Başka Suçtan Tutukluluk

Abone Ol

Tutuklama tedbirinin usul ve şartları Ceza Muhakemesi Kanunu m.100 ve 101’de gösterilmiştir. Bu maddelerde gösterilen şartlar gerçekleşmedikçe, şüpheli veya sanığın tutukluluğu hukuka aykırıdır. Nitekim İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5/1-c ve Anayasa m.19/3’de de tutuklulukla ilgili temel şartlar öngörülmüştür.

Tutukluluğun istisna, kişi hak ve hürriyetlerinin asıl olduğu bir durumda, elbette şüpheli veya sanığın tutuklanmaması, tutuklu ise de serbest bırakılması için her husus haklı neden olarak kabul edilebilir. Bu haklı nedenin sınırı, tutukluluk için aranan şartların gerçekleştiğine dair net tespittir ki, esasında bu dahi hakim veya mahkemeyi tutuklama kararı vermek zorunda bırakmaz. Tutuklamanın gerekli olmadığı, CMK m.100/1 ve 101/1’in ve dolayısıyla m.109’da düzenlenen adli kontrolün şartlarının gerçekleştiği durumda, ya tutuklama kararı verilmez veya tutukluluk yerine adli kontrol tedbiri uygulanır.

Belirtmeliyiz ki, tutukluluk kadar tutuklama talebinin reddi veya tutukluğa son verme kararları da somut gerekçelere de dayanmalıdır. Ancak uygulamada; ilk tutukluluk ve devam eden tutukluluk kararlarında gerekçe gösterildiği veya somut gerekçe gösterilmediğinden bahisle bu kararların eleştirildiği, tutuksuz yargılanma kararlarında ise genel geçer cümlelerin gerekçe olarak kullanıldığı görülmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tutuklamanın şartları yazılı olduğu kadar, tutuksuz yargılamanın mutlak nitelik taşıyan şartlarına yer verilmediği, bu hususun hakim veya mahkemenin takdir veya değerlendirmesine bırakıldığı görülmektedir. Bununla birlikte; CMK m.100/4’e göre, yalnızca adli para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlardan tutuklama kararı verilemez, bundan başka CMK m.102 uyarınca tutuklulukta azami sürenin geçmesi halinde şüpheli veya sanığın tutukluluğuna son verilir, CMK m.100/1, 101/1 ve 109/1 uyarınca, “ölçülülük” ilkesi gereğince adli kontrol tedbiri ile tutuklamadan beklenen yararın elde edilebileceği durumda tutuklama yerine adli kontrol tedbirinin uygulanması gerekir. Bu hükümlerden her birisi “tutuklama yasağı” olarak adlandırılabilir.

Bir diğer tutuklama yasağı da, dokunulmazlık olabilir. Anayasa m.83/2, milletvekilleri için tutuklama yasağı öngörmüştür. Benzer hükümler, özel soruşturma usulüne tabi ve “dokunulmazlık” olarak adlandırılan kanunlarda da bulunmaktadır. Örneğin; kamu görevlileri, hakimler, savcılar, avukatlar, Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları, askeri şahıslar, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı mensuplarının görevleri ile ilgili veya görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı tutuklama yasağına tabi oldukları ifade edilebilir. Birkaç istisna hariç, genel olarak ağır cezalık suçüstü hali bu tutuklama yasağının kapsamı dışındadır. Ancak yeri gelmişken, Türk Hukuku’nda yargı dokunulmazlığının kişi ve konu bakımından genişletildiğini, bunun da “hukuk devleti” ilkesine aykırı olduğunu, yargının hukukilik denetimini kısıtladığını, bu anlayışı reddettiğimizi, etkin soruşturma ve kovuşturmayı kısıtlayan kanunların “hukuk devleti” ilkesi nazarında doğru olmadığını ifade etmek isteriz.

Uygulamada; bir başka suçtan tutuklu olan şüpheli veya sanığın, zaten tutuklu olduğundan bahisle tutuklamaya sevk edildiği başka bir suçtan dolayı delil karartamayacağı veya adaletten kaçamayacağı gerekçesiyle tutuklama talebinin reddedildiği görülmektedir.Şüpheli veya sanık hakkında başka bir suçtan yürütülen soruşturma ve kovuşturma kapsamında tutukluluğun devam ettiği, bu nedenle şüpheli veya sanığın tutuklu olması sebebiyle kaçma veya delil karartma şüphesinin bulunmadığı, bu nedenle verilecek tutuklama kararının yürütülen soruşturmaya katkı sağlamayacağı, şüphelinin bir başka suçtan tutuklu olması sebebiyle yürütülen soruşturmada var olan tutukluluktan beklenen hukuki faydanın sağlandığı, farklı suçlardan tekrar tutuklama tedbirine başvurulmasının isabetli olmayacağı gibi gerekçelerle tutuklama talebi reddedilebilmektedir.

İlk bakışta; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması bakımından tutuklama tedbirinin reddi, hatta tutuklama tedbirinin şartlarının bulunmadığından bahisle adli kontrole dahi başvurulmaması isabetli gözükebilir. Hatta bu anlayış, hürriyetçi bir yaklaşım olarak da kabul edilebilir. Ancak tutuklama ve adli kontrol tedbirlerinin şartlarının varlığı veya yokluğu bakımından CMK m.100, 101 ve 109’un dikkate alınması zorunluluğu da bir gerçektir. Her ne kadar hakim veya mahkeme tutukluluk veya adli kontrol kararı vermeye mecbur değilse de, bu tedbirlerin şartlarının varlığı durumunda neden tedbirlerden birisine karar vermeyeceğini de hukuki ve fiili gerekçeleri ile açıklamalıdır. Çünkü bir suçtan tutuklu olanın, şartların gerçekleşmesi durumunda işlediği başka suç veya suçlardan tutuklanmayacağı sonucuna varılamaz. Netice itibariyle; “Tutuklulukta geçecek süre” başlıklı CMK m.102, aynı dosyadan veya farklı dosyadan birden fazla tutukluluğun olduğu durumda tutukluluk süresinin yine işlemesini öngörmektedir. Bir başka ifadeyle, aynı dosyadan veya farklı dosyadan birden fazla tutuklulukla ilgili azami tutukluluk süreleri ardışık veya birbirine eklenerek uygulanmaz, yani her birisi için tutuklama kararının verildiği andan itibaren süre işlemeye başlar.

Belirtmeliyiz ki, mahkumiyet halinde mahsup elbette işleyen bir süre üzerinden yapılacaktır. Çünkü bir kişi hakkında verilen birden fazla tutukluluk kararının aynı anda fiilen yerine getirilmesi mümkün değildir. Sanık birden fazla suçtan mahkum olmuşsa, bu durumda tutukluluk süresi toplanan hapis cezasından mahsup edilecektir. Bir an için hapis cezalarının toplanamaması halinde de, tutuklulukta geçen süre tamamlanıncaya kadar sırası ile hapis cezalarından indirilecektir.

Tutuklu bulunan şüpheli veya sanığın hangi suçtan tutuklandığı, dava zamanaşımının kesilmesi ve tutuklu bulunduğu suçtan tahliye kararı verilmesi, tutuklama şartlarının bulunduğu ve varlığını koruduğu diğer suç veya suçlar bakımından önem taşıyacaktır. Türk Hukuku’nda, bir suçtan tutuklandıktan sonra başka suç veya suçlardan tutuklama kararı verilemeyeceğine dair bir prosedür bulunmamaktadır. Bu nedenledir ki, verilen tahliye kararında “başka suçtan tutuklu değilse serbest bırakılmasına” ibaresi yazılır.

Kanaatimizce, şüphelinin veya sanığın tutuklanmasını gerektiren sebeplerin varlığı halinde, tutuklama yerine adli kontrol de uygulanamamakta ise, hakim veya mahkemenin yapması gereken tutuklama tedbirine başvurmaktır. Elbette hakim veya mahkeme için şartlarının varlığı halinde bile tutuklama kararının zorunlu olmadığı ileri sürülebilir, ancak bir başka suçtan tutukluluğun varlığı gerekçesiyle tutuklama talebinin reddedilmesi de doğru değildir. Belirtmeliyiz ki, tutuklama ile ilgili CMK m.100 ve 101’de öngörülen tüm şartlar var olup da, hukuki ve fiili gerekçeler ortada ise, bu durumda hakim veya mahkemenin tutuklama kararı vermesi gerekir. Aksi halde adaletten kaçma veya delil karartma konusunda gündeme gelebilecek riskler bazı hukuki sorunlara yol açabilir.

Şüphelinin bir suçtan tutuklandığı, bu sırada işlediği başka suç veya suçların ortaya çıktığı veya tutukluluğu sırasında suç işlediği ileri sürüldüğünde, henüz tutuklama tedbirine konu olmayan yeni suç veya suçlardan da tutuklama veya adli kontrol tedbirinin şartları incelenmelidir. Gerçekten de tutuklu olan şahsa adli kontrolün tatbiki mümkün değildir ve hakkında adli kontrol tedbirine karar verilse de, bu kararın infazı ancak tahliyeden sonra mümkün olabilecektir. Bununla birlikte, tutuklama tedbiri için aynısı söylenemeyecektir. Çünkü şüpheli bir suçtan tutuklu olduğunda, şartları bulunsa dahi diğer suçtan ilk tutukluluğu nedeniyle tutuklanmadığında, tutukluluğuna son verilmesi halinde adaletten kaçabilecek veya delil karartabilecektir. O an için şüphelinin adaletten kaçmasını ve delil karartmasını önleyebilecek bir sistem ve düzenleme de bulunmamaktadır. Türk Hukuku’nda gıyapta/yoklukta tutuklama da yoktur.

Tutuklama kararı verilebilmesi için, şüphelinin avukatı ile birlikte soruşturmada sulh ceza hakiminin ve kovuşturmada da mahkemenin önüne çıkarılması gerekir. Bu usul gerçekleşmeden tutuklama kararı verilemeyeceğine göre, tutuklama şartlarının son bulması sebebiyle serbest bırakılan veya tutuklama tedbiri adli kontrole dönüştürülen şüphelinin, tutuklamayı gerekli kılan bir başka suçtan dolayı tutuklaması olmadığı takdirde, serbest bırakılması engellenemeyecektir.

Şüphelinin salıverildikten sonra kaçması durumunda hakkında yalnızca yakalama kararı çıkarılabilecek ve şüphelinin yakalanması beklenecektir. Bu sebepledir ki, aynı dosya veya farklı dosya kapsamında suç işlediği iddiası ile soruşturulan şüpheli hakkında birden fazla tutuklama kararı verilebilir. Birden fazla tutukluluğun nedeni, şüpheli hakkında suça göre bireyselleştirmeden ibarettir. Tutukluluğun bir tedbir olduğu ve ceza yerine kullanılamayacağı tartışmasızdır. Ancak şüphelinin bir başka suçtan tutuklu olduğundan bahisle adaletten kaçamayacağının veya delilleri karartamayacağının kabulü ile yeni suçtan tutuklama talebinin reddi hukuka uygun değildir.

Esas itibariyle, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının gözetilmesi bakımından sınırlayıcı ve yasakçı bir anlayış gibi gözükse de, yukarıda gündeme getirdiğimiz başka suçtan tutuklu olan şüphelinin bu sırada bir başka suçtan tutuklanamayacağına dair tartışmada savunduğumuz düşünce, gerek tutukluluk müessesesine ve gerekse bu konuda Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü usule uygundur.

Burada keyfi veya birden fazla tutuklamayı, azami tutukluluk sürelerinin birbirine eklenmesini, bir suçtan tutukluluk süresi işlerken diğer tutukluluk süresinin durmasını savunmamaktayız. Söylediğimiz, tutukluluk müessesine ve Ceza Muhakemesi Kanunu’na uygun olandır.Ortada aynı soruşturma veya farklı soruşturmalar kapsamında şüphelinin birden fazla suçu işlediği iddiası varsa, iddiaya konu suçların ağırlığı ve şartları birden fazla tutuklama kararı verilmesini gerekli kılmakta ise, bu durumda bir suçtan tutuklama kararı vermek veya daha önce tutuklama kararı verildiği gerekçesiyle ikinci tutuklama talebini bu nedenle reddetmek doğru olmayacaktır.Bu durumda, Türk Hukuku’nda şüpheli veya sanığa özgü toplu tutukluluk kararının önerilmesi gerekir; yani şüpheli hakkında bir suçtan tutuklama kararı verilmişse, bu tutuklama kararı devam ettiği sürece başka suç veya suçlardan tutuklama kararı verilemeyeceğine dair Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir hükme yer verilmelidir. Bu anlayış izlendiğinde, elbette hakimlikler, mahkemeler, savcılıklar, tutukevleri ve cezaevleri arasında ciddi bir koordinasyon kurulmalı, şüphelinin tahliye olduğu anda tutuklanmasını gerektiren bir başka suçtan tutukluluğunun önünü açabilecek bir prosedür düzenlenmelidir. Ancak bu usul, mevcut CMK m.101’e göre mümkün değildir.

Tutuklama ile ilgili mevzuata göre, kişi bihakkın salıverildiğinde veya tutuklama tedbiri adli kontrole dönüştürüldüğünde içerde tutulamaz ve şüphelinin tekrar tutuklanması için şüpheli serbest bırakıldıktan sonra avukatı ile birlikte mutlaka hakim huzuruna çıkarılması, sorgusunun yapılıp savunmasının alınması gerekir. Bu yöntem tatbik edilmeden şüpheli tekrar tutuklanamayacağına göre, sırf şüphelinin bir suçtan tutuklu olduğu gerekçesiyle şartları gerçekleşse bile bir başka suçtan tutuklanamayacağı ve bu ikinci tutuklamanın yargılamaya bir yarar getirmeyeceği gerekçesiyle tutuklama kararı verilmemesi, ilk tutukluluktan sonra serbest bırakılan şüphelinin kaçması veya delil karartmasından sonra nasıl telafi edilebilecektir?

Tutukluluk talebinin reddi gerekçesinde gösterilen şüphelinin tutuklu olması sebebiyle zaten kaçamayacağına ve delil karartamayacağına dair kabulün de, tahliye edilen şüphelinin kaçması veya delil karartması durumunda savunulabilecek bir yanı olmayacağı açıktır.