün gösterildiği, uygulamada buna “bilgisine başvurma”, bu şekilde tutulan tutanağa “bilgi alma tutanağı” denildiği görülmektedir.

Bilgisine başvurulan sıfatıyla dinlenilen kişi, tanık sıfatı taşımamaktadır, çünkü kolluk tanık dinleyemez. Soruşturma aşamasında tanık dinleme yetkisi cumhuriyet savcısındadır. Cumhuriyet savcısı, kolluğun bilgisine başvurulan sıfatıyla dinlediği kişilerden lüzumlu gördüklerini tanık sıfatıyla dinleyebilir. Kolluğun dinlediği kişilerin beyanları, şüpheli veya sanık aleyhine kullanılmaz, ancak lehine kullanılabilir. Bunun sebebi de kolluğun elde ettiği ve şüpheli ile sanığın lehine olabilecek herhangi bir delilin, iz ve emarenin gözardı edilemeyeceği esasına dayanır. Kolluğun “bilgisine başvurulan” sıfatıyla aldığı beyan sonrasında tanık olarak dinlenmeyen, ancak içeriği itibariyle şüpheli veya sanık lehine konuşan kişinin beyanı şüphelinin ve sanığın lehine kullanılmalıdır. Adli makamların yaptıkları hata ve eksiklerin olumsuz sonuçları şüpheliye veya sanığa yüklenemez.

Bir görüşe göre; suç mağduru ile şikayetçinin çağrılması açısından, bu kişilerin tanıklıklarına ihtiyaç bulunup bulunulmamasına göre bir ayırım yapmak gereklidir. Gerçekten de, bu kişilerin tanık sıfatıyla çağrılmaları durumunda, tanıkların çağrılmasına ilişkin hükümler bütün olarak uygulanacak ve yapılan çağrıya uymamaları durumunda bu kişiler hakkında zorla getirme koruma tedbirine başvurulabilecektir[9]. Ancak bilgisine başvurulan sıfatıyla kolluğa davet edilen kişinin gelmemesi halinde, zorla getirilebileceği söylenemez.

CMK m.234/1-b’de; mağdur ile şikayetçinin duruşmadan haberdar edilme hakkı düzenlenmiştir. CMK m.175’e göre, iddianamenin kabul kararı ile, kovuşturma evresine geçilmektedir. Bu evrede, mahkeme başkanı veya hakim duruşma gününü belirler ve duruşmada hazır bulunması gereken kişileri çağrı kağıdı ile çağırır. CMK m.233’de, “Mağdur ile şikayetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hakim tarafından çağrı kağıdı ile çağırılıp dinlenir.” hükmü yer almaktadır. Mağdur ve şikayetçinin kamu davasının işleyişi hakkında bilgi edinmesinin yanı sıra, mağdurun veya şikayetçinin tanık olarak dinlenmesi ve davaya katılma imkanının sağlanması öngörülmüştür.

Şikayetçi, mağdur veya vekilinin dilekçede belirttiği veya tutanağa geçirdiği beyanlarında yer alan adres, bu kişilere yapılacak tebligata esas alınır. Adrese çıkartılan tebligata rağmen gelmeyen şahsa, CMK m.235/2’ye göre yeniden tebligat yapılmaz. Daha önce dilekçe veya tutanaklarda bildirilen adresin eksik olması, güncel olmamasından dolayı tebliğ edilememiş olması halinde, CMK m.235/3 uyarınca adres araştırılması yapılmaz, yani mağdur veya şikayetçinin çağrılması için çaba gösterilmez. Mağdurun veya şikayetçinin dinlenilmesinin zorunlu görüldüğü, örneğin bu kişilerin aynı zamanda olayın tanığı olduğu durumda CMK m.235/3 uygulanmayıp, adres tespiti yoluna gidilir. Çünkü amaç, maddi hakikate ve adalete ulaşılması için bu kişinin de tanıklığına başvurulmasıdır.

IV. Bilirkişinin Çağırılması ve Zorla Getirilmesi

Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren durumlarda, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re'sen veya yargılamanın süjelerinin talebi üzerine karar verilebilir. Hakim; bilirkişi raporuna bağlı olmayıp, bilirkişi raporunun aksine de karar verebilir. Ancak bilirkişi raporunun aksi yönde karar verilmesi durumunda, bunun sebebinin gerekçelendirmesi gerekmektedir[10].

CMK m.62’ye göre, “Tanıklara ilişkin hükümlerden aşağıdaki maddelere aykırı olmayanlar bilirkişiler hakkında da uygulanır.” kabul edilmiştir. Bunun dışında mahkeme, her zaman bilirkişinin duruşmada dinlenmesine karar verebileceği gibi, ilgililerden birinin istemi halinde de açıklamalarda bulunmak üzere duruşmaya çağırılabilmesini düzenlemiştir. Tutuklu işlerde ise bilirkişilerin zorla getirilmesine karar verilebilmesi mümkün olup, zorla getirmeye ilişkin karar yazısında, bu yolla getirilmesinin nedenleri gösterilir. Bilirkişilerin dinlenilmelerinin gerekli görüldüğü durumlarda, kendilerine gönderilen çağrıya uymadıkları takdirde haklarında zorla getirme kararı uygulanabilmesi mümkün kılınmıştır. Sonuç olarak; CMK m. 62 uyarınca, tanıklara ilişkin hükümler[11] bilirkişiler için de uygulanır.

V. Uygulamada Karşılaşılan Bazı Güncel Sorunlar ve Çözüm Önerileri

a. Tebligatların Usulsüz Yapılması Nedeniyle, Bireyler Hakkında Gereksiz Şekilde Zorla Getirme ve Yakalama Kararı Çıkarılması

CMK m.37’de; ceza yargılamasında tebligatın, tutuklu sanığa tebligat gibi CMK m.35’de yer alan özel hükümler saklı kalmak kaydıyla ilgili kanuna göre yapılacağı öngörülmüştür.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nda tebligatın nasıl yapılacağına ilişkin şekil ve şartlar düzenlenmiştir. Tebligat Hukuku konusunda eğitimli personelden oluşan posta teşkilatının kurulması, tebligatların usulsüz yapılmasını, özellikle “bila tebliğ” dönen tebligatlar nedeniyle bireyler hakkında zorla getirme veya yakalama kararı çıkarılmasının önüne geçilmesini sağlayacaktır.

b. Zorla Getirme Kararlarının Usulünce Yerine Getirilmemesi

Zorla getirme kararına konu şahsın bulunduğu yerden gerektiğinde zor kullanılarak ifadeye veya sorguya getirilmesi gerekirken, uygulamada zorla getirme emirlerine şahsa haber verildi, duruşmaya katılacağını beyan etti şeklinde tutanakla cevap verilebildiği, bu durumun olağanlaştığı, yanlış uygulamanın yeknesaklık kazandığı görülmektedir.

Uygulamada sorunun sebebi, personel ve araç eksikliği olarak ifade edilmektedir. Çözüm olarak, adli kolluk teşkilatının kurulması ve zorla getirme kararlarının icrası için yeterince personel ve araç istihdam edilmesi gerektiği nettir.

c. Uygulamada Tutanakta İmzası Bulunan Kolluk Görevlilerinin İş Yoğunluğu Nedeniyle Tanık Sıfatıyla Duruşmaya Katılamaması, Bu Nedenle Yargılamanın Uzaması

Ceza soruşturmalarında tüm işlemlerin; CMK m.169 gereğince tutanağa bağlanacağı, tutanağın altında işleme katılanların imzasının bulunacağı nettir. Kolluk görevlilerinin; muhakeme işlemini yerine getirirken hazırladığı tutanağa ilişkin soruşturma veya kovuşturma aşamasında tanık olarak dinlenme zorunluluğu ortaya çıkabilecektir.

Öncelikle; her durumda tutanak altında imzası bulunan kolluk görevlisinin dinlenmesi yoluna gidilmemeli, bu konuda “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” başlıklı CMK m.211’de yer alan “(…)c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa, Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir. (2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.” hükmü gözönünde bulundurulmalı, tutanakta yer alan olaya ilişkin tanıklığın, yargılamada belirleyici, tek/yegane veya yan/destekleyici delil olup olmadığı incelenmeli, bu inceleme neticesinde kolluk görevlisinin dinlenilip dinlenilmeyeceğine karar verilmeli, böylece yargılamanın gereksiz yere uzatılmasının önüne geçilmelidir.

Tanık olarak gelmeyen kolluk görevlisine, sebep olduğu yargılama gideri olarak belirli bir ücretin ödettirilmesi fikrine katılmadığımızı, çünkü genelde kolluk görevlisinin, amiri tarafından verilen görev nedeniyle duruşmaya katılma imkanının bulunmadığını, kendi kusuru olmayan bir konuda kolluk görevlisini para cezası ile cezalandırmanın doğru olmadığını, kolluk görevlilerinin, “zabıt mümzi” sıfatıyla tanıklık yapmaktan yakındıklarını, gerek uzun süre duruşmayı beklemekten ve gerekse de taraflarla karşılaşmaktan rahatsız olduklarını, ancak tanıklıklarına ihtiyaç duyulması halinde tanıklığın kamu görevi olması sebebiyle mazeretsiz olarak gitmeme hakkına da sahip olmadıklarını, maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi için lüzum bulunduğu hallerde tanıklık yapmaları gerektiğini ifade etmeliyiz.

​​​​​​​

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Buğra Şahin

Stj. Av. Fırat Çetintaş

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------------

[1] CMK m.145/1’e göre; “İfadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi davetiye ile çağrılır; çağrılma nedeni açıkça belirtilir, gelmezse zorla getirileceği yazılır”.

[2] CMK m.146’ya göre; “(1) Hakkında tutuklama kararı verilmesi veya yakalama emri düzenlenmesi için yeterli nedenler bulunan veya 145 inci maddeye göre çağrıldığı halde gelmeyen şüpheli veya sanığın zorla getirilmesine karar verilebilir. (2) Zorla getirme kararı, şüpheli veya sanığın açıkça kim olduğunu, kendisiyle ilgili suçu, gerektiğinde eşkalini ve zorla getirilmesi nedenlerini içerir. (3) Zorla getirme kararının bir örneği şüpheli veya sanığa verilir. (4) Zorla getirme kararı ile çağrılan şüpheli veya sanık derhal, olanak bulunmadığında yol süresi hariç en geç yirmidört saat içinde çağıran hâkimin, mahkemenin veya Cumhuriyet savcısının önüne götürülür ve sorguya çekilir veya ifadesi alınır. (5) Zorla getirme, bunun için haklı görülecek bir zamanda başlar ve hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından, sorguya çekilmenin veya ifade almanın sonuna kadar devam eder. (6) Zorla getirme kararının yerine getirilememesinin nedenleri, köy veya mahalle muhtarı ile kolluk görevlisinin birlikte imzalayacakları bir tutanakla saptanır. (7) Çağrıya rağmen gelmeyen tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçi ile ilgili olarak da zorla getirme kararı verilebilir”.

[3] Cumhur Şahin, Neslihan Göktürk, Ceza Muhakemesi Hukuku, Şeçkin Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 2020, s.184.

[4] Semiyat Badem, Ceza Muhakemesi Hukukunda Tanık, TAAD, Yıl: 12, Sayı: 45 (Ocak 2021), s.292.

[5] CMK m.44’e göre; Usulüne uygun olarak çağrılıp da mazeretini bildirmeksizin gelmeyen tanıklar zorla getirilir ve gelmemelerinin sebep olduğu giderler takdir edilerek, kamu alacaklarının tahsili usulüne göre ödettirilir. Zorla getirilen tanık evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri sonradan bildirirse aleyhine hükmedilen giderler kaldırılır. Zorla getirme kararı; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi iletişim bilgilerinin dosyada bulunması hâlinde bu araçlardan yararlanılmak suretiyle de tanığa bildirilir”.

[6] Koca/Üzülmez, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunda Mağdurun Korunması ve Mağdura Tanınan Haklar, HPD, 2006, s.149.

[7] Yıldız, Ceza Muhakemesi Hukukunda Mağdur, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2008, s.171.

[8] CMK m.233’e göre; (1) Mağdur ile şikayetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hakim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir. Kovuşturma evresine geçildiğinde çağrı kâğıdına iddianame eklenir. Ayrıca, iddianameye ilişkin bilgiler ve duruşma tarihi; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi iletişim bilgilerinin dosyada bulunması hâlinde bu araçlardan yararlanılmak suretiyle de bildirilir.

[9] Yıldız, a.g.e, s.171.

[10] Hakeri, Ünver, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 3. Baskı, Ankara, 2009, s.118.

[11] CMK m.43; “(1) Tanıklar çağrı kağıdı ile çağrılır. Çağrı kağıdında gelmemenin sonuçları bildirilir. Tutuklu işlerde tanıklar için zorla getirme kararı verilebilir. Karar yazısında bu yoldan getirilmenin nedenleri gösterilir ve bunlara çağrı kağıdı ile gelen tanıklar hakkındaki işlem uygulanır.

(2) Bu çağrı telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak, çağrı kağıdına bağlanan sonuçlar, bu durumda uygulanmaz.

(3) Mahkeme, duruşmanın devamı sırasında hemen dinlenilmesi gerekli görülen tanıkların belirteceği gün ve saatte hazır bulundurulmasını görevlilere yazılı olarak emredebilir.

(4) Cumhurbaşkanı kendi takdiri ile tanıklıktan çekinebilir. Tanıklık yapmayı istemesi halinde beyanı konutunda alınabilir ya da yazılı olarak gönderebilir.

(5) Bu madde hükümleri, kişinin ancak Cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme önünde tanık olarak dinlenmesi halinde uygulanabilir”.