Hukuka aykırılık, sadece ceza hukukuna değil, tüm hukuk düzenine aykırılıktır. Diğer bir ifadeyle, hukuka aykırılık bütün hukuk düzeni ile fiil arasındaki çatışmanın ifadesidir[1]. Toplumsal hayat sanılandan çok karmaşıktır. Toplumda çıkar çatışmaları ve irade uyuşmazlıklarını düzenleme, çoğu kez yasaklanan veya emredilen bir davranışa belli koşullarda izin verilmesi ile sağlanmaktadır. Hukuk düzeni, kimi zaman, yasaklanan bir davranışın, belli bazı koşullar oluştuğunda, yapılmasına izin verilmektedir. Gerçekten, ceza hukuku düzeni, bir yandan bazı beşeri davranışların yapılmasını veya yapılmamasını emreden veya yasaklayan normlardan oluşurken, öte yandan belli bazı koşullarda o davranışların yapılmasına veya yapılmamasına izin veren normlardan oluşmaktadır. Böyle olunca, hukukun yasaklanan veya emredilen bir davranışın belli bazı koşullarda yapılmasına veya yapılmamasına aynı değerdeki diğer bir hükmü ile izin vermesinden veya o fiili emretmesinden ötürü, yasaklanan veya emredilen davranışın yapılması, hukukî her hangi bir değer veya menfaatin ihlali sayılmamakta, dolayısıyla fiil her hangi bir suça vücut vermemektedir. Toplumsal hayatın karmaşıklığından kaynaklanan bu durumlarda, fiille hukuk düzeni arasında bir çatışmanın olmamasının, fiilin hukuka uygun sayılmasının, dolayısıyla bir suça vücut vermemesinin nedeni, genelde ya hukuki menfaatin yokluğu, ya hukuki menfaatin üstünlüğü ya da hukuki menfaatin eşitliği esasına dayandırılmaktadır[2].
Hukuka aykırılık, fiilin, suçu oluşturan kanuni tanımla ve hukuki varlık ve menfaatleri koruyan diğer normlarla karşılaştırılmasını ve bir değerlendirme yapılmasını gerektirir. Çünkü hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı halinde, bir taraftan suç ile korunan hak ve menfaate zarar verilmekte diğer taraftan başka bir hak ve menfaati koruyan bir hükme uygun davranılmış olmaktadır. Hukuka uygunluk nedenleriyle bir fiilin işlenmesi halinde, korunan ve zarar verilen menfaatler söz konusudur ve bu menfaatlerin karşılaştırılarak bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. Hukuka uygunluk nedenlerinin normatif ve maddi bir yapısının bulunması somut bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu değerlendirme zorunluluğu, hukuka uygunluk nedenlerinin sistemleştirilmesini ve hukuka aykırılığın da bir unsur olarak kabul edilmesini gerektirir[3].
Hukuka uygun hale getirme, günlük dilde ceza hukukundan daha geniş bir anlama sahip gibi görünüyor. Ceza hukukunda yasaklayıcı bir normun ihlalinin meşrulaştırıldığını söylemek yalnızca izin verildiğini söylemek değil, ayrıca bunun teşvik edildiğini söylemektir. Buna karşılık günlük dilde ise bir eylemin meşru olduğunu söylemek yalnızca ona izin verildiğini söylemektir. Ahlak felsefecileri bu bakımdan çoğunlukla günlük kullanımı takip etmişlerdir[4].
Hukuka aykırılık unsuru, suçun olumsuz unsurudur. Bu unsur, Ceza Kanununa uygun bir fiili meşru kılan başka bir hukuk kuralının bulunmamasını ifade eder. Bir fiil, sadece ceza kanununun emirlerine değil bütün hukuk düzenine aykırı olmalıdır. Hukuka aykırılık, bir fiilin bütün hukuk düzeniyle çatışma ve çelişki halinde bulunmasıdır. Suçun hukuka aykırılık unsuru, fiilin hukuka uygun olduğunu gösteren bir nedenin bulunmaması ile gerçekleşir. Bu nedenle bu unsur altında esas olarak hukuka uygunluk nedenleri incelenir[5]. Hukuka aykırılık unsuru ile hukuka uygunluk nedenleri birbirleriyle doğrudan bağlantılıdır.
Hukuk düzeninin birliği/bütünlüğü ve çelişmezliği ilkesinin zorunlu bir sonucu olarak, bir fiilin hukukun bir sahasında hukuka uygun, diğerinde hukuka aykırı olarak kabul edilmesi mümkün olamayacağından; yazılı olsun veya olmasın, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerin hukuk düzeninin bütününden ortaya çıkartılması gerekmektedir. Bunun sonucu olarak, ceza hukukunun dışında olan, örneğin özel hukuk alanında mevcut bulunan yazılı veya yazılı olmayan hukuka uygunluk sebepleri doğrudan doğruya ceza hukuku alanında da uygulanabileceği gibi, tamamen ceza hukuku alanından kaynaklanan bir hukuka uygunluk nedeni de diğer hukuk dalları açısından hukuka uygunluk etkisi doğuracaktır [6]. Diğer bir ifadeyle, belirli bir davranış ya da bir durum hukuk düzeninin tümü karşısında ya hukuka uygun, ya da hukuka aykırı olabilir. Bu çerçevede, izin normları olarak kabul edilen hukuka uygunluk sebepleri de benzer durumlar bakımından hukukun tüm alanlarında uygulanmalıdır. Herhangi bir hukuk kuralının izin verdiği bir hareket hukuk düzeninin tümü bakımından hukuka uygun olarak telakki edilir[7]. Suç teşkil eden bir fiili haklı çıkarabilecek kurallar sadece ceza hukukunda bulunmazlar. “Hukuk sisteminin bütünlüğü” prensibine göre nerede bulundukları dikkate alınmadan-ceza, idari ve hatta özel hukukta dahi-her müsamahakâr norm nazarı itibara alınmalıdır[8].
Suçun hukuka aykırılık unsuru, XVIII. yüzyıldan itibaren bugünkü biçimiyle genel bir unsur olarak öğretide yerine almaya başlamıştır. Daha önce, birçok hukuk sisteminde belirli suçlara ilişkin olarak öngörülmüştür. Örneğin meşru savunma, öldürme yetkisi ile bir bütün olarak algılanmıştır. Ayrıca bu dönemde, hukuka aykırılığın bulunmadığından değil kastın (kusurun) yokluğundan bahsedilmiştir[9].
Fiil ceza hükmünün kanuni unsurlarını yerine getirse dahi, bir hukuka uygunluk nedeni ile destekleniyorsa “hukuka aykırı değil” hükmünde olması konusunda şüpheye yer bırakmıyor. Kısaca, hukuka uygunluk sebebi bulunan fiil yasal sayılıyor[10]. Diğer bir ifadeyle, hukuka uygunluk nedenlerinin söz konusu olduğu durumlarda fiil başından itibaren hukuka uygundur. Hukuka aykırı bir fiil, sonradan hukuka uygun hale gelmemektedir[11].
Hukuka uygunluk nedenlerinin dayandığı temelin yapısal konsepti, en iyi şekilde, ceza hukuku bazı fiillerin icrasına izin verip bazılarını yasaklayan bir normlar sistemi olarak ele alındığında açıklanabilir: Bir yandan özel kurallar şeklinde olan yasaklanmış kanuni hükümler, belli başlı zararlı fiilleri (ya da ihmal durumunda, yasaklanmış zararı önlemek için bir fiil talebinde bulunmak) yasaklayarak belli yasal menfaatleri koruyup takdir etme işlevi görmekte iken, diğer yandan müsamahakâr kurallar ile kanunlar, bazı istisnai vakalarda muhafaza edilmiş menfaate nazaran başka bir yasal menfaatin ağır basabileceğini onaylamaktadır, genel yasaklama uygulanmayabilir ve korunmuş menfaatin ihlaline izin verilebilir. Böylece fiil en azından “genel anlamda” kanunlara aykırı olsa da, umumiyetle zararlı olduğundan, bu fiilin genel hukuka aykırılık hali, hukuka uygunluk nedenlerinin özel bir hükmü tarafından müsaade edildiği durumlarda somut olarak hesaba katılmayabilir[12].
Hukuka uygunluk nedenlerine müsaadenin sebebi Alman ceza hukuku teorisinde de halen tartışmalıdır. Genel olarak, hukuka uygunluk nedenleri teorilerinde “tekilci” akımdan “çoğulcu” akıma doğru olan meyil açıkça görülebilir. “Tekilci” teoriler hukuka uygunluk nedenlerin esaslarını bir genel prensiple açıklamaya çalışır; çoğunlukla amaç teorisi, bir fiili, eğer “yasal olarak onaylanmış bir objektife ulaşmak için uygun bir yol” ise haklı çıkarmaktadır. Ancak bu teori meşru savunmayı ve belki de aynı zamanda zorunluluğu açıklarken, mağdurun rızası bağlamında güçlükle uygulanabilir. Aynı durum diğer benzer teoriler- “zarardan fazla yarar” ya da “menfaatlerin dengelenmesi” prensipleri gibi- içinde geçerlidir. Eğer açıklayıcı prensip herhangi bir tahmini algıyı durdurmak ise, açıklamalar hukuka uygunluk nedenlerinin kimi esaslarına açıkça uygun olmakla birlikte hepsine uygun değildir. Bu nedenle “çoğulcu” izahlar özellikle de “ikicil” (düalistik) yaklaşım rağbet kazanmaktadır ki bu yaklaşım hukuka uygunluk nedenlerinin tüm esaslarının iki temel durumda ortaya çıktığı önermesine dayanmaktadır, bunlar: a) bir menfaatin daha önemli menfaatlerle çatışmasından ötürü zapt edilip ve önüne geçildiği olaylar (meşru savunma, zorunluluk hali, görevlerin çatışması gibi) ve b) menfaati tehlikede olan bir kişinin menfaatini korumaktan feragat ettiği vakalar (mağdurun rızası ile). Bu durumları daha üstün bir menfaat ya da menfaatin yokluğu sebebiyle hukuka uygunluk nedenlerini düalistik kaidesine yerleştiren Mezger’dir. Tartışmasız, bu prensipler davaları somutlaştırmada kullanılabilmesi için halen çok soyuttur. Ancak yüksek menfaatin ve menfaat yokluğunun esaslarına hukuka uygunluk nedenlerinin genel kuralları şeklinde yaklaşırsak, hukuka uygunluk nedenlerinin kabul görmüş esaslarını uygulama konusunda ya da gelişmekte olan yeni esasları için en azından iyi bir başlangıç noktası elde etmiş oluruz[13].
Hukuka uygunluk nedenlerinin zeminin objektif olarak varlığı yeterli midir, yoksa failin bu nedenden yararlanabilmesi için sübjektif olarak hukuka uygunluk nedeninin varlığı bilinciyle hareket etmesi gerekir mi? Bu konuda doktrinde görüşler ikiye ayrılmaktadır.
Bir grup yazar, suç teşkil eden haksızlığın muhtevasının belirlenmesinde sadece neticeyi esas aldıkları için, bir hukuka uygunluk nedeninin olayda objektif olarak varlığını yeterli görürler. Bu görüşe göre, objektif olarak bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması halinde, failin bunu bilip bilmemesi, yani iradesinin hukuka aykırılığı kapsayıp kapsamaması önemsizdir ve hareketin hukuka uygun olduğu kabul edilmelidir. Hukuka aykırılık hakkında verilecek karar exante değil, ex post olarak tespit edilecektir. Bunun anlamı hukuka aykırılığın neticeye göre tespit edilmesidir. Başkasının hukuken korunan alanına yapılan saldırı, neticeye göre değerlendirilecektir. Bu nedenle hukuka aykırılık veya uygunluk objektif niteliktedir. Hukuka uygunluk sebeplerinden biri objektif olarak mevcut ise fiil hukuka uygundur[14]. Failin cezalandırılmayışının nedeni manevi unsurdan öte, fiilin mevcudiyeti ve objektif unsurla ilgilidir. Çünkü bu gibi hallerde devletin kişiyi cezalandırmasını haklı kılan bir sosyal zarar yoktur[15].
Bizim de katıldığımız diğer bir grup yazara göre ise, tipik hareketin hukuka uygunluğu için, bir hukuka uygunluk nedeninin objektif olarak varlığı yeterli değildir. Fail, fiilini hukuka uygun hale getiren durumun varlığını bilmeli ve kendisine bu suretle verilen yetkinin icrası veya yüklenen yükümlülüğün gerçekleştirilmesi amacıyla hareket etmelidir. Özetle kişi işlediği fiilin hukuka aykırılık teşkil ettiğinin bilincinde olmalıdır[16].
Konuyu bir örnekle açıklayalım: Polis memuru (P) görevli olduğu karakola geç kalır. Otomobiliyle aşırı hız yapar, bir dönemeci alamayarak karşı yönden gelen (H)'ye çarpar. (H) yaralanır, (H)’nin aslında hırsızlık yaptığı evden henüz çıkan ve kaçmaya çalışan hırsız olduğu anlaşılır. Hukuka uygunluk sebebinin objektif varlığı yeterli ise (P) cezalandırılmaz. Çünkü (P) bilmese de hırsızı yakaladığı için kanun hükmünü icra hukuka uygunluk sebebinden yararlanmalıdır. Buna karşılık hukuka uygunluk sebepleri sübjektif ise fail hukuka uygunluk sebebini bilmeli ya da en azından onun varlığına inanmalıdır. Diğer bir ifadeyle, failin hukuk düzenince korunan hak veya yararı koruduğu düşüncesiyle hareket etmiş olması gerekir. Bu durumda (P) cezalandırılmalıdır[17].
Alman doktrininde baskın görüş, failin objektif ve sübjektif olarak hukuka uygunluk içerisinde olmasını arayan karma görüştür. Buna göre fail, objektif olarak hukuka uygun olan fiili gerçekleştirme iradesine sahip olmalıdır. İlke olarak bütün hukuka uygunluk nedenleri aynı yapıya sahiptirler. Kanuni tip gibi, hukuka uygunluk zemini de birisi objektif ve diğer birisi sübjektif kısma bölünebilir. Objektif kısmın araştırılması iki adımda gerçekleştirilir. Öncelikle, ilgili hukuka uygunluk durumunun var olup olmadığı ve hangi hukuka uygunluk nedenine dayandırıldığı tespit edilmek zorundadır. Fail, sübjektif kısımda en azından ilgili hukuka uygunluk koşullarının bilgisine haiz olmak ve ayrıca kendisinin hareketinin gerekli ve uygun olduğunu bilmek zorundadır. Sübjektif hukuka uygunluk unsuru eksikse, hukuka uygunluk nedeni tam olarak mevcut değil demektir. Diğer bir ifadeyle, sübjektif hukuka uygunluk alanı eksik ise, bir hukuka uygunluk kabul edilemez[18].
Hukuka uygunluk nedenleri kural olarak bütün suçlar için geçerlidir. Bu bakımdan suçun kasten veya taksirle işlenmesi arasında bir fark yoktur. Keza icrai veya ihmali hareketle işlenmesi de önemsizdir. Ancak Kanunda bazı fiillerin yapılmasına sadece belli suç tipleriyle ilgili olarak izin verilmiş olabilir. Bu halde de sonuç değişmeyecektir ve sırf o fiilin yapılmasına izin veren kural diğer hukuk dalları bakımından da hukuka uygunluk sebebi teşkil edecektir. Örneğin TCK'nın 127’nci maddesinde düzenlenen isnadın ispatı ve 128’inci maddesinde düzenlenen iddia ve savunma dokunulmazlığı şeklindeki hukuka uygunluk sebepleri, yalnızca hakaret suçu bakımından ve fakat bu fiille ilgili olarak tüm hukuk düzeni bakımından hukuka uygunluk etkisi doğurur. Buna karşın kanunun genel hükümler kısmında düzenlenen hukuka uygunluk sebepleri bünyesi ve mahiyetleri elverişli olan her fiil bakımından geçerlidir [19].
Hukuka uygunluk nedenleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun suçun yapısına ve sorumluluk rejimine ilişkin düzenlemelerin yer aldığı birinci kitap, ikinci kısım, “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı ikinci bölümde yer almaktadır.
Hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen hallerin birlikte düzenlenmesi doktrinde tartışılmıştır.
Ünver’e göre, hukuka uygunluk sebepleri, kusur yeteneğini etkileyen ve kaldıran nedenleri birlikte ve aynı kurumlar gibi düzenlemek hatalı olmuştur. Bu kurumlar gerek nitelik ve koşulları gerekse hukuksal sonuçları bakımından farklıdırlar[20].
Katoğlu’na göre, hukuka uygunluk nedenlerinin düzenlendiği bölümün başlığı sorunludur. TCK'da hukuka uygunluk nedenlerinin düzenlendiği birinci kitabın ikinci kısmının ikinci bölümünün başlığı "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” dir. Başlık, ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenlere ilişkindir. Hâlbuki hukuka uygunluk nedenlerinin söz konusu olduğu durumlarda fiil başından itibaren hukuka uygundur. Hukuka aykırı bir fiil, sonradan hukuka uygun hale gelmemektedir[21].
Centel/Zafer/Çakmut göre, hukuka uygunluk nedenleri, ne mazeret nedenleri de denen kusurluluğu kaldıran nedenlerle, ne de cezalandırılabilme şartıyla karıştırılmalıdır. Fiil hukuka uygun ise, artık suç da olmadığından, fiilin kusurlu olup olmadığına bakılmayacaktır. Çünkü hukuka aykırılığı ortadan kaldıran nedenler ceza sorumluluğunu değil, hukuka aykırılığı ortadan kaldırarak suçun oluşmasını engelleyen hallerdir[22].
Hafızoğulları’na göre, hukuka aykırılığı kaldıran nedenlerin kusurluluğu kaldıran nedenlerle hiçbir benzerliği ve ilişkisi bulunmamaktadır. Kanun aralarında hukuksal ve mantıksal bir bağıntı olmamasına rağmen, bu kurumları birlikte düzenleyerek, kavramsal hiçbir değeri olmayan, kanun tekniğine aykırı, toptancı bir düzenlemedir[23]. Kanun metni dışında kalmakla ve bağlayıcı olmamakla birlikte, herhangi bir karışıklığa yer vermemek için, madde gerekçesinin temel yanlış içerdiğini belirtmek gerekmektedir. Gerekçe, amirin emrinin bir hukuka uygunluk nedeni olmadığını, “ yerine getirme zorunluluğu esasen hukuka aykırı olan emri hukuka uygun hale getirmez” düşüncesiyle, bir “sorumsuzluk nedeni” olduğunu ileri sürmektedir. Bir kere ceza hukukunda, daha özel olarak suç genel teorisinde “sorumsuzluk nedenleri “ adında suçu veya cezayı ortadan kaldıran kendine özgü, kimlik kazanmış bir ceza hukuku kurumu mevcut bulunmamaktadır. Suç genel teorisinde sorumsuzluk nedenleri dendiğinde, genelde kastedilen, nedensellik bağını kesen, hukuka aykırılığı, kusurluluğu, isnat yeteneğini kaldıran ve bazı koşullarda devletin cezalandırma hakkından vazgeçmesini ifade eden nedenlerdir. Bunlardan her biri diğerinden bağımsız, kendilerine özgü özellikleri bulunan, her biri ayrı bir kimlik olan, dolayısıyla kendilerine bağlanan hüküm ve neticeler farklılık arz eden ceza hukuku kurumlarıdır. Genel ile özel açıklanamaz kuralı doğruysa, amirin emrini, bir “sorumsuzluk nedeni “ olarak nitelendirerek, suç genel teorisi içindeki yerini, konumunu, hüküm ve neticelerini açıklamak mümkün değildir. Gerçekten, kanunun kullandığı “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler “ başlığı, ne mantıkta geneli, ne de suç genel teorisi de kendine özgü özel bir kavramı ifade temektedir. Böyle olunca, kanunun kullandığı başlık, suç genel teorisinde kendisine bazı hüküm ve neticenin bağlandığı bir kavram olmamakta, sadece günlük dilde değeri olan bir “konu başlığı” olmaktadır[24].
Yarsuvat,/Bayraktar /Yüzbaşıoğlu, / Bülbül, /Kocasakal /Aksoy/Memiş / Kurt, /Tansuğ, /Yılmaz’a göre, hukuka uygunluk nedenleri, eylemin dış dünyaya hukuka uygun olarak yansımasına neden olduklarından, ceza sorumluluğu da söz konusu olmayacaktır. O halde, olmayan bir olgunun kalkmasından veya azalmasından söz edilemez[25].
Özgenç’e göre, doktrinde bazı görüşler ve hatta bazı ülke kanunları, örneğin zorunluluk halini bir hukuka uygunluk nedeni değil, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak kabul etmektedir. Aynı şekilde, yetkili merciin emrini yerine getirilmesinin genellikle bir hukuka uygunluk olduğu kabul edilirken; bazı görüşler, bu durumda hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin bulunduğu ve dolayısıyla, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olduğunu ileri sürmektedirler. Doktrinde ileri sürülen görüşler açısından bağlayıcı olmamak için, bu bölümde söz konusu edilen nedenlerin sonucu göz önünde bulundurulmak suretiyle bir isimlendirilmeye gidilmiştir. Belirtilen nedenlerle, ilgili bölüm başlığı “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” olarak değiştirilmiştir[26].
Koca’ya göre, hukuka uygunluk sebeplerin varlığı halinde, işlenen fiilin hukuka aykırılığından bahsedilemeyeceğinden, böyle bir fiilden dolayı ne ceza ne de diğer bir yaptırımın faile yüklenmesi mümkün değildir. Hâlbuki kusurluluğun bulunmaması halinde, fiilin hukuka aykırılık vasfı devam ettiği için, faile yalnızca ceza yaptırımı uygulanamaz. Buna karşın böyle bir fiile diğer hukuk dallarının yaptırımlarının (örneğin tazminat, disiplin cezaları gibi) ve bu arada ceza hukukunun diğer yaptırımlarının (güvenlik tedbirlerinin) uygulanması mümkündür. Bu hukuka uygunluk sebeplerinin varlığı fiili baştan itibaren hukuka aykırı kılmazken, kusurluluğu kaldıran veya azaltan nedenler fiili hukuka aykırı olmaktan çıkarmayıp, failin cezasız kalmasına ya da cezasının indirilmesine yol açarlar[27].
Özbek ve diğerlerini göre, TCK'da hukuka uygunluk sebeplerinin "Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan sebepler' başlığı altında düzenlenmiş olması doğru olmamıştır. Gerçekten TCK hukuka uygunluk sebeplerini kusurluluğu kaldıran ya da azaltan sebepler ile birlikte genel hükümler içinde ikinci bölümde "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler" başlığı altında düzenlemiştir. Böylece dogmatik bir çelişkiye düşülmüştür: Çünkü 1- Hukuka uygunluk sebepleri ceza sorumluluğunu değil, fiilin hukuka aykırılığını kaldırırlar, 2- Hukuka uygunluk sebepleri kusurluluğu kaldıran haller ile birlikte de değerlendirilemez; zira farklı iki unsuru ilgilendirmektedir. Hukuka uygunluk sebeplerinin kusurluluğu kaldıran ya da azaltan sebepler ile birlikle düzenlenmesi yerinde değildir. Kusurluğu kaldıran ya da azaltan hallerin de ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenler olarak adlandırılması her iki kurumun dogmatik yapısına uygun olmamıştır. 3- '"Ceza sorumluluğunu kaldıran hal" terimi de doğru değildir. Ceza hukukunda cezayı kaldıran ya da düşüren hallerden söz edilebilir. Hukuka uygunluk sebepleri fiili hukuka aykırı olmaktan çıkarır; kusurluluğu kaldıran haller ise kusurluluğu ortadan kaldırır ancak ceza sorumluluğunu değil. Ceza sorumluluğu şeklindeki bir terim de doğru değildir. Bu konuda cezai ehliyet kavramı vardır ki bu da kusur yeteneği olarak ele alınır. Bu yönüyle de konunun hukuka aykırılık ile bir ilgisi bulunmaz. Bu terim daha çok uygulamamızda kullanılan "ceza tertibine yer olmadığı" şeklindeki kararları hatırlatmaktadır. Kaldı ki bu terim de doğru değildir. Çünkü bu hallerde fiil suç olmaya devam ediyor gibi bir izlenim doğmaktadır. Hâlbuki hukuka uygunluk sebebinin bulunduğu bir durumda fiil suç olmaktan çıkmaktadır. Nitekim CMK’nın 223’üncü maddesinde bu hallerde "ceza verilmesine yer olmadığı kararı" verileceğini söylemektedir. Böylelikle iki kanun arasında bir bağlantı kuruluyor ise de bu kurumların hukuki niteliğini değiştirmeyen ve fakat mahkemeleri bu yönde karar vermeye "zorlayan" yasal ama hukuk dışı bir düzenlemedir. Yasanın Ceza Sorumluluğunu Kaldıran Nedenler başlığını kullanmış olması hukuka uygunluk sebeplerinin kaldırıldığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu sadece terim konusunda kanun koyucunun anlayış değişikliği olarak kabul edilmelidir. Nitekim CMK’nın 223’üncü maddesinde beraat kararı verebilecek haller arasında "olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunmasını" da saymıştır. Öte yandan söz konusu bu düzenleme bir çelişkiyi de ortaya koyması bakımından eleştirilmelidir. Bu nedenlerle hukuka uygunluk sebepleri ve kusurluluğu kaldıran ya da etkileyen sebepler ayrı başlıklar altında düzenlenmeliydi[28].
Yargıtay’a göre ise, hukuka uygunluk nedenleri eylemin hukuka aykırı olmasını önleyen dolayısıyla eylemi hukuki olarak meşru hale getiren sebeplerdir. Bu nedenlerin varlığı halinde eylemin hukuka uygun olduğu kabul edilmektedir. Bu bakımdan hukuka uygunluk nedenleri ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan sebeplerden farklı olup somut olayda öncelikle bu nedenlerin varlığının araştırılarak değerlendirme yapılması gerekmektedir. Çünkü bir eylem hukuka uygunsa zaten suç değildir, suç olmayan bir eylemde de ceza sorumluluğunu kaldıran veya kısıtlayan hallerin bulunup bulunmadığını araştırmaya gerek yoktur. Ceza sorumluluğunu kaldıran veya sınırlayan hallerde ise eylem hukuka aykırı niteliğini devam ettirmekte ancak akıl hastalığı, yaş küçüklüğü gibi nedenlerle sanığın ceza sorumluluğu kalkmakta veya sınırlandırılmakta ve bundan dolayı sanık hakkında beraat kararı değil ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmekte ve bu kararın verilmesi sanık hakkında ayrıca ilgili güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına da engel teşkil etmemektedir[29].
Kanaatimizce de, birbirinden çok farklı olan kurumların aynı başlık altında toplanması kanun yapma tekniğine aykırı olup, karışıklıklara neden olmaktadır. Hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı halinde, zaten ortada suç oluşturan bir fiilden bahsetmek mümkün olmadığı için, suçun bir sonucu olan ceza veya tedbir yaptırımlarından söz etmek olanaklı değildir. Bu nedenle hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğu hallerde kusurluluk araştırması yapılamaz. Ancak suçun bir unsuru olan kusurluluğun bulunmaması halinde, fiilin hukuka aykırılık niteliği devam ettiği için, faile yalnızca ceza verilemez. Kusurluluk bulunmasa bile haksızlık niteliği taşıyan bir fiile, diğer hukuk dallarının yaptırımlarının (örneğin tazminat, disiplin cezaları gibi) ve bu arada ceza hukukunun diğer yaptırımlarının (güvenlik tedbirlerinin) uygulanması mümkündür. Hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı halinde fiil baştan itibaren hukuka uygun olduğundan kusurluluk araştırılmasına gidilemez. Kusurluluğu kaldıran veya azaltan nedenler ise, fiili hukuka aykırı olmaktan çıkarmayıp, failin ceza sorumluluğuna etki etmekte olup, faile ceza verilmemesine, verilecek cezasının indirilmesine ya da güvenlik tedbirine maruz kalmasına neden olmaktadır. Bu nedenlerle hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen nedenlerin nitelikleri, yaptırımları ve sonuçlarının farklı olması nedeniyle ayrı başlıklar altında düzenlenmesi kanun tekniğine ve doktrinde yer etmiş genel anlayışlara uygun olurdu. Kanun’un özensiz düzenlenmesi nedeniyle örneğin meşru savunma ile ilgili kararlarda uygulamada karışıklıklar meydana gelmiş olup, yerel mahkemelerce hukuka uygunluk nedeni olan meşru savunma halinde beraat kararı verilmesi gerekirken, ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir[30]. Hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğu hallerde suçun unsurları oluşmadığından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi gerekir. Eğer hukuka uygunluk nedenlerinin oluştuğu yargılama aşamasında ortaya çıkarsa unsurları oluşmayan suçtan sanık hakkında beraat kararı verilmesi şarttır. Yasal düzenlemeler yapılarak karışıklıkların ortadan kaldırılarak soruşturma veya yargılamanın netleştirilmesinde hukuki ve fiili yarar bulunmaktadır.
Kanunun hükmünü icra, amirin emrini yerine getirme, meşru savunma, hakkın icrası ve ilgilinin rızası Türk Ceza Kanunu'nda belirtilmiş olan hukuka uygunluk nedenleridir. Ceza Kanunu'nda öngörülen hukuka uygunluk nedenlerinin dışında da birçok kanunda hukuka uygunluk nedenlerine yer verilmiştir. Örneğin Medeni Kanun, zilyetlik hakkının korunmasının şartlarını (MK m.981), Ceza Muhakemesi Kanunu suçüstünde yakalamanın koşullarını (CMK m.90) göstererek Ceza Kanunundaki hakkın icrası hukuka uygunluk nedeninin kapsamını ortaya koymaktadır. Bir fiilin, Medeni Kanuna uygun, buna karşılık Ceza Kanununa aykırı olması söz konusu olamaz. Bu durum, hukuk düzeninin bütünlüğü ilkesi ile bağdaşmaz[31].
DR.CENGİZ APAYDIN
İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI
------------
[1]Kunter, Nurullah, Suçun Kanuni Unsurları Nazariyesi, İstanbul 1949, 85.
[2] Hafızoğlulları, Zeki, Hukuka Uygunluk Nedenleri, s. 1, www. abchukuk@yahoo.com (erişim tarihi 15. 08. 2020).
[3] Zafer, Hamide, Hamide, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayıncılık, 4. Baskı, İstanbul 2015. 278.
[4] Finkelstein, 624.
[5] Zafer, 278.
[6]Jescheck/Weigend,.327; Önder, Ceza Hukuku Dersleri, 220; Özgenç, Gazi Şerhi, .253; Bayraktar, Köksal “Ceza Kanunlarındaki Hukuka Uygunluk Nedenleri῝, Ceza Hukuku Günleri, İstanbul, 1998, 69.
[7] Bkz. Özbek ve diğerleri, 288.
[8] Eser, 630-631.
[9] Katoğlu, Turgut, Ceza Hukukunda Hukuka Aykırılık, Ankara 2003, 19-20.
[10] Eser, 629.
[11] Katoğlu, Tuğrul, Ceza Hukukunda Hukuka Aykırılık, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2003, 141.
[12] Eser, 629-630.
[13] Bkz. Eser, 629-630.
[14] Önder, Ceza Hukuku Dersleri, s.223,224; Kunter, Suçun Kanuni Unsurları,.150; Demirbaş, 262.
[15] Soyaslan, 351.
[16] Özgenç, Gazi Şerhi, 242; Özbek ve diğerleri, 291; Koca, Mahmut,” YTCK’da Hukuka Uygunluk Sebepleri”, Ceza Hukuku Dergisi, Seçkin Yayıncılık, Eylül 2006, S: 1, 122.
[17] Özbek ve diğerleri, 291.
[18] Heinrich, 206-208.
[19] Öztürk, Bahri/Erdem, Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Emniyet Tedbirleri Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara 2005, 134.
[20] Ünver, YTCK’da Kusurluluk, 57.
[21] Katoğlu, Tuğrul, “ Türk Ceza Kanunu ve Hukuka Uygunluk Nedenlerinin Sistematiği”, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku, Prof. Dr. Köksal Bayraktar’a Armağan, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010 C:III, 149.
[22] Centel/Zafer/Çakmut, 281-282.
[23] Hafızoğulları, Hukuka Uygunluk Nedenleri, 2.
[24] Hafızoğulları, 4.
[25] Yarsuvat, Duygun/Bayraktar, Köksal/Yüzbaşıoğlu, Necmi/ Bülbül, Erdoğan/Kocasakal, Ümit/Aksoy; Eylem ,E/Memiş, Pınar/ Kurt, Gülşah/Tansuğ, Çağla/Yılmaz, Didem, Türk Ceza Kanunu Tasarısı Hakkında Galatasaray Üniversitesinin Görüşü, İstanbul Barosu-Türk Ceza Hukuku Derneği Toplantısı, Kurumsal Raporlar-Toplantıları, Sunulan Raporlar ve Bilimsel Raporlar, İstanbul Barosu-Galatasaray Üniversitesi- Türk Ceza Hukuku Derneği Ortak Yayını, İstanbul 2004, 126.
[26] Özgenç. 243.
[27] Koca, a.g.m, 120.
[28] Özbek ve diğerleri, 290.
[29] Yargıtay 14. Ceza Dairesinin, 17.12. 2014 tarihli, 2013/2859 esas ve 2014/14441 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkimler ve Cumhuriyet Savcılarına Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).
[30] Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir; “ TCK’nın 223/2’nci maddesi uyarınca sanığın meşru savunma durumunda kaldığının kabul edilmesi karşısında, beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden, ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi, yasaya aykırı, biçiminde düzeltilmek ve başkaca yönleri yasaya uygun bulunan hüküm, bu bağlamda onanmak suretiyle 5320 sayılı Yasanın 8/1’inci maddesi ve fıkrası aracılığıyla 1412 sayılı CMK’nın 322’nci maddesi uyarınca davanın esasına, 09.02.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin, 09. 02. 2011 tarihli, 2009/616 esas ve 2011/1386 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkimler ve Cumhuriyet Savcılarına Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır). Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir diğer kararında şöyle denilmektedir; “ Taraflar arasında, para üstü meselesinden çıkan tartışmada, sanığın, kendisine ait büfe önündeki gazete ve dergileri katılanın devirip, bira kasası ile kendisine saldırmaya çalışması üzerine tahrik altında basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde katılanı yaraladığının, sanık savunması ve tanık beyanları ile anlaşılması karşısında, sanığın mahkûmiyeti yerine meşru savunma nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi, b) Kabule göre de; Suçun meşru savunma sınırları içerisinde kabul edilmesi nedeniyle, TCK'nın 25/1 ve CMK'nın 223/2-d maddeleri gereğince beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden, sanığa önce ceza verilip daha sonra ceza vermekten vazgeçilmesi, kanuna aykırı, katılan S…… vekilinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün bozulmasına yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 28/01/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin, 28. 01. 2014 tarihli, 2012/31365 esas ve 2014/2277 sayılı kararı (UYAP isimli Hâkimler ve Cumhuriyet Savcılarına Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır.
[31] Zafer, 279.