TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
KEMTAŞ TEKSTİL İNŞAAT SANAYİ VE TİCARET A.Ş BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/22192) |
|
Karar Tarihi: 17/5/2023 |
R.G. Tarih ve Sayı: 8/11/2023-32363 |
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Kenan YAŞAR |
|
|
Muhterem İNCE |
Raportör |
: |
Fatma Burcu NACAR YÜCE |
Başvurucu |
: |
Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş |
Vekili |
: |
Av. Mahmut ÇİFTÇİ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, sermaye şirketinin adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
7. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, olay tarihinde inşaat işi ile iştigal eden bir şirkettir. Başvurucu Şirket, Diyarbakır ili Sur ilçesi Bağıvar Mahallesi Kırklardağı mevkii 7017 ada 11 parsel sayılı taşınmazda 4 blok ve 135 daireden oluşan bir site inşa etmiştir.
10. Söz konusu sitenin bulunduğu alana ilişkin olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisinin revizyon nâzım imar planının iptali talebiyle Diyarbakır Valiliğince açılan davanın Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 25/12/2014 tarihli kararıyla süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
11. Temyiz aşamasında karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 16/9/2015 tarihli kararıyla davanın süresi içinde açıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesince yapılan yargılamada 24/11/2016 tarihli kararla Toprak Kurulu kararı olmaksızın tarım arazisinin imara açılmasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle söz konusu revizyon nâzım imar planının iptaline karar verilmiştir.
12. Mahkeme kararına istinaden Sur Belediye Meclisinin 11/8/2017 tarihli ve 349 sayılı kararı, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisinin 15/9/2017 tarihli ve 42 sayılı kararıyla yürürlükteki 1/1.000 ölçekli imar planının da iptali sonrasında Diyarbakır Sur Belediye Başkanlığının 18/1/2018 tarihli ve 4 sayılı encümen kararı ile 7017 ada 11 parsel üzerindeki yapıların yıkılmasına karar verilmiştir. Akabinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığınca bu karara istinaden yıkım işlemi gerçekleştirilmiştir.
13. Başvurucu 19/3/2018 tarihinde Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Sur Belediye Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; davaya konu yapının davalı Sur Belediyesinin yürürlükteki imar planına dayalı olarak verdiği ruhsatlara istinaden inşa edildiğini, 1/5.000 ölçekli nâzım imar planının Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin E.2016/824 ve K.2016/1140 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine sitede yer alan bağımsız bölümlerin hukuka ve mevzuata aykırı olarak yıktırılması sebebiyle fazlaya ilişkin talebi ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla 5.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
14. Yargılama sırasında Mahkemece 24/5/2019 tarihli ara kararı ile dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. 7/8/2019 tarihli bilirkişi raporunda, Yapı Tatil Tutanağı ilişiğinde bulunan ve dava konusu yapı yıkılmadan önce çekilen fotoğraflardan anlaşıldığına göre yapının %100 oranında tamamlanmış olduğu belirtilmiş; yıkım ve plan iptali sonrasında kaybolan nihai değer, yapının inşaat maliyet bedeline arsa payı değer kaybının eklenmesi suretiyle hesaplanırken taşınmazların yıktırılması sonucu kaybolan maddi değerin yıkım tarihi itibarıyla 3.842.481 TL olduğu tespit edilmiştir.
15. Mahkeme 19/9/2019 tarihli ara kararıyla, talep ettiği tazminat miktarını 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 16. maddesi kapsamında artırmak istiyorsa bu hususa dair beyanlarını sunmasını başvurucudan istemiştir.
16. Başvurucu 14/11/2019 tarihinde verdiği dilekçeyle bilirkişi raporu doğrultusunda maddi tazminat miktarını ıslah ederek toplamda 3.842.481 TL tazminat talep etmiş ve adli yardım talebinde bulunmuştur.
17. Adli yardım dilekçesinde başvurucu; ıslah harcını ödeme gücü olmadığını, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde açtığı başka davaların bulunduğunu ve bilirkişi raporlarında kendisine ödenmesi gereken tazminat miktarının 17.000.000 TL olarak belirlendiğini, bunlarla ilgili ıslah talepleri nedeniyle ödemesi gereken harç miktarının çok yüksek olduğunu, iflasın eşiğine geldiğini, masraflarını karşılama gücünden yoksun olduğunu belirtmiştir.
18. Mahkemenin 21/11/2019 tarihli ara kararı ile başvurucunun adli yardım talebi reddedilmiştir. Ret gerekçesinde; başvurucu Şirketin yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin herhangi bir belge sunmadığı, böylelikle adli yardımdan yararlanma koşullarını sağlayamadığı ifade edilmiştir.
19. Başvurucu 3/12/2019 tarihli dilekçesiyle, dava konusu inşaatın yapımı için çeşitli bankalardan krediler kullandığını, ayrıca çeşitli firmalarla taşeronluk sözleşmesi imzaladığını, dava konusu inşaatın haksız ve hukuka aykırı şekilde yıkımından sonra müvekkil Şirketin ekonomik olarak iflasın eşiğine geldiğini, bu nedenle bankalar ve tüm alacaklılar tarafından hakkında icra takibi başlatıldığını, bütün banka hesaplarına ve mal varlıklarına haciz konulduğunu belirterek karara itiraz etmiştir. Ayrıca başvurucu, aynı tarihte taşınmaz kayıtlarını ve hakkında başlatılan icra takiplerini ek beyan dilekçesiyle sunmuştur.
20. İtirazı inceleyen Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi 11/12/2019 tarihli kararıyla 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334. maddesine göre özel hukuk tüzel kişilerinin adli yardımdan yararlanabileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığını belirterek başvurucunun adli yardım talebini reddetmiştir.
21. Ret kararı ve masraf isteme yazısı başvurucu vekiline elektronik postayla 27/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Mahkemenin 31/1/2020 tarihli kararıyla dava 5.000 TL üzerinden kesin olarak kabul edilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun adli yardım talebi reddedilerek süresinde ıslah harcı yatırmadığı vurgulanmış; ıslah talebinde bulunmamış sayılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Gerekçede; davaya konu yapının davalı Sur Belediyesinin yürürlükteki imar planına dayalı olarak verdiği ruhsatlara istinaden inşa edildiği, yargı kararınca iptal edilen plana dayalı olarak verilmiş ruhsata dair işlemin tesis edildiği tarihte plana uygun olduğu ifade edilmiştir. Hukuka aykırılığı saptanan plana ilişkin mahkeme kararı nedeniyle imar planının düzenlendiği tarih itibarıyla yürürlükten kalkacağı, bu nedenle sitenin ruhsatsız inşa edildiği sonucunun ortaya çıktığı açıklanmıştır. Hukuka aykırı bir şekilde plan oluşturan ve bu plana göre ruhsat veren davalı idarelerin kusurlu davranışı nedeniyle, idarenin işlemlerine güvenerek taşınmazı inşa eden ve malik olan iyi niyetli üçüncü kişi davacı şirketin yıktırılan taşınmazları dolayısıyla ortaya çıkan bedel zararının davalı idarelerce tazmin edilmesi gerektiği kanaatine varıldığı ifade edilmiştir.
23. Gerekçeli karar 28/3/2020 tarihinde başvurucu vekiline elektronik posta ile tebliğ edilmiş, başvurucu 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince pandemi nedeniyle başvuru süresinin uzatıldığını belirterek 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
24. 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesi şöyledir:
''(1) Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.
(2) Kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan yararlanabilirler.
(3) Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ayrıca karşılıklılık şartına bağlıdır.''
25. 6100 sayılı Kanun'un 336. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir.
Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır."
26. 6100 sayılı Kanun'un 337. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.
Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir."
27. 6100 sayılı Kanun'un 339. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir."
28. 2577 sayılı Kanun'un 31. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... yargılama giderleri ... Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır..."
2. Yasama Belgesi
29. 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinin gerekçesi şöyledir:
''Anayasada düzenlenen hak arama özgürlüğünün kullanılabilmesi ve adil yargılama hakkının unsurlarından olan, taraflar arasında silahların eşitliği ilkesinin hayata geçirilebilmesi için, gerekli yargılama giderlerini hiç veya sıkıntıya düşmeksizin ödeyemeyecek durumda bulunan kişilere, her türlü malî ve hukukî korunma taleplerinde kolaylık sağlanması, sosyal hukuk devleti ilkesinin gereklerindendir. Bu gereğin yerine getirilebilmesi ise adli yardım ile mümkün olacaktır.
Adli yardımdan yararlanabilme koşulları, yoksulluk ve haklılıktır. Yoksulluk, tamamen fakr-u zaruret içinde bulunmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Kendisi ve ailesinin normal geçimini sağlayacak kadar mal ve haklara veya gelire sahip olan bir kişinin, açmak zorunda kaldığı bir dava veya kendisine karşı açılan bir dava sebebiyle yapmak zorunda kalacağı harcamaları, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zora düşürmeksizin karşılama gücünden yoksun olan kişilerin de adli yardımdan yararlanmaları icap eder. Haklılık koşulunun varlığı konusunda ise yaklaşık ispat ölçüsünde hâkimde bir kanaatin oluşması gerekir. Talepte bulunan kişinin baştan açıkça haksız görülmüyor olması da, adli yardımın koşulu olan haklılığın ispatı için yeterli sayılabilir.
Maddenin birinci fıkrası hükmü, 1086 sayılı Kanundaki düzenlemenin günümüz Türkçesine uyarlanmış şeklidir. Ancak metne geçici hukukî koruma taleplerinde de adli yardımdan yararlanılabileceği yolunda bir ilâve yapılmıştır. Bazen dava açılmadan önce talep edilmesi gereken ihtiyatî haciz ve ihtiyatî tedbir gibi geçici hukukî korumalarda özellikle teminatların oldukça yüksek meblağlara ulaşabileceği göz önüne alındığında, bu teminatı ve diğer yargılama giderlerini ödemek zorunda kalacak olan kişilere, haklı oldukları yolunda hâkimde kanaat uyandırmaları hâlinde, adli yardım sayesinde, tüm giderlerden geçici olarak muafiyet tanınması, etkin bir hukukî korumanın gerçekleşmesine önemli ölçüde hizmet edecektir.
İkinci fıkrada, gerçek kişiler için öngörülen adli yardımdan, istisnaî olarak, kamuya yararlı dernek ve vakıfların da yararlanabilmeleri düzenlenmiştir. 1086 sayılı Kanunda, gerçek kişilerden başka sadece hayır kurumlarının adli yardım talebinde bulunabilecekleri düzenlenmişti. Ancak hukukumuzda, hayır kurumu adı altında bir tüzel kişilik kategorisi bulunmamaktadır. Kamuya yararlı dernek ve vakıfların faaliyetleri sırasında taraf olmak zorunda kalacakları dava ve işler sebebiyle yapacakları harcamaları karşılayacak yeterli malî kaynaklarının bulunmaması durumunda, gerçekleştirebilecekleri kamuya yararlı faaliyetlerin de tehlikeye girmesi söz konusu olabileceğinden, bu tür tüzel kişilerin de adli yardımdan yararlanmaları uygun bulunmuştur.
Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri için ise yoksulluk ve haklılık koşulları yanında, karşılıklılık koşulunun da bulunması gerekir. Türkiye'de adli yardım talebinde bulunan yabancının, vatandaşı olduğu ülkede, Türk vatandaşlarının da adli yardımdan yararlanabildiklerinin ispatında, iki veya çok taraflı uluslararası antlaşmalar ve ilgili ülkenin kanunlarından yararlanılabileceği gibi, fiilî uygulamaların ispatı da yeterli olacaktır.''
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını ve birtakım sınırlamalara maruz kalınabileceğini, mahkemeye erişim hakkının doğası gereği devlet tarafından toplumun ve bireylerin ihtiyaçları ile kaynaklarına göre yer ve zaman açısından değişebilen düzenlemelerin yapılmasını gerektirdiğini, bu açıdan anılan hakka yönelik kısıtlamalara izin verildiğini ifade etmiştir. AİHM bu sınırlamaların söz konusu hakkın özünü bozacak bir biçimde veya kapsamda bireyin mahkemeye erişimini kısıtlamaması gerektiğini, sınırlamanın meşru bir amaca hizmet etmediği ve kullanılan araçlar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumların Sözleşme’nin 6. maddesiyle bağdaşmayacağını belirtmiştir (Pasquini/San Marino, B. No: 50956/16, 2/5/2019, § 156).
32. AİHM'e göre hukuk mahkemelerine bir talepte bulunulduğunda harç ödenmesi, mahkemeye erişim hakkının özüne dokunmaması ve uygulanan tedbirlerin 6. madde ışığında izlenen hedeflerle orantılı olması şartıyla Sözleşme’nin 6. maddesiyle -tek başına- bağdaşmayan bir sınırlama olarak değerlendirilemeyecektir. Bu bağlamda başvurucunun mahkeme harçlarını ödeme gücü ve harçların uygulandığı dönemde yargılamanın hangi aşamada olduğu gibi durumlar mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği yönünden dikkate alınacaktır (Kreuz/Polonya, B. No: 28249/95, 13/2/2003, § 52).
33. AİHM davanın sonucundan bağımsız olarak sadece finansal nitelikli sınırlamaların adaletin yerine gelmesi açısından özellikle sıkı bir incelemeye alınması gerektiğine karar vermiştir (Podbielski ve PPU Polpure/Polonya, B. No: 39199/98, 26/7/2005, § 65; FC Mretebi/Gürcistan, B. No: 38736/04, 31/7/2007, § 47; Paykar Yev Haghtanak Ltd/Ermenistan, B. No: 21638/03, 20/12/2007, § 45).
34. AİHM, öngörülen mahkeme harcının başvurucunun ekonomik durumu çerçevesinde değerlendirilerek yüksek olup olmamasına ilişkin gerekçenin açıklamamasının mahkemeye erişim hakkının özüne yönelik bir müdahale anlamına geldiğini belirtmiştir (Weissman ve diğerleri/Romanya, B. No: 63945/00, 20/5/2006, §§ 39-42, AİHM 2006‑VII (alıntılar); Laçi/Arnavutluk, B. No: 28142/17, 19/10/2021, § 52).
35. AİHM ayrıca tüzel kişilere adli yardım verilmesi hususunda Sözleşme’ye taraf devletler arasında bir görüş birliği hatta sağlam bir eğilim bulunmamasına rağmen gerçek ve tüzel kişiler arasında bir ayrım yapmadan mahkemeye erişim hakkına ilişkin aynı ilkeleri uyguladığını ifade etmiştir (Teltronic-CATV/Polonya, B. No: 48140/99, 10/1/2006 §§ 45-49; FC Mretebi, §§ 39-41; Agromodel OOD ve Mironov/Bulgaristan, B. No: 68334/01, 24/10/2009 §§ 34-37, Sace Elektrik Ticaret ve Sanayi A.Ş./Türkiye, B. No: 20577/05,22/10/2013, § 28).
36. AİHM bireysel başvurulara konu davalarda ilgili yönetmelik veya ihtilaf konusu uygulamayı kavram olarak incelemenin görevi olmadığını, bu kapsamda dile getirilen hususları genel bağlamdan olabildiğince uzaklaşmadan incelemekle yetineceğini ifade etmiştir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 69).
37. AİHM, mahkeme harç sistemini alacak miktarı ile mahkeme harçları arasında bir bağ kuracak şekilde düzenlemenin devletin takdir yetkisine girdiğini kabul etmiştir. Bununla birlikte bu sistem, taraflardan birinin mahkeme harçlarını ödemekten tamamen veya kısmen muafiyet ya da mahkeme harçlarında indirim imkânından yararlanabilmesi için yeterince esnek olmalıdır (Urbanek/Avusturya, B. No: 35123/05, 9/12/2010, §§ 60-65; Chorbadzhiyski ve Krasteva/Bulgaristan, B. No: 54991/10, 2/4/2020, § 64).
38. Adli yardım talebi reddedilen yabancı bir ticari şirketin başvurusu ile ilgili olarak AİHM Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya (B. No: 19508/07, 22/3/2012) kararında yerel mahkemelerin adli yardım talebini reddederken açıkladığı gerekçelerin tatmin edici olduğunu belirterek başvuruyu reddetmiştir. AİHM anılan kararın mukayeseli hukuk başlığı altındaki 17. ve 18. paragraflarda Sözleşme'ye taraf üye ülkeler arasında 2008 yılında yapılan bir araştırmadan bahsedilerek -mütekabiliyet meselesi de dâhil olmak üzere yapılan tüm değerlendirmelerin yanı sıra- tüzel kişilerin adli yardımdan yararlanmasına ilişkin üye ülkeler arasında bir fikir birliği olmamasına özellikle dayanılarak hak ihlali olmadığı sonucuna varmıştır. Bu durumda AİHM'in sadece Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararı metni üzerinden Sözleşme'ye taraf üye ülke hukukları arasında tüzel kişilerin adli yardımdan faydalandırılması konusunda görüş birliği olmamasının bu tür başvurular yönünden hak ihlali olmadığı kararı verilmesinin önemli bir nedeni olduğu söylenebilecektir.
39. Ancak AİHM yakın tarihli Türkiye ile ilgili verilen Nalbant ve diğerleri/Türkiye (B. No: 59914/16, 3/5/2022) kararında, Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararındaki söz konusu değerlendirmelerine açıklık getirmiş; mahkemeye erişim hakkına dair uyguladığı genel ilkeler yönünden tüzel kişiler ile gerçek kişiler arasında herhangi bir farklılığın bulunmadığını bazı kararlarına da atıf yaparak belirtmiştir. AİHM, Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararında hak ihlali bulmamasının nedeninin başvuranın tüzel kişi olması hususuna dayanmadığını, yerel mahkemelerin gerekçesi üzerinden değerlendirme yapıldığını ifade etmiştir. Ayrıca aynı kararda AİHM, tüzel kişiler için adli yardıma ilişkin kategorik bir yasağın Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası yönünden sorun teşkil ettiğine dair verdiği bir kararına da (Paykar Yev Haghtanak Ltd/Ermenistan, B. No: 21638/03, 20/12/2007) atıf yaparak hak ihlali sonucuna varmıştır.
40. AİHM, mahkemeye erişimin güvencelerinin devleti ilgilendiren uyuşmazlıklarda olduğu gibi özel uyuşmazlıklarda da eşit güçte geçerli olduğuna hükmetmiştir. Zira her iki tarz yargılamada da taraflardan birinin yargılamanın masrafları şeklinde mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalle sonuçlanabilen orantısız bir finansal yük taşımaya zorlanabildiğini ifade etmiştir (Čolić/Hırvatistan, B. No: 49083/18, 18/11/2021, § 53). Bununla beraber AİHM, başvuranın mahkemeye erişim hakkının orantılılığını değerlendirirken anlaşmazlığın doğasını diğerlerinin yanında tek bir unsur olarak dikkate almaktadır.
41. AİHM, yukarıda bahsedilen Nalbant ve diğerleri/Türkiye kararında başvuran şirketler hakkında yerel mahkemelerin muafiyet taleplerini yeterince detaylı bir değerlendirme yapmadan sadece iç hukukta ticari şirketler yönünden adli yardıma ilişkin bir hüküm bulunmadığına atıfta bulunarak reddettiklerini, yerel mahkemelerin iç hukukta adli yardıma dair bir hükmün olmayışını ticari amaçları olan bütün tüzel kişilere uygulanacak mahkeme harçlarından muafiyet konusunda ayrım gözetmeksizin bir kısıtlama olarak ele aldığını ifade etmiştir.
42. AİHM anılan kararda başvuru konusu davadaki yargılamanın ticari nitelikte olduğunu, başvuranların mahkeme harcını ödeyememeleri nedeniyle Yargıtaya temyiz yoluna gidemediklerini, temyiz başvuru harcının oldukça yüksek olduğunu, bu konuda iç hukukta harçların hesaplanmasında herhangi bir esnekliğin bulunmadığını, temyiz başvuru tarihinde başvuran şirketin tüm mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, şirketin ödeme gücünün bulunmadığını, yargılama makamlarının başvuranın ekonomik durumuyla ilgili bir değerlendirme yapmadığını, şirketin ortağı olan gerçek kişiler hakkında sunulan belgelerin mahkemece yeterli görülmediğini, bu konudaki delilleri değerlendirme yetkisinin AİHM'e ait olmadığını ancak mahkemelerin de kişilere yönelik destekleyici belgelerin hangi açıdan ikna edici olmadığını ortaya koymaları gerektiğini ifade etmiştir. AİHM yargısal makamların şirketlerle ilgili adli yardım taleplerine yönelik iç hukukta bir hüküm olmamasının genel bir kısıtlama nedeni olarak değerlendirilmesinin Sözleşme’nin 6. maddesi yönünden sorun oluşturacağını, mahkemelerin iç hukuk hükümlerini Sözleşme'yi uygulayacak şekilde yorumlamak ve tatbik etmek hususundaki yükümlülüğünün AİHM'in denetleyici mekanizmalarındaki ikincillik rolünün bir gereği olduğunu vurgulamıştır. AİHM bu kapsamda Kreuz/Polonya kararına atıf yaparak Yargıtayın başvurucuların dile getirdiği iddialarla ilgili değerlendirme yapmadığını belirterek devletin yargılama masraflarını geri alma konusundaki çıkarı ile başvuranların taleplerinin mahkemeler tarafından incelenmesine ilişkin çıkarları arasında adil bir denge kuramadığını belirtmiştir. AİHM netice olarak ticari şirketin ödeme gücüyle ilgili bireysel durumunu dikkate almaksızın adli yardım talebinin iç hukukta hüküm bulunmadığı gerekçesiyle kategorik olarak reddetmesinin mahkemeye erişim hakkına orantısız müdahale olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nalbant ve diğerleri/Türkiye, §§ 41-47). AİHM ayrıca hâlihazırda mahkeme harçlarından muafiyete ilişkin genel bir yasağın Sözleşme’nin 6. maddesi yönünden bir sorun teşkil edeceğine hükmetmiştir (Paykar Yev Haghtanak Ltd./Ermenistan, § 49).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Anayasa Mahkemesinin 17/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu, haksız yıkım iddiasıyla açtığı tam yargı davasında adli yardım talebinin ticari şirket olması nedeniyle reddedilmesinin adil yargılanma ve mülkiyet haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
46. Başvurucunun adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle ekonomik gücü olmamasına rağmen dava harcı ve yargılama giderlerini ödemeye zorlanmasına bağlı olarak dile getirdiği ihlal iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
47. Başvurucu, adli yardım talebinin Mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine 6100 sayılı Kanun’da öngörüldüğü şekilde itiraz yoluna başvurmuş; başvurucunun itirazı reddedilmiş; Mahkemenin kesin olarak nihai kararını vermesi üzerine başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Başvurunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da öngörülen kabul edilebilirlik şartlarını taşıyıp taşımadığı değerlendirilmelidir. Bu bağlamda öncelikle adli yardım sisteminin incelenmesi gerekmektedir.
48. Başvurucunun adli yardım talebine ilişkin karara karşı nihai hüküm verildikten sonra bireysel başvuruda bulunduğu görülmüştür. Adli yardım kurumunun niteliği ve yargılamanın her aşamasında talebe konu olabilmesi dikkate alındığında başvurucunun yargılamanın önceki aşamalarında verilen karara karşı kesin karar üzerine de başvuruda bulunabilmesinde herhangi engelin olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun 11/12/2019 tarihli karara karşı esas hakkındaki hüküm ile birlikte yaptığı bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı açıktır.
49. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
50. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
51. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
52. Başvurucunun adli yardım talebinin reddedilmesi sonucu masrafları ödemek zorunda bırakılması ve ıslah talebinin kabul edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişimine müdahalede bulunulduğu açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
53. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
54. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
55. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru bir amaç taşıma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
56. Başvuru konusu olayda adli yardım talebinin 6100 sayılı Kanun'un 334. ve devamı maddelerinde öngörülen şartların gerçekleşmediği gerekçesiyle Mahkemece reddedildiği anlaşılmıştır.
57. Mahkemenin 6100 sayılı Kanun'un 334. madde hükmünü esas alarak verdiği ret kararına göre yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunduğu açıktır.
(2) Meşru Amaç
58. Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır. Anayasa’nın 36. maddesinde özel sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde, adil yargılanma hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu düşünülemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmiştir. (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015).
59. Yargı harçları, yargı hizmetinden yararlanılması karşılığında devlete ödenen katkı payını ifade etmektedir. Yargı harcı ödeme yükümlülüğü getirilmesiyle, bölünebilen bir kamu hizmeti olan yargı hizmetinden yararlananların bu hizmetin maliyetinin bir kısmına katlanması hedeflenmektedir. Bunun yanında yargı harcının abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun taleplerin disipline edilmesi ve gereksiz başvuruların önüne geçilerek mahkemelerin meşgul edilmesinin önlenmesi amacına hizmet ettiği de açıktır. Öte yandan başvurucuların harç dışındaki yargılama giderleri karşılığında avans yatırmakla yükümlü kılınmasının amacı ise yargılama sırasında yapılması zorunlu giderleri finanse etmektir. Bu giderlerin yargı hizmeti talep eden kişi tarafından karşılanması işin doğası gereğidir (Famiye Beğim ve Mehmet Tahir Beğim, B. No: 2017/21882, 10/2/2021, § 45).
60. Genel olarak yargı harçlarına ilişkin yapılan düzenlemelerde yukarıda açıklanan meşru amacın yanında müdahaleye dayanak teşkil eden kanun hükmünün ticari şirketler açısından kategorik yasak getirmesinin meşru amacının bulunup bulunmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Çünkü adli yardıma ihtiyacı olmayan davacılar yönünden yukarıda açıklanan meşru amacın geçerli olduğu söylenebilirse de adli yardıma ihtiyacı olduğunu ve davasının açıkça temelsiz olmadığını kanıtlayan davacılar yönünden farklı bir değerlendirme yapılması söz konusu olabilir. Ancak müdahaleye dayanak teşkil eden 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesindeki kategorik yasağın aynı zamanda kuralın ölçülülüğü bağlamında ele alınması gereken yönlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü sermaye şirketlerine adli yardım konusunda getirilen kategorik yasağın gerekçesinin aynı zamanda kuralın ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesinde de dikkate alınması gereken bir olgu olduğu açıktır. Dolayısıyla müdahalenin meşru amaca dayanıp dayanmadığı ölçülülük incelemesiyle birlikte değerlendirilecektir.
(3) Ölçülülük
61. Adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığı ve başvurucuya ağır bir yük getirip getirmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekir.
(a) Genel İlkeler
62. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38; Emrah Yayla [GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, § 68).
63. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabileceğini, bu hususta devletlerin takdir hakları gereği bazı düzenlemeler yapabileceğini, bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların meşru bir amaç taşıması, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerektiğini belirtmiştir (Mesut Güzel, B. No: 2014/5876, 22/9/2016, § 31).
64. Bu açıdan genel olarak gereksiz başvuruların önlenmesi suretiyle dava sayısının azaltılması ve mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkların makul sürede bitirilebilmesi amacıyla belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız kılmadıkça ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
65. Başvuru konusu davada Mahkemece adli yardım talebinin reddedilmesi üzerine başvurucunun ıslah için gerekli harç ve masrafları yatırmaması nedeniyle ıslah talebinin reddedildiği anlaşılmıştır.
66. Adli yardımdan yararlanacak kişiler 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre ancak gerçek kişiler adli yardımdan yararlanabilecek, tüzel kişilerden ise yalnızca kamuya yararlı dernek ve vakıflar adli yardım talebinde bulunabilecektir. Nitekim madde gerekçesinde bu hususa açıkça vurgu yapılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun ticari şirket olması nedeniyle adli yardım talepli ıslah başvurusu reddedilmiştir.
67. Anılan düzenlemeye göre kanun koyucunun ticaret şirketlerini adli yardım kurumundan faydalandırmak istemediği bu konuya kategorik olarak yasaklama getirdiği anlaşılmaktadır. Kanunun kapsam ve sınırına ilişkin bu belirlemenin yargı mercilerince geniş ölçüde uygulama birliği oluşturacak şekilde farklı yorumlamalara açık olduğu söylenemez.
68. Anayasa Mahkemesi Türkoğlu Demir Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. (B. No: 2013/5864, 20/4/2016) başvurusunda 7/7/2015 tarihli ara kararıyla başvurucu şirketin adli yardım talebini reddederek bireysel başvuru harcını yatırmaması nedeniyle başvuru hakkında düşme kararı vermiştir.
69. Anayasa Mahkemesini bu yönde değerlendirme yapmaya yönelten neden, adli yardımdan yararlanacak kişilerin 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinde belirtilmesi ve 6216 sayılı Kanun'un anılan Kanun'a yaptığı yollama gereği adli yardım talebinden ancak gerçek kişilerin yararlanabileceği, tüzel kişilerden ise yalnızca kamuya yararlı dernek ve vakıfların adli yardım talebinde bulunabileceği şeklindeki usule ilişkin yorumudur. Esasen söz konusu ara kararında anayasal açıdan herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu açıdan hukuk düzenince hak ve borç sahibi olma imkânı verilen ancak gerçek kişilerden farklı olarak ödeme gücü bulunmadığı hâlde adli yardım kurumundan mahrum edilen ticari şirketlerle ilgili uygulamanın bizatihi kanundan kaynaklanmasının anayasal özerk bir yorumla değerlendirilmesi gerekmektedir.
70. Kuşkusuz kanun koyucunun adli yardım talebinden kimin yararlanacağını ve buna ilişkin koşulları belirlemede takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisini anayasal ilkelere bağlı kalarak kullanması gerekir. Harç ve yargılama gideri olarak öngörülen mali yükümlülüklerle mahkemeye erişim hakkına getirilen müdahalelerin ölçülü olabilmesi için ekonomik durumu bu yükümlülüğü karşılamaya elverişli olmayan kişilere adli yardım güvencesinin sağlanması gerektiği açıktır. Nitekim kanun koyucu ödeme gücü olmayan gerçek kişiler için söz konusu yükümlülüğüne adli yardım kurumuyla istisna getirmiştir. Ancak kuralla ticaret şirketleri açısından ekonomik durumuna bakılmaksızın öngörülen kategorik yasağın objektif ve makul gerekçelerle ortaya konulması gerekir. Söz konusu gereklilik şirketler açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesinde ve müdahalenin ölçülü olmasının belirlenmesinde zorunlu bir unsurdur.
71. Öncelikle adli yardım talebinin kabul edilmesi için gerekli olan yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olma kriterinin sadece gerçek kişiler için geçerli bir kavram olmadığı, borca batık durumda olan yani aktifleri borçlarını karşılayamayan ticari şirketlerin de bu kapsamda değerlendirileceği, ödeme gücünden yoksunluğun ise şirketlerin yıllık ve ara dönem finansal tablolardan, denetime tabi şirketlerde denetim raporlarından, erken teşhis komitesinin raporlarından, yönetim organının tespitlerinden objektif olarak belirlenebileceği açıktır.
72. Hak ve fiil ehliyetine sahip olan tüzel kişilere hukuk düzeni tarafından borç ve yükümlülük öngörüldüğüne, bunlara aktif ve pasif dava ehliyetine sahip olarak iddialarını yargısal merciler önünde dile getirme imkânı tanındığına göre yüksek miktardaki yargılama giderlerini ödemekten aciz olan ticaret şirketleri açısından bu durumun dava açmayı zorlaştırabileceği hatta imkânsız hâle getirebileceği açıktır. Ödeme gücünden yoksun ticari şirketler açısından mevzuatta adli yardım kurumu dışında dava açmalarını kolaylaştırabilecek herhangi bir düzenleme ya da yargısal uygulama bulunmadığı da görülmüştür.
73. Dolayısıyla dava ehliyetine sahip olduğu hâlde yargılama masraflarını ödeme gücü olmadığını iddia eden hak süjesi ticaret şirketlerinden -bu konuda herhangi bir sınırlayıcı yaklaşım olmaksızın, bireysel durumları gözönünde bulundurularak- alınması gereken harç ve diğer yargılama masraflarının miktarı, ilgilinin ödeme kabiliyeti ve kısıtlamanın getirildiği dava çerçevesinde değerlendirme imkânının tanınması hukuk düzeninin herkes için öngördüğü nimet-külfet dengesinin sağlanması açısından zorunludur.
74. Bu itibarla başvuru konusu davada başvurucunun bireysel durumu değerlendirilmeden sırf tüzel kişi olması nedeniyle adli yardım müessesesinden yararlanamayacağına ilişkin olarak kanundan kaynaklanan yaklaşımın meşru amacı bulunmadığı gibi yapılan müdahalenin başvurucunun mahkemeye erişimini aşırı derecede zorlaştırdığı hatta imkânsız hâle getirdiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucu üzerinde ağır bir külfet oluşturan söz konusu müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.
75. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları Yönünden
76. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. Giderim Yönünden
77. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.
78. Anayasa Mahkemesi ihlalin kanundan kaynaklandığı hâllerde giderimin ne şekilde yapılacağı ile ilgili olarak Hulusi Yılmaz ([GK], B. No: 2017/17428, 1/12/2022) kararında ilkeleri tespit etmiştir. Buna göre ihlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıkta bir kanun hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu ihlal, kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin ortadan kaldırılmasıyla giderilebilir (Hulusi Yılmaz, § 56).
79. Diğer taraftan anayasa koyucu, kanunla insan hakları alanındaki milletlerarası sözleşmelerin aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda çıkabilecek uyuşmazlıklarda özel bir çatışma kuralı ihdas etmiştir. Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasına 7/5/2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle eklenen cümle "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmünü içermektedir. Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de "Uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası andlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90 ıncı maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir." denilmiştir. Dolayısıyla bir dava sırasında uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınarak da uyuşmazlık çözümlenebilir. Bireysel başvuru bakımından Anayasa ile Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsamına özel olarak dikkati çekmek gerekir. Ortak koruma alanında bulunan Sözleşme'de yer alan hak ve özgürlükler zaten Anayasa hükümleri ile korunduğu için yukarıdaki çatışma kuralının uygulanmasından önce somut norm denetimine başvurulmasının ayrı bir önemi vardır (Hulusi Yılmaz, § 53).
80. Bu aşamada belirtmek gerekir ki Anayasa'da yer alan kuralların temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence ve ölçütlerin yorumlanması bakımından bütün anayasal organların yetkisi bulunmakla birlikte norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuru yolunda da Anayasa maddelerinin nihai yorum yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Kadri Enis Berberoğlu (2) [GK], B. No: 2018/30030, 17/9/2020, § 71). Bu durumda Anayasa hükümlerinin yeknesak bir biçimde uygulanması ve yorumlanmasını sağlamak açısından dava sırasında resen veya talep üzerine uygulanacak kanun hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasının ciddi olduğu kanısına varan mahkemenin öncelikle Anayasa'nın 152. maddesine göre itiraz yoluna başvurması beklenir. Nitekim yukarıda değinilen çatışma kuralından farklı olarak somut norm denetimi kapsamında ilgili kanun hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğunun tespit edilmesi hâlinde iptal edilerek yürürlükten kaldırılması sağlanmaktadır. Bununla birlikte çeşitli sebeplerle itiraz yoluna gidilmesinin mümkün olmadığı veya Anayasa'da yer almayan ancak milletlerarası antlaşmalarda düzenlenen hükümlerin uygulanmasının söz konusu olduğu ya da benzeri sebeplerle kimi durumlarda Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasındaki anılan hükmün de uygulama alanı bulabileceği hatırda tutulmalıdır.
81. Kanundan kaynaklanan ihlal durumunda giderim yöntemi olarak iki seçenek öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki Anayasa Mahkemesinin Sabri Uhrağ (B. No: 2017/34596, 29/12/2020) kararında uygulanan eski hâle getirme kuralı çerçevesinde kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) bildirilmesidir.
82. Öte yandan ihlalin giderimini sağlayabilecek bir diğer yöntem ise -Anayasa Mahkemesinin Hulusi Yılmaz kararında benimsenen- ihlale neden kanuni düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle ilgili mahkemesince itiraz yoluna başvurulmasıdır. Somut başvuru bağlamında bu hususun da ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
83. Sonuç olarak anılan Anayasa hükümlerine göre mevcut başvuru bakımından mahkemeye erişim hakkının ihlalinin ve sonuçlarının giderilmesi amacıyla aşağıda belirtilen şu iki yöntemin birlikte uygulanması gerektiği değerlendirilmektedir:
- Bireysel başvurunun amacına ve işlevine uygun şekilde benzeri ihlallerin de önüne geçmek amacıyla kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin TBMM'ye bildirilmesine karar verilmesi gerekir.
- Diğer taraftan yeniden yapılacak yargılamada uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınarak uyuşmazlığın çözülebileceğine yönelik Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası hükmü de -yukarıda değinilen koşullar dâhilinde (bkz. § 79)- uygulama alanı bulabilir. Ancak yukarıda da izah edildiği üzere Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca Anayasa'ya aykırı olan kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması başvuruya konu olayın koşulları dikkate alındığında daha doğru bir yol olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca ilgili kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla başvurulmasının sağlanması amacıyla yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
84. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
85. Yeniden yargılama yapılması bu aşamada yeterli bir giderim sağlayacağından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine (E.2018/324) GÖNDERİLMESİNE,
D. Kanundan kaynaklandığı tespit edilen sorunun çözümü için keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına BİLDİRİLMESİNE,
E. 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.