TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HÜSEYİN BERAT ŞENGÜL BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/22031) |
|
Karar Tarihi: 10/7/2024 |
R.G. Tarih ve Sayı: 3/12/2024-32741 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Basri BAĞCI |
Üyeler |
: |
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Kenan YAŞAR |
|
|
Ömer ÇINAR |
Raportör |
: |
Mehmet Sadık YAMLI |
Başvurucu |
: |
Hüseyin Berat ŞENGÜL |
Vekili |
: |
Av. Hatice TEMİZKAN |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; işçilik alacaklarına ilişkin davanın ıslah ile artırılan kısmının herhangi bir dayanak gösterilmeksizin zamanaşımı gerekçesi ile reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/9/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucunun iş akdi, işveren tarafından çekilen 1/10/2010 tarihli ihtarname ile feshedilmiştir. Başvurucu 1/2/1999-7/11/2010 tarihleri arasında kesintisiz çalıştığını belirterek işvereni aleyhine 17/1/2011 tarihinde alacak davası açmıştır. Başvurucu davasında; kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti, bayram tatili ve hafta sonu çalışma ücreti, izin ücreti ile anlaşma ücreti olarak adlandırılan altı ayrı alacak kalemi için fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak yasal faizleriyle birlikte 2.450 TL'nin ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
9. Davayı gören İstanbul 5. İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) bilirkişi raporları almıştır. Başvurucu, son bilirkişi raporunun ardından 28/9/2015 tarihli dilekçeyle talep miktarını artırmıştır. İş Mahkemesi 29/9/2015 tarihli duruşmada ıslah harcının yatırılması için bir haftalık süre vermiştir. Başvurucu 2/10/2015 tarihinde ıslah harcını yatırmıştır. Davalı işveren, bilirkişi raporuna karşı verdiği dilekçede diğer iddialarının yanı sıra zamanaşımına uğramış kısımların hesaplamadan düşülmesi gerektiğini belirtmiştir.
10. İş Mahkemesi 11/1/2016 tarihinde davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Mahkeme; başvurucunun artırım talebinin yıllık izin, fazla mesai ve anlaşma alacağına yönelik kısmını zamanaşımı gerekçesiyle reddetmiş ve bu üç alacak kalemi yönünden dava dilekçesinde talep edilen tutarı esas alarak hüküm kurmuştur. Kıdem ve ihbar tazminatlarına yönelik artırım talebinde ise zamanaşımı yönünden sorun görmemiştir. Ayrıca bayram tatili ve hafta sonu çalışma ücreti taleplerinin tümden reddine karar vermiştir. Mahkeme, kararında gerekçeye dayanak bir kanun hükmü göstermemiştir. Gerekçenin zamanaşımı ile ilgili olan kısmı şöyledir:
" Davalı vekilinin ıslah suretiyle zamanaşımı defi itirazının, dava dilekçesinin davalıya 26.01.2011 de tebliğ edildiği, davalı tarafından süresinde cevap dilekçesi verilmediği, ilk celseye mazeretsiz gelmediği, akabinde 05.07.2011 tarihinde cevap dilekçesi verdiği, süresinden çok sonra verilen cevap dilekçesinde de zamanaşımı definde bulunulmadığı, ıslah edilebilecek usulüne uygun bir cevap dilekçesinin bulunmadığı anlaşıldığından ıslah suretiyle zamanaşımı defi itirazının reddi gerektiği, davalı vekilinin bilirkişi raporu ve ıslah dilekçesine karşı beyanda bulunmak için verilen süre içerisindeki dilekçesinde ileri sürdüğü zamanaşımı definin yine dilekçesinde 'Kabul anlamına gelmemekle birlikte zamanaşımına uğramış kısımların hesaplamadan düşülmesi gerekmektedir' beyanı karşısında ıslaha karşı zamanaşımı defi itirazı nedeni ile yıllık izin, fazla mesai ve anlaşma alacağı yönünden ilk dava ile talep edilen kısım yönünden hüküm kurulmuştur. "
11. Başvurucu, diğer iddialarının yanı sıra özellikle fesihten itibaren beş yıllık süre geçmeden artırım talebinde bulunduğunu belirterek temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Dilekçesinde alacağın zamanaşımına uğramadığını ve Mahkemenin bu konuda gerekçe belirtmediğini özellikle dile getirmiştir. Ayrıca davalının usulüne uygun olduğunu ve süresi içinde zamanaşımı defi ileri sürmediğini iddia etmiştir.
12. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 9/4/2019 tarihinde yalnızca kıdem tazminatı yönünden kararı düzelterek onamıştır. Başvurucunun başta zamanaşımına dair olmak üzere diğer temyiz iddialarını ayrı bir gerekçe belirtilmeksizin reddetmiştir.
13. Yargıtay kararı başvurucuya 27/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
14. Davanın açıldığı tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 83. maddesi şöyledir:
''İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.''
15. 1086 sayılı mülga Kanun'un 84. maddesi şöyledir:
''lslah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinciye kadar ve tabi olmıyanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.''
16. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 32. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Anayasa Mahkemesinin 10/7/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu; fesih tarihinden itibaren beş yıl geçmeden talebini artırdığı hâlde hem ilk derece mahkemesi hem de temyiz aşamasında bu hususta bir gerekçe gösterilmeden talebinin zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin hukuki dayanağının anlaşılamadığını, kaldı ki alacak tutarı bilirkişi raporuyla tam olarak ortaya konmadan önce talebini artırmasının mümkün olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
19. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
20. Başvurucunun iddiaları özellikle zamanaşımına ilişkin olduğundan başvuru alacak davasının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilen kısmı yönünden mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
22. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'sini yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
23. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
24. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
25. Başvurucunun açtığı davada ıslah talebinin bir kısmının zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmiştir.
(1) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
26. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
27. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
(a) Kanunilik
28. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
29. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
30. Kanunun varlığı kadar kanun metni ve uygulaması da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşımalıdır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
31. Somut olayda İş Mahkemesinin başvurucunun kıdem ve ihbar tazminatına dair ıslah talebinde zamanaşımı yönünden bir sorun görmediği, yıllık izin, fazla mesai ve anlaşma alacağı yönünden ıslah talebinin ise zamanaşımına uğradığını kabul ettiği görülmektedir. Zamanaşımına uğradığı kabul edilen yıllık izin, fazla mesai ve anlaşma alacağı yönünden gerek ilk derece mahkemesi gerekse temyiz kararlarında zamanaşımına dayanak olarak herhangi bir kanun hükmü gösterilmemiş veya dayanak kanun hükmünün incelendiği içtihadi bir karara atıf yapılmamıştır. Diğer taraftan 4857 sayılı Kanun'un 32. maddesinde ücret alacaklarında zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu belirtilmiştir. Her ne kadar olayda zamanaşımına uğradığı kabul edilen alacak kalemleri yönünden açık kanuni dayanak gösterilmemiş ise de bu husus "ölçülülük" başlığında inceleneceğinden burada daha öte bir inceleme yapılması gerekli görülmemiştir.
(b) Meşru Amaç
32. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu, alacak hakkına son verme değil onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/3/2019 tarihli ve E.2015/2925, K.2019/277 sayılı kararı).
33. Diğer taraftan hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu sebeple dava hakkının belli bir süre koşuluyla sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki karar için bkz. Gülhan Dursun, B. No: 2016/9312, 27/11/2019, § 52).
(c) Ölçülülük
(2) Genel İlkeler
34. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
35. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
36. Mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılması için seçilen aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte olmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye uygun olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26/2/2020, § 48).
37. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, § 49).
38. Başvurucu, ıslah ve zamanaşımı konusundaki mevzuat hükümlerinin hatalı yorumlandığını ileri sürmekte ise de bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği ilgili mevzuatı yorumlamak ilk derece mahkemesi ve kanun yolu mercilerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus, anılan mahkemelerin gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı, Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir (Şeyma Kayaoğlu, B. No: 2014/5491, 5/7/2017, § 53). Bu kapsamda başvuru konusu olayda uygulanacak zamanaşımı süresinin hangi tarihte başlayacağını, ıslah ile artırılan kısmın zamanaşımına uğrayıp uğramadığını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmayıp Anayasa Mahkemesi, yargı mercilerinin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini incelemektedir.
39. Şüphesiz Anayasa Mahkemesi, bu görevini en başta ilk derece mahkemesi/kanun yolu mercilerinin gösterdikleri gerekçe üzerinden yapmaktadır. Yargılama mercilerinin Anayasa'nın bir gereği olarak göstermek zorunda oldukları gerekçeler, bireysel başvuruda ihlal sonucuna varılıp varılmaması noktasında oldukça önem taşımaktadır. Özellikle, özel borç ilişkilerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda uyuşmazlığın her iki tarafının devletin eşit ilgisine müstahak olduğu ve devletin her iki tarafın menfaatini yeterince gözetme yükümlülüğü altında bulunduğu hatırda tutulduğunda mahkemelerin taraflardan hangisinin iddiasına neden üstünlük tanıdığını kuşkuya yer vermeyecek şekilde gerekçede gösterme yükümlülüğü vardır.
40. Yargılama sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt vermeyi gerektiren usul veya esasa dair iddiaları cevapsız bırakması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 35, 39).
41. Bunun yanında istinaf/temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, istinaf/temyiz merciinin bir şekilde istinafta/temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, mahkemenin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Yasemin Ekşi, § 57). Ancak istinaf/temyiz incelemesi sırasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların istinaf/temyiz mercilerince cevapsız bırakılması gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olabilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Caner Kandırmaz, B. No: 2013/3672, 30/12/2014, § 31). Anayasa Mahkemesinin bu bağlamdaki görevi uyuşmazlığın esası yönünden önem taşıyan meselelere ilişkin olarak mahkemelerin ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya koyup koymadıklarını incelemekten ibarettir (Halit Kabadağ, B. No: 2019/3589, 23/11/2021, § 30).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Somut olaya bu yönden bakıldığında gerek İş Mahkemesinin gerekse Yargıtayın kararında başvurucunun ıslah ettiği alacak kalemlerinden yıllık izin, fazla mesai ve anlaşma alacağı kalemlerinin neden zamanaşımına uğradığı anlaşılamamıştır. Bu bağlamda bireysel başvuruya konu yapılan, anılan alacaklar için zamanaşımı süresinin hangi tarihten itibaren başladığı ve sürenin ne zaman dolduğu, iş sözleşmesinin fesih tarihinin bu süreye etkisinin bulunup bulunmadığı, açılan davanın niteliğinin ve dava tarihi ile artırım dilekçesinin verildiği tarihin söz konusu zamanaşımı süresine etkisinin olup olmadığı hususlarında başvuruya konu kararda herhangi bir değerlendirmeye, açıklamaya yer verilmemiş veya bu hususların tartışıldığı içtihadi bir karara atıf yapılmamıştır. Öte yandan kararda dayanılan bilirkişi raporunda da anılan hususlarda açık bir değerlendirmede bulunulmamıştır.
43. Her ne kadar 4857 sayılı Kanun'un 32. maddesinde ücret alacaklarında zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu belirtilmişse de somut olayda başvurucu açısından beş yıllık sürenin ne zaman başladığı hususunda kararda bir gerekçeye yer verilmemiştir. Islah dilekçesinin iş akdinin feshinden itibaren beş yıllık süre dolmadan verildiği, bu dilekçe üzerine ilk derece mahkemesinin başvurucuya harcı yatırması için bir haftalık süre verdiği, başvurucunun bu süre içinde ıslah harcını yatırdığı gözetildiğinde Mahkemenin artırım talebini süre aşımından reddetmesinin gerekçesini ortaya koymadığı görülmüştür. Oysa bu husus, başvurucunun zamanaşımının ne şekilde hesaplandığını bilmesi ve buna ilişkin itirazlarını üst kanun yolunda etkin bir şekilde dile getirebilmesi açısından da önemli olup olayda ilk derece mahkemesinin kararında beş yıllık zamanaşımı süresinin işlemeye başladığı tarih ve sonraki gelişmelerin (ıslah dilekçesinin verilmesi, harcın yatırılması gibi)zamanaşımına etkisine dair bir gerekçeye yer verilmediği gibi başvurucu tarafından açıkça belirtildiği hâlde temyiz merciince de bu konuda açık bir gerekçeye yer verilmemiştir.
44. Sonuç olarak başvurucunun açtığı davada bilirkişi raporunun hemen ardından artırdığı alacak talebinin açık ve yeterli bir dayanak gösterilmeden zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfet hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında külfetin orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
45. Bu durumda birçok defa bilirkişi raporu alınan davada davaya konu söz konusu alacak kalemlerinin başvurucu tarafından bilinebilir olup olmadığı, bir başka deyişle tespit edilmesinin teknik değerlendirmeler dolayısıyla belli bir uzmanlık gerektirip gerektirmediği ve söz konusu değerlendirmelere ilişkin yargılama sürecinin uzamasında, dolayısıyla alacağın bir kısmının zamanaşımına uğramasında başvurucunun kusuru olup olmadığı yönlerinden de ayrı bir inceleme yapılması gerekli görülmemiştir.
46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesinden şikâyet etmiştir.
48. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda da anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
50. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmüş ise de bu iddiasının Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi (B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37) kararı doğrultusunda konu bakımından yetkisizlik nedeniyle, ayrıca bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de bu iddiasını temyizde dile getirmediğinden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
51. Başvurucu; ihlalin tespitine ve 1.000.000 TL maddi, 1.000.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
52. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
53. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçları bakımından yeterli giderim oluşturduğundan başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 5. İş Mahkemesine (E.2011/76, K.2016/22) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/7/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.