Cemevlerinin Hukuki Statüsüne İlişkin Tartışmalar ve İnsan Hakları Açısından Devletin Yükümlülükleri

Abone Ol

Giriş

Ana Muhalefet Partisi tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan, başörtüsü özgürlüğünün yasal güvenceye kavuşturulması yönündeki Teklifle birlikte Alevilerin talepleri de kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlandı. Sayın Cumhurbaşkanının; Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulacak Alevi Bektaşi Genel Müdürlüğü vasıtasıyla cemevlerinin aydınlatma, su, bakım, onarım giderlerinin Devlet tarafından karşılanacağını, imar planlarındaki sorunların giderileceğini ve ayrıca cemevlerindeki inanç önderlerine, talep etmeleri halinde, kadro tahsis edileceğini açıklamasının ardından tartışmalar somut bir içerik kazandı.

Seçim atmosferine girilen bir dönemde gündeme gelen bu teklif ve vaatlerin siyasi niteliğinin ağır bastığı söylenebilir. Ancak bunun ötesinde, asıl meselenin bir hukuk ve insan hakları meselesi olduğu gözardı edilmemelidir. Nitekim cemevlerinin ibadethane statüsü dahil olmak üzere Alevi toplumu tarafından dile getirilen pek çok talep yargı kararlarına konu olmuştur. Bunların tamamına değinmek bu kısa yazı çerçevesinde mümkün olmasa bile, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (İHAM) konu ile ilgili iki önemli kararından çıkan sonuçları hatırlatmak ve bu kararların icra süreci hakkındaki güncel gelişmeleri paylaşmak insan hakları kapsamında yürütülecek tartışmalara katkı sunacaktır.

İHAM Kararları ve Devletin Yükümlülükleri

İHAM tarafından verilen kararlardan ilki ibadethanelere sağlanan maddi avantajların ayrımcılık yasağı ilkesi kapsamında ele alındığı 02.12.2014 tarihli Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı kararıdır[1]. Bu başvurunun arka planında; Yenibosna Cemevi’nin, elektrik borçlarından muaf tutulmak amacıyla yaptığı idari başvuruların ve açtığı davaların cemevlerinin ibadethane sayılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi bulunmaktadır. Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alından bir görüşe dayandırılmıştır. Başvuruyu din ve inanç temelli ayırımcılık yasağı çerçevesinde inceleyen İHAM oybirliği ile ihlal kararı vermiştir. Mahkeme özetle şunları kaydetmiştir:

- Cemevleri, Alevi inancında vazgeçilmez bir yere sahip olan cem törenlerinin yapıldığı yerdir. Ayrıca; cemevlerinde cenaze hizmeti sunulmakta, gelir getirici herhangi bir faaliyet yürütülmemektedir. Cemevleri; tıpkı resmi olarak ibadethane sayılan diğer yerler gibi, bir dini inancın ibadetinin yerine getirildiği mekanlardır (§ 45).

- Devletin ülkedeki inanç topluluklarına belirli bir hukuki statü tanıma veya bunları farklı bir mali rejime tabi tutma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bununla birlikte; Türkiye Cumhuriyeti’nde, Bakanlar Kurulu kararı ile ibadethanelere farklı bir statü tanınmıştır. Bu durumda, bazı inanç gruplarının bu statüden mahrum bırakılmasının din veya inanç temelli bir ayırımcılık oluşturup oluşturmadığı belirlenmelidir (§ 45 ve 48).

- Ulusal mahkemeler cemevinin ibadethane olmadığına karar verirken, bu kararlarını Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınan bir görüşe dayandırmışlardır. Bu kabul; devletin din ve inançlar karşısında tarafsızlık ödevi ile bağdaşmadığı gibi, cemevlerine uygulanan farklı muameleyi haklı kılmaya yeterli değildir; zira ibadethane statüsü tanınan diğer yerler gibi cemevleri de ibadet amacıyla kullanılan mekanlardır. Devlet, farklı muameleyi meşrulaştıracak nesnel ve makul bir gerekçe sunamamıştır (§ 50).

İkinci karar, İHAM Büyük Daire tarafından verilen İzzettin Doğan ve diğerleri kararıdır.[2] Bu kararda İHAM, devletin Aleviliği özerk bir inanç olarak tanımaması nedeniyle başvurucuların din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiğine; buna ek olarak, devletin din alanında sunduğu kamu hizmetinden Alevilerin eşit şekilde yararlanmadığı gerekçesiyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. İzzettin Doğan ve diğerleri kararı Alevilerin talepleri konusunda İHAM tarafından verilmiş en kapsamlı karardır; zira İHAM, cemevlerinin hukuki statüsü, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarafsızlığı ve dini alanda yürütülen kamu hizmetlerinde eşitlik konularını bir bütün olarak ele almış ve önemli değerlendirmelerde bulunmuştur.

Bu başvurunun konusunu, bir grup Alevi yurttaşın, Alevilerin ibadetine ilişkin hizmetlerin bir kamu hizmeti olarak kabul edilmesi, Alevilerin ibadet yerlerine ibadethane statüsü verilmesi, Alevi din görevlilerinin memur olarak işe alınmaları ve Alevilerin ibadeti için devlet bütçesinden özel bir ödenek ayrılması yönündeki taleplerinin önce idare ardından mahkemeler tarafından reddedilmesi oluşturmaktadır. İHAM, başvurucuların taleplerinin reddedilmesinin Alevilik inancının dini karakterinin reddi anlamına geldiğini belirtmiş ve bu durumun başlı başına Alevilerin din ve vicdan özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir. İHAM; bu müdahalenin demokratik toplum gereklerine uygun olup olmadığını değerlendirirken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından sunulan tezleri cevaplamıştır. Mahkemenin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında yaptığı değerlendirmeler özetle şu şekildedir:

- Devletin inançlar karşısında yansızlık görevi bakımından

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, Devletin herhangi bir dine veya inanca ayrıcalık tanımasını yasaklayan “laiklik” ilkesini güvence altına almasına rağmen, devletin Alevilere karşı tutumu, Alevi toplumunun özerk bir varlığa sahip olma hakkına aykırılık oluşturmaktadır. Kamu makamları; Alevi toplumunun kendine has özelliklerini dikkate almamakta, Aleviliği bir tarikat olarak tanımlayarak 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun’un[3] kapsamına giren dini gruplardan birisi olarak kabul etmektedir. Bu Kanun, din ve vicdan özgürlüğü bakımından ciddi sınırlamalar öngörmektedir. Devlet makamlarının bu yaklaşımı, Devletin tarafsızlığı ödevi ve dini toplulukların özerk bir varlığa sahip olma hakkı ile bağdaşmamaktadır (§ 117-124).

Devrim/inkılap kanunları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında çıkarılan 677 sayılı Kanunun amacı; esas itibariyle din ve vicdan hürriyetini kısıtlamak değil, hanedanlıktan cumhuriyete geçiş, halifeliğin kaldırılması ve ardından Anayasaya alınması hedeflenen “laiklik” ilkesine atılan adım olmanın yanında, eğitim öğrenimin din eğitimi dahil Devletin kontrolü altına alınması, bu alanda gerçekleşen suistimallerin önüne geçilmesi ve Cumhuriyetin kuruluş felsefesine hizmet etmektir. Ancak zamanla bu Kanunun gereği gibi uygulanamadığı, din ve vicdan hürriyetine getirilmiş kısıtlama olarak algılandığı, nitekim Aleviler yönünden de sınırlayıcı etkisinin olduğu ileri sürülmüştür.

- Alevilerin inançlarını serbestçe yaşamaları bakımından

677 sayılı Kanun; “dede” unvanının kullanılmasının ve ayinler için yer tahsis edilmesinin yasaklanması gibi ciddi sınırlamalar getirmekte, bu filler için hapis ve para cezası öngörmektedir. Bu nedenle Mahkeme; Hükümet tarafından savunulanın aksine, bu Kanun kapsamında olduğu söylenen dini grupların serbestçe dini etkinliklerde bulunma imkanına sahip olduğu konusunda ciddi kuşkular duymaktadır. Öte yandan; cemevlerine ibadethane statüsü tanınmaması ve din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olması nedeniyle Aleviler, dini yaşamlarının organizasyonu konusunda çok sayıda sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Türk Hukuku’nda; Alevilik gibi azınlıkta kalan inançlar için açık bir hukuki çerçevenin bulunmayışı, ibadet yerlerinin inşası, mali muafiyetler, Devlet yardımı ve dava ehliyeti gibi konularda çok sayıda hukuki, yapısal ve ekonomik soruna yol açmaktadır. Yasal statüye sahip olmamaları nedeniyle vakıf veya dernek çatısı altında var olmaya çalışan dini topluluklar ciddi hukuki engellerle karşılaşmaktadır. Tüm bu nedenlerle; İHAM, Alevilere pratikte tanınan özgürlüğün din ve vicdan özgürlüğünün içerdiği bütün hakları serbestçe kullanmalarına imkan tanımadığına kanaat getirmiştir (§ 125-131).

- Devletin sahip olduğu takdir payı bakımından

Dini alanın ve din-devlet ilişkilerinin düzenlemesi konusunda ulusal makamlara belirli bir takdir payı bırakılmakla birlikte, Devletin tarafsızlık görevi uyarınca, dini inançların ve bunların ifade edilme biçimlerinin meşruluğunu belirleme konusunda Devletin herhangi bir takdir payı bulunmamaktadır. Devletlere tanınan takdir payı, bir dinin geleneksel olmayan ve azınlıkta kalan biçimlerini yasal korumadan yoksun kılacak yorumlara izin vermemektedir. Aksi takdirde, din ve vicdan özgürlüğü kapsamında kalan güvenceler “soyut ve yanıltıcı” olacaktır. Dolayısıyla İHAM, Devlete tanınan takdir payının somut vakada aşıldığına karar vermiştir (§ 132-133).

- Aleviler arasında mutabakat bulunmadığı tezi bakımından

Alevi toplumu içinde Alevilik inancının temel kurallarına ve Alevilerin taleplerine ilişkin tartışmaların var olması, Alevilerin din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde korunan haklara sahip dini topluluk oluşturduğu gerçeğini değiştirmemektedir. İHAM, Aleviler arasındaki görüş farklılıklarının Alevilerin taleplerinin reddedilmesi için gerekçe gösterilmesine bir anlam verememektedir. Kaldı ki 2009-2010 yıllarında gerçekleştirilen Alevi Çalıştayları, Alevilerin ortak taleplerinin tespit edilmesine olanak tanımıştır. Çalıştayların ardından yayımlanan Nihai Rapor; Alevilerin Devletle işbirliği biçimleri konusunda ileri sürülen farklı görüşlere rağmen Alevi toplumunun özerkliği, cem törenleri, cemevleri ve Alevi inanç liderlerinin konumu gibi temel hususlarda bir mutabakatın sağlandığını göstermektedir (§ 134).

Sonuç olarak İHAM; başvurucuların taleplerinin reddini haklı kılmak amacıyla devlet tarafından sunulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığını kaydederek, Alevilerin din ve vicdan özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumun gerekleriyle bağdaşmadığına karar vermiştir.

Mahkeme, ayırımcılık yasağı kapsamında yaptığı incelemede de büyük ölçüde yukarıdaki tespitlere gönderme yapmıştır. Hukuki tanıma ve kamu hizmetlerinden yararlanma bakımından; Alevilerin, çoğunluğu oluşturan Sünni İslam inancına mensup kişilere göre farklı bir muameleye maruz kaldığını yineleyen AİHM, bu muamelenin nesnel ve makul bir gerekçesi olmadığına kanaat getirmiştir. Devlet, Alevilere yönelik farklı muameleyi meşru göstermek için Alevi inancının İslam dini içindeki yerine dair teolojik tartışmalara dayanmıştır. Oysa İHAM’a göre, bu tür bir yaklaşım Devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsız olma ödeviyle bağdaşmamakta ve açıkça devlete tanınan takdir marjını aşmaktadır. Öte yandan Devlet; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dinler ve mezhepler üstü bir temelde ve tarafsızlık ilkesi doğrultusunda bir dini kamu hizmeti sunduğunu varsayarak, farklı inanç gruplarının kamu hizmeti alma taleplerinin karşılanması halinde laiklik ilkesine aykırı sonuçlar doğacağını ileri sürmüştür. İHAM; Türkiye’de İslam dininin, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından anlaşıldığı şekliyle tamamen Devlet tarafından sübvanse edildiğini, oysa bu Kurum tarafından sunulan dini hizmetlerin Alevi toplumuna hiçbir fayda sağlamadığını belirtmiştir. Buna bağlı olarak, Devletin dini alanda sunduğu kamu hizmetlerinden yararlananlar ile Aleviler arasında aşırı bir dengesizlik bulunmaktadır. İHAM, Aleviliğin özerk bir inanç olarak kabul edilmemesinin ve Alevilerin dini kamu hizmetlerinden yoksun bırakılmasının “laiklik” ilkesi ile gerekçelendirilmesine anlam verememektedir. Kısacası; İHAM’a göre Devlet, Alevilere uygulanan farklı muameleyi haklı gösterecek hiçbir nesnel ve makul gerekçe sunamamıştır.

İHAM Kararlarının İcra Süreci

İHAM tarafından verilen ihlal kararlarının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından denetlenmektedir. Komite belirli aralıklarla gerçekleştirdiği toplantılarda devlet tarafından sunulan bilgileri değerlendirmekte, ihtiyaç halinde yeni bilgi talep etmekte, yapılması gerekenler konusunda tavsiyelerde bulunmakta ve kararların icrasına ilişkin raporlar düzenlemektedir. Halihazırda, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, cemevlerinin mali muafiyetlerden yoksun bırakılması, Alevilik inancının özerk niteliğinin tanınmaması ve Alevilerin dini alanda sunulan kamu hizmetlerinden mahrum bırakılması konuları bir bütün halinde Komite önünde beklemektedir[4]. Bu kararlara ilişkin dosya henüz kapanmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine farklı tarihlerde sunduğu cevap yazılarında, cemevlerinin aydınlatma giderlerinin kısmen karşılandığını ifade etmiş ve bunu gösteren mahkeme kararlarını da sunmuştur. Uygulamada cemevleri, aydınlatma giderlerinden muaf tutulmak için her fatura döneminde mahkemeye başvurmak zorunda kalmaktadır. Nitekim cemevlerinin Devlet tarafından karşılanacak aydınlatma giderleri ibadet yerleri ile sınırlı olup, müze, kütüphane, toplantı odaları gibi bölümleri kapsamamaktadır. Cemevlerinde genellikle tek bir elektrik sayacı bulunması nedeniyle, mahkemeler bilirkişi tayin etmekte ve Devletçe karşılanacak tutarı bu kişilere hesaplattırmaktadır. İHAM, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı kararında tespit ettiği ihlalin giderilmesi için yapılması gerekenler konusunda 2017 yılında ayrı bir karar almıştır[5]. İHAM bu kararında, cemevlerinin maruz kaldığı ayrımcı muamelenin genel bir sorun olduğuna işaret etmiş ve bu sorunun giderilmesi için ulusal çapta önlemler alınması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca; cemevlerinin her elektrik faturası için mahkemeye başvurup, Devletçe karşılanacak tutarın hesaplanmasını istenmesinin cemevlerine aşırı bir külfet yükleyeceğini ifade etmiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, bu nedenle, Devlet tarafından sunulan kısmi çözümün İHAM kararının gereklerine uygun olmadığını hatırlatmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; İzzettin Doğan ve diğerleri kararının icrası konusunda ise Suriye savaşı, Türkiye’de meydana gelen terör saldırıları, 15 Temmuz darbe girişimi ve son olarak Covid-19 pandemisi nedeniyle Alevi çalıştaylarının düzenlenemediğini, dolayısıyla İHAM’ın tespit ettiği ihlallerin giderilmesi amacıyla henüz somut adımlar atılamadığını; ancak pandeminin seyrine bağlı olarak yakın zamanda çalışmaların tekrar başlayacağını ifade etmiştir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kararların icrası kapsamında kaydedilen gelişmeleri ve verilen vaatleri 2023 yılında tekrar değerlendirecektir.

Değerlendirme ve Sonuç

Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, ibadethanelere tanınan ayrıcalıkların bu yerlere de tanınması, Devlet bütçesinden Alevilerin ibadet ve din hizmetleri için ödenek ayrılması gibi taleplerin sistematik olarak reddedilmesinin arkasında, İHAM’ın da tespit ettiği gibi, Aleviliğin kendine has özelliklere sahip özerk bir inanç olarak tanınmaması yer almaktadır. Mahkemeler bu tür talepleri değerlendirirken Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşlerine başvurmakta, Diyanet ise; Aleviliğin ayrı bir din veya inanç değil, İslam’ın bir yorumu olduğu gerekçesiyle sözkonusu taleplerin karşılanamayacağını savunmaktadır. Bunun teolojik bir değerlendirme olduğundan kuşku bulunmamaktadır. İHAM ise ısrarla, teolojik tartışmalara atıfla Alevilerin taleplerinin reddedilmesinin Devletin tarafsızlık ödevi ile bağdaşmadığını vurgulamaktadır. İHAM ayrıca dini inançların ve bunların ifade edilme biçimlerinin meşruluğunu belirleme konusunda kamu makamlarına takdir payı bırakmamaktadır. Bu nedenle; Alevi toplumunun eşit yurttaşlık talebinin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşlerine dayanılarak reddedilmesi, demokratik toplumda gereklilik koşulu kapsamında “ilgili ve yeterli”, ayırımcılık yasağı kapsamında ise “nesnel ve makul” bir gerekçe olarak kabul edilmemektedir.

Başta cemevlerinin hukuki statüsü olmak üzere Alevilerin taleplerinin adil bir şekilde tartışılması için teolojik görüşlerin neden olduğu bu kısır döngüden çıkılarak, meselenin insan hakları zemininde ele alınması elzem görünmektedir. İHAM’ın yukarıda değinilen kararları bu açıdan yol gösterici olmanın ötesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından bağlayıcıdır. Bir başka ifadeyle; cemevlerinin ve Alevilerin kamu hizmetinin sunulmasında maruz kaldıkları ayırımcılığın ortadan kaldırılması, Devletin uluslararası insan haklarından kaynaklanan bir yükümlülüğüdür. Devlet, Anayasada devletin temel nitelikleri arasında sayılan laiklik ilkesi ve İHAM kararları uyarınca, ülkedeki din ve inanç çoğulculuğunu güvence altına almak için gerekli adımları atmalı, dinler ve inançlar karşısında tarafsızlığını korumalı ve devletin sunduğu kamu hizmetlerinden herkesin eşit şekilde yararlanmasını sağlamalıdır. Ne var ki İHAM kararlarının üzerinden oldukça uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen, bu kararlarda tespit edilen ihlallerin giderilmesi yönünde henüz somut adımlar atılmadığı görülmektedir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine sunulan bilgiler ve verilen cevaplar esasen ihlallerin giderilmesi için gerekli siyasi iradenin bulunmadığını göstermektedir.

Öte yandan; bu sorunların yalnızca seçim dönemlerinde tartışılması, dile getirilen taahhütlerin samimiyetinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Halbuki pozitif hukuk ışığında bakıldığında, başta cemevlerinin hukuki statüsü olmak üzere Aleviler tarafından İHAM’a taşınan taleplerin insan hakları kapsamında kaldığı tartışmasızdır. Bu sebeple; sözkonusu taleplerin seçim vaatlerine veya siyasi hesaplara konu edilmesi veya bunların karşılanması yönündeki beklentinin siyasetçilerin samimiyetine göre şekillenmesi, meselenin özünden uzaklaşılmasına yol açmaktadır. Her şeye rağmen; din ve vicdan özgürlüğünün daha yüksek bir korumadan yararlanması için atılan adımlar, toplumun her kesimini kapsayacak şekilde genişlemesi, Anayasa m.10’un güvencesi altında bulunan “eşitlik” ilkesi, çoğulculuk ve toplumsal barış adına memnuniyetle karşılanmalı ve desteklenmelidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------------

[1] Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı/Türkiye, B. No: 32093/10, 02/12/2014.

[2] İzzettin Doğan ve diğerleri/Türkiye (BD), B. No: 62649/10, 26/04/2016.

[3] 30.11.1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun.

[4] Kararların icrası süreci https://hudoc.exec.coe.int/ adresinden takip edilebilmektedir.

[5] Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı/Türkiye, B. No: 32093/10, 20/06/2017 (hakkaniyete uygun giderim).