BİLİNÇLİ TAKSİR

Abone Ol

Bilinçli taksir kavramı ilk kez 1997 ön tasarısında düzenlenmiş olup, bilinçli taksir halinde cezanın ağırlaştırılması kabul edilmiştir. Öntasarı m. 22’de bilinçli taksiri, “failin tahmin ettiği neticeyi istememesine rağmen, neticenin meydana gelmesi hali” olarak tanımlamış ve bu halde cezanın üçte bir oranında arttırılmasını öngörmüştür[1].

Bilinçli taksir kavramı mevzuatımıza ise ilk kez 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 45.maddesine 8.1.2003 tarih ve 4785 sayılı kanunla eklenen üçüncü fıkrasıyla girmiştir. “Failin öngördüğü neticeyi istememesine rağmen neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır, bu halde ceza üçte bir oranında arttırılır” hükmünü ihtiva etmekteydi. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 22.maddesinin 3.fıkrasında da benzer bir hükme yer verilmiş ancak artırım oranı yükseltilmiştir. “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza birden yarısına kadar arttırılır”. Bilinçli taksirde cezanın somut olayın özelliklerine göre yasal sınırlar içerisinde artırılması gerekir. Nitekim Yargıtay’ın aynı doğrultudaki bir kararında şöyle denilmektedir: “Sanık hakkında tayin edilen temel cezanın bilinçli taksirle artırılması sırasında, bilinçli taksir oluşturan ihlalin yalnızca kırmızı ışık ihlalinden ibaret bulunduğu gözetilmeksizin, TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca temel cezanın 1/3 oranı yerine, 1/2 oranında artırılmak suretiyle sanık hakkında fazla ceza tayini, kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmektedir[2].

Doktrinde bilinçli taksire ilişkin şu tanımlar ve örnekler verilmiştir.

Dönmezer/Erman‘a göre,”neticenin fiilen öngörülmesine karşın istenmemesi hali bilinçli taksir olarak tanımlanmıştır”[3].

Önder’e göre, “bilinçli taksir iradi harekette bulunan failin, bu hareketinden tipe uygun, hukuka aykırı bir suç tipinin gerçekleşebileceğini öngörmesine (tahmin etmesine) rağmen, neticenin gerçekleşmesini istemeyip, gerçekleşmeyeceğini umarak ve buna güvenerek eylemini gerçekleştirmesidir. Örneğin; talihine, bilgisine, tecrübesine güvenmek suretiyle fail, öngördüğü neticenin gerçekleşmeyeceğini ummaktadır. Bir başka deyişle, fail neticeyi öngördüğü halde gerçekleşmeyeceğine olan güveni, gerçekleşeceği düşüncesinden güçlüdür. Burada fail hareketinin hukuka aykırı bir netice meydana getirebileceği düşünmekte ancak istememektedir; istememiş olmakla beraber yine de hareket ve netice arasında psikolojik bir bağ bilinçli taksirde kurulabilmektedir. Örneğin, fail fırtınalı bir havada kayığının yolcuları ile birlikte denize dökülebileceğini öngörmekle beraber, talihine ve iyi bir denizci olmasına güvenerek böyle bir neticenin meydana gelmeyeceğini ummaktadır. Ancak, netice gerçekleşmektedir. Fail bu neticenin gerçekleşeceğini öngördüğü halde hareketi yapmaktan vazgeçecek idi ise taksir bilinçlidir”[4].

İçel’e göre, ”bilinçli taksirde fail, objektif olarak öngörülebilir, dolayısıyla sakınılabilir neticeyi sübjektif olarak öngörmekte, neticeyi arzulamamakla birlikte hareketi gerçekleştirmekten kaçınmamaktadır. Yani fail, zararlı neticenin gerçekleşmesi imkânını genel olarak öngörmesine rağmen, somut olayda bunun meydana gelmeyeceği kanaatindedir”[5].

Centel/Zafer/Çakmut‘a göre, ”failin hareketi yaparken neticeyi öngörmesi, ancak bunun gerçekleşmesini istememesi ve somut olaydaki koşullara göre neticenin gerçekleşmeyeceğine inanması, bilinçli taksir olarak adlandırılır”[6].

Artuk/Gökçen/Yenidünya’ya göre, ”bilinçli taksir, neticenin öngörülüp de istenmemiş olmasıdır. Diğer bir deyişle, taksirin bu şeklinde neticenin gerçekleşmesini istemeyen fail, hareketinin tipe uygun, hukuka aykırı bir sonuca sebep olabileceğini öngörmesine (tahmin edebilmesine) rağmen, hareketine devam ederek zararlı neticeyi meydana getirmektedir. Kısaca neticenin öngörülmesine rağmen harekete devam edildiği durumdaki taksire, şuurlu (bilinçli) taksir denir. Hukuka aykırı neticeyi öngördüğü halde gerçekleşmeyeceğine güvenen ve bu güvenle hareketine devam eden failin söz konusu güveninin dayanağı talih, bilgi, kabiliyet, tecrübe v.s.gibi çeşitli etkenlerden ileri gelebilir”[7].

Yüce’ye göre, ”bilinçli taksirde fail, fiilin tehlikeli olabileceğini anlamakta, ancak bu tehlikenin derecesini anlayamamakta veya yeteneğine ya da şuuruna güvenerek neticenin gerçekleşmeyeceğini düşünüp hareket etmektedir. Bilinçli taksiri karakterize eden nitelik, iyi düşünmemek, ileriyi düşünmemek, temkinli hareket etmemektir”[8].

Soyaslan’a göre, ”bilinçli taksirde netice öngörülmüştür. Ancak fail bazı yeteneklerine güvenerek neticenin gerçekleşmeyeceğine inanmıştır. Demek ki, taksirin bu türünde fail açısından dikkatsizlik ve özensizlik daha ağır ve ciddidir. Örneğin, fail otomobilini hızlıca kullanırken yayaya çarpacağını düşünmüş ve çarpmış olsun. Ancak kendisini usta şoför sayarak çarpmayacağına inansın. Bu durumda failde daha büyük bir ihmal, dikkatsizlik ve özensizlik vardır”[9].

Jescheck‘e göre, ”ceza kanununda muayyen bir fiilin gerçekleşmesini muhtemel addetmekle beraber, neticenin meydana gelmeyeceğine yükümlülüklerine aykırı bir şekilde güven besleyen kişi, şuurlu taksirle hareket etmiş olur”[10].

Özgenç’e göre, “bilinçli taksir, aslında kastın bilme ve isteme olmak üzere iki unsurun olduğu yönündeki klasik suç teorisinin etkisiyle ortaya atılmış olan bir kavramdır. Hâlbuki irade, kastın bir unsuru değildir. Kast, bir suçun bütün maddi unsurlarının somut olayda gerçekleştiğinin bilincinde olmayı ifade etmektedir. Bu nedenle, bilinçli taksirle bağlantılı olarak verilen bütün örnek olaylarda, aslında olası kast mevcuttur”[11]. Ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda bilinçli taksir düzenlenerek, olası kasttan farklı olarak, fail bilinçli taksirde öngördüğü neticenin gerçekleşmesini istememektedir ve gerçekleşmemesi için bütün gayretini göstermektedir, ancak korkulan olmaktadır. Örneğin, yoğun sisin görüş mesafesini oldukça daraltmış olmasına rağmen, motorlu tekneyle boğazın bir yakasından diğer yakasına yolcu taşımaya teşebbüs eden kişi, bu şartlarda bir deniz kazasına sebebiyet verebileceğini muhtemel görür; ancak tecrübelerine güvenerek, tekneye yolcu alır ve boğazda sefere çıkar. Görüş mesafesinin darlığı nedeniyle bir başka araca çarparak, yolcuların bir kısmının ölmesine veya yaralanmasına neden olur. Keza, soğuk bir kış günü yolun buz tutabileceğini muhtemel görmesine rağmen, yolcu yüklü aracı tekerlerinde zincir olmaksızın sefere çıkan sürücü, bir trafik kazasına ve sonuçta, bir veya birkaç yolcunun yaralanmasına veya ölümüne sebebiyet verir.

Bu olaylarda fail, fiilin sebebiyet verebileceği neticeleri öngörür, ancak tecrübelerine güvenerek, fiili işlemekten kendisini alıkoyamaz. Failin, bir kazaya sebebiyet vermemek ve yolcuların herhangi birinin yaralanmaması için becerilerini göstermesine rağmen, korkulan gerçekleştiğinden 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun bilinçli taksire ilişkin düzenlenmesi karşısında bu gibi olaylarda bilinçli taksirin varlığını kabul etmek gerekir”[12].

Doktrinde uzun zamandan beri kabul edilen “bilinçli taksir“ kavramının ülkemizde özellikle trafik kazaları, bina çökmeleri ve havaya ateş edilme olaylarında yapılan yargılamalar sonucu verilen cezalar adil olmadığı için kamu vicdanını rahatsız etmiştir. Ayrıca verilen cezaların, cezanın ıslah edici, bireysel önleyici ve genel önleyici fonksiyonlarını yerine getirmemesi üzerine karşılaştırmalı hukukta da yerini almış olan bilinçli taksirin ceza mevzuatımıza girmesiyle, öğretideki görüşlere paralel olarak Yargıtay kararları da gelişmiştir[13]. Yargıtay’ın bilinçli taksirini sınırına açıklık getiren bir kararında şöyle denilmektedir; “Taksirin bir türü olarak düzenlenmiş bulunan bilinçli taksir esas itibariyle olası kastın sınırlarını daraltıcı bir işlev görmektedir. Bu nedenle, olası kastın anlamı ve sınırları belirlenmeden, bilinçli taksirin kapsamının tayini mümkün değildir. Olası kast ve bilinçli taksir öngörme unsuru itibariye örtüşmesine rağmen, isteme unsuru bakımından ayrılmaktadır. Olası kastı bilinçli taksirden ayıran özellik, mümkün ya da muhtemel olarak öngörülen neticenin kabullenilmesi, failin öngördüğü tipik neticenin meydana gelmeyeceğine yönelik bir güveni olmadan hareket etmesidir. Başka bir anlatımla, fail öyle ya da böyle herhalde hareketi gerçekleştirirdim diyorsa olası kast, neticenin gerçekleşeceğini bilseydim hareketi gerçekleştirmezdim, diyorsa bilinçli taksir söz konusudur”[14].

Bilinçli taksirde netice öngörülmüş olmasına rağmen, neticenin gerçekleşmesi istenmemektedir[15]. Bilinçli taksir açısından, her olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılmalıdır. Yargıtay kararlarında, özellikle alkollü araç kullanma olaylarında, diğer şartların da oluşması halinde bilinçli taksirin uygulandığı görülmektedir. Yargıtay bir kararında alkollü araç kullanmanın yanında sanığın kazanın oluşumunda kusurlu olmasını ararken[16], Yargıtay’ın başka bir kararında ise, sanığın alkollü olarak azami hız sınırı aşarak araç kullanması neticesinde meydana gelen taksirle yaralama eyleminde bilinçli taksirin oluştuğu kabul edilmektedir[17]. Ancak belirtilmelidir ki, failin alkollü olduğu her durumda bilinçli taksirin varlığından söz edilemez. Bunun kabul edilmesi objektif bir yaklaşım olur. Her somut olayda failin taksirle gerçekleştirdiği eylem ile bu eyleme fail tarafından iradi olarak alınan alkolün etkisi araştırılmalı ve bunun değerlendirilmesine göre bilinçli taksirin somut olay açısından geçerli olup olmadığına karar verilmelidir[18]. Nitekim Yargıtay da aynı görüşü benimsemiştir. “O, 55 promil alkollü olan sanığın olay yerine geldiğinde aniden yola çıkan yayaya çarpmamak için direksiyon manevrasına başvurduğu ve bu nedenle hâkimiyetini kaybederek olayın meydana gelmesine neden olduğu şeklinde gelişen olayda, bilinçli taksirin şartları oluşmadığı halde sanık hakkında bilinçli taksir uygulanması suretiyle fazla ceza tayini yasaya aykırılık oluşturmaktadır”[19]. Olayda sanık alkollü ise de; olayın oluşumunda kusuru bulunmadığından, eylemin bilinçli taksirle meydana geldiğinden söz edilemez. Sadece sanığın alkol oranının yasal sınırlarda olması olayın alkolden kaynaklandığını kabule yeterli değildir[20]. Sürücünün kanındaki alkol miktarı arttıkça, peşinen bilinçli taksirli olduğunun kabulünün aksine, neticenin somut olayda öngörülmüş olduğuna ilişkin değerlendirmenin çok daha özenli biçimde yapılması gerekir. Kaldı ki; yasal sınırın üzerinde alkol almış bir sürücünün, muhtemel zararlı neticeleri öngörmek konusundaki yetileri bozulmamış olmasına rağmen, somut olayda belirli zararlı neticeyi zihninde canlandırmamış olması da pekâlâ mümkündür. Böyle bir durumda ise, kandaki alkol oranı ne kadar yüksek olursa olsun bilinçli taksire ilişkin hüküm uygulanamaz. Ancak alkol oranı temel cezanın belirlenmesi açısından nazara alınabilir[21].

Kanaatimizce, bilinç taksirin varlığı her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Yukarıdaki örneklerde belirtildiği üzere failin alkollü olduğu her durumda bilinçli taksirin varlığından bahsedilemez. Bilinçli taksirin varlığı olayın özelliğine göre belirlenmelidir. Failin aldığı alkolün miktarı, olaydaki kusuru, yaralama veya öldürme olayının, failin aldığı alkolün tesiriyle meydana gelip gelmediğinin araştırılması gerekir. Durumu bir örnekle açıklayalım, “sanık sürücü, yönetimindeki otomobil ile seyredip olay mahalline geldiğinde kontrolü kaybederek yolun sağındaki bariyerlere çarpmış, otomobilde seyahat eden (A) ölmüştür. Sanığın kanında 1,75 promil alkol tespit edilmiştir.” Karayolları Trafik Kanunu’nun 48.maddesine göre, uyuşturucu veya keyif verici maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayollarında araç sürmeleri yasaktır. Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 97.maddesinde ise “kanlarında 0,50 promil den fazla alkol bulunan sürücülerin araç kullanmaları yasaklanmıştır. Sanık sürücünün kanında 1,76 promil alkol tespit edilmiştir. Bütün sürücülerde kandaki alkol düzeyinin artışına paralel olarak artan derecelerde aracı güvenli sevk edebilmek için gerekli dikkat düzeyinde azalma ve refleks aktivite hızında düşme, doğru karar verebilme yeteneğinde ve psikomotor koordinasyon kapasitesinde azalma oluşur. Mevcut delillere göre sanık sürücünün alkollü olması ile güvenli araç kullanma yeteneğini yitirdiği, yine alkollü olmanın vermiş olduğu cesaretle süratli seyrettiği, direksiyon kontrolünü kaybederek sağdaki bariyerlere çarptığı anlaşılmakla kazanın meydana gelmesinde kusurlu görülmüştür[22].

Örnek olayda görüldüğü üzere, alkollü araç kullanma olaylarında öncelikle failin alkol düzeyi, aldığı alkolün tesiriyle gerekli dikkat ve özeni gösterip göstermediği, alkolün tesiriyle direksiyon hâkimiyetini kaybedip kaybetmediği, hız limitlerini aşıp aşmadığı, kazanın oluş ve işleyiş şekline göre, sürücü sanığın aldığı alkolün tesiriyle meydana gelen ölüm ve yaralama arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir. Bunun için hem sürücü sanığın kusurlu olup olmadığı hem de meydana gelen neticenin, failin olaydan önce içtiği alkolün tesiriyle meydana gelip gelmediği konularında bilirkişi incelemesi yapılmalıdır.

-----------

[1] Yenerer Çakmut /Çakmut, a.g.m, 437.

[2] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin, 20. 02. 2020  tarihli, 2020/636  esas ve 2020/1811 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[3]       Dönmezer/Erman, C.II, 284.

[4]       Önder, 335 – 336.

[5]       İçel, 193 vd.

[6]       Centel / Zafer / Çakmut,  413.

[7]       Artuk / Gökçen / Yenidünya, 646.

[8]       Yüce, 339 – 340.

[9]       Soyaslan, 426.

[10]      Jescheck (akt- Schroeder çev; Özgenç) a.g.m, 262.

[11]      Özgenç, a.g.m, 697 vd.

[12] Özgenç, 338.

[13] "Bu iş kolunda deneyimli olan sanıkların, yasa, yönetmelik ve tüzük  hükümlerine göre, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine  getirmedikleri, bu hükümlere göre  tüm işçilere çalışma süresince karbon monoksit maskesi vermeyerek, olay yerine giden  işçilerin yerde baygın olarak yatan işçileri görmelerine rağmen,  yoğun gaz nedeni ile hemen müdahale edemedikleri,  gaz maskelerinin  gelmesini beklemek suretiyle hayati önem taşıyan ilk yardım  müdahalesinde, organizasyondaki eksiklik ve yetersizlik nedeni ile zaman kaybetmek suretiyle, sonucun meydana gelmesinde etkili olduğu, sanıkların  gaz ölçümünü otomatik olarak yapacak erken uyarı sisteminin  kurulmasını ve yeterli sayıda gaz ölçüm cihazı bulundurulup düzenli şekilde  kullanılmasını sağlamayarak,  hatta  basit ve ucuz olan  vakvak tabir edilen uyarı aletini dahi sınırlı sayıda kişiye verip kullandırılarak, teknik nezaretçi ve daimi nezaretçi sanıklar tarafından gerekli denetimler yapılmayarak, iş yerindeki eksikliklerin işverene bildirilmeyerek, üretime kapalı olduğu iddia edilen  513 kodlu bölmeye işçilerin girmesini engelleyici  uyarı levhaları koymayarak ve  ahşap tahkimatlar  ile kapatmayarak, işçilere iş güvenliği konusunda yeterli eğitim vermeyerek, 513 nolu bölmedeki vantüp ile havalandırma sistemini olaydan bir hafta önce yangın çıkması nedeni ile  kapatılmasına ve tekrar açılmamasına rağmen, biriken  yeraltı sularının tulumbacı işçiler tarafından tahliye edilmesi için olaydan 2 gün öncesine kadar bu yerde işçileri çalıştırmak  (Tulumbacı işçi F..’un ifadesi) suretiyle, neticeyi istememelerine rağmen öngördükleri hususunda bir tereddüt bulunmayan sanıkların eylemlerinde bilinçli taksirin koşullarının oluştuğunun gözetilmemesi, yasaya aykırılık oluşturmaktadır”. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 02.12.2020 tarihli, 2018/1290 esas ve 2020/6722 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[14] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 11.02.2021 tarihli, 2019/3781 esas ve 2021/1415 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır). Karara göre, somut olayda sanık M.’in kız kardeşinin düğünü esnasında kendisine ait T1102-1.. seri numaralı 9 mm fişek atan ….. Kılınç 2000 Mega marka silahla havaya birkaç kez dikkatsizce ateş etmesi sonucu o esnada ailesiyle beraber düğün alanının dışında yürümekte olan, ateş ettiği sırada görmediği maktül Ş..u başından vurarak ölümüne sebep olduğundan, sanık hakkında bilinçli taksir hükümleri uygulanmak suretiyle hüküm kurulmuş ise de; sanığın polis memuru olarak görev yapması, polis memurlarının silah ile ilgili olarak bilgi ve tecrübelerinin diğer şahıslara göre daha üst düzeyde olduğunun kabul edilebileceği hususları düşünüldüğünde, merkezi sayılabilecek bir yerde ateş eden sanığın özel konumu gereği diğer şahıslardan farklı düşünerek merminin düşüş esnasında herhangi bir vatandaşa isabet edebileceğini muhtemel olarak öngörmesi gerektiği, zira sanığın ateşlediği mermilerin civarda bulunan kişilere hatta havaya yükselen mermi çekirdeğinin yorgun mermi olarak düştüğü sırada herhangi bir kimseye isabet etme ihtimalinin bulunduğu, düğünde rastgele ateş eden sanığın göze aldığı, kabullendiği ve kayıtsız kaldığı netice, ateşlediği mermi çekirdeğinin civarda bulunan herhangi birisine isabet etmesi, bu kişinin de ölmesi veya yaralanması olup, sanığın sorumluluğu meydana gelen muhtemel neticenin ağırlığına göre, yani bir kişinin ölümü neticesine göre belirlenmesi gerektiğinden; buna göre, davul ve zurna eşliğinde yapılan eğlenceli düğün merasimi esnasında sanığın elindeki elverişli tabancayla ve tabancanın etki alanı içerisinde çok sayıda ev bulunan ilçe merkezinde rastgele ateşlediği mermilerden birinin, çevrede bulunan kişilerden birisine de isabet edebileceğini, bu durumda muhtemel bazı neticelerin meydana gelebileceğini öngörmesine rağmen, neticeyi önlemek adına herhangi bir çaba sarf etmediğinin ve bu suretle muhtemel neticeyi kabullenerek fiili gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında; sanığın eylemini olası kast ile öldürme suçunu işlediği ve olası kast hükümleri uygulanmak suretiyle cezalandırılması yerine suç vasfında yanılgıya düşülerek, bilinçli taksir hükümleri uygulanmak suretiyle mahkumiyetine karar verilmesi, kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmektedir”.

[15]Yargıtay’ın bir kararında şöyle denilmektedir: “Olay öncesi aldığı alkol nedeniyle araç kullanmamasına ilişkin uyarıları dinlemeyerek, gece vakti seyir halinde iken yoldan çıkarak banket üzerinde yürüyen yayalara çarpıp bir kişinin yaralanmasına ve iki kişinin ölümüne sebebiyet veren olayda tam kusurlu olduğu anlaşılan sanık hakkında 765 sayılı TCK‘nın 45/3 maddesinde öngörülen bilinçli taksirin oluştuğu gözetilmeden yazılı şekilde uygulama yapılmak suretiyle eksik ceza tayini kanuna aykırıdır”.Yargıtay, 9. C.D, 12.05.2005, 1150–2012. Olayda şüpheli yayalara çarparak yaralamak veya öldürmek istememiştir. Şüpheli sürücülük becerilerine güvenerek hareket edip, öngördüğü ancak gerçekleşmesini istemediği neticeden bilinçli taksirle sorumludur.

[16]      Yargıtay kararında şöyle denilmektedir: “Sanığın alkollü olarak araç kullanması ve tam kusurlu davranışıyla yol dışına çıkarak olaya neden olduğunun anlaşılması karşısında, hakkında bilinçli taksirin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi, kanuna aykırıdır denilmiştir”. Yargıtay, 9.C.D, 11.04.2005,1530–1527; Aynı doğrultudaki diğer bir kararında da şöyle denilmektedir: “Sanığın alkolün etkisiyle karşı şeritten gelen mobileti görmediğini beyan etmesi karşısında hakkında bilinçli taksir uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiştir”. Yargıtay, 9.C.D, 14.07.2005,388–5874.(özel arşiv).

[17]      Yargıtay kararında şöyle denilmektedir: “Olay sırasında aşırı alkollü olan sanığın, meskûn mahalde azami hız sınırı aşarak araç kullanması neticesinde karşı şeride geçmesi sonucu meydana gelen taksirle yaralama eyleminde bilinçli taksirin oluştuğu hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden hüküm tesisi, yasaya aykırılık oluşturmaktadır, görüşüne yer verilmiştir” . Yargıtay, 9. C.D, 04.10.2006,3666–4987.

[18]      Dülger, a.g.m, 90.

[19]      Yargıtay, 9.C.D., 04.10.2005,3968-6963. (özel arşiv).

[20]      Nitekim Yargıtay kararında da şöyle denilmektedir: ““50 promil alkollü olan sanığın alkol oranının yasal sınırlarda olduğu bu itibarla olayın alkolden kaynaklandığının kabul edilemeyeceğinin de gözetilerek, oluşa göre olayda bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmeden 765 sayılı TCK‘nın 45/son maddesinin tatbiki suretiyle fazla ceza tayini, yasaya aykırılık oluşturmaktadır”. Yargıtay, 9 CD.,03.10.2005,4296-6820.

[21]   Toroslu, H, 117-118.

[22]      Bayoğlu, S, Trafik Kazalarında Bilinçli Taksir, Kasım 2005, 4.