Yasama dokunulmazlığı ile ilgili kuralların varlığı her şeyden önce temsilî demokrasi ilkesini koruma ihtiyacına dayanmaktadır. Bu türden bir dokunulmazlık, özellikle Mecliste azınlıkta kalan ve muhalif milletvekillerinin halkın seçilmiş temsilcileri olarak gereksiz müdahale kaygısı taşımaksızın demokratik işlevlerini fiilen yerine getirebilmelerini sağlar.
Bununla birlikte Anayasa'da, yasama dokunulmazlıkları mutlak olarak düzenlenmemiş; Anayasa'nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içinde seçimden önce veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Öte yandan ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin bulunması durumu yasama dokunulmazlığının istisnalarından biridir. Son olarak seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesindeki durumlar da dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur. Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağı ifade edilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında da Anayasa hükümlerinden hiçbirinin devlete veya kişilere Anayasa ile tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini ya da Anayasa'da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağı düzenlenmiştir.
Bununla birlikte Anayasa'da -veya ilgili kanunlarda- Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında olup bu itibarla -seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması kaydıyla- yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturan suçların neler olduğuna yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiş; yalnızca maddenin son fıkrasında, ilk iki fıkrada yer alan hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyidelerin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Dolayısıyla anayasa koyucu Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın 14. maddesindeki durumlar" ibaresi kapsamındaki suçların neler olduğunu açıkça belirlememiş, kanun koyucu da söz konusu suçları belirleyen bir kanuni düzenleme yapma yoluna gitmemiştir. Bu nedenle de derece mahkemeleri yargılamaya konu edilen suçun Anayasa'nın 14. maddesi kapsamına giren bir suç olup olmadığını kanun koyucu tarafından çıkarılmış bulunan bir kanun metnini yorumlayıp uygulayarak değil doğrudan Anayasa hükmünü yorumlayıp uygulayarak belirlemektedir. O hâlde derece mahkemelerinin Anayasa'nın 14. maddesine ilişkin olarak yaptığı yorumun öngörülebilirliği ve belirliliği ifade eden kanunilik ölçütüne uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi Ömer Faruk Gergerlioğlu [GK], B. No: 2019/10634, 1/7/2021 kararında; Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrasının metninin Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresini, dolayısıyla da Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrası kapsamına girmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığı dışında bırakılan suçları salt yargı organlarının kararlarıyla anlamlı bir şekilde belirlemeye ve böylece belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayacak şekilde yorumlamaya elverişli olmadığını ifade etmiştir.
Bu itibarla Anayasa'nın 14. maddesindeki durumların kapsamını ortaya koyan yasama dokunulmazlığının güvencelerini sağlayacak öngörülebilirlikte anayasal veya kanuni kuralların bulunmaması karşısında, Anayasa'nın 14. maddesinin üçüncü fıkrasından ve Anayasa'nın seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını düzenleyen 67. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinden hareketle Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresinin kapsamına hangi suçların girdiği konusunda kanun koyucunun düzenlemesi dışında yargı organlarınca yapılan yorumlarla belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamanın mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
İlgili Karar:
(Leyla Güven [GK], B. No: 2018/26689, 7/4/2022)
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
LEYLA GÜVEN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/26689) |
|
Karar Tarihi: 7/4/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 5/10/2022 - 31974 |
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Başkanvekili |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Murat BAŞPINAR |
Başvurucu |
: |
Leyla GÜVEN |
Vekilleri |
: |
1. Av. Serdar ÇELEBİ |
|
|
2. Av. Reyhan YALÇINDAĞ BAYDEMİR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yakalama, gözaltı ve tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk dolayısıyla milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedeniyle ifade ve toplanma özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/9/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Genel Bilgiler
9. PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18).
10. Bununla birlikte kamuoyunda "demokratik açılım süreci", "çözüm süreci" ve "Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi" gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (anılan olaylara dair ayrıntılı bilgiler için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27).
11. Hendek olayları kapsamında PKK tarafından birçok yerleşim yerinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında "öz yönetim" adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-30).
12. Terör saldırılarının gittikçe yoğunlaştığı ve ülkenin birçok bölgesine yayıldığı bu dönemde hem güvenlik güçleri hem de siviller hedef alınmıştır. Bu bağlamda PKK tarafından 6/9/2015 tarihinde Yüksekova'da askerî karakola, 28/11/2015 tarihinde Sur'da güvenlik görevlilerine, 13/1/2016 tarihinde Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde polis lojmanlarına, 24/3/2016 tarihinde Sur'da askerî karakola, 31/3/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 11/4/2016 tarihinde Hani'de askerî karakola, 15/4/2016 tarihinde Şırnak'ta güvenlik görevlilerine, 1/5/2016 tarihinde Dicle'de jandarma binasına, 10/5/2016 tarihinde Bağlar'da polis aracına, 12/5/2016 tarihinde Sur'da doğrudan sivillere, aynı gün İstanbul'da askerî servis aracına, 29/5/2016 tarihinde Kulp'ta güvenlik görevlilerine, 30/5/2016 tarihinde Silopi'de polis aracına, 28/6/2016 tarihinde Dicle'de polis aracına, 10/8/2016 tarihinde Sur'da polis ekiplerine, 15/8/2016 tarihinde Bismil'de Bölge Trafik Müdürlüğüne, 9/10/2016 tarihinde Şemdinli'de askerî kontrol noktasına ve 4/11/2016 tarihinde Bağlar'da emniyete ait hizmet binalarına yönelik silahlı ve/veya bombalı saldırılar düzenlenmiş; ayrıca bombalı intihar saldırıları gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda 60 güvenlik görevlisi ve -aralarında üç çocuk ve Diyarbakır Baro Başkanı'nın da bulunduğu- 51 sivil hayatını kaybetmiş, 308 güvenlik görevlisi ve 289 sivil yaralanmıştır (Selma Irmak, B. No: 2016/32948, 7/3/2018, § 12).
13. Diğer taraftan 2011 yılından itibaren Suriye'de yaşanan iç çatışmalar ülkemiz güvenliği üzerinde risk oluşturan bir boyuta ulaşmıştır. Çatışmaların yaygınlaştığı ve yoğunlaştığı süreçte milyonlarca Suriyeli kendi ülkelerinden ayrılarak Türkiye'ye sığınmıştır. Suriye'nin kuzeyinde DAEŞ terör örgütü ile PKK'nın Suriye kolu olan YPG terör örgütü arasında yaşanan silahlı çatışmalar dolayısıyla bölgede oluşan kaotik durum Suriye Rejim Hükûmetinin unsurlarının çekilmesiyle daha da ileri bir seviyeye ulaşmıştır. Bu itibarla bölgede oluşan ve Türkiye'nin güvenliğini önemli ölçüde etkileyen bu ortamda Suriye'nin kuzeyinden ülkemize yönelen terör saldırılarının bertaraf edilmesi ve mevcut risklerin önlenmesi amacıyla Türkiye sınır dışı harekât başlatmıştır.
14. Bu bağlamda ilk olarak 2016 yılı Ağustos ayında özellikle DAEŞ terör örgütüne yönelik olarak düzenlenen Fırat Kalkanı Harekâtı icra edilmiştir. Öte yandan YPG terör örgütünün bilhassa Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Afrin bölgesinde konuşlanması sonrasında buradan Türkiye'ye yönelik çok sayıda terör saldırısında bulunulması (Bu süreçte Kilis ve Hatay'daki bazı yerleşim yerlerine yönelik yüzlerce kez roketli saldırı veya taciz ateşi saldırısı gerçekleştirilmiştir.) ve ayrıca bu bölgede bulunan DAEŞ terör örgütü mensupları tarafından da ülkemize yönelik saldırı girişimlerinin olması üzerine 2018 yılı Ocak ayında Zeytin Dalı Harekâtı başlatılmıştır. Yaklaşık iki ay devam eden harekât sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Yine Türkiye'nin güvenliği üzerinde tehdit oluşturacak şekilde Suriye'nin kuzeydoğusunda bulunan YPG terör örgütüne yönelik olarak da 2019 yılında Barış Pınarı Harekâtı gerçekleştirilmiştir.
B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç
15. Başvurucu, daha önce Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Konya İl Yönetim Kurulu üyeliği, HADEP Konya Kadın Kolları başkanlığı, HADEP Genel Merkezi Kadın Kolları yöneticiliği, Demokratik Halk Partisinin (DEHAP) Meclis üyeliği, DEHAP Adana Kadın Kolları başkanlığı, Adana Seyhan Küçük Dikili Belediyesi başkanlığı ve Viranşehir Belediyesi başkanlığı yapmış; 7/6/2015 tarihinde yapılan 25. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde Şanlıurfa milletvekili olarak seçilmiştir. Ayrıca başvurucu, Demokratik Toplum Kongresi'nde (DTK) eş başkanlık görevini yürütmüş ve 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Başvurucu, başvuru tarihinde milletvekilidir.
16. Başvurucu, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen 2018/6368 numaralı soruşturma kapsamında 22/1/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır.
17. Başvurucu 31/1/2018 tarihli Başsavcılık ifadesinde savunmasını Kürtçe yapmak istediğini belirtmiştir. Başsavcılık "daha önceden milletvekilliği yapmış olması ve Türkçe eğitim veren okuldan mezun olup Türkiye'de yaşaması sebebiyle meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilememesinin mümkün olmadığı" gerekçesiyle başvurucunun tercüman atanması talebini kabul etmediğinden bu aşamada savunması alınamamıştır.
18. Başsavcılık 31/1/2018 tarihinde, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından "üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesine dayanarak tutuklanması istemiyle başvurucuyu Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir.
19. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda DTK tarafından 14/7/2011 tarihinde devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak amacıyla PKK/KCK silahlı terör örgütünün hedefi doğrultusunda demokratik özerklik ilan edildiği, 27/12/2015 tarihinde olağanüstü toplanan DTK sonrasında "sonuç bildirgesi" şeklindeki açıklama ile demokratik özerk bölgelerin oluşturulmasının istendiği, PKK/KCK silahlı terör örgütü mensupları tarafından kazılan hendeklerin, kurulan barikatların, güvenlik güçlerine yönelik gerçekleştirilen silahlı ve patlayıcı maddeli saldırıların meşru savunma olarak görüldüğü ve ülke bütünlüğünü bozmak amacıyla terör örgütünün hedefi doğrultusunda gerçekleştirilen öz yönetim ilanlarına sahip çıkıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun bahsedilen amaçları gerçekleştirmek üzere oluşturulan ve karar alma mercii olan DTK'nın eş başkanı olarak görev aldığı, DTK'nın çalışmaları kapsamında çeşitli toplantılar düzenleyerek örgütsel nitelikteki eylemlere katıldığı ve terör örgütünün amaçları doğrultusunda açıklamalar yaparak diğer DTK üyeleri ile birlikte dört ülke toprağı üzerinde Kürt ulusal birliğini sağlamak, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak, toplumsal ayrışmaya sebep olmak amacıyla halk kitlelerini etkilemeye çalıştığı, eylemlerindeki süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik de nazara alındığında üzerine atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediği ileri sürülmüştür.
20. Anılan yazı, sorgu işlemi öncesinde Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu Tutanağı'nda, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun üç avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasında tercüman aracılığıyla verdiği savunması şöyledir:
"...Ben PKK-KCK terör örgütü mensubu veya yöneticisi değilim. Ben 1994 yılından beri bütün HDP/DHP ile başlayan ve bu güne kadar süren siyasi partilerde üyelik yaptım, ayrıca iki dönem belediye başkanlığı yaptım, Adana ve Viranşehir'de, kısa bir dönem de milletvekilliği yaptım yaklaşık 5 ay kadar. Her zaman kürt sorunun demokratik bir yöntem ile çözülmesini istedim. Zaman zaman mahkemeler ile yargı ile karşı karşıya geldim. 2009 yılında tutuklandım ve 4.5 yıl tutuklu kaldım. Ben cezaevinden çıktıktan sonra yine siyasi partilerde yer aldım. Ben biliyorum ki savaş ile değil çözüm ile barışın geleceğini, bunun için barışta israr ettim çabaladım demokratik siyasetin öne çıkması için, şuanda bu durumda da AKP hükümeti iktidardadır. KCK dosyalarında yakalandığım zaman 5 yıl geçtikten sonra AKP hükümeti bizden özür diledi bize pardon dedi. Biz bunu yapmadık, FETÖ'cüler yaptı. Zaten bizi ilk başta yargılayanlar M.Y. ve görev arkadaşları idi. Şuan onlar FETÖ örgütünden yargılanmaktadır. Bizim istediğimiz tek şey barışın sağlanması ve ölümlerin durmasıdır, bunun için sesimizi herkesin duymasını istedik ancak kimse duymadı. 2015 yılının kasım ayındaki seçimlerde aday oldum ancak seçilmedim. Ben o zamandan beri yani 2015 yılından beri emekli olduğumu belirterek DTK da yer aldım. DTK'nın çalışmaları hakkında da biraz bilgi vermek isterim. Çünkü önceki DTK başkanı olarak yapmış olduğum konuşmalar kürtçe konuşmalardır. DTK neden kuruldu çünkü bu ülkede bir sorun vardı. Bu sorunun çözülmesi için de bu kurumun çalışması gerekmekteydi. Hem dünyada hemde Türkiye'de DTK gibi çalışma yapan bir çok kurum vardır. Bir resmiyetleri yok ancak yasa dışı bir işlemleri de yoktur. Ama bunu da belirtmem gerekir ki DTK'nın çalışmaları bir dernek çalışması gibi değil daha geniştir. DTK 800 delege ile 2007 yılında kuruldu. 800 delegenin içerisinde sivil toplum örgütleri, kadın toplumları vardır. Bu kurumlardan oluşan delegeler DTK'nın komisyonlarında yer almaktadır. Komisyonlar ise barışın sağlanması için çalışmalar yapmaktadırlar. Sadece barış için değil toplumun tüm ihtiyaçları için çalışmaktadırlar. Örnek vermek gerekirse Viranşehir'de tarım işçileri ile mevsimlik işçiler için çalışmalar yapıldı. Yine kürt sorunu nasıl çözülür yöntemi ile ilgili çalışmalar yapıldı. C.Ö., A.B., N.M., C.Ç., Y.A., G.E. kendisi şu an AKP milletvekilidir. Bu isimleri çoğaltabiliriz. Ayrıca bunları Mahkemeyede sunabiliriz. DTK'nın bu güne kadar yapmış olduğu tüm çalışmalar şefaf şekilde olmuştur. Bazı basın gurupları toplantılara gelmiyordu. Basın bu konuda pek sesimizi duyurmadı. Yanlız halk tarafından DTK benimsendi beğenildi. DTK bir çok sorun çözdü. Örnek vermek gerekirse Batman'da ezidiler vardır. Orada diğer ezidi olmayan yurtlaşlar ezidilerin mallarına el koymuşlar, Mahkemeye gittikleri halde bu sorun çözülmemiş ve ezidiler DTK'ya başvurmuş, biz bu durumu çözmek için karşı taraf ile görüşüp rica ettik, karşı tarafta ricamızı kabul edip ezidilerin mallarını geri verdi. Bu sadece bir örnekti. Burada anlatmak istediğim her şeyi devletten beklememek gerektiğidir. Bir çok şeyi halkın anlaşması suretiylede çözülebileceğidir. Biz bu gibi çalışmaları toplumun sorunları ile ilgilendik, bunu da belirmek isterim herhangi bir yasa dışı olayla da alakamız olmadı. DTK'nın eş başkanı H.D. devlet tarafından çağırıldı ve İmralı heyetinde yer alması istenildi. Hem Diyarbakır'da da bir olay vuku bulduğu zaman bir çok kez H.D.yi arayarak konunun çözümü için davet etmiştir. Bir önceki Cumhurbaşkanı A.G.nin danışmanı da H.D.yi defalarca aramıştır. Yani devletin Cumhurbaşkanının bile DTK'yı muhattap alması bizim tarafsız olmamızdır. Sayın C.Ç. de o dönem meclis başkanıydı ve DTK'yi meclise davet etmiştir. Yani bunları belirtmemdeki sebep DTK illegal bir yapılanma bir kurum değildir. Halkta karşılığı olan ve kabul gören bir kurumdur. Yani bir çok isimlerini saygığım Urfa, Van, Mardin gibi bir çok illerde baroları ziyaret ettik. Onlar bize bir çok şey söylediler. Misal Dersimde bir çok kişinin göç ettiği söylendi. Van'da Eczacılar Odasını ziyaret ettiğimiz zaman çalışmalarımızın toplumda etki yarattığı ve anti deprasan kullanımının da çoğaldığını belirtmiştir. Daha öncede ifade ettiğim gibi DTK'nın bünyesi altında bir çok komisyon vardır. Sosyal komisyon, Kadın komisyonu ve benzeri bir çok komisyon ilgili sorunu çözmek için çalışmalar yapmaktadır. DTK ile KCK bir birinden ayrıdır. Fakat çalışma itibari ile bir birine benzeyen çalışmaları da vardır. Bizim bu benzeşmeler ile KCK'dan olduğumuz veya KCK ile bir bağlantımız olduğu anlamına gelmiyor. Bunu da belirmek isterim sayın Öcalan bir paylaşımda bulundu komisyona sayın E.A. da bu komisyonda vardır. Heyetin hazır olduğu durumda sayın Öcalan dönemin içişleri bakanlığına E.A.ya bir hazırlık yapın ve DTK bir yasal statüye kavuşsun demiştir. KCK ile DTK bir birine benzeşmesi düşünülerek bu söylenmiş fakat KCK ile DTK bir birine benzememektedir. KCK illegal bir yapılanma ancak DTK böyle bir yapılanma değildir. Yani bu nedenle de DTK gibi kurumların ülkede çoğalması durumunda ülkede yaşanan sorunlarında en aza ineceğini düşünmekteyiz. DTK'nın çalışmalarında yer almaktayım ve şimdiki konuşmalarında da belirttiğim gibi halkı hiç bir zaman savaşaya sevk etmedim. Ülkenin barışı için çalışmalar yürütecek kurumlarda DTK yani biz varız. DTK olarak biz şuna inanmaktayız, 100 yıldır var olan savaş 100 yıl da devam etse sonuç olarak sadece müzekkere ile çözülecektir. Ben önünüzde olan dosyada sadece kendi fikirlerimi beyan ettim. Ben AKP'nin politikalarını benimsemek veya beğenmek durumunda değilim. Yani ben bunu ifade etmek istedim, ben bir çok konuşmamda demokratik özerkten bahsettim, bu benim hakkımdır. Ve bunu ifade etmişimdir. K.T. İstanbul Belediye Başkanı iken özerk olması gerektiğini beyan etmiştir. Nüfusunun çok olmasından dolayı ben kendisine hak vermekteyim. Benim istediğim demokratik özerk sadece bu bölge için değil 25 bölge içindir. Yani Türkiye'deki bütün bölgelerin özerk olması bizim düşüncemizdir. Benim bunları ifade etmemin nedeni ben sadece demokratik özerklik dediğim için hakkımda dava açıldı, ben sayın Öcalan dedim hakkımda dava açıldı, ancak ben söylediğim şeylerin arkasındayım. Benim tüm konuşmalarımda yasadışı bir söylem olmadı. Benim sayın Öcalan dememin nedeni kendisinin Türkiye barışında etkili bir kişi olacağındadır. 2013-2015 yılları arasında bilindiği üzere bir çözüm süreci vardır. Bu süreç içerisinde herhangi bir ölüm yaşanmadı. Benim yapmış olduğum DTK toplantılarındaki tüm açıklamalarım Kürtçedir, çeviride yapılan hataları kabul etmiyorum, diğer tüm konuşmaları kabul ederim. STRK TV de 20/1/2018 tarihinde açıklama yaptım. O dönemde Türkiye'nin Afrin'e operasyonu başlamıştı. Bende bunu söylemek istedim, daha önceleri Afrin, Silopi, Cizre, Ceylanpınar ve Türkiye'nin bir çok batı sınırında kalan şehir de komşu ülkelerde birliktedir. Benim ifade etmek istediğim şey daha önce yaşanan çatışmalarda Kobani döneminde Türkiye Kobani'ye yardımda bulundu. Yaralılar geldi, doktorlar gitti. Benim anlatmak istediğim Kobani'den bu güne hiç bir şeyin değişmediğini belirttim, Kobani'den veya Afrin'den herhangi bir saldırı Türkiye'ye oldu mu. Afrin'den Türkiye'ye bir kurşun bile atılmamıştır. Hiç bir şey olmamış iken Türkiye'nin Afrin'e savaş açılmasının yanlış olduğunu düşünmekteyiz. Afrin'de bir çok sivil halk bulunmaktadır. Türkiye'nin Afrin'e savaş açması Türkiye'nin Ortadoğu savaşına çekilmesinin istenilmesidir. Türkiye'nin bu bataklığa düşmemesi gerektiğini düşünmekteyim. Bunu özellikle belirtmek isterim, TEM şubede kendimi ifade etme olanağım olmadı. Savcılıkta olmadı, huzurda bu imkan da oldu. Kararınız ne olursa olsun hepimizin amacı ülkenin gidişatıdır, ülkemiz bir gemi olsa eğer gemimiz batar ise hepmiz batacağızdır. Ben kendimi ifade ettim ancak ben yargının bağımsız olduğu bir ülkede doğru olan kazanacaktır, böyle olacağını düşünmekteyim. Benim şiddete davet ettiğim olmamıştır. Ben açıklama yaptığım zaman Anadolu Ajansı veya başka haber kanalları da olsa çekmesine mani olduğumuz olmadı, ben basının olmasını isterdim. Ben demokratik toplumda yaşamak istedim, içeride veya dışarıda tüm açıklamalarımı bu şekilde yaptım. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep ederim."
21. Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 31/1/2018 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:
i. Tespit edilen ve dosya arasında bulunan metinler ile fiilî işleyişleri nazara alındığında DTK yapılanmasıyla PKK/KCK yapılanması arasında organik bağ bulunduğuna dair kuvvetli suç delillerinin mevcut olduğu belirtilmiştir.
ii. Başvurucunun DTK eş başkanı olması ve konuşmalarının muhtemel etkisi dikkate alındığında 20/1/2018 ve 22/1/2018 tarihlerinde katıldığı televizyon programlarında/verdiği röportajlarda insanları şiddete ve ayaklanmaya teşvik edicimahiyette açıklamalar yaptığı ileri sürülmüştür.
iii. Dosyadaki diğer tüm deliller birlikte dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu değerlendirilmiştir.
22. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "müsnet suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, verilmesi beklenen cezaya göre şüphelinin kaçma ihtimalinin kuvvetle muhtemel bulunması, tutuklama tedbirinin ölçülü olması ve bu safhada adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" değerlendirmesine yer verilmiştir.
23. Başvurucunun müdafii tutuklama kararına 6/2/2018 tarihinde itiraz etmiştir. Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hâkimliği 13/2/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir.
24. Başsavcılık 2/2/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır.
25. İddianamede başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:
i. DTK, DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) ve HDP il teşkilatları tarafından organize edilen, 5/8/2016 tarihinde "Önderliğe Sahip Çıkıyoruz" adı altında, PKK/KCK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın konuşmaları ile görüntülerini içeren bir sinevizyon gösterisinin de yapıldığı basın açıklaması esnasında başvurucunun "Önderliğime, toprağıma, özgürlüğüme sahip çıkıyorum." şeklinde ifadeler kullanmak suretiyle terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.
ii. DTK tarafından organize edilen, 6/8/2016 tarihinde Özgür Gün TV isimli televizyon kanalında DTK eş başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada başvurucunun özetle "... Ancak Kürdistan’ın gündeminin birinci maddesi Sayın Öcalan'ın durumudur ... Şu anda iki önemli konu var ve biz çalışmalarımızı bunların üzerinden yürütüyoruz. Şu anda direniş alanlarında 11 aydan beri savaş devam etmektedir. Bizler de Kürdistan’da DTK olarak tüm kurumların bir çatı şemsiyesi olarak insanlığa karşı savaşı yürütenler yargılanıncaya kadar, bu halktan, Sayın Öcalan’dan özür dilemedikleri sürece mücadelemiz her gün daha da büyüyecek bunun için çaba sarf edeceğiz, mücadelemizi daha da büyütüp güçlendireceğiz ... Onun için bu DTK olarak bizim kararımızdır, onlar yargılanıncaya kadar çabamız sürecek ... Peki, neden Sayın Öcalan bizim için bir onurdur diyoruz? ... Bunun için de minnettarız, bizler de Kürt kadınları olarak Sayın Öcalan özgürleşmediği sürece barış bu topraklarda yeşermeyecektir diyoruz. ... DTK'nın görevlerinden bir diğeri de dört parça Kürdistan'da ulusal bir kongreyi gerçekleştirmektir... Ama maalesef şu ana kadar da gerçekleştiremedik. DTK olarak birinci görevimizin de bu olması gerekir ... Birlik ve beraberlik bizim için çok önemlidir. O direniş alanları için; doğrusu da Nusaybin, Cizre, Yüksekova’nın yanı sıra tüm Kürdistan için direniş önemlidir. Kürdistan’ın neresinde yaşanırsa yaşansın el ele kol kola verilmelidir ve o kentleri yeniden inşa etmeleri gerekir ... DTK’nın görevi nedir, nasıl yürümeli, ne yapmalı diyorlar. Arkadaşlar bu zaten bellidir. Sayın Öcalan DTK'yı önerdiği vakit meclisin bir prototipi gibi olarak yansımıştı. Peki neden prototiptir? Çünkü henüz demokratik özerklik Kürdistan’da inşa edilmediği-kurulmadığı için, tamamen yürürlüğe girmediği için prototiptir. Yarın eğer demokratik özerklik tamamen oluştuğu vakit, yani sistem tamamen inşa edildiği vakit bizim meclisimiz o zaman Kürdistan'ın meclisi olacak. Yani şu anda biz birbirimizden farklı değiliz. Yani ben devamlı diliyorum. DTK’nın 59 milletvekili var, 501 diğer milletvekili var, 2 siyasi parti var, 106 belediye başkanı var, yani tüm siyasi oluşumlar DTK’nın çatısı altındadırlar. Bunun için DTK’nın bu siyasi oluşumlara politika üretmesi gerek edebilir. Yani nasıl yürüyeceğiz, nasıl hareket edeceğiz, bunun için politika yürütecek. Biz de önümüzü daha iyi görebilmemiz için bunun için çaba sarf edeceğiz. Bunun için de sizin kentlerinizdeki rolünüz ve misyonunuz çok çok önemlidir..." şeklinde sözler söyleyerek terör örgütünün propagandasını yaptığı iddia edilmiştir.
iii. 26/9/2016 tarihinde DTK tarafından organize edilen, Diyarbakır Ferzad Kemanger Eğitim Destekevi açılışı sırasındaki konuşmada başvurucunun özetle "Kürt halkı yüz yıldır Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Kuzey Kürdistan’da biz Kürdüz, biz bir halkız, bizim bir dilimiz var ve dilimizle eğitim yapmak istiyoruz ... Öğretmenlerimizi görevlerinden atabilirler ancak dedim ya alternatifsiz değiliz. Öğretmenlerimize çağrıda bulunuyorum ve özgür okullara gelin ve çocuklarınızı eğitin diyorum ... Peki talebimiz nedir? Talebimizi daima dile getirdik, Türkiye sistemi içerisinde demokratik özerklik. Demokratik özerklikte özgür bir okul açarak çocuklarımıza kendi ana dilleriyle eğitim vermektir. Kürtlerin talebi açık ve nettir ... Dört parça Kürdistan’da özellikle de Kuzey de ve Batıda(Rojava) bir soykırım asimilasyonu var. ... aileler olarak, çocuklarını özgür okullara getirmeliler. Öğretmenlerimiz için hangi alanda olursa olsun direniş içinde olacağız. Peki direniş nasıl oldu 80 yıldır, tek başımıza direndik .. sadece İmralı adasında ve tek başına direniyor. Neden? Çünkü bu sistemin kabul edilmesi için. Kürtlerin talebi kabul edilsin diye. Özgür okullarda özgür eğitim bir için çok çabası vardır. Binlerce insan şu anda her alanda direniş içindedir. Bizlerde sokaklarda direnelim. Okulların önünde direneceğiz ve kendi sistemimizi kuracağız." şeklinde konuşma yaptığı ileri sürülmüştür.
iv. Başvurucunun 4/11/2016 tarihinde yaptığı basın açıklamasında terör örgütü lehine "... Devlet açıklamasıyla PKK’nın yaptığını söyledi. Ancak sizler katil E., katil AKP, katil DAİŞ sloganlarını attınız. Sizleri kutluyoruz ... Düşmanlık yapanlar, IŞİD’le ortak olanları içinizde barındırmayın şimdi bile önümüze çıktılar, biliyorum ki onlara cevabı sizler vereceksiniz.... her yerde direnişimiz büyümüştür." şeklinde konuşma yaptığı ileri sürülmüştür.
v. Başvurucunun 14/11/2017 tarihinde Bestler-Dereler bölgesinde güvenlik güçleri tarafından yapılan operasyon neticesinde ölü olarak ele geçirilen Delal Amed kod adlı H.E. isimli örgüt mensubunun taziyesine 19/11/2017 tarihinde katıldığı belirtilmiştir.
vi. Başvurucunun 17/9/2014 tarihinde PKK-KCK terör örgütü lehine yayın yapan internet sitelerinden "KCK'dan kürtçe okulları savunma çağrıları" şeklindeki çağrılar doğrultusunda gerçekleştirilen, PKK terör örgütünü simgeleyen bez parçalarının taşındığı ve örgüt sloganlarının atıldığı eylemlere katıldığının tespit edildiği belirtilmiştir.
vii. Başvurucunun sosyal paylaşım sitelerinde PKK/KCK silahlı terör örgütü lehine konuşmalar ve paylaşımlar yaptığı ileri sürülmüştür. Başvurucunun yaptığı konuşmalara ilişkin tespitlerin bir kısmı özetle şöyledir:
- "Çözüm sürecinin anahtarı her zaman söylediğimiz gibi İmralı’dadır .. Silahı elinde bulunduran, Türkiye’den hak talep eden, bu talepte Kürt halkının kimliği, kültürü, dili ve varlığıdır. Bunları talep eden bir PKK var. Şimdi bunları dışlayarak dışarıda tutarak kiminle çözüm tutabilirsin. Emin olun bu çözüm HDP ile olmaz, DTK ile olmaz, DTP ile de olmaz, KJA ile de olmaz, diyelim HDK ile de olmaz. Bu çözümün gerçek muhatabı sayın Öcalan ve PKK'dır."
- "... son günlerde Kürdistan’ın birçok ilçesinde halkın kendi öz gücüyle gerçekleştirdiği öz yönetimlerini açıkladığı günlerde bizler izliyoruz ki çok yoğun şekilde askeri hareketlilikle halkın köylerine, ilçelerine, evlerine adeta bombardıman halinde müdahale edilmektedir. Dünyanın her yerinde insanlar öz yönetimleri ile yaşamlarını sürdürmektedir ve de hiçbir sorun da olmamaktadır. Bizler parti olarak HDP olarak yıllardır demokratik öz yönetimi savunduğumuzu söylüyoruz, ... Lice halkı yalnız değildir, Silvan halkı yalnız değildir, Varto halkı yalnız değildir. Öz yönetimini açıklayan halkımızın yanındayız, bu halkın talebidir ve halkın talebi sonuna kadar haklıdır. ... öz yönetimini ilan eden halkımızın yanında olduğumuzu söylüyoruz."
- "Kürdistan’da bilinçli bir şekilde OHAL uygulamalarıyla 90’ları halkımıza yeniden yaşatmak istiyorlar. Ama bu halk 90’ları geçirdi, boyun eğmedi, bugünden sonra da boyun eğmeyecektir... ikinci bir Cizre’yi yaşamamak için hepimizin Koruköy’e sahip çıkması gerekiyor."
- Artı TV isimli televizyon kanalının 7/10/2017 tarihli yayınında yaptığı konuşmanın bir kısmı şöyledir: " ... Ama şimdi biz bu cenaze merasimin de dört parça Kürdistan heyetlerinin hazır olduğunu görüyoruz. ... Şimdi dört parçada Kürtler egemenlerin çizdiği sınırlar dahilin de yaşamak zorunda kaldılar ve bugüne kadar statüsüz yaşadılar, bu statüyü kazanabilmeleri için özgür olabilmeleri için M.C. de çok emek verdi Sayın Öcalan'da çok emek verdi, M.M.B. de çok emek verdi ve bunun gibi daha birçok lider çıkmıştır ve Kürtlerin kendi statüsüne sahip olması ve özgür yaşaması için mücadele etmiştir. Bugüne kadar çok büyük kazanımlar olsa da henüz tam anlamıyla bu bitmiş değildir. İşte biz dört parçadaki siyasetçilere bunu gerçekleştirmek kalıyor. Bunun için ne yapılması gerekiyor, bizce bizim öncelikle ulusal kongremizi gerçekleştirmemiz gerekiyor, ulusal kongrede bütün Kürtlerin ortak fikirlerin harmanlanacağı bir yer olacak."
- 22/10/2017 tarihinde yapıldığı tespit edilen video kaydındaki konuşması şu şekildedir: "Kongreler nedir, eminim herkes biraz biliyordur. Resmiyeti olmayan yani devlet nezdinde herhangi bir başvurusu ya da bağı olmayan tamamen halkın içerisinde çıkmış meşru bir oluşumdur. İhtiyaçtan doğmuştur, her şeyi devletten beklemek yerine kendi mekanizmalarını toplumsal, toplumun demokratik işleyişini sağlayabilmek için toplumsal olan her şey ile ilgilenebilmek için bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. Kürdistanda biz bu mekanizmanın kongre ile olabileceğini düşünmüştük. Bunlardan biri sizin de belirttiğiniz gibi ulusal birliktir. Kürtler sonuçta 100 yıl önce tek parçaydılar tek ulustular ama egemenler gelip orda Kürtleri 4 parçaya böldüler. Şimdi 100 yılını dolduran bu anlaşmadan sonra Kürtler farklı bir aşamaya geldiler, artık Kürtler Rojava da da, Başur da da, Bakur da da, Rojhalat da da statü sahibi olmak istiyorlar. Dolayısıyla bunun çatı örgütlenmesi de ulusal birliktir. Ulusal birlik kongresini elzem görüyoruz,... bu işin başında sayın Öcalan var, yani onun ortaya koyacağı irade Kürt halkı tarafından kabul görülen bir iradedir. Sonuçta PKK da o dönem beyan etmişti demişti ki Sayın Öcalan bizim irademizdir onunla görüşmeleri biz kabul ederiz. Biz de bu realiteleri göz önünde bulundurarak DTK olarak Sayın Öcalan’ın özgür olması gerektiğini düşünüyoruz. ... halkımızın bugün talep ettiği demokratik özerk, demokratik özerklik bir ayrılma değil, bütünlük içerisinde bir statüdür, bir sistemdir. Bu sistemle yaşamak istiyoruz."
- 6/9/2017 tarihinde Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi DBP il binası Vedat Aydın Konferans Salonu'nda DTK 8. Olağan Kongresi'nde görüntü çözümü yapılan konuşması şöyledir: "... Kürt halkının iradesi sayın Öcalan ağır bir tecrit altındadır ... Ancak zindanlar kürtler için direniş yerleridir. Şu anda tutuklanan arkadaşlar da zindanlardaki direnişlerini sürdürüyorlar. ... Lozan antlaşmasıyla kürtleri 4 parçaya böldüler ve hiçbir zaman 4 parça olunmadı. Ruhları, birlik ve beraberlikleri daima ön plana çıktı. İşte şimdi bakınız! Rojava’da (batı) bir devrim olunca sanki Bakur’da (Kuzey) olmuş gibi bir hisse kapılıyoruz. Başur’da (Güney) bir şey olursa aynı anda kuzey halkı da aynı şeyi hissediyor. Demek ki bizler hiçbir zaman 4 parça olmadık. Bizler her zaman tek parçaydık. Ancak aramıza örülen artık anladı ki hiçbir şey eskisi gibi yürümeyecekti. Artık hiçbir şey Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın ve Suriye’nin istediği gibi yürümeyecek. Nasıl ki iktidar olan Saddam, Esad, Kaddafi ve diğerleri gibileri nasıl kaybetti ise Erdoğan da kaybetmiştir kaybedecek. Artık herkes böyle yapsın şöyle yapsın kürtler ne istiyorsa sistemlerini kuracak ... bunun için birçok toplantı yapıldı. ...bizler Kuzey Kürdistan olarak bakıyoruz ve izliyoruz ki bir siyaset yürütülüyor. ...Ama bakıyoruz ki kürt kızları ve erkekleri, kürt kahramanlar silahlarını omuzlarına aldılar ve Rakka hamlesiyle birlikte çok sayıda hamle gerçekleştirdiler. Bir kez daha kongremizde yıllardır orada topraklan ve halkı için direnenleri selamlıyoruz. ... sayın Öcalan kürt sorunu konusunda ve orta doğu sorunu konusunda uzman bir insandır. ... Çözüm istiyorsanız eğer İmralıdaki tecriti kaldırın. Sayın öcalanı özgürleştirin. O barışın teminatıdır. ... Gene yani gelinen aşamayı biz anlatmaya çalıştık. 2 yıl boyunca kürdistan da demokratik öz yönetimi ilan etmeden sonra bir yıkım başladı. Yani bir kentte beş sokakta diyelim o çatışmalar devam ettiyse bütün kent cezalandırıldı. Bütün kenti yıkmaya kalkıştılar. İşte yanı başımızda sur ya da sur da diyelim bir öz yönetim direnişi gelişti. ... Kürt halkının açmaya çalıştığı, açıklamaya çalıştığı mezarlar bombalanıyor gerilla ile mücadele parçalanıyor kimsesizler mezarlıklarına gömülüyor. .. Evet kuruluş fikriyatım ortaya atan sayın Öcalan ve daha sonrasında bu çalışmayı uygun bulup evet sistemleştiren başta eş başkanlarımız ve o günden bu güne delegasyon olarak da çeşitli kuramlarda görev alan arkadaşlara da bin kere teşekkür ediyoruz. Gerçekten çok önemli bir çalışma yürüttüler Türkiye’nin gündemine dair orta doğunun gündemine dair 4 parça kürdistana dair söz söylediler. Halkın tercümanı oldular. Halkın temsilcisi oldular ve bundan sonra da bu çalışmalarını aksatmadan sürdürecek bu kongreden sonra da yol haritamız odur ki birincisi sayın öcalanın üzerindeki tecritin kaldırılmasıyla özgürlüğüne kavuşturulması için bir mücadele yürütmek kürtlerin yıllardır verdiği bir mücadele var."
viii. Başvurucunun kullandığı Twitter isimli sosyal paylaşım sitesi hesabında, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından teröristlere yönelik olarak 20/1/2018 tarihinde başlatılan "Zeytin Dalı Harekâtı" operasyonu ile ilgili olarak KCD/DTK isimli hesaptan yapılan "Afrin'e dönük yapılan hava saldırısı, Kürt halkına dönük açık ve net savaş ilanıdır. Bu saldırıların tek hedefi Kürt halkının Rojava sahasındaki kazanımlarıdır. Halkımız bu saldırılara karşı sessiz kalmamalı ve bulunduğu tüm alanlarda...", "Ağırlaştırılmış tecrit devam ettikçe, ülkenin geleceği karanlığa sürüklenmektedir.", "B.Ö.: Efrin'in işgali Kürt düşmanlığının ilanıdır!", "Uluslararası savaş hukukları yok sayılarak Afrin'e düzenlenen hava saldırısında çok sayıda sivil yaralanırken, bütün dünya kamuoyu yapılan bu saldırılara karşı halen sessizliğini korumakta... Afrin Savaşına Hayır", "Afrin bütün Kürdistan'dır. IŞID saldırıları ve işgaline karşı Kobane'de gerçekleşen direnişi sahiplendiği gibi bir kez daha tam bir Kobane direniş ruhuyla Afrin halkını ve direnişini de sahiplenecek ve işgal girişimini boşa çıkartacaktır." şeklindeki paylaşımları retweet ettiğinin (paylaştığının) tespit edildiği belirtilmiştir.
ix. Başvurucunun terör örgütü lehine yayın yaptığı belirtilen STERK TV isimli televizyon kanalında 21/1/2018 tarihinde "İsteseler de istemeseler de bizden 1 kişi kalıncaya kadar da Kobane'ye sahip çıkma ruhuyla Afrin'e de sahip çıkacağız. Halkımıza çağrıda bulunuyoruz!... Yine halkımıza çağrıda bulunuyoruz... Eğer Rojava'da bir kırılma yaşanırsa herkes bilsin ki dört parça kürdistan üzerinden kırılma olacaktır. Ortaya çıkmış olan ağır bedeller böyle olsun istemiyoruz. Bunun için de Avrupa'dan, Kuzey Kürdistan'dan, Rojava'dan, Rojhilat'tan halk olarak komple ayağa kalkmalıyız. Daha önce de söylemiştik! Afrin ya da Amed, Van, diğer kentler olan Süleymaniye gibi kentler hiç fark etmez hepsi birdir. Türkiye farkında mıdır değil midir bilmiyorum ama Türkiye ateşle oynuyor. Eğer bir iç savaş çıkarsa zaten o zaman da hiç kimse bu savaşın önünde duramaz. Yani Türkiye Suriye'den daha beter olacaktır... " şeklinde ve 22/1/2018 tarihinde ise "...Afrin'e giriş meşru değildir...Afrin'e giriş işgaldir...Biz Kürtler de zaten yıllardır direniyoruz. Biz bir kez daha da direneceğiz. Afrin için de direneceğiz. Kobane zamanında da düştü düşecek diyorlardı. Ama halklar Kobani'nin özgürlüğünü elde ettiler. Şimdi de Afrin için imkanlar vardır. Orada kahramanlar vardır... Halk olarak korkmamamız gerekiyor, sesimizi çıkartmamız gerekiyor, biraraya gelmemiz gerekiyor..." şeklinde açıklamalar yaptığı ileri sürülmüştür.
26. Başvurucu hakkında düzenlenen iddianamede suçlamalara ilişkin olarak yapılan hukuki değerlendirmeler özetle şöyledir:
"...Şüphelinin, yukarıda bahsedilen amaçları gerçekleştirmek üzere oluşturulan ve bahse konu hedefler hususunda karar alma mercii olan DTK'nın eş başkanı olarak görev aldığı, DTK'nın çalışmaları kapsamında çeşitli toplantılar düzenleyerek, örgütsel nitelikteki eylemlere katılarak ve terör örgütünün amaçları doğrultusunda açıklamalar yaparak; diğer DTK üyeleri ile birlikte dört ülke toprakları üzerinde sözde kürt ulusal birliğini sağlamak, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak, toplumsal ayrışmaya sebep olmak amacıyla halk kitlelerini etkilemeye çalıştığı, eylemlerindeki süreklilik, yoğunluk ve çeşitlilik de nazara alındığında, şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olmak suçunu işlediği, ayrıca video paylaşım sitesi olan youtube isimli sosyal paylaşım sitesinde yayınlanan video konuşmasında terör örgütü mensupları tarafından şiddet yöntemleri ile ilan edilen sözde öz yönetim ilanını ve terör örgütü mensuplarının yerleşim yerlerindeki eylemlerini meşru göstererek silahlı terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek suretiyle yayın yolu ile terör örgütü propagandası yapmak suçunu işlediği, şüphelinin, aynı suç işleme iradesi kapsamında farklı tarihlerde birden fazla kez zincirleme şeklinde halkı kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşe özendirmek ve kışkırtmak suretiyle 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet suçunu işlediği anlaşıl[mıştır.]"
27. Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/2/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/149 sayılı dosya üzerinden görülen davada, aynı tarihli tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
28. Öte yandan Başsavcılıkça yürütülen diğer bir soruşturma sonucunda hazırlanan 6/4/2018 tarihli iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle yine aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Mahkeme 19/4/2018 tarihinde, iddianamenin kabulüne ve tensip incelemesiyle birlikte dosyanın yargılaması devam eden E.2018/149 sayılı dosya ile birleştirilmesine karar vermiştir. Ayrıca başvurucu hakkında daha önce yapılan soruşturmalar sonucunda 1/6/2017, 12/6/2017, 22/11/2017 ve 6/4/2018 tarihli iddianamelerle Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesince kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, silahlı terör örgütüne üye olma, suçu ve suçluyu övme, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından açılan davalarda da birleştirme kararı verilerek Mahkemenin E.2018/149 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam edilmiştir.
29. Başvurucu 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde HDP'den Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, müdafii aracılığıyla 26/6/2018 tarihinde milletvekilliği nedeniyle yasama dokunulmazlığının bulunduğunu belirterek tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
30. Mahkemece 29/6/2018 tarihinde yapılan incelemede "... üzerine atılı olan silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçunun lehine değişme ihtimali, mevcut delil durumu, delillerin büyük oranda toplanmış olması, sanığın etki edebileceği delil bulunmayışı, tutukluluktan istenen sonucun adli kontrol tedbiri ile de sağlanabilecek olması, sanığın tutuklu kaldığı süre, dosyadaki delillerin büyük oranda toplanmış olması..." şeklindeki gerekçeyle başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.
31. Anılan karara Başsavcılık itiraz etmiş ve itirazı inceleyen Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi 29/6/2018 tarihli kararıyla, başvurucu hakkındaki tahliye kararını kaldırarak başvurucunun tutuklanmasına yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapmak, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarını işlediğinden bahisle yargılandığı tespit edilmiş olup; PKK/KCK ile DTK isimli her iki örgütlenmenin tespit edilen ve dosya arasında bulunan metinleri ve fiili işleyişleri nazara alındığında DTK yapılanması ile PKK-KCK yapılanması arasında organik bağ bulunduğuna dair kuvvetli suç şüphe delillerinin mevcut olduğu, sanığın her ne kadar PKK-KCK yöneticisi veya üyesi olduğunu kabul etmemekle birlikte DTK eş başkanı olduğunu kabulünde olup, ayrıca açık ve yakın tehlikenin mevcut olduğu ve de bulunduğu statü ve muhtemel tesiri nazara alındığında sanığın Zeytindalı Harekatının başladığı tarih olan 20/1/2018 günü ve 22/1/2018 günü televizyon kanalı marifeti ile halkı şiddet ve ayaklanmaya çağırır mahiyetindeki beyanları ve dosyadaki diğer tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 5. Maddesinde öngörülen geçerli şüphe sebeplerinin, 1982 Anayasasının 19. Maddesinde belirtilen kuvvetli belirtinin veCMK'nın 100/1 maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu, müsnet silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçu için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK'nın 100/3. maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, verilmesi beklenen cezaya göre sanığın kaçma ihtimalinin kuvvetle muhtemel bulunması, tutuklama tedbirinin ölçülü olması ve bu safhada adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı ... [değerlendirilmiştir.]"
32. Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklamaya yönelik olarak verilen yakalama emri aynı Mahkemece 29/6/2018 tarihinde ceza infaz kurumundan henüz tahliye edilmemiş başvurucu hakkında infaz edilerek tutuklama kararı verilmiştir.
33. Hakkâri'de kesin seçim sonuçlarının 5/7/2018 tarihinde açıklanması üzerine avukatları aracılığıyla milletvekili mazbatasını alan başvurucunun 11/7/2018 tarihli duruşmada -milletvekili seçilmesi dolayısıyla yasama dokunulmazlığından yararlanması gerektiği iddiasıyla- dile getirdiği tahliye talebi Mahkemece "... kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin (açık kaynak araştırma tutanakları, görüntü inceleme ve fotoğraftan tespit tutanakları) bulunduğunun anlaşılması, üzerine atılı suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama sebebinin varlığı, tutuklama tedbirinin ölçülülük ilkesine aykırı olmayacağı..." gerekçesiyle reddedilerek tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
34. Mahkeme bu duruşmada ayrıca başvurucunun yasama dokunulmazlığı nedeniyle davanın durdurulması talebini terör örgütü yöneticiliği ve terör örgütü propagandası yapma suçları yönünden kabul etmemiştir. Mahkeme, anılan suçların Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında değerlendirildiğini ve buna göre Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucunun yargılandığı 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu yönünden yasama dokunulmazlığına istisna getiren bir durumun bulunmadığı ifade edilerek bu suça ilişkin yargılamanın durdurulmasına karar verilmiştir.
35. Başvurucu, tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş; Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/7/2018 tarihli kararı ile itiraz kesin olarak reddedilmiştir.
36. Anılan karar 15/8/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
37. Başvurucu 14/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
38. Mahkeme 25/1/2019 tarihinde, başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
39. Başvurucunun daha önce yargılandığı başka bir davada Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan verilen ve kesinleşen 6 yıl 3 ay hapis cezası şeklindeki mahkûmiyet hükmünün 4/6/2020 tarihinde TBMM Genel Kurulunda okunmasıyla milletvekilliği sıfatı sona ermiştir.
40. Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucu yönünden tutuksuz olarak sürdürdüğü yargılamanın sonunda 21/12/2020 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan 13 yıl 15 ay hapsine, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından 4 yıl (iki kez) hapis cezalarıyla mahkûmiyetine, atılı diğer suçlardan ise beraatine ve hükmen tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
" ...
...belirtilen eylem etkinlik beyanları, ikrar beyanından anlaşılacağı üzere, sanığın DTK'nın çalışmaları kapsamında, DTK eş başkanı olduğu, bu yönde sözde temsil kabiliyetinden kaynaklı basın açıklamaları, beyanatlarda (yukarıda içeriği açıklanıp örgütsel tahlili yapılan) bulunduğu, açıklamaları ve beyanlarında terör örgütü lehine (söylemlerinin, terör örgütünün ideolojisine uygun şekilde, insanlığın aynı kök atadan gelme tespiti inkarına dayalı, anlam ve içerik derinliğinden yoksun sistematik şekilde anasoycu hitap tarzına dayalı olduğu, söylemlerin insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratan içeriği olduğu, silahlı terör örgütünün cebir şiddet içeren faaliyetlerinin 'direniş' ve 'mücadele' olarak gösterilmeye, benimsetilmeye, meşru olarak gösterilmeye çalışıldığı, devletin silahlı terör örgütü ile ilgili mücadelesinin sivil halka karşı yapılıyormuş gibi gösterildiği, nihayetinde siyasal olarak palyatif denecek çözüm dahi sunulmadığı, retorik seviyesine dahi ulaşmayan ayrılıkçı söylemler.) tespitler de göz önüne alındığında pkk/kck ideolojisini benimsediğinin anlaşıldığı, eylemlerin gerçekleştirilmekte olduğu bağlam ile birlikte cebir ve şiddetle ilişkili olduğu, kullanılan yöntem ve takip edilen amacın hukuk ve demokrasi kurallarına uygun olmadığı, pkk/kck terör örgütüyle amaç veya yöntem bakımından ve yapısal açıdan bağlantısı bulunmakla, siyasi faaliyet veya örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, bu eylemlerle sanığın kck/dtk çatısı altında sorumlu ve temsil düzeyinde faaliyet gösterdiğin anlaşıldığı, terör örgütünün hiyerarşik yapısı içerisinde yer almadan, terör örgütü ile organik bağ kurmadan örgütün sözde kurucu meclisinde nitelikli görev almanın mümkün olmadığı, dosyaya yansıyan konuşma eylem ve faaliyetleri içeriğine göre örgüt ideolojisini üst perdeden benimsediği, serbest seçim hakkını tamamen yok ederek iradesini örgüt iradesine tamamen teslim ettiğinin (daha önce de atılı suçlamadan mahkumiyet hükmü almasına rağmen ıslah olmadığı) anlaşıldığı, tanık beyanı uyarınca milletvekilliği kamu görevinin sağladığı dokunulmazlıkları kötüye kullanarak örgüt üyesi yaralı tanığı, yol çevirmelerinden kurtarmak amacıyla aracında örgütsel olarak sevk ettiği, khk ile kapatılan kja içerisinde eylem ve işlemleri nedeniyle kck sosyal alanda da faaliyet gösterdiğinin anlaşıldığı, yine yukarıda ayrıntısı açıklanan ve açıkça pkk/kck terör örgütü propagandasına dönüşen bir kısmında açık örgüt çağrısı bulunan 23 adet eylemlere sorumlu düzeyde katılarak örgütsel destek verdiği, bu eylem ve etkinliklerde örgütsel konuşmalar yaparak yönlendirme faaliyetlerinde bulunduğu, silahlı terör örgütü pkk/kck’ya müzahir yayın organlarınca yapılan çağrıların odağında kendisinin bulunduğu, yine örgütsel eylemlerin odağı halinde ismen bulunduğu ...
Suçun işleniş şekli, sanığın kck/dtk sözde yasama alanındaki üst yetkisi, sanığın istenç eylemselliği ile pkk/kck terör faaliyetlerinin kendi şahsında odağı haline gelmesi, odakta gerçekleşen eylemler nedeniyle birçok kişinin soruşturma ve kovuşturma işlemi geçirmesi, katıldığı örgütsel eylem ve etkinlikleri kısmen sevk ve idare etmesi, yaşam hakkını ve öz iradesini hiçe sayarak tüm iradesini örgütün idaresine sevk etmesi gözetildiğinde, sanıgın kastı, suç işleme kastının zirvesi kabul edilmiş, sanığın eylemselliğinde hedef kitlesi gözetildiğinde meydana gelen zarar ve tehlike de fahiş kabul edilerek, bu kapsamda suça katılma biçimi ile sanığın örgütsel yapı içerisindeki konumu ve yeri, etkinliği gözetilerek, bu kriterlerle orantılı olarak takdiren üst sınıra yakın ceza tesis edilmiş, verilen nihai ceza miktarına göre de hükmen tutuklanmasına karar verilmiştir.
...
Sanık, Van ilinde gerçekleştirilen 14/4/2017 tarihli açık hava eylem ve etkinliğinde topluluğa hitaben '...Değerli Van halkı değerli anneler ben ruhumla demokratik direnişinizi kutluyorum başım gözüm üzerine hoşgeldiniz değerli halkımız...biz yüzümüzü Van'a sırtımızı Süphan Dağına vermişiz.... 16 Nisanda arkadaşlarımızın direnişini destekleyeceğiz arkadaşlarımız özgürlük tutsaklarıdır Öcalan'ın üzerindeki tecrit için.........değerli arkadaşlar siz biliyorsunuz zindanlarda hep direniş oldu arkadaşlarımız K.P., M.D. cezaevlerinde direndiler, seslerini yükselttiler, onlar da mücadelelerini zindanlarda veriyorlar, onların zindanlardaki mücadelesini kutluyorum, biz yine zindanlardaki direnişi kutluyoruz, değerli arkadaşlar bizde sizin mücadelenizi kutluyoruz, değerli arkadaşlar siz biliyorsunuz çok zahmetli günlerden geçiyoruz, yalnızca Kürdistan değil 4 parçada Kürdistan'ı destekleyen halk var, kürtler cihan üstündedir, kimse kürtleri hizaya getiremez, kürtler cihanı hizaya getirdi, kimse kürtlerin önünde duramaz, değerli Van halkı öncelikle bu mitinge zorluklara rağmen katılan bu alanlarda olan Van halkına saygı ve selamlarımı iletiyorum. ... bizde ona diyoruzki 4 parçada kürtler statü sahibi olacak 4 parça Kürdistan özgür olacak, biz sırtımızı özgür Kürdistan'a dayayacağız, o zaman onlar da başını vuracak taş arayacak biz ona diyoruz ki sana 4 tane taş lazım olacak, bu ülkede taş çoktur Kürdistan'da. ... bu halk hiçbir sisteme boyun eğmedi, en son Cizre'de direnen arkadaşlarımız M.T. ... altında bir kere daha kanıtladılar evet biz şehitlerimiz önünde saygı ile eğiliyoruz, onlar bizi bu günlere getirdiler asla unutmuyoruz onları ve mücadelemizi sürdüreceğiz, her neye mal olursa olsun artık ne olursa olsun statüsüz yaşamak istemiyoruz, başımızdaki statüyü de rojavayı da doğuyu da özgürleştireceğiz, biz sırtımızı halkımıza dayıyoruz... değerli Van halkı siz biliyorsunuz 18 yıldır ağır bir tecrit var Öcalan'ın başında. ... biz onu özgürleştireceğiz. ... biz diyoruz ki her ne yaşamışsak yaşayalım ama sonu muhteşem olacak mutlaka kazanacağız. ya kazanacağız ya kazanacağız.' şeklinde konuşma yaptığı anlaşılmıştır.
Belirtilmelidir ki insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı asıldır. Terör örgütleri ve destekçileri, görüşlerinin toplum içinde yayılmasını ve fikirlerinin kökleşmesini hedefler ve bu amacın gerçekleşmesine yönelik her türlü vasıtaya başvurabilir. Terörün veya terör örgütlerinin propagandasının da söz konusu vasıtalardan biri olduğunda kuşku yoktur. Terör, başta ifade özgürlüğü olmak üzere demokratik toplumun tüm değerlerine düşmandır. Bu nedenle terörizmi, terörü ve şiddeti meşrulaştıran, öven ya da bunlara teşvik eden sözler ifade özgürlüğü kapsamında görülemez. Bu kapsamda sanığın konuşmasının bir bütün halde açıkça pkk/kck silahlı terör örgütü lehine olduğu, sözlerinin, insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratan içeriği olduğu, silahlı terör örgütünün cebir şiddet içeren faaliyetlerinin 'direniş' ve 'mücadele' olarak gösterilmeye, benimsetilmeye, meşru olarak gösterilmeye çalışıldığı, devletin silahlı terör örgütü ile ilgili mücadelesinin sivil halka karşı yapılıyormuş gibi gösterildiği, yine söylemde şiddetin geçerli ve etkili bir yöntem olduğu görüşünün toplum içinde yayılmasını ve terör eylemlerine neden olan fikir ve kanaatlerin kökleşmesini sağlamak amacının bulunduğu, sanığın bu amaca ulaşmak için belirli bir çaba ve zaman harcadığının diğer eylemlerinden de anlaşıldığı, eylemleriyle terör örgütüne sempatizan ve destekçi toplamaya çalıştığı, kişilerin terör örgütlerine bakış açısını değiştirmeyi amaç edindiği, cebir ve şiddet içerikli faaliyet yaparken öldürülen terör örgütü mensuplarını sözde şehit olarak nitelendirildiği, teröristbaşı ve avanelerinin başlattığı terör hareketini onaylamak, takipçileri tarafından gerçekleştirilen eylemleri kahramanca davranışlar olarak sunmak ve hâlen son derece tehlikeli olan pkk/kck terör örgütünün silahlı çatışmalarda ölen mensuplarını eylemleri ve örgütsel rolleri bağlamında yüceltmek amacıyla hareket ettiği anlaşılıp kabul edilmiştir.
Sanık, toplumsal sorunların çözümünde her tür siyasal yöntemi reddeden ve terör yöntemlerini tek ve geçerli bir yöntem olarak benimseyen teröröstbaşını ve takipçilerini överek ve başkalarına benimsetmeye çalışarak insanları cesaretlendirmeye, halkın örgüte olan sempatisini artırmaya ve giderek aktif desteğini sağlamaya olanak sağlamıştır. Sanığın davranışları ve açıklamaları bir bütün olarak ele alındığında başkalarını, teröristbaşının takipçileri tarafından hâlen gerçekleştirilmekte olan şiddet eylemlerinde bulunmaya teşvik niteliğinde olduğu, dolayısıyla sanığın bir terör örgütünün sesinin başkalarına duyurulmasını sağlama çabaları ile yarattığı tehlike, bir soyut tehlike olarak görülmemiş Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunun 95. maddesinde ifade edilen terör eylemlerini ve bu eylemlerin faillerini öven mesajlardan olduğu kanaatine ulaşılmıştır. (Anayasa Mahkemesi 05.11.2020 tarih, 2015/15672 başvuru nolu karada da aynı içerikte tespitler yapılmıştır) Bu minvade söylemlerin muhatap kitle üzerinde etkisi gözetildiğinde, pkk/kck silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, teşvik edecek nitelikte olduğu anlaşılmakla atılı suçun yasal unsurları oluştuğundan sanığın müsnet suçtan cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Yine sanığın 30/6/2016 günü (hendek barikat sürecinde) Lice kırsalındaki operasyonları protesto etmek amacıyla Kayapınar İlçesi Rojava parkında düzenlenen eylemde topluluğa hitaben konuşma yaptığı, konuşmasında 'Kürdistan topraklarını yıllardır abluka altına almışlar. Kürdistan halkının iradesini kırmak istiyorlar. Lakin tarihte defalarca gördüğümüz gibi ve kendinize diyorsunuz ki pkk'nın en son yaşanan 29. yaşamıdır. 29 defadır bu halkı yok etmek istediniz. Fakat halk kendi toprağından yeniden yeşerdi. Kürt halkı önünüze boyun eğecek diye düşünmeyin, yani hiç kimse kürt gücünü sınamasın. Kürtler binlerce defa direndi M.T. gibi S. gibi P. gibi A. gibi karşınızda boyun eğmediler. Lice'de boyun eğmeyecektir. ... direnişle imkanlarımız arttı ve şu anda bir çok kurum ve kuruluşlarımız mevcuttur bugünden sonrada ittifakımızı güçlendireceğiz. Rojava ve Kobani'de nasıl ki ittifakımızı güçlendirerek başarılı olduk vallahi kuzeyde de başarımızı demokratik öz yönetimle sonuca ulaştıracağız ve bunun müjdesini de sayın Öcalan'a vereceğiz.' beyanda bulunduğu anlaşılmıştır.
...
Sanık toplumsal sorunların çözümünde her tür siyasal yöntemi reddeden ve terör yöntemlerini tek ve geçerli bir yöntem olarak benimseyen teröröstbaşını ve takipçilerini överek ve başkalarına benimsetmeye çalışarak insanları cesaretlendirmeye, halkın örgüte olan sempatisini artırmaya ve giderek aktif desteğini sağlamaya olanak sağlamıştır. Sanığın davranışları ve açıklamaları bir bütün olarak ele alındığında başkalarını, teröristbaşının takipçileri tarafından hâlen gerçekleştirilmekte olan şiddet eylemlerinde bulunmaya teşvik niteliğinde olduğu, dolayısıyla sanığın bir terör örgütünün sesinin başkalarına duyurulmasını sağlama çabaları ile yarattığı tehlike, bir soyut tehlike olarak görülmemiş Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'nin açıklayıcı raporunun 95. maddesinde ifade edilen terör eylemlerini ve bu eylemlerin faillerini öven mesajlardan olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Bu minvade söylemlerin muhatap kitle üzerinde etkisi gözetildiğinde, pkk/kck silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, teşvik edecek nitelikte olduğu anlaşılmakla atılı suçun yasal unsurları oluştuğundan sanığın müsnet suçtan cezalandırılmasına karar verilmiştir.
..."
41. Başvurucunun hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerine karşı yaptığı istinaf başvurusu Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 8/6/2021 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir.
42. Anılan hükümlere karşı temyiz yoluna başvurulmuş olup başvurucunun hükmen tutukluluğunun devam ettiği dava Yargıtay aşamasında derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
43. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı 100. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez."
44. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı 314. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
45. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."
46. 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.
Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır."
47. 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
48. 3713 sayılı Kanun'un "Terör örgütleri" kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır."
B. Yargıtay Kararları
49. Yasama dokunulmazlığına ilişkin Yargıtay kararları için bkz. Ömer Faruk Gergerlioğlu [GK], B. No: 2019/10634, 1/7/2021, §§ 26-33.
50. Diğer taraftan Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/1/2020 tarihli ve E.2019/5611, K.2020/1360 kararının ilgili kısmı şöyledir:
"16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen PKK/KONGRE-GEL terör örgütünün 5. Genel Kurulunun sonuç bildirisinde ilan edilen KCK'nın, silahlı terör örgütünün elebaşısı Abdullah Öcalan’ın örgütün amacı doğrultusunda tabana yayılmasını sağlamak amacıyla ortaya koyduğu 'Kent Meclisleri, Demokratik Siyaset Akademisi, Demokratik Toplum Kongresi ve Kooperatifler Hareketi' şeklindeki dört ayaklı bir paradigmadan oluştuğu, bu paradigmanın üçüncü ayağı olan Demokratik Toplum Kongresinin (DTK), sözde kurucu meclis işlevi gören bir yapılanma olduğu ve Kuzey Kürdistan Parlamentosu/Meclisi olarak nitelendirildiği, terör örgütünün hedefi olan demokratik özerklik stratejisini hayata geçirmek için örgüt elebaşısının talimatları doğrultusunda kurulduğu, KCK/TM parlamento yapısını oluşturan sözde yasama organı olduğu, genel kurul, daimi meclis, başkanlık divanı, yürütme kurulu ve komisyonlar gibi organlarının bulunduğu, çalışma usulüne ilişkin sözde iç tüzüğünün olduğu, demokratik özerkliği gerçekleştirmek amacıyla siyasi parti, dernek, sendika ve sivil toplum kuruluşlarını örgütleyerek konferans ve çalıştaylar düzenlediği, örgütlenme yapısı itibarıyla KCK ile özdeşlik gösterdiği, bileşenlerinin KCK yapılanması içinde yer alan sözde kent meclisleri, ilçe meclisleri, mahalle meclisleri ve köy komünlerinin olduğu, delege ve üyelerinin anılan bu sözde meclis üyeleri ile bazı milletvekilleri, belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri olduğu, yaptığı kongre ve konferanslar sonucunda 14 Temmuz 2011 tarihinde demokratik özerlik ilan edildiği ve 27 Aralık 2015 tarihinde demokratik özerk bölgelerin oluşturulmasının istendiği ve ayrıca öz yönetim ilanlarına sahip çıkıldığı tüm dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında silahlı terör örgütü elebaşı olan Abdullah Öcalan'ın talimatı doğrultusunda KCK'nın dört ayaklı paradigmasından biri olarak kurulup faaliyet gösterdiği anlaşılan Demokratik Toplum Kongresinin eş başkanlığını yapan suç tarihinde aynı zamanda bir siyasi partinin de milletvekili olan sanığın;
... Demokratik Toplum Kongresinin olağanüstü kongresinde yer aldığı, örgüte müzahir internet sitelerinde yer alan çağrılar üzerine gerçekleştirilen çeşitli yasa dışı gösterilere katıldığı ve terör örgütü propagandasına dönüşen konuşmalar yaptığı şeklindeki sübut bulan eylemlerinin, salt siyasi bir faaliyet olarak kabul edilmesi mümkün olmadığından bir bütün halinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil üyesi olma ve terör örgütü propogandası yapma suçlarını oluşturduğuna ilişkin mahkemenin kabulü dosya kapsamına uygun bulunmakla, sanık müdafilerinin bir siyasi partinin milletvekili olarak yürütülen siyasi faaliyetlerin suç sayılmak suretiyle sanığın cezalandırıldığına ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
51. Anayasa Mahkemesinin 7/4/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yakalama ve Gözaltının Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
52. Başvurucu, hukuka aykırı olarak hakkında yakalama ve gözaltı tedbirlerinin uygulandığını ve bu tedbirlerin ölçülü olmadığını belirterek Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
53. Bakanlık görüşünde, başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerine yönelik olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde öngörülen tazminat davası açma yolunu tüketmeden başvuru yaptığı ifade edilmiştir.
54. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda açıkladığı hususları tekrar ettiğini belirterek Bakanlık görüşünü kabul etmediğini ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
55. Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
56. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
57. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
58. Açıklanan gerekçelerle yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
59. Başvurucu; tutuklama kararını gerektirecek somut bir delil ya da kaçma şüphesi olmadığı hâlde Anayasa'ya aykırı olarak tutuklandığını, 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde milletvekili seçildiğini, bu durumun dikkate alınarak tahliyesine karar verilmesi talebi üzerine verilen tahliye kararının itiraz sonucunda kaldırıldığını ve yeniden tutuklandığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
60. Başvurucu; tutuklama ve tutukluluğa itirazın reddi kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu, bu bağlamda milletvekili olması nedeniyle dokunulmazlık hükümlerinden yararlandırılması gerektiğini, suça konu eylemlerin ifade, toplantı ve gösteri özgürlüğü çerçevesinde siyasi faaliyetleri olduğu yönündeki iddialarının karşılanmadığını, adli kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığı açıklanmadan ve tutuklama nedenlerine ilişkin bir gerekçeye yer verilmeden özgürlüğünden yoksun bırakıldığını iddia etmiştir.
61. Tutuklama dolayısıyla milletvekili olarak siyasi faaliyetlerini yerine getiremediğine değinen başvurucu, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıyla bağlantılı olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 18. maddesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
62. Bakanlık görüşünde; başvurunun esasına ilişkin değerlendirme yapılmadan önce başvurucunun 25/1/2019 tarihli duruşmada tahliye edilmek suretiyle tutukluluk hâline son verilmesi de dikkate alınarak 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde öngörülen başvuru yolunun tüketilip tüketilmediği ve başvurunun kabul edilebilirliği yönünden inceleme yapılması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucunun suç işlemiş olabileceğinden şüphelenilmesi için inandırıcı delillerin bulunduğu, ayrıca olayda tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu ve tutuklamanın ölçülü olduğunun hem sulh ceza hâkimliği hem de ağır ceza mahkemesi tarafından değerlendirildiği, başvurucu hakkında tahliye kararı verildikten çok kısa bir süre sonra tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılması nedeniyle ileri sürülen başvurucunun derhâl serbest bırakılmadığı iddiasının dayanaktan yoksun olduğu belirtilmiştir.
63. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, başvuru formunda da açıklandığı üzere hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin koşullarının bulunmadığını, milletvekili seçildikten sonra verilen tahliye kararı uygulanmadan yeniden tutuklanmasının Anayasa'nın 83. maddesine aykırı olduğunu belirterek Bakanlık görüşünü kabul etmediğini ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
64. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
65. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
...
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."
66. Başvurucunun bu bölümdeki iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
67. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
68. Genel ilkeler için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 110-124; Ömer Faruk Gergerlioğlu, §§ 61-134.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
(1) İlk Tutuklama Kararı Yönünden
69. Somut olayda öncelikle başvurucunun 31/1/2018 tarihli ilk tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu söz konusu tutuklama tarihinde henüz milletvekili seçilmemiştir. Dolayısıyla başvurucu Anayasa'nın 83. maddesinde yer verilen yasama dokunulmazlığına ilişkin düzenleme kapsamında değildir. Öte yandan başvurucu, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
70. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
71. Başvurucunun tutuklanmasına karar veren yargı mercileri başvurucuyla ilgili somut olgulara atıf yaparak silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçu yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır.
72. İddianamede başvurucu yönünden suçlamaya esas alınan olgular genel olarak başvurucunun DTK eş başkanı olmasının yanı sıra yaptığı birtakım konuşmalar, katıldığı etkinlikler ve sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlardır.
73. Buna göre soruşturma mercilerince başvurucunun bir dönem DTK eş başkanı olmasının terörle (PKK terör örgütü) bağlantılı bir suçlama bakımından örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirildiği görülmektedir. Terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan Yargıtay 16. Ceza Dairesi; yakın tarihte verdiği bir kararında DTK'nın PKK tarafından 2007 yılında alınan karar gereğince oluşturulmuş bir yapılanma olduğunu, bu oluşumun terör örgütünün hedefi olan demokratik özerklik stratejisini hayata geçirmek amacıyla kurulduğunu ve terör örgütüyle doğrudan bağlantılı olduğunu belirterek DTK eş başkanlığı yapan bir sanık hakkında -diğer bir kısım delile de değinmek suretiyle- terör örgütü üyeliği ve örgüt propagandası yapma suçlarından verilen mahkûmiyet hükmünü onamıştır (bkz. § 50).
74. Öte yandan başvurucu, DTK eş başkanı olarak yaptığı bazı konuşmalarda doğrudan PKK terör örgütüyle ve örgüt tarafından gerçekleştirilen saldırılarla ilişkilendirilebilecek ifadeler kullanmıştır. Bu çerçevede başvurucu 6/8/2016 tarihinde bir televizyon kanalında yaptığı konuşmada o sırada yaşanan hendek olaylarına ilişkin olarak "... Şu anda direniş alanlarında 11 aydan beri savaş devam etmektedir. Bizler de Kürdistan’da DTK olarak tüm kurumların bir çatı şemsiyesi olarak insanlığa karşı savaşı yürütenler yargılanıncaya kadar, bu halktan, Sayın Öcalan’dan özür dilemedikleri sürece mücadelemiz her gün daha da büyüyecek bunun için çaba sarf edeceğiz, mücadelemizi daha da büyütüp güçlendireceğiz ... O direniş alanları için; doğrusu da Nusaybin, Cizre, Yüksekova’nın yanı sıra tüm Kürdistan için direniş önemlidir ... DTK’nın görevi nedir, nasıl yürümeli, ne yapmalı diyorlar. Arkadaşlar bu zaten bellidir. Sayın Öcalan DTK'yı önerdiği vakit meclisin bir prototipi gibi olarak yansımıştı. Peki neden prototiptir? Çünkü henüz demokratik özerklik Kürdistan’da inşa edilmediği-kurulmadığı için, tamamen yürürlüğe girmediği için prototiptir." şeklinde ifadeler kullanmıştır.
75. Anılan konuşma hendek olayları olarak bilinen terör olaylarının yaşandığı dönemde yapılmıştır. PKK'nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı yerleşim yerlerinde cadde ve sokaklara hendekler kazıp barikatlar kurmak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirmek suretiyle şehirlerin bir kısmında hâkimiyet sağlamaya çalıştığı, güvenlik güçlerinin ise bu terör saldırılarının önlenmesi, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması, böylelikle yaşamın normale dönmesini sağlamak için operasyonlar yaptığı bir süreçte başvurucunun doğrudan PKK kaynaklı terörist faaliyetleri ve saldırıları öven, meşru gösteren hatta sahiplenen sözler söylediği görülmüştür. Üstelik bu konuşma bir TV kanalında geniş kitlelere hitaben yapılmıştır.
76. Buna göre DTK'nın konumuna dair yukarıda değinilen Yargıtay kararında yer alan tespit ve değerlendirmeler ile başvurucunun hendek olayları sırasında bu oluşumun eş başkanı olarak yaptığı konuşmada PKK terör örgütünün eylem ve saldırılarını sahiplenmesi birlikte dikkate alındığında bunların terörle bağlantılı bir suç bakımından kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
77. Nitekim Anayasa Mahkemesi, başvurucunun konuşma ve paylaşımlarında yer alan ifadelerle büyük ölçüde benzeşen sözlerin söylenmesini veya paylaşımlarda bulunulmasını, özellikle güvenlik güçlerinin PKK terör örgütü mensuplarıyla silahlı çatışma hâlinde olduğu veya terör saldırılarının yoğunlaştığı dönemde terörle bağlantılı suçlar bakımından tutuklamanın hukukiliği bağlamında yaptığı incelemelerde kuvvetli suç belirtisi olarak kabul etmiştir (ilgili kararlar için bkz. Selma Irmak, §§ 77-80; Leyla Birlik, B. No: 2016/40882, 4/7/2018, § 72; Nursel Aydoğdu, B. No: 2016/35718, 30/10/2018, § 74; Çağlar Demirel, B. No: 2017/5221, 12/9/2018, § 73; Ayla Akat Ata, B. No: 2017/5037, 11/10/2018, § 70; Gültan Kışanak, B. No: 2017/22108, 10/10/2018, § 48; Sebahat Tuncel, B. No: 2017/23601, 10/10/2018, § 62; Abdullah Zeydan, B. No: 2016/29875, 14/11/2018, §§ 69-73; Edibe Şahin, B. No: 2017/24812, 25/12/2018, § 54).
78. Diğer taraftan başvurucunun Türkiye tarafından Suriye'nin kuzeyinde belirli bölgelerde konuşlanmış olan ve PKK terör örgütünün Suriye kolu olduğu bilinen YPG'den ve bu örgütün saldırılarından kaynaklanan ülke güvenliği üzerindeki riskin engellenmesine dair alınan önlemleri ve yapılan sınır ötesi harekâtları hedef alan bazı ifadeler kullandığı görülmektedir. Bu bağlamda başvurucunun Zeytin Dalı Harekâtı sırasında KCD/DTK isimli Twitter hesabından yapılan "Afrin'e dönük yapılan hava saldırısı, Kürt halkına dönük açık ve net savaş ilanıdır. Bu saldırıların tek hedefi Kürt halkının Rojava sahasındaki kazanımlarıdır. Halkımız bu saldırılara karşı sessiz kalmamalı ve bulunduğu tüm alanlarda ..." ve "Afrin bütün Kürdistan'dır. IŞID saldırıları ve işgaline karşı Kobane'de gerçekleşen direnişi sahiplendiği gibi bir kez daha tam bir Kobane direniş ruhuyla Afrin halkını ve direnişini de sahiplenecek ve işgal girişimini boşa çıkartacaktır." şeklindeki paylaşımları retweet ettiği (paylaştığı) tespit edilmiştir.
79. Başvurucunun ayrıca Zeytin Dalı Harekâtı sırasında (21/1/2018 tarihinde) bir TV kanalında yaptığı konuşmada "İsteseler de istemeseler de bizden 1 kişi kalıncaya kadar da Kobane'ye sahip çıkma ruhuyla Afrin'e de sahip çıkacağız. Halkımıza çağrıda bulunuyoruz!... Yine halkımıza çağrıda bulunuyoruz... Eğer Rojava'da bir kırılma yaşanırsa herkes bilsin ki dört parça kürdistan üzerinden kırılma olacaktır. Ortaya çıkmış olan ağır bedeller böyle olsun istemiyoruz ... Daha önce de söylemiştik! Afrin ya da Amed, Van, diğer kentler olan Süleymaniye gibi kentler hiç fark etmez hepsi birdir. Türkiye farkında mıdır değil midir bilmiyorum ama Türkiye ateşle oynuyor. Eğer bir iç savaş çıkarsa zaten o zaman da hiç kimse bu savaşın önünde duramaz. Yani Türkiye Suriye'den daha beter olacaktır ... " şeklinde sözler sarf ettiği tespit edilmiştir. Başvurucunun anılan konuşmada kullandığı ifadelerin Türkiye tarafından düzenlenen sınır ötesi harekâtı eleştirmenin ötesinde anlamlar içerdiği gözardı edilmemelidir. Bu bağlamda başvurucunun sınır ötesi harekâta ilişkin olarak Türkiye'ye yönelik iç savaş tehdidini çağrıştıran bir üslup kullandığı görülmektedir.
80. Bu itibarla başvurucunun Zeytin Dalı Harekâtı sırasında yaptığı paylaşım ve konuşmaların da terörle bağlantılı bir suç bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilebileceği değerlendirilmiştir.
81. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı değerlendirilmelidir.
82. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilirken işlediği iddia edilen silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçuna ilişkin olarak kanunda öngörülen yaptırımın ağırlığına, suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan katalog suçlar arasında olmasına ve kaçma şüphesine dayanıldığı görülmüştür (bkz. §§ 21, 22).
83. Başvurucunun tutuklanmasına karar verilen silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçu, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tiplerindendir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Gülser Yıldırım (2), § 148). İsnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biridir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hüseyin Burçak, B. No: 2014/474, 3/2/2016, § 61; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66). Ayrıca anılan silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçu, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlar arasındadır. Diğer yandan PKK'nın yurt içinde ve yurt dışındaki faaliyetleri dolayısıyla bu terör örgütüyle bağlantılı bir suçla itham edilen başvurucunun serbest bırakıldığında yurt içinde saklanması veya yurt dışına çıkması ve burada barınması imkânı diğer kişilere göre çok daha fazladır (aynı yöndeki bir değerlendirme için bkz. Devran Duran, § 66).
84. Bu itibarla başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında açıklanan ve özellikle kaçma şüphesine ilişkin tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin bulunduğu görülmüştür.
85. Öte yandan başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bir tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri kapsamındaki ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 268; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 76).
86. Öncelikle terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir biçimde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran, § 64; Gülser Yıldırım (2),§ 162).
87. Ölçülülüğe ilişkin olarak somut olayın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında -Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliğince isnat edilen suçlar için öngörülen yaptırımın ağırlığını ve işin niteliğini de gözönünde tutarak- tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının (bkz. § 21) keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez.
88. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
89. Öte yandan başvurucu, ifade ve toplanma özgürlüğü kapsamında kalan eylemlerinin suçlama konusu yapılması sonucu tutuklandığını belirterek ifade ve toplanma özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun temel şikâyeti olan tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiasının ilk tutuklamaya yönelik kısmına ilişkin olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmış olması karşısında ifade özgürlüğü ile örgütlenme ve toplanma özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarının bu aşamada ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Onur Kılıç, B. No: 2015/3213, 8/6/2021, § 70).
(2) Başvurucunun 24/6/2018 Tarihinde Milletvekili Seçilmesi Sonrasında Verilen İkinci Tutuklama Kararı Yönünden
90. Başvurucu; yargılanmasına devam edilirken 24/6/2018 tarihinde milletvekili seçildiğini, böylelikle yasama dokunulmazlığına sahip olduğunu, bunun üzerine de tahliyesine karar verildiğini, buna rağmen -yasama dokunulmazlığına aykırı bir şekilde- itiraz üzerine tekrar tutuklandığını ve yapılan duruşmada da tutukluluğunun devam ettirildiğini ileri sürmüştür (bkz. §§ 29-34). Bu durumda yasama dokunulmazlığının -somut olayın koşullarında- başvurucunun tutuklanması yönünden Anayasa'dan kaynaklı bir engel oluşturup oluşturmadığının belirlenmesi gerekmektedir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 126-132; Ömer Faruk Gergerlioğlu, §§ 61-66).
91. Anayasa'nın "Yasama dokunulmazlığı" kenar başlıklı 83. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır."
92. Yasama dokunulmazlığını düzenleyen anılan Anayasa hükmü uyarınca seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulması, sorguya çekilmesi, tutuklanması veya yargılanması mümkün değildir. Bu durumda yasama dokunulmazlığı kural olarak milletvekillerinin tutuklanmalarının önünde doğrudan Anayasa'dan kaynaklanan bir engel oluşturmaktadır.
93. Anayasa'nın 83. maddesi, milletvekillerinin hiçbir baskı ve tehdit altında kalmadan yasama faaliyetlerini serbestçe yürütebilmelerini temin etmek için yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı kurumlarına yer vermiştir. Bu bağlamda milletvekillerine yasama faaliyetleri sırasındaki oy ve sözleri nedeniyle mutlak bir sorumsuzluk tanınmıştır. Ayrıca milletvekilleri; işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle tutulma, tutuklanma, sorgulanma ve yargılanmaya karşı aksatmadan yasama faaliyetlerine katılmalarını temin etmek maksadıyla dokunulmazlık yoluyla koruma altına alınmıştır. Bu güvenceler, milletvekillerine tanınan bir ayrıcalık ya da imtiyaz olmaktan ziyade temsil ettikleri seçmenlerin görüş ve düşüncelerinin siyasal alanda gereği gibi yansıtılmasını sağlamaya dönük koruyucu tedbirlerdir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 97). Anayasa Mahkemesi de dokunulmazlığın amacını "yasama organı üyelerini, görevlerini tam olarak yerine getirmelerini engelleyecek gereksiz suçlamalardan korumak" şeklinde ifade etmiştir (AYM, E.1997/73, K.1997/73, 30/12/1997).
94. Anayasa'nın 83. maddesinde hükme bağlanmış olan yasama dokunulmazlığı, parlamento üyelerinin zamansız ceza kovuşturmaları ile yasama çalışmalarından alıkonulmasının önüne geçmeyi amaçlayan ve milletvekilliğinin sona ermesi ile birlikte kendiliğinden yitirilen geçici bir güvence olarak kabul edilmiştir. Yasama dokunulmazlığı ile ilgili kuralların varlığı her şeyden önce temsilî demokrasi ilkesini koruma ihtiyacına dayanmaktadır. Bu türden bir dokunulmazlık, özellikle Mecliste azınlıkta kalan ve muhalif milletvekillerinin halkın seçilmiş temsilcileri olarak gereksiz müdahale kaygısı taşımaksızın demokratik işlevlerini fiilen yerine getirebilmelerini sağlar (Kadri Enis Berberoğlu (2) [GK], B. No: 2018/30030, 17/9/2020, § 74).
95. Bununla birlikte Anayasa'da, yasama dokunulmazlıkları mutlak olarak düzenlenmemiş; Anayasa'nın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığına bazı istisna ve sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre dokunulmazlık kural olarak milletvekilliği süresiyle sınırlıdır. Yine bu süre içinde seçimden önce veya sonra herhangi bir suç işlediği iddiasıyla bir milletvekilinin dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılabilmesi mümkündür. Öte yandan ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlinin bulunması durumu yasama dokunulmazlığının istisnalarından biridir. Son olarak seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesindeki durumlar da dokunulmazlık kapsamı dışında tutulmuştur. Nitekim Anayasa'nın 83. maddesinin gerekçesinde "14. maddede yer alan suçlardan birini seçimden önce işlemiş olanların, milletvekili seçilmeden önce haklarında bu suça ilişkin olarak soruşturmaya başlanmış ise madde hükümlerine göre dokunulmazlıktan yararlanamayacakları" hükmünün de maddeye eklendiği belirtilmiştir.
96. Bu durumda seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında yer alan suçlar yönünden yasama dokunulmazlığının bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Başvurucu hakkındaki davada Mahkemenin tutuklama tedbirine de konu olan terör örgütü yöneticiliği suçunun Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında olduğunu değerlendirerek başvurucunun yasama dokunulmazlığından dolayı yargılamanın durdurulması talebini kabul etmediği görülmüştür (bkz. § 34).
97. Anayasa Mahkemesi, başvurucu hakkında tutuklama tedbirine konu terör örgütü yöneticiliği suçu yönünden bu suça ilişkin soruşturmanın seçimden önce başlaması ve suçun Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında kalması dolayısıyla derece mahkemelerinin yasama dokunulmazlığına istisna oluşturan bir durum bulunduğu şeklindeki yaklaşımlarının Anayasa'ya uygunluğunu denetlemek bakımından ilgili Anayasa kurallarını yorumlayacaktır.
98. Somut olayda yargılanmasına tutuklu olarak devam edilen başvurucunun 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde milletvekili seçildiği görülmektedir. Bu nedenle başvurucunun yasama dokunulmazlığının bulunduğunu belirterek tahliyesine karar verilmesini talep ettiği ve Mahkemece -yasama dokunulmazlığından yararlanıp yararlanmadığı hususunda bir değerlendirme yapılmadan- suçun niteliğinin değişme ihtimalinin olması, delillerin büyük oranda toplanmış olması ve adli kontrolün yeterli görülmesi gibi gerekçelerle başvurucunun 29/6/2018 tarihinde tahliyesine karar verildiği ve bu tahliye kararının verildiği gün de Başsavcılığın itirazı üzerine başvurucunun tekrar tutuklandığı anlaşılmıştır (bkz. §§ 30-32).
99. Dolayısıyla bireysel başvuruya konu tutuklama tedbiri bakımından isnat konusu terör örgütü yöneticiliği suçuna ilişkin eylemlerin seçimden önce gerçekleştiği ve yine seçim öncesinde başvurucu hakkında soruşturma yürütülüp kamu davası açıldığı, başvurucunun kovuşturma aşamasında milletvekili seçildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucu yönünden seçimden önce soruşturmasına başlanmış olma koşulunun mevcut olduğu tartışmasızdır.
100. Bu durumda başvurucunun tutuklanmasına karar verilen terör örgütü yöneticiliği suçunun Anayasa'nın 14. maddesinin kapsamında olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
101. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması" kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:
"Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir."
102. Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağı ifade edilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında da Anayasa hükümlerinden hiçbirinin devlete veya kişilere Anayasa ile tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini ya da Anayasa'da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağı düzenlenmiştir.
103. Anayasa'da -veya ilgili kanunlarda- Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında olup bu itibarla -seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması kaydıyla- yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturan suçların neler olduğuna yönelik bir düzenlemeye yer verilmemiş; yalnızca maddenin son fıkrasında, ilk iki fıkrada yer alan hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyidelerin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.
104. Anayasa'nın 83. maddesinde milletvekilleri hakkında yasama dokunulmazlığına ilişkin güvencelere yer verilmiş, bu çerçevede yasama dokunulmazlığının istisnasını oluşturan hâller belirtilirken Anayasa'nın 14. maddesine atıf yapılarak bu maddedeki durumların -seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması kaydıyla- istisna kapsamında olduğu ifade edilmiştir.
105. Buna karşılık anayasa koyucu Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresi kapsamındaki suçların neler olduğunu açıkça belirlememiş, kanun koyucu da söz konusu suçları belirleyen bir kanuni düzenleme yapma yoluna gitmemiştir. Bu nedenle de derece mahkemeleri yargılamaya konu edilen suçun Anayasa'nın 14. maddesi kapsamına giren bir suç olup olmadığını kanun koyucu tarafından çıkarılmış bulunan bir kanun metnini yorumlayıp uygulayarak değil doğrudan Anayasa hükmünü yorumlayıp uygulayarak belirlemektedir. O hâlde derece mahkemelerinin Anayasa'nın 14. maddesine ilişkin olarak yaptığı yorumun öngörülebilirliği ve belirliliği ifade eden kanunilik ölçütüne uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuru yolunda da Anayasa maddelerinin nihai yorum yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir (Kadri Enis Berberoğlu (2), § 71).
106. Anayasa'nın 14. maddesinin üçüncü fıkrasında "Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir." hükmüne yer verilmiştir. Kanun koyucu ceza kanunlarında birçok suç tipini düzenlemiş olmasına karşın bu suç tiplerinden hangilerinin Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) iradesinin ürünü olan bir kanun ile belirlenmiş değildir. Ceza kanunlarındaki suçlardan hangilerinin 14. madde kapsamına dâhil edileceği ve dolayısıyla yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında tutulacağı Anayasa'nın 14. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının genel ifadelerine verilebilecek yukarıda açıklanan muhtemel yorumlardan hangisinin uygulayıcılar tarafından tercih edileceğine bağlıdır (Ömer Faruk Gergerlioğlu, § 94).
107. Anayasa Mahkemesi Ömer Faruk Gergerlioğlu kararında; Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrasının metninin Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresini, dolayısıyla da Anayasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrası kapsamına girmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığı dışında bırakılan suçları salt yargı organlarının kararlarıyla anlamlı bir şekilde belirlemeye ve böylece belirlilik ve öngörülebilirliği sağlayacak şekilde yorumlamaya elverişli olmadığını ifade etmiştir (Ömer Faruk Gergerlioğlu, §§ 83-88).
108. Anayasa'nın 14. maddesi bir taraftan temel hak ve özgürlüklerin hangi amaçlarla kullanılabileceğine, diğer taraftan Anayasa hükümlerinin temel hak ve özgürlükleri Anayasa'nın öngördüğünden daha geniş sınırlandıracak şekilde yorumlanmasını engellemeye ilişkin genel hükümler ihtiva etmektedir. Maddeyle engellenmek istenen faaliyetlerin suç teşkil eden eylemlerle sınırlı olmadığı, maddenin suç teşkil etsin ya da etmesin belli amaçlarla yapılacak tüm faaliyetleri içeren geniş bir kapsama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Asıl amacı yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında bırakılan suçları belirlemek olmayan Anayasa'nın 14. maddesinin genel ifadeler içeren metninden hareketle Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresinin yargı organlarınca belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayarak anlamlı bir şekilde yorumlanması mümkün görünmemektedir (Ömer Faruk Gergerlioğlu, § 95).
109. Bu itibarla Anayasa'nın 14. maddesindeki durumların kapsamını ortaya koyan yasama dokunulmazlığının güvencelerini sağlayacak öngörülebilirlikte anayasal veya kanuni kuralların bulunmaması karşısında, Anayasa'nın 14. maddesinin üçüncü fıkrasından ve Anayasa'nın seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını düzenleyen 67. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerinden hareketle Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar" ibaresinin kapsamına hangi suçların girdiği konusunda kanun koyucunun düzenlemesi dışında yargı organlarınca yapılan yorumlarla belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamanın mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Ömer Faruk Gergerlioğlu, §§ 102, 103).
110. Anılan kararda gerek yasama dokunulmazlığını koruma altına alan Anayasa'nın 83. maddesinin gerekse temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını yasaklayan Anayasa'nın 14. maddesinin ancak demokrasinin korunması bağlamında ve hak eksenli yorumlandıkları takdirde işlevlerini tam olarak yerine getirebileceği, mahkemelerin söz konusu anayasal hükümleri özgürlükler lehine yorumlamadıkları gibi onları böyle bir yorum yapmaya sevk edecek esasa ve usule ilişkin güvencelerin olduğu bir yasal sistemin de (temel güvencelere sahip, belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayan anayasal veya yasal bir düzenlemenin) bulunmadığı değerlendirilmiştir (Ömer Faruk Gergerlioğlu, § 133).
111. Netice olarak somut olayda 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde milletvekili seçilmesinden ve genel olarak yasama dokunulmazlığına sahip olmasından sonra tahliye edilen başvurucunun önünde doğrudan Anayasa'dan kaynaklanan bir engel olmasına rağmen yeniden tutuklanarak hürriyetinden yoksun bırakılması yasama dokunulmazlığına ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa'nın 83. maddesiyle bağdaşmamaktadır.
112. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
113. Diğer taraftan başvurucunun Anayasa'dan kaynaklanan bir engel olmasına rağmen yeniden tutuklanarak hürriyetinden yoksun bırakılması yasama dokunulmazlığına ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa'nın 83. maddesiyle bağdaşmaması nedeniyle bu aşamada şikâyet konusu tutuklama tedbirinin kanuni dayanağının olup olmadığına, suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tedbirin ölçülülüğüne ilişkin bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
114. Ayrıca başvurucu, ifade ve toplanma özgürlüğü kapsamında kalan eylemlerin suçlama konusu yapılması sonucu tutuklandığını belirterek ifade ve toplanma özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun temel şikâyeti olan tutuklanmasının hukuki olmadığı iddiasına ilişkin olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılması karşısında ifade ve toplanma özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarının bu aşamada ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Oktay Yaşar, B. No: 2020/16865, 18/5/2021, § 51; Yakup Çetin, B. No: 2018/15113, 11/3/2021, § 73).
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
115. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
116. Başvurucu; ihlalin tespit edilerek tahliyesine karar verilmesi ve 20.000 TL maddi, 400.000 TL manevi olmak üzere tazminat talebinde bulunmuştur.
117. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
118. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
119. Başvuruda, başvurucunun milletvekili seçilmesi sonrasında verilen ikinci tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu, yargılandığı davada 25/1/2019 tarihinde tahliye edilmiştir (bkz. § 38). Ayrıca başvuru konusu edilen yargılama dışında, başka bir mahkemece daha önceden verilen ve kesinleşen başka bir mahkûmiyet hükmünün 4/6/2020 tarihinde TBMM Genel Kurulunda okunması neticesinde başvurucunun milletvekilliği düşürülmüştür (bkz. § 39). Başvurucu -başvuruya konu ettiği- yargılandığı dava kapsamında ise 21/12/2020 tarihinde hapis cezalarıyla cezalandırılmış ve başvurucunun hükmen tutuklanmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun suç isnadına bağlı tutukluluğu sona ermiştir (bkz. §§ 38-40). Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
120. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 67.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
121. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
122. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1.Yakalama ve gözaltının hukuka aykırı olması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ilk tutuklama kararı yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın milletvekili seçilmesi sonrasında verilen ikinci tutuklama kararı yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ilk tutuklama kararı yönünden İHLAL EDİLMEDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının milletvekili seçilmesi sonrasında verilen ikinci tutuklama kararı yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE Rıdvan GÜLEÇ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Başvurucuya net 67.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/149) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/4/2022 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında; "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır." ve 14. maddesinde; "Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir." hükmü yer almaktadır.
"Anayasa'nın 14. maddesindeki durumların" hangi suçlara tekabül ettiğine dair yasama organı tarafından yürürlüğe konulmuş bir kanun bulunmamakta ise de söz konusu hükmün bu haliyle de soruşturma ve kovuşturma mercileri tarafından uygulanabilir nitelikte olduğunu değerlendirmekteyiz.
Diğer taraftan çoğunluk görüşünün dayandığı temel kabullerden birisi olan Anayasa hükmünün muhtevasından kaynaklanan belirsizliklerin oluşturduğu zorluklar, yasama organı açısından da geçerlidir. Bu kabule göre yasa koyucunun yapacağı her türlü belirleme Anayasal düzeyde tartışmalara konu olabilecektir.
Bununla birlikte Anayasa hükümlerinin özellikleri gereği kanunlara kıyasla daha genel düzenlemeler olduğunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Onların bu nitelikleri hükümlerinin uygulanmama gerekçesi olmamalıdır.
Ayrıca Anayasa'nın 14. maddesine bakıldığında söz konusu uygulamaya temel teşkil edecek yeterlilikte birtakım kıstasların bulunduğu da açıktır.
Öncelikli olarak isnad edilen suçların "soruşturmasına seçimlerden önce başlanmış olması" somut ve öngörülebilir bir kıstastır. Bu unsur ayrıca ilgililerine objektif bir güvence de sağlamaktadır.
İkinci önemli bir kriter de soruşturma konusu faaliyetlerin "Anayasa'nın 14. maddesinde tanımlanan durumlarla ilgili suç" nitelendirilmeleriyle alakalı olma gerekliliğidir.
14. madde kapsamında dile getirilen durumların milletvekili dokunulmazlığının etkisiz kılınması bağlamında bir değerlendirme ihtiva ettiğinden "durumlar" tabirinin bu bağlamda suçlara tekabül ettiğinde bir tereddüt bulunmamaktadır.
Madde muhtevası da bir takım suçları önceleyen bilgiler ihtiva etmektedir. Bu suçların "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozan ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler" vasfında olduğu aşikârdır.
Dahası Anayasa koyucunun düzenleme içeriğinde "fiil" veya daha önceki halinde yer alan "eylem" yerine "faaliyet" tabirini tercih etmesi isnatlara konu olabilecek maddi vakıaların bir yoğunluk eşiğine ulaşması gerekliliğini de göstermektedir.
Yapılan bu değerlendirmeler çerçevesinde Anayasa'nın 14. Maddesinin uygulanması açısından yasamanın konuya müdahil olmasının mutlak bir gereklilik olmadığı, konunun yargı kararlarıyla da belirginleştirmeye müsait olduğunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin görevi gerek norm denetimi kapsamındaki kanun, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ve gerekse bireysel başvuru denetimi kapsamında şikayet konusu edilen işlem, eylem veya ihmalin Anayasa kurallarının bütününe uygunluğunu denetlemektir. Anayasa'nın 11. maddesinin açık hükmü gereğince Anayasa Mahkemesi için Anayasa kuralları "denetime esas" normdur. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi anayasanın hükmünü asla denetleyemez. Anayasa kurallarının denetlenmesi, Anayasa kuralları arasında da bir hiyerarşi olduğu anlamına gelir ki bu bizim hukuk sistemimiz açısından kabulü mümkün değildir.
Çoğunluk görüşünde Anayasa'nın 83. maddesinin 2. fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan "Anayasanın 14. maddesindeki durumlar" ibaresinin (esas yönünden) belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine uygunluk denetimi yapılmıştır.
Bu şekildeki bir yaklaşım "Anayasa'nın 14. maddesindeki durumların ne olduğunu öngören bir kanun hükmü yürürlükte olmadığı sürece, Anayasanın 83. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinin uygulanabilmesi hiç bir şekilde mümkün olamayacaktır. Başka bir ifade ile yasama organı herhangi bir sebeple bu yönde bir kanun çıkarmazsa, söz konusu Anayasa hükmü fiilen yürürlükten kaldırılmış olacaktır. Oysa Anayasa Mahkemesinin varlık sebebi Anayasa maddesinin bir kısmını uygulanamaz kılmak değil bilakis Anayasa'nın bütün hükümlerini uygulanabilir kılmaktır.
Anayasa'nın somut uyuşmazlıklarda uygulanabilir nitelikte kurallar içeren maddelerinin uygulanabilmesini kanun koyucunun Anayasa'dan daha alt düzeyde bir kural işlem (Kanun) ihdas etmesi koşuluna bağlamak Anayasa'nın üstünlüğü ve normlar hiyerarşisi prensibi ile bağdaşmamaktadır.
Son olarak;
"Temel hak ve özgürlüklerin korunması" gibi ulvi bir amaçla dahi olsa Anayasa Mahkemesinin Anayasa maddesini denetlemek ve uygulanamaz hale getirmek şeklindeki yaklaşımının hukuk devleti anlayışına açıkça aykırı olması nedeniyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye Rıdvan GÜLEÇ |
Üye Yıldız SEFERİNOĞLU |
Üye Basri BAĞCI |
Üye İrfan FİDAN |