1. Anayasa Mahkemesi Yargısı
Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası ile kurulmuştur. Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri, yargılama ve çalışma usulü ile kararlarının niteliği 1982 Anayasasında 146 ila 153. maddeleri arasında düzenlemiştir. Bu düzenlemeye paralel olarak da 6216 Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun mevzuatımızda yürürlüğe girmiştir. Anayasa’nın 148. Maddesinin birinci fıkrası; “Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde ve savaş hallerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.” Şeklindedir. Bu düzenleme uyarınca Anayasa Mahkemesi’ne kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasa'ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleme; Anayasa değişikliklerini ise sadece sınırlı sayıdaki şekil eksiklikleri yönünden inceleme ve bunların yanı sıra Anayasa'da sayılan bazı kişileri görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılama ve siyasi partilere ilişkin dava ve başvurulara bakma ve bireysel başvuruları karara bağlama görevi verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin görev alanına giren işler ile ilgili yalnızca bu makalede Bireysel Başvurulara bakma görevi ve başvuru sonucu verilen kararların uygulama alanı, bağlayıcılığı hususu ele alınmıştır. Anayasa Türkiye Cumhuriyetini tanımlarken 2. Maddede temel kriterleri koymuş olup bu kriterlerin hepsinin ancak ve ancak hukuk devleti ilkesi ile var olacağını düzenlemiştir.
Anayasanın 5. maddesinde devletin temel amaç ve görevleri arasında “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” sayılmıştır. Bu maddede sayılan devletin amaçları dikkate alındığında kişilerin özgürlüklerinin en başta kamu gücü tarafından ihlal edilmesini önlemek, temel hak ve özgürlük ihlallerini ortadan kaldırmak, kişilerin hak ve hürriyetlerinin ihlali söz konusu olduğunda bu ihlallerin sonuçlarını yaptırıma bağlamak da insan haklarına saygılı bir “hukuk devletinin” temel amaç ve görevlerinden olduğundan Anayasa yargısı hukukunda “bireysel başvuru” yolu Anayasanın 2. ve 5. maddesinin öngördüğü ilkelerin somutlaştırılması yolunda önemli bir adım olarak kabul edilmektedir. Bireysel başvuru ile Anayasa Mahkemesi önüne herhangi bir hak ihlalinin götürülmesi 2010 yılında 5982 Sayılı Kanunun 18. Maddesi ile yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasamıza girmiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılmış olması Anayasa Mahkemesine bir yönü ile temel hak ve özgürlükler konusunda ulusal insan hakları mahkemesi görevini vermiştir. Anayasa Mahkemesinin artık bireysel başvuru yargılaması yaparken İnsan Hakları Mahkemesi niteliğinde görev yaptığı nitelendirilmesi yapılabilir. Bu nedenle bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin kararları temel hak ve özgürlükleri AİHM’e götürülmeden güvence altına alınmasını sağlamak adına demokratik hukuk düzenimizin önemli bir aşaması olarak kabul edilmektedir.
Anayasa m. 148/3 vd. fıkraları ve 6216 Sayılı Kanunun 45. Maddesi uyarınca herkesin, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi bir kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla olağan kanun yollarını da tüketmek şartıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği düzenlenmiş ve bu başvurunun nasıl yapılacağı, başvuru sonucunda alınan kararın nasıl infaz edileceği yani nasıl bir uygulama ile sonuç doğuracağı çok açık bir şekilde düzenlenmiştir.
Öncelikle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluna gidebilmek için Anayasa m. 148/3’e göre “başvuruda bulunmak için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır” düzenlemesi bulunmaktadır. Hak ihlali başvurusu normal bütün yargısal süreçler tüketildikten sonra yapıldığı için Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar kesindir ve herkes için de bağlayıcıdır.
2. Anayasa Mahkemesinin Bireysel Başvuru Kararlarının Bağlayıcılığı
Öncelikle Anayasa Mahkeme Anayasa madde 153/6; “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Şeklinde olup Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı konusunda genel bir ilke öngörmektedir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular dâhil olmak üzere istisnasız verdiği tüm kararlar bağlayıcıdır. Anayasanın 153. Maddesinin 6. Fıkrası bu kadar açık ve kesin iken Anayasa Mahkemesi kararlarına yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının, gerçek ve tüzelkişilerin uymaması hak ihlaline devam etmek ve hukuk devleti ilkesini ihlal etmek demektir.
Nitekim bu konuda Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 2015/24695 E. 2016/361 K. Sayılı ve 12.01.2016 Tarihli Kararı da;
“Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda verdiği ihlal kararları, soyut ve somut norm denetiminden farklı olarak, sadece başvuruda bulunan kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından geçerli ve bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesinin saptadığı hak ihlalinin, mahkeme kararından kaynaklandığını belirleyen ve Kuruluş Kanununun 50. maddesinin (2.) fıkrasında dayanarak aldığı "ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmasına” ilişkin kararı karşısında, derece mahkemelerinin başvuru konusu somut olay ve kişi bakımından artık başka türlü karar vermesine olanak yoktur……Anayasa Mahkemesinin bu husustaki bireysel başvuru sonucu aldığı ihlal kararı karşısında, hak ihlaline yol açmamak için hükmün bozulması gerekmiştir.” Şeklindedir.
6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesinin üçüncü fıkrası da; “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. ”düzenlemesi yer almakta olup dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin tespit ettiği ve bir mahkeme kararından kaynaklana hak ihlali kararının ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye göndereceği ve yerel mahkemenin de burada herhangi bir yorum yaparak kararı uygulamamasının mümkün olmadığı açıktır.
Öte yandan Anayasanın 138. Maddesinde de “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.” Denmekle Anayasa Mahkemesi kararı Anayasa’nın 153. Maddesinde çok açık bir şekilde herkes için bağlayıcıdır denildiği için Anayasa Mahkemesi kararlarına yerel mahkemenin uymaması ve kararın gereğini yerine getirmemesi Anayasa’nın 138. Maddesine aykırılık sonucu doğurur.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI BAĞLAYICIDIR VE DEVLETİN ORGANLARI TARAFINDAN DA KARARIN İÇERİĞİ DOĞRU BULUNSA DA BULUNMASA DA YERİNE GETİRİLMEK ZORUNDADIR
Anayasa Mahkemesinin kararının gereğini yerine getirmeyen bir yerel mahkeme Anayasaya ve hukuka aykırı bir karar vermiş olacaktır. Ayrıca bu durumda başvurucu için hak ihlali devam ettiğinden ve yine bir yerel mahkeme kararı söz konusu olduğundan ayrı bir bireysel başvuru davası açma imkânı doğacaktır. Nitekim Anayasanın 6. Maddesinde de Türk Milletinin egemenliğinin Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanılacağı ve hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme kapsamında da ilk derece mahkemeleri, İstinaf mercii ve Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararına uymaması halinde Anayasa m.6’ya da aykırı davranılmış olacaktır.
3. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin Enis Berberoğlu Hakkında Verilen İhlal Kararına Uymaması Meselesi
Anayasa Mahkemesi’nin 2018/30030 başvuru numaralı Kadri Enis Berberoğlu kararında, başvurucunun İHAS m.5/4’de ve Anayasa m.19/8’de korunan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 1. Ek Protokol m.3’de ve Anayasa m.67/1’de korunan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Enis Berberoğlu hakkında verilen bu ihlal kararında AYM ihlalin giderilmesi için kararı ilk derece mahkemesi olan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. İlk derece mahkemesinin yapabileceği tek şey Enis Berberoğlu kararının içeriğinin doğru olup olmadığına bakmaksızın 6216 sayılı Kanun’un m. 49/6 ve m. 50/2 göz önüne alarak yeniden dosya açıp ve karar doğrultusunda önceki hükmünü kaldırıp yeni dosya numarası ile durdurma kararı vererek dosyayı fezleke ile TBMM’ne göndermektir. Anayasa’nın 153. Maddesi ve 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesinin üçüncü fıkrası ilk derece mahkemesine bu yükümlülüğü yüklemişken yerel mahkemenin yetkisinde olmayan bir yöntem seçerek AYM kararını yanlış bulmuş ve kararı uygulayamayacağına ilişkin yeni bir karar oluşturarak eski kararın da hukuken olmasa da bir yönü ile direndi. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği bu karar bir hukukçu olarak beni dehşete düşürdü. Bir mahkeme açık olan Anayasanın amir hükmüne uymuyor ise artık orada hukuk devletinden bahsedilemez. Her ne kadar Mahkemenin verdiği kararın İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yolu ile götürülmüş ise de bu mahkemeden de hukuka uygun bir sonuç çıkacağını tahmin etmiyorum. Doğrusu İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesinin bu garabeti ortadan kaldırmasıdır. Maalesef mahkemelerin son dönemdeki uygulamaları hukuk devletine olan inancımızı kırdığından dolayı olumlu bir sonuç beklemiyor olmam normaldir.
Anayasamıza Bireysel Başvuru yolu girdikten sonra Anayasa Mahkemesi bir nevi ulusal insan hakları rolünü üstlendiği söylenebilir. Bu kapsamda da bakıldığında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine taraf devletler nasıl ki AİHM kararlarına uymak zorunda ise aynı şekilde kendi ulusal İnsan Hakları Mahkememiz sayılabilecek Anayasa Mahkemesi kararlarına da uyulmak zorundadır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin tespit ettiği bir hak ihlalinin yerel mahkeme tarafından giderilmemesi, kararlarının yerine getirilmemesinin ihtimal dâhilinde olması dahi iç hukuk kapsamında hukuk devleti ilkesinin güvenilirliğini sarsacağı ve AİHS’nin hükümlerinin ihlal edilmesi halinde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru yolu sonucunda çıkan Yüksek Mahkeme kararlarının uygulanmasının güvenilirliğini sarsacağı açıktır. Yerel mahkeme Anayasa Mahkemesinin kararına katılmıyor ise kendi vereceği kararın gerekçesinde tartışabilir ancak yine de Anayasa Mahkemesinin kararına uymak zorundadır. Tüm değindiğimiz mevzuat hükümleri ve Yargıtay Kararı ışığında Anayasa Mahkemesi kararına yerel mahkeme tarafından uyulmaması Anayasaya aykırılık oluşturacak olup bu aykırılığın en kötü sonucu ise Türkiye’de etkin iç hukuk yolu olmadığı düşünülerek doğrudan olarak AİHM başvuruları kabul edecek ve yargıya olan güven tamamen yok olacaktır. Yargıda oluşacak kaosun demokratik toplum düzenine vereceği zararın tamiri ve telafisi ağır olacağı bir gerçektir.