Belirleyici Delilin Tanık Beyanı Olması ve Tanığı Sorgulama Hakkı

Abone Ol

I. Giriş

Bu yazımızda; tek veya belirleyici delilin tanık beyanı olduğu durumlarda adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında korunan tanık sorgulama hakkına ilişkin riayet edilmesi gereken usuli güvenceler, mahkeme kararları çerçevesinde incelenecektir.

II. Ceza Muhakemesinde Temel İlkeler

Ceza Muhakemesinde “çelişmeli yargılama”, “delillerin doğrudan doğruyalığı” ve “silahların eşitliği” ilkeleri, hakkaniyete uygun yargılanmadan söz edilebilmesi için yargılama süreci boyunca mutlak korunması gereken temel ilkelerdendir. Bu ilkeler doğrultusunda; lehte ve aleyhte delilleri tartışma imkanı sunmak için tüm delillerin kamuya açık bir duruşmada, sanığın huzurunda ortaya koyulması gereklidir.

“Hakkaniyete uygun yargılanma” ilkesinin temel unsuru, yargılamanın çelişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliği esasının sağlanmasıdır[1]. Adil/dürüst yargılanma hakkının unsurlarından olan “çelişmeli yargılama” ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Mahkemece tarafların dinlenilmemesi ve taraflara delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine yol açabilecektir[2].

“Çelişmeli yargılama” ilkesiyle; ceza yargılamasının başından sonuna kadar tüm süreç içerisinde riayet edilecek şekilde, dava sürecine ilişkin tüm bilgi, belgelerin dökümünün aktarılması ve tümünü şüpheli/sanığın inceleme imkanına sahip olması sağlanmaktadır[3].

“Silahların eşitliği” ilkesiyle; davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birisinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin, iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması sağlanmaktadır[4].

“Delillerin doğrudan doğruyalığı” ilkesi; ceza yargılamasında bir ceza mahkemesinin yargılama sürecinde yer alan bir delili hükmüne dayanak ve esas alabilmesi için o delilin mutlaka duruşmaya getirilmiş ve mahkemenin bu suretle o delil ile temas etmiş olmasını, sonuç olarak da yargılamanın taraflarınca tartışılmış olmasını gerektirmektedir. Bu ilkenin mevzuatımıza en önemli yansıması ve anlamının açıklanmış olduğu hüküm, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.206, m.207, m.216 ve m.217’dir. Bunlardan en güçlüsü olan “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı CMK m.217/1’e göre; “Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir”. Bu şartların sağlanması sonucu “delilin doğrudan doğruya” ilkesi korunmuş olup, kovuşturmada verilecek hükme ancak bu deliller esas alınabilecektir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, sadece hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen delillerle suçun ispatı mümkün olabilir ve sanığın mahkumiyetine karar verilebilir. CMK m.217/2’ye göre; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir”.

Duruşmaya hakim olan ilkelerden “sözlülük” ilkesi ise, tanıkların istisnalar dışında mutlaka duruşmada dinlenmesini gerektirmektedir.

“Doğrudan soru yöneltme” başlıklı CMK m.201/1’e göre; Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hakim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir”. “Çapraz sorgu” olarak da adlandırılan bu hükmün asıl amacı maddi hakikate ve adalete ulaşmaktır ki bu amaca, adil/dürüst yargılanma hakkı ve “hukuk devleti” ilkesinin yargılama süresince gözetilmesi ile ulaşılabilecektir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 18.02.2014 tarihli, 2013/4-242 E. ve 2014/79 K. sayılı kararında, “doğrudan doğruyalık” ve “sözlülük” ilkeleri, tanık sorgulama hakkı çerçevesinde şu şekilde açıklanmıştır; “Ceza muhakemesi hukukumuzda duruşmanın doğrudan doğruyalığı (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup, hüküm verecek olan mahkeme hakimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecek, herhangi bir vasıta olmadan örneğin beyan delilini dinleyecek ve belge delilini okuyacaktır. Böylece, belirtilen ilkeler ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan ‘adil/dürüst yargılama’ hakkının temel gerekleri ve CMK’nın 217. maddesi uyarınca hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecektir. Bu nedenle kural olarak sanık, tanık ya da bilirkişiler mahkeme huzurunda dinlenecek ve daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmeyecektir.

Nitekim 5271 sayılı CMK’nın ‘Duruşmada okunmayacak belgeler’ başlıklı 210. maddesinin 1. fıkrası da; ‘Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez’ şeklinde düzenlenmiş olup, yargılama konusu olayla ilgili sadece bir tanığın beyanından başka bir delilin bulunmadığı hallerde bu tanığın duruşmada mutlaka dinlenmesi gerektiği ifade edilerek doğrudan doğruyalık ilkesi açık bir şekilde ortaya koymuştur”.

Anılan ilkeler doğrultusunda; tanık beyanının tek veya belirleyici delil olması durumunda hakkaniyetli bir yargılamanın sözkonusu olabilmesi için, “tanık sorgulama hakkı” sağlanmalı, CMK m.210/1 uyarınca tanık duruşmada mutlaka dinlenmeli, hazırlık aşamasında alınan anlatımlara dayanılarak ve bunların okunmasıyla yetinilerek hüküm kurulmamalıdır. Bu bakımdan; delillerin hükmü verecek mahkeme huzurunda ortaya koyulması, incelenip tartışılması gerekir.

III. Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Tanık Sorgulama Hakkı

Anayasa Mahkemesi; tanık sorgulama hakkıyla ilgili olarak verdiği kararlarında somut bir yargılama öncesinde veya haricinde elde edilen tanık beyanlarının delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine zarar verip vermediğini değerlendirmek için üç aşamalı bir test uygulanması gerektiğini ifade etmektedir. Buna göre;

- İlk olarak tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir nedenin mevcudiyetine dayanmalıdır.

- İkinci olarak sanığın sorgulama veya sorgulatma imkanı bulamadığı tanık tarafından verilen beyanın mahkumiyetin dayandığı tek veya belirleyici delil olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

- Sorgulama veya sorgulatma imkanı tanınmayan tanığın beyanının tek veya belirleyici delil olduğunun tespit edilmesi durumunda ise üçüncü aşama olarak savunma tarafının maruz kaldığı bu zorlukların telafi edilmesi amacıyla yeterli düzeyde karşı dengeleyici güvenceler sağlayan bir usulün yürütülüp yürütülmediği ortaya koyulmalıdır.

Anayasa Mahkemesi; hüküm kurulurken, sorgulanmamış tanık beyanını destekleyen başka doğrulayıcı delillere dayanılmasını ve sanığa olayın kendi versiyonunu anlatma ve delillerini sunma imkanının tanınmasını, telafi edici güvenceler kapsamında kabul etmektedir.

AYM, 30.12.2014 tarihli, 2013/2630 başvuru numaralı Ali Rıza Telek kararında; kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya koyulması gerektiğini belirtmiştir. AYM’ye göre bu kuralın istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkumiyet sadece veya belirli ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkanı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmışsa, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6’da belirtilen güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde sanığın hakları kısıtlanmış olacaktır. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacaksa, bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli, sanık ve müdafii tarafından sorgulanmalıdır. Tanığın, sanık ve müdafii tarafından sorgulamadığı bir süreçte eski ifadesine dayanılarak mahkumiyet kararı verilemez. Örneğin, usule uygun bir şekilde sanığa ve müdafiine bildirim yapılmaksızın huzura da duruşmaya katılarak veya SEGBİS ile alınmayan tanığın talimatla dinlenilmesinden elde edilen delilin mahkumiyete esas alınması veya önemli delil sayılarak sanık aleyhine gözetilmesi, kısaca mahkumiyet hükmünde sanık aleyhine delil olarak kullanılması, sanığın dürüst yargılanma hakkının ihlali anlamını taşır.

Bunlarla birlikte, sanığın aleyhine olan tanıkları çapraz sorguya tabi tutabilmesi, İHAS m.6/3-d’nin kilit unsurlarından birisidir. Bu sebeple; tanık çağırma veya sorgulama hakkından vazgeçebilirse de, vazgeçmenin geri dönülmez bir biçimde ve kesin olarak yapılması ve en önemlisi de herhangi bir kamu yararına aykırılık taşımaması gerekir. Hatta burada geçen kamu yararı; maddi hakikate ulaşılması amacının yanında, savunma hakkının korunması olduğundan, savunmanın kısıtlandığı ve tanığı sorgulama hakkının engellendiği durumda, bizce bu tanığın beyanının sanık aleyhine kullanıp kullanılmaması da önemini kaybedecektir. Çünkü tanık usule uygun sorgulandığında, belki de sanığın lehine beyanda bulunacak ve bu ortaya çıkacak lehe delille sanık suçlamadan kurtulabilecektir. “Duruşmada okunamayacak belgeler” başlıklı CMK m.210/1 kapsamına giren tanığın dinlenmesinden kesinlikle vazgeçilemez. CMK m.210/1’e göre; “Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez”.

AYM 16.04.2015 tarihli ve 2013/560 başvuru numaralı AZ. M. kararında; olayın tek delilin bir tanığın açıklamalarından ibaret olması halinde; 5271 sayılı Kanun m.211/1 uyarınca, bu tanığın duruşmada dinlenmesi yerine önceki beyanlarının okunması ile yetinilebilmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. Bu itibarla; olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacaksa, bu tanık sanığın da sorgulama imkanı bulunduğu bir dönemde dinlenmelidir.

Ancak CMK m.210/1 kapsamına girmeyen veya suçun ispatı veya sanığın suçsuzluğunun ortaya koyulmasında önem taşıyan tanığın dinlenmesinden bir taraflı veya karşılıklı anlaşılarak vazgeçilmesi mümkün değildir, çünkü ceza yargılamasında esas olan maddi hakikate ve adalete ulaşabilmektir. Kanaatimizce; tanıktan vazgeçebilmenin, maddi hakikate ulaşma ve sanığın savunma hakkının kısıtlanmama sorunu olduğu durumda mümkün olabilir ki, bu hususların yargılamada iyi tahlil edilmesi gerekir. CMK m.206/3’de yer alan, “Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” hükmü, ancak maddi hakikate ulaşılma ve savunma hakkının kısıtlama sorunu yaşanmadığı hallerde gündeme gelebilir.

AYM 16.06.2021 tarihli ve 2018/18989 başvuru numaralı Zekeriya Sevim kararında; “Tanıkların duruşmada dinlenmemesi hususunda makul bir gerekçe gösterilmemiş olması adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılabilmesi bakımından tek başına yeterli değildir. Bu nedenle tanıkların duruşmada dinlenmemiş ve başvurucu tarafından sorgulanmamış olmasının genel olarak yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediği de belirlenmelidir. Bu bağlamda mahkumiyet hükmünün yalnızca veya büyük ölçüde sanığın sorgulama imkanına sahip olmadığı tanıklar tarafından verilen ifadelere dayalı olup olmadığı önem taşımaktadır. Ayrıca hükmün yalnızca veya büyük ölçüde sanığın sorgulama imkanına sahip olmadığı bir tanık tarafından verilen ifadeye dayanması durumunda savunma tarafına dengeleyici güvenceler sağlayan bir usulün takip edilip edilmediği, karşıt dengeleyici imkanı tanınıp tanınmadığı tespit edilmelidir.değerlendirmesine yer vermiştir.

AYM 07.01.2016 tarihli ve 2013/5467 başvuru numaralı Abdurrahim Balur kararında; “Bir sanığı suçlayan tanıklık veya başka beyan türleri gerçek dışı düzenlenmiş veya hatalı olabilir. Savunmanın, bu ifadenin sahibinin güvenilirliğini sınayabileceği veya itibarına şüphe düşürebileceği bilgilerden yoksun kalması halinde bu noktaları aydınlatma ihtimali çok düşük olacaktır. Böyle bir durumda var olan tehlikeler çok belirgindir. Bu bakımdan sanığın aleyhine olan tanıkları çapraz sorguya tabi tutabilmesi, İHAS m.6/3-d’nin kilit unsurlarından biridir.” değerlendirmesinde bulunmuştur.

AYM 19.11.2014 tarihli ve 2013/725 başvuru numaralı Ali İlhan Bayar kararında; yalnızca bir tanığın ifadesinin istinabe yoluyla alındığı başvuruda, başvurucu aleyhine bir beyanda bulunmadığını, ayrıca istinabe suretiyle dinlenilmesine karar verildiği celse, yeterli itiraz imkanına sahip olan sanığın ve müdafiinin buna itiraz etmediğini belirtmiştir. Bu hususları gözeten AYM; başvurucu hakkındaki mahkumiyet kararının yalnızca şikayet konusu tanık beyanına dayandırılmadığını da belirterek, tanık sorgulama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığını ve başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. AYM, hak ihlali oluşturduğu iddia edilen işlemle ilgili itiraz etmeyen ve talepte bulunmayan, bir bütün olarak değerlendirilen yargılamada adil/dürüst yargılama hakkını tek başına ihlal etmediğini kabul ettiği başvurulara ilişkin hak ihlali taleplerini reddetmektedir. Esasen AYM; işkence, kötü muamele, bariz takdir hatası veya açık keyfilik gibi konular dışında, başvurucunun bireysel başvuru yoluyla hak ihlali olduğunu düşündüğü konunun derece mahkemelerinde veya en azından temyiz kanun yolunda dile getirilmesini aramaktadır.

AYM 20.03.2014 tarihli, 2013/99 başvuru numaralı Atilla Oğuz Boyalı kararında; “İHAS m.6/3-d’de ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Bu maddede ikinci olarak sanığın, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla ‘aynı koşullar altında’ davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının değerlendirmesi, kural olarak, derece mahkemelerinin takdir yetkisi dahilindedir. Bu madde, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın ‘aynı koşullar altında’ ve ‘silahların eşitliği’ ilkesine uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır.” değerlendirmesine yer vermiştir.

AYM 06.03.2019 tarihli, 2014/6222 başvuru numaralı Onur Urbay kararına göre; “Telafi edici faktörler bağlamında başvurucunun olayları kendi versiyonunu ve tanığın ifadesinin güvenilirliği hususundaki kuşkularını mahkemeye bildirme imkanı elde ettiğini not etmek gerekir. Öte yandan derece mahkemesinin duruşmada dinlenmeyen tanığın ifadesin ek olarak başvurucunun bildiri dağıtmış olmasına da dayandığı görülmektedir. Ancak bunların, ifadesi mahkumiyette belirleyici olan tanığın duruşmada dinlenmemesini telafi etmeye yeterli olduğu söylenemez. Dolayısıyla somut duruşmada dinlenmeyen tanığın ifadesine dayanılarak mahkumiyet hükmünün kurulmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşılmaktadır”.

AYM’nin tanık sorgulama hakkına ilişkin son olarak değerlendirdiği, 21.10.2022 tarihli ve 31990 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2020/3964 başvuru numaralı Metin Akdemir (2) kararında; Mahkemenin, yargı çevresi dışındaki tanıkları ve başvurucunun da onlara soru sormasına imkan sağlayacak şekilde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBIS) gibi vasıtalarla neden dinlemediğine veya tanıkların istinabe olunan mahkemede dinlenirken başvurucunun haberdar edilip edilmediğine ilişkin bir bilgi ve belgeye ulaşılamadığını belirtmiştir. Tanıkların yazılı beyanlarının duruşmada okunduğu, ancak başvurucunun, tanıkların beyanlarının tespiti sırasında hazır bulunmadığından ses ve görüntü nakli yoluyla da olsa onları sorgulayamadığını; sorulan sorulara verdikleri cevaplar hakkında kişisel izlenim edinme fırsatı elde edemediğini, belirtmiştir. Bu sebeple AYM, tanıkların gösterdiği tepkilerin Mahkemece duruşmada değerlendirilemediğini ve beyanlarının güvenilirliğinin test edilemediğini vurgulamıştır.

IV. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları Işığında Tanık Sorgulama Hakkı

“Adil/Dürüst Yargılanma Hakkı” başlıklı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-d’de; “(3) Bir suçla itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: … (d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;hükmüne yer vermiştir. Bu düzenleme; hakkında suç isnadı olan kişiye, aleyhine olan tanıkları çapraz sorgulama ve kendi tanıklıklarının da iddia tanıkları ile eşit şartlar hakkında davet etme, dinleme ve böylece silahların eşitliğinin sağlanması hakkını korumaktadır. Buna ek olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, sanığa aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada veya yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkanı tanınması gerektiğini kabul etmektedir[5].

Anayasa Mahkemesi; İHAS tarafından güvence altına alınan sorgulama hakkının, “Hak arama hürriyeti” başlıklı Anayasa m.36/1 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında korunduğunu kabul etmektedir[6].

İHAM, duruşma salonunda bulunmayan tanıkların beyanlarının mahkumiyet hükmüne esas alındığı yargılamanın hakkaniyetli şekilde yürütüldüğünden bahsedilebilmesini üç ölçütle[7] özetlemektedir:

1. Tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir nedene dayanmalıdır.

2. Okunmasıyla yetinilen tanık beyanlarının karara götüren tek veya belirleyici delil olup olmadığına bakılmalıdır.

3. Duruşmada sınanmayan, yani doğrudan doğruyalığa uygun şekilde alınmayan beyanların kullanılmasından dolayı savunma tarafının karşılaştığı sınırlamayı telafi eden ve bir bütün olarak yargılamanın dürüstlüğünü sağlayan dengeleyici unsurların mevcudiyetine bakılmalıdır.

Belirtmeliyiz ki; esasen tanığın duruşma salonunda hazır bulundurulması fiilen hazır olmasını kapsar, ancak tanık yönünden sadece zorla getirme tedbiri uygulandığından, bu tedbir de başka şehirde bulunan tanığı kapsamadığından, tanık istinabe yoluyla, yani talimatla bir başka mahkeme tarafından dinlenmektedir. Bu usul yerine, doğrudan doğruyalığın sağlanabilmesi için tanığın duruşma dışında mahkemesi tarafından SEGBİS ortamında dinlenmesi de değil, duruşmada SEGBİS ile dinlenip, sanık ve müdafiinin tanığa soru sorması mümkün kılınmalıdır ki, bu durumda usuli güvencenin sağlandığı söylenebilir. Bununla birlikte; bizce tercih edilmesi gereken usul, tanığın mümkünse duruşma salonunda ve tarafların hazır bulunacağı bir ortamda dinlenmesi olup, bunun sağlanamadığı yerde SEGBİS ile yine duruşmada tanığın ifadesinin alınması ve taraflara soru sorma hakkının tanınması gerekir.

Schatschaswili/Almanya kararında İHAM; “Yukarıda belirtilen üç adım birbiriyle ilişki içindedir ve birlikte ele alındığında bu üç ölçüt, duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarının okunmasıyla yetinilmesinin yargılamanın adilliğine halel getirip getirmediğinin değerlendirilmesine olanak sağlar. Dolayısıyla geçerli neden şartının karşılanıp karşılanmadığı önemli bir ölçüt olmakla birlikte yokluğu tek başına adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle bu üç ölçüt, hak ihlalinin olup olmadığı hususunda hangisinin daha belirleyici olduğuna bağlı biçimde farklı bir sıra takip edilerek incelenebilir.” değerlendirmesine yer vermektedir.

İHAM, hakkaniyete uygun yargılama kavramından hareket ederek adil/dürüst yargılamanın zımni koşullarını belirlemiştir. Mahkemeye göre; zımni koşulların en önemlisi savunma hakkı olup, ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınmasıyla birlikte demokratik bir toplumdan bahsedilebilecektir. Bu sebeple İHAM’a göre; hakkaniyete uygun bir yargılama gerçekleştirilebilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkını yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir[8].

İHAM 17.07.2001 tarihli ve 29900/96 başvuru numaralı Sadak ve Diğerleri/Türkiye (No.1) kararında; “Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacaksa bu tanık, duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulama imkanı bulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak hakkında mahkumiyet kararı verilemez.” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Belirtmeliyiz ki; maddi hakikat ve davanın esası için önem taşıyan tanığa, sanığın soru sorabilmesi, onunla yüzleşebilmesi ve yargılama makamında vicdani kanaatin, savunmanın argümanları da gözetilerek sağlıklı bir şekilde oluşabilmesi için bu bir zorunluluktur. CMK m.210/1’e göre de olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaretse, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.

İHAM 18.01.2022 tarihli ve 430/13 başvuru numaralı Faysal Pamuk/Türkiye kararında şu değerlendirmelere yer vermektedir; “Bir tanığın güvenilirliğinin ve verdiği ifadelerin doğruluğunun değerlendirilmesi genellikle tek başına kayıt altına alınmış sözlerinin okunmasıyla yerine getirilemeyecek karmaşık bir görevdir. Nitekim avukatlar her istinabe duruşmasına gitme ve katılma imkanına sahip olsalar bile, tanıkların çapraz sorgusu veya sanıkları teşhis etmeleriyle ulaşılmak istenen amaç, sanığın suçluluğu konusunda karar verecek olan hakimlerin, hazır bulunmayan tanıkların tutumlarını gözlemleme ve davada hazır bulunmadıkları için haklı bir sebep olmaksızın güvenilirliklerini değerlendirme imkanına sahip olmayacakları göz önüne alındığında, gerektiği gibi yerine getirilmeyebilir.

Mahkeme, yargılamayı yürüten mahkeme tarafından yapılan incelemenin, mevcut haliyle ve tek başına, hazır bulunmayan tanıklar tarafından verilen ifadelerin kabul edilmesiyle başvuran aleyhindeki ceza yargılamasının adilliği üzerindeki olumsuz etkisini ortadan kaldıracak nitelikte olmadığı görüşündedir.

Yukarıdaki görüşler ışığında, Mahkeme, dört tanığın duruşmaya katılmaması, kendileri ile başvuran arasında haklı bir sebep olmaksızın yüzleştirilme yapılmaması ve yargılamayı yürüten mahkemenin başvuranı mahkum ederken tanıkların ifadelerine dayanması ve başvuranın gerekli usuli güvenceler olmaksızın müebbet hapis cezasına mahkum edilmesi, savunmanın delillerinin doğruluğunu ve güvenilirliğini sorgulama kabiliyetini önemli ölçüde etkilediği ve mevcut davanın koşullarında, başvuran aleyhindeki yargılamaların bütünsel adilliğine zarar verdiği sonucuna varmıştır”.

4. Sonuç

CMK m.217/1’e göre, hakim kararını ancak duruşmada ortaya koyulmuş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilmektedir. Bu düzenlemeyle; “çelişmeli yargılanma” ilkesi başta olmak üzere hakkaniyetli bir şekilde maddi gerçeğe ulaşılması amaçlanmaktadır.

Duruşmada ortaya koyulmasına ilişkin delil türlerinden birisi olan tanık beyanının, yargılamaya konu olayın belirleyici veya tek delili olması durumunda tanık duruşmada mutlaka dinlenmelidir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.

Burada dikkat edilmesi gereken; CMK m.210 kapsamında bir durum sözkonusu olduğunda, CMK m.211/1’de sayılı istisnai durumun işletilmemesi ve her ne kadar bu koşulların oluşsa da bu durumda tanığın beyanının duruşmada okunması ile yetinilmemesi gerekliliğidir.

Gerek AYM ve İHAM kararları ve gerekse Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili hükümleri gözönünde bulundurulduğunda; yalnızca tanığın beyanının esas oluşturması halinde, hakimin gerçeğe uygun olduğu kanaatine vardığı tanık beyanını delil olarak kabul etmesi için tüm ilkelere riayet ederek ve titizlikle yaklaşarak karar vermesi gerekmektedir. Bu halde; AYM ve İHAM tarafından ortaya koyulan üç ölçüt karşılanmalı, sanığın savunma hakkına kısıtlama getirilmediğinden emin olunmalıdır. CMK m.211/1’de sayılan istisnaların varlığı halinde, örneğin bir tanığın nerede olduğunun bulunamaması durumunda, önceden tutanağa geçirilmiş beyanların okunabilmesi, olayın tek delilinin tanık beyanı olması hali için uygulanmamalı ve CMK m.210/1 uyarınca bu tanık mutlaka dinlenmelidir. Tanığın duruşmada bulunmasının mümkün olmadığı durumlarda ise, başka deliller araştırılmalı ve her halükarda başka bir delil bulunamazsa sanığın beraatine karar verilmelidir. Nitekim hakkaniyetli bir yargılamanın yapılabilmesi için, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine riayet edilmesi hukuk devletinin gerekliliklerindendir.

AYM ve İHAM kararlarında belirtildiği üzere; bir sanığı suçlayan tanıklık veya başka beyan türleri gerçek dışı düzenlenmiş veya hatalı olabilir. Savunmanın, bu ifadenin sahibinin güvenilirliğini sınayabileceği veya itibarına şüphe düşürebileceği bilgilerden yoksun kalması halinde bu noktaları aydınlatma ihtimali çok düşük olacaktır. Nitekim tanıkların CMK m.201 uyarınca çapraz sorgusu veya sanıkları teşhis etmeleriyle hakimler, sanığın suçluluğu konusunda tanıkların tutumlarını gözlemleyebilecek ve güvenilirliklerini değerlendirebilecektir.

Netice itibariyle 30.09.2021 tarihli “Yargılama Dışı Dinlenen Tanık Beyanının Hükme Esas Alınması” başlıklı yazımızda belirttiğimiz üzere; suç isnadı altında yargılanan kişinin, hazır bulunmadığı celsede veya yargılama dışında, yargılamanın mahkumiyetle sonuçlanmasına neden olabilecek nitelikte hakkında aleyhe tanıklıkta bulunan kişilere soru sorma hakkına sahip olması, kendisi hakkında ileri sürülen iddiaların doğru olmadığını ispatlayabileceği ortamın sağlanması gerektiği hususunun kural olduğu tartışmasızdır. Ancak “silahların eşitliği” ilkesinin mutlak olmadığı, belirli durumlarda bu hakkın kısıtlanması konusunda istisnaların mevcut olabileceği, ancak bu sınırlamaların keyfi olamayacağı gibi, her şeyden önce gerekçeli olması gerektiği, “silahların eşitliği” hakkının kısıtlanması İHAM’ın ve AYM’nin içtihatları kapsamında geçerli nedenlere dayansa dahi, bunlar gerekçeli bir biçimde ortaya koyulmadığı takdirde, “silahların eşitliği” ilkesine riayet edildiğinden bahsedilemeyecektir[9].

Sonuç olarak; güvenilirliği ve doğruluğu test edilmemiş tanık beyanlarının belirleyici ölçüde hükme esas alınması halinde savunmanın karşılaştığı zorlukları telafi edecek karşı dengeleyici güvencelerin sağlanması ve yukarıda açıklanan tüm ilkelere riayet edilmesi gerekmektedir. Bu dengeleyici güvencenin sağlanmaması halinde, adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında tanık sorgulama hakkının ihlal edileceği izahtan varestedir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Berra Berçik

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------

[1] Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16/2/2000, § 60

[2] Ruiz-Mateos/Spain, § 63; Feldbrugge/Netherlands, B.No.8562/79,29/05/1986, § 44

[3] Ersan Şen/Ali Kemal Yıldız ve Diğer Müellifler, Ceza Avukatının Başvuru Kitabı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2022, s.98

[4] Ersan Şen/Ali Kemal Yıldız ve Diğer Müellifler, a.g.e., s.100

[5] Van Mechelen ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 51 ve Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/07/2012, § 38

[6] Onur Urbay Kararı, § 36

[7] Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık ([BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011) ve Schatschaschwili/Almanya ([BD], B. No: 9154/10, 15/12/2015)

[8] Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980, 2013/4734, 7/3/2014

[9] https://sen.av.tr/tr/makale/yargilama-disi-dinlenen-tanik-beyaninin-hukme-esas-alinmasi Erişim Tarihi: 26.10.2022 https://www.hukukihaber.net/yargilama-disi-dinlenen-tanik-beyaninin-hukme-esas-alinmasi-makale,9427.html