DEVEYE “NEREN EĞRİ” DİYE SORMUŞLAR…
Deveye “Neren eğri” diye sormuşlar.
Deve “Nerem doğru ki” diye cevap vermiş.
Yargı ve Balyoz kararları eleştiriliyor. Türkiye’nin neresi doğru ki, yargısı doğru olsun.
İsterseniz gelin birlikte, ekonomisinden siyasetine kadar kısa bir göz atalım, sonra Balyoz’a değinelim.
………………………..
Kredi kartı kullanan, kredi kartı ile ekmek, peynir gibi günlük ufak tefek gereksinmelerini karşılayan 5 milyon kişi, borcunu ödeyemediği için icralık.
Daha fazla sayıdaki kişi, başka borçlarını bir yana bırakın, telefon ve elektrik gibi günlük ve zaruri ihtiyaçlardan kaynaklanan borçlarını ödeyemediği için icralık.
Açlık sınırı 2.500 lira, asgari ücret 700 lira, üniversite mezununun aldığı maaş 1.500 lira. İnsanlar açlık sınırının altında yaşıyorlar. Eğer bunun adına yaşamak denirse…
…………………………
İşsiz sayısı 4 milyon, bunun yarısından fazlasını lise ve yüksek okul mezunları oluşturuyor. İşi varmış gibi görünüp de gerçekte hiçbir işi olmayan veya giderini karşılayacak kadar geliri olmayanların sayısı bu rakamın en az 5 misli.
100.000 öğretmen atama bekliyor. Ülkemizde hala okuma yazma bilmeyen, Türkçe bilmeyenler olmasına rağmen ve kısmetlerine neresi çıkarsa çıksın koşa koşa gitmeye hazır olan bu kadar öğretmene rağmen, bu bekleme yani atanmayı bekleme 8- 10 seneyi buluyor.
………………………………
KPSS, ÖSS kapılarında milyonlarca genç, öğrenci umutla beklerken, sorular pazara çıkıyor, buna ilişkin haberlere rağmen soruşturmalardan hiçbir sonuç alınamıyor.
Bir yüksek okula gidebilmek, sıradan bir işe girebilmek için senelerce kursa giden, eziyet çeken, kurs masrafını boğazından keserek karşılayan aileye karşın, Suriye’li sığınmacılara sınavsız olarak üniversite kapıları açılıyor.
………………………………
Aynı günde, ülkenin birbirinden uzak ve değişik illerinde sayısız şehit törenleri yapılıyor, cenaze namazları kılınıyor.
Aynı günde; polis+asker+korucu+savcı şehit verilip, cenazeleri kaldırılıyor.
Gün içinde; karayolları kesiliyor, aynı karakola birkaç saldırı yapılıyor, çatışmalar saatler boyu sürüyor.
……………………………..
Tarafsız olmaktan korkan yöneticiler, haber vermekten korkan basın yayın organları, yansız olmaktan çekinen örgütler, eleştirmekten korkan aydınlar, konuşmaktan çekinen insanlar…
Bütün bunların arasında ve yanında yargı’nın tarafsız ve kusursuz olması beklenebilir mi ?
…………………………….
“Balyoz Kararları” çeşitli, yönleri itibariyle eleştiriliyor :
Yargılamanın cezaevi içinde yapılması, uzun süren tutukluluk, dışlanan savunma, dinlenmeyen tanıklar, üzerinde tahrifat yapılan deliller bunların belli başlı ve çok önemli olanlarını oluşturuyor.
Ancak bizim dikkatimizi çeken başka noktalar da var :
- Mahkeme, ceza verirken en “üst sınırdan” başlamıştır. Oysa bütün mahkemelerde ve bütün suçlarda teamül haline gelen uygulama “alt sınırın” uygulanmasıdır. Hatta o kadar ki küçük çocuklara tecavüz suçlarında uygulanan cezalarda bile alt sınırdan başlayarak ceza verilmesi istikrar kazanan bir uygulama haline gelmişken, bu davada en üst sınırdan başlayarak ceza tesis edilmiştir.
- Bir diğer nokta; sanığın sosyal durumunu, önceden suç işleyip işlemediğini, duruşmadaki hal ve davranışını değerlendirerek, mahkemenin “cezada indirim” yapmasıdır ki bu tarz uygulama da, her suç ve cezada istisnasız uygulanan bir kural haline gelmiştir. Buna rağmen Balyoz Kararında bu uygulama yani indirim yapılmamış üstelik; en üst sınırdan ceza uygulanması ve cezadan indirim yapılmamasının gerekçesi olarak “sanıkların pişmanlık göstermemeleri ve duruşmadaki hal ve davranışları” gösterilmiştir.
Sanıklar “bu suçu işlemediklerini” ifade etmektedirler. Bir kişi işlemediği suçtan ötürü pişmanlık duyabilir mi ?
Yoksa kendilerinden beklenen “Mahkemenin takdirine sığınıyorum, affınızı arzediyorum” tarzında yalvarıcı ifadeler midir;
ki bu veya benzeri bir davada, sert bir şekilde savunma yapan sanığa “Söyleyin, söyleyin bunların hepsi size geri dönecek” denmesi dahi tarafsızlığı şüpheye düşürecek bir tehdit içermektedir.
- Cezalandırmaya ve üst sınırdan ceza verilmesine gerekçe olarak gösterilen bir diğer neden ise, darbecilerin, planladıkları darbe eylemini “ellerinde olmayan nedenlerle gerçekleştiremedikleri” gösteriliyor. Ancak bu nedenlerin neler olduğu hiç belli değil. Darbeye kalkıştılarda, silahlar ellerindeyken mi yakalandılar. 2002-2003’de planlandığı söylenen darbeler, bu kişiler görevden ayrıldıktan bütün güç ve kuvvetlerini bıraktıktan seneler sonra 2010 yılında dava konusu olduğuna göre, darbeden veya darbe planından söz etmenin mümkün olmaması gerek.
- Yüzlerce sanıktan oluşan bu davanın “sadece iki tane sivil sanığı” var.
Bunlardan biri; Havelsan’ın da Genel Müdürlüğünü de yapan çok değerli bir bürokrat.
Ama bir diğeri var ki, işler burada karışıyor.
Generallerle aynı cezayı alan bu sanık, CD’lerde adı “zabıt katibi” olarak geçen ve Hava Harp Okulunda öğrenci işlerinde sekreter olarak çalışan bir bayan.
Bir bayan sekreter tarafından hazırlanan “darbe planı” ile karşı karşıyayız.
Söyler misiniz;
Bu işin neresi doğru ?
Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdem AKYÜZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.