Anayasa Mahkemesi’nin CMK m.286/2-d İptal Kararı

Abone Ol

Anayasa Mahkemesi’nin 27.12.2018 tarihli, 2018/71 E. ve 2018/118 sayılı kararı; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.286/2-d’nin Anayasa m.36’ya aykırı olup olmadığına ilişkindir.

Somut olayda; Asliye Ceza Mahkemesince sanık hakkında verilen beraat kararına karşı Cumhuriyet Savcısı istinaf kanun yoluna başvurmuş ve bölge adliye mahkemesi sanık hakkında verilen beraat kararını bozup, mahkumiyet kararı vermiştir. Bölge adliye mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararının sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, mahkumiyet kararının temyiz edilmesini engelleyen CMK m.286/2-d hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.

“Temyiz” başlıklı CMK 286/1’e göre;

Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir”.

Maddenin ikinci fıkrasının (d) bendine göre;

d) İlk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları

Temyiz edilemez[1]”.

Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin başvuru gerekçesinde özetle;

“Kanun yoluna başvuru hakkı Anayasa’da açıkça düzenlenmemiş ise de bu hakkın Anayasa’nın 36. maddesinde teminat altına alınmış olan hak arama hürriyetinin bir uzantısı olduğu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde de kanun yoluna başvurmanın bir hak olarak teminat altına alınmadığı, ancak sonradan kabul edilen ek 7 No’lu Protokol’ün 2. maddesinde ilk derece mahkemesi kararlarına karşı bir üst mahkemeye başvurulmasının bir hak olarak düzenlendiği, itiraz konusu kural uyarınca ilk derece mahkemesince verilen beraat kararlarına karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine bölge adliye mahkemesi ceza dairesince mahkumiyet kararı verilmesi halinde temyiz kanun yolunun kapalı olmasının ilk defa verilen mahkumiyet kararına karşı kanun yoluna başvurulamaması sonucuna yol açtığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür”.

“Hak arama hürriyeti” başlıklı Anayasa m.36/1’e göre;

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”.

Anayasa Mahkemesi; iptal kararına konu hükmün Anayasa m.36’ya aykırılığı iddiasına ilişkin inceleme yapmadan önce, maddede güvence altına alınan hak arama hürriyetinin, hükmün denetlenmesini talep etme hakkını içerip içermediğine ilişkin içtihadın netleştirilmesine ihtiyaç olduğuna dikkat çekmiş ve bu yönde bir değerlendirmede bulunmuştur[2].

Kararın 8. ve 9. paragraflarına göre; “Hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde, adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama hürriyetinin amacının hak ihlalinin önlenerek kişiye hakkının teslim edilmesi ve adaletin tesisi olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında, yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hakimin gerek maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi sözkonusu olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama hürriyetinden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasamız açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen hak arama hürriyetinin kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır.

Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinin de mahkeme kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir” kuralına yer verilmiştir. Aynı şekilde Anayasa’nın 155. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde de “Danıştay, idare mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir” denilmektedir. Anayasa koyucunun bu kurallarla Yargıtay ve Danıştayın varlığını anayasal güvence altına aldığı ve anılan yüksek mahkemeleri kural olarak ilk derece adli ve idari yargı mercilerince verilen karar ve hükümlerin son inceleme mercii olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır. Ancak bu maddelerde adli ve idari yargı mahkemelerince verilen hükümlerin denetlenmesi görevinin anılan yüksek mahkemelere verilmemesi halinde de bu görevin başka yargı mercilerine bırakılması gerektiğinin öngörülmesiyle Anayasa koyucunun ilk derece mahkemesince verilen karar ve hükümlerin kural olarak bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesi gerekliliğini kabul ettiği sonucuna ulaşılmaktadır”.

Anayasa m.36, m.154 ve m.155’i birlikte değerlendiren Anayasa Mahkemesi; mahkemelerce verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti kapsamında olduğuna kanaat getirmiştir[3].

Buna ek olarak; Kararın 11. paragrafında, Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası Sözleşmelerdeki konu ile ilgili hükümlere yer verilerek, ceza mahkemelerince verilen mahkumiyet kararlarının denetlenmesi hakkının güvence altına alındığı belirtilmiştir.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ek 7 numaralı Protokol’ün 2. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesine göre;

Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkum edilen herkes, mahkumiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir”.

Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin 5. fıkrasında da “Bir suçtan hüküm giyen herkes, mahkumiyet ve cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı organınca yeniden incelenmesi hakkına sahip olacaktır.” şeklinde benzer bir kurala yer verilmiştir.

“Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne ek 7 numaralı Protokolün 2. maddesinin 2. fıkrası, iki dereceli yargılanma hakkına ilişkin istisnaları sıralamıştır.

Buna göre;

“Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle az önemli suçlar bakımından, ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatını müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir”.

Anayasa Mahkemesi kararının 14. paragrafında; “Sözleşmeye ek 7 No.lu Protokolün 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında beraat kararına karşı yapılan başvuru sonrasında verilen mahkumiyet hükümleri yönünden hükmün denetlenmesini talep etme hakkına istisna tanınabileceği belirtilmiş ise de, beraat kararı sonrasında verilen mahkumiyet kararının kişiler yönünden ciddi sonuçlarının olabileceği açıktır. Bu nedenle ilk defa verilen mahkumiyet kararının denetimsiz kalması, hükmün denetlenmesini talep etme hakkını işlevsiz hale getirebilecektir. Bu bakımdan anılan mahkumiyet hükümlerinin Anayasa açısından hükmün denetlenmesini talep etme hakkının bir istisnası olarak görülmesi mümkün değildir”.

Açıklamasına yer vererek, ilk defa verilen mahkumiyet hükümlerinin Protokolde gösterilen istisnalar arasında değerlendirilmeyeceğini ileri sürmüştür.

Bununla birlikte; kişinin hakkında verilen mahkeme hükmünü denetlenmesini talep etme hakkının, mahiyeti nedeniyle mutlak bir hak olarak kabul edilemeyeceğinden, Anayasa m.13’de öngörülen ölçütler doğrultusunda kanun koyucu tarafından sınırlandırılabileceği ifade edilmiştir[4].

Anayasa m.13 uyarınca;

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlandırılabilir. Bu sınırlamalar, anayasanın sözünü ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.

Yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında; Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 286'ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendinde öngörülen sınırlama, Anayasaya m.13 kapsamında Anayasa m.36’ya aykırı mıdır?

Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmesine göre;

“Hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, kişinin kendisi aleyhine verilen hükmün başka bir mahkeme tarafından denetimini talep edebilmesini güvence altına almaktadır. Bu bakımdan ilk derece mahkemelerinin kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine bölge adliye mahkemesinin yapacağı istinaf incelemesiyle bu güvence sağlanmaktadır. Zira bu durumda kişi, ilk derece mahkemesince aleyhine verilen hükmü bir üst mahkemeye denetlettirmiş olmaktadır. Bu durumda sanığa, bu hükme karşı temyiz yoluna başvurma hakkı tanınmaması hükmün denetimini talep etme hakkına sınırlama teşkil etmez.

Buna karşılık ilk derece mahkemesinin verdiği beraat kararına karşı cumhuriyet savcısı veya katılanlar tarafından istinaf yoluna müracaat edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesince sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesi durumu farklıdır. Bu durumda ilk derece mahkemesince verilmiş herhangi bir mahkumiyet hükmü sözkonusu değildir. Henüz aleyhe bir hükmün bulunmadığı bir aşamada hükmün denetlenmesini talep hakkına ilişkin güvenceler devreye girmez. Bu hakkın sağladığı güvenceler ancak ilk kez aleyhe hüküm kurulduğu anda işlerlik kazanır. Dolayısıyla beraat kararının bölge adliye mahkemesince bozularak sanık hakkında ilk kez mahkumiyet kararı verilen durumlarda bu hükmün başka bir mahkeme tarafından denetlenmesini talep etme hakkı doğar. Bu durumda sanık hakkında ilk kez verilen mahkumiyet kararına karşı temyiz yolunun kapalı olmasının hükmün denetlenmesini talep etme hakkını sınırladığı açıktır[5].

Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi; sanık hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet hükmünü, ilk derece mahkemesince verilen kararın niteliğine göre ayırmış, yani CMK m.286/2-d’de iki farklı durum öngörmüştür. Buna göre; ilk derece mahkemesi tarafından verilen beraat kararı sonrasında, istinaf mahkemesinde sanık hakkında mahkumiyet kararı verilirse, bu hüküm ilk defa verilen mahkumiyet kararı özelliği taşıyacağından ve temyiz kanun yolu da kapalı olduğundan, iki dereceli yargılama sisteminin denetiminden geçmemiş olacaktır. Dolayısıyla CMK m.286/2-d hükmün denetlenmesini talep etme hakkını sınırlamaktadır. Bu sınırın Anayasa m.13 uyarınca ölçülülük ilkesine uygun olması gerekmektedir.

“Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir[6]”.

Kanun koyucunun CMK m.286/2-d’de düzenlediği sınırlamanın amacı; yargılamanın makul süre içinde tamamlanması ve usul ekonomisinin sağlanmasıdır. Makul sürede yargılanma hakkı Anayasa m.36’da teminat altına alınan adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olup, Anayasa m.141’de yargının görevi olarak düzenlenmiştir. Davaların en az giderle sonuçlandırılması hususu da yine Anayasa m.141’de tanımlanan ilkeler arasındadır. Dolayısıyla, kanun koyucunun CMK m.286/2-d’de öngörüğü istisna anayasal bir amaç taşımaktadır. Bu nedenle; CMK m.286/2-d’de öngörülen istisna; elverişlilik ve gereklilik kriterlerini karşılamaktadır[7].

Bununla birlikte; Kararın 32. ve 33. paragraflarına göre;

“Hükmün denetlenmesini talep etme hakkına getirilen sınırlamanın elverişli ve gerekli olması yeterli olmayıp orantılı da olması gerekir. Orantılılık yönünden yapılacak denetimde temyiz yolu kapatılan kararın iki yıla kadar hapis cezasına ilişkin mahkumiyet içerebilen hükümlerden olduğu gözetilmelidir. Kişinin özgürlüğünün sınırlandırılması sonucunu doğuran hükümlerin denetime tabi tutulmasının önemi açıktır. Kaldı ki bu kapsamdaki bazı mahkumiyet hükümleri kamu görevlisi olmak dahil kişi bakımından belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma sonucunu doğurabilecek niteliktedir. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ceza yargılaması sonucu verilen bütün hükümlere karşı bu denetimi talep etme imkanı tanınmasını zorunlu kılan bir yönü bulunmamaktadır. Bu bakımdan hafif nitelikteki suçlara ilişkin mahkumiyetlerin kesin olması, hükmün denetlenmesini talep etme hakkına yönelik orantılı bir sınırlama olarak nitelendirilebilir. Ancak hürriyeti bağlayıcı ceza yaptırımını içeren suçların hafif nitelikte olduğu söylenemez.

Yargılamanın makul bir sürede sonuçlandırılması ve usul ekonomisinin sağlanması amacıyla da olsa hapis cezasına ilişkin mahkumiyet hükümlerinin denetime tabi kılınmamasının sanığa aşırı bir külfet yükleyeceği açıktır. Diğer bir ifadeyle hürriyeti bağlayıcı cezaya ilişkin mahkumiyet hükümlerinin denetime kapalı tutulmasıyla sanığa yüklenen külfet, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılması ve usul ekonomisinin sağlanması amaçlarıyla haklılaştırılamaz. Hürriyeti bağlayıcı cezaya ilişkin mahkumiyet hükmünün denetlettirilmesi vasıtasıyla elde edecek bireysel yarar, makul sürede yargılanma hakkı ve usul ekonomisi ilkesine feda edilemez. Bu itibarla bölge adliye mahkemesince ilk defa verilen ve hürriyeti bağlayıcı ceza içeren mahkumiyet hükümlerine karşı denetim imkanının bulunmamasının hükmün denetlenmesini talep etme hakkına yönelik orantısız bir sınırlama getirdiği sonucuna ulaşılmaktadır”.

Yukarıda yer verdiğimiz gerekçeler neticesinde; Anayasa Mahkemesi, CMK m.286/2-d’nin Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık taşıdığından bahisle iptaline karar vermiştir. İki üye bu karara karşı oy kullanmıştır.

Karşı oy veren Üyenin gerekçesinde;

“(…) İlk derece mahkemesince sanık aleyhine verilen hükmün mağdurun lehine olacağı açıktır. Buradan hareketle kararın gerekçesine dayanılarak ilk derece mahkemesi tarafından mahkumiyet hükmü verilip de bölge adliye mahkemesince denetim neticesinde beraata hükmedilen hallerde de bölge adliye mahkemesinin hükmüyle birlikte ilk defa mağdur aleyhine hüküm kurulduğu, bu sebeple de mağdura hükmün denetlenmesini talep hakkı tanınması gerektiği pekala söylenebilecektir. Bunun ise bölge adliye mahkemesince yapılacak yeniden yargılama sonucunda, ilk derece mahkemesi hükmünün aksine hüküm kurulan hallerde temyiz yolunun açık olması gerektiği sonucuna götüreceği açıktır.

(…)

Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde “Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkum edilen herkes, mahkumiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir” denilmektedir. Bu maddenin (2) numaralı fıkrasında ise beraat kararına karşı yapılan başvuru sonrasında verilen mahkumiyet hükümleri yönünden hükmün denetlenmesini talep etme hakkına istisna tanınabileceği kurala bağlanmıştır. Dolayısıyla ek 7 No.lu Protokolde de yukarıda da ifade ettiğimiz üzere hükmün sanık aleyhine olması bakımından bir ayrıma yer verilmemiş, mahkumiyet hükmü bile olsa bu hükmün denetim neticesinde verilmiş olması yeterli kabul edilmiştir (…).” ifadeleri yer almaktadır.

Karşı oy veren diğer Üyenin gerekçesine göre;

“(…) Anayasa’nın 154. ve 155. maddeleri adli yargı ve idari yargıda ilk derece mahkemesince verilen hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi gerekliliğini kurala bağlamaktadır. Kararda da belirtildiği üzere (§ 16) bu denetimin içeriği konusunda dahi Anayasa’da herhangi bir hükme yer verilmemiş, bu hususta yapılacak düzenlemeler kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Kanun koyucu tarafından yapılacak düzenlemeler, hem ilk derece mahkemesince verilen hükmün denetlenmesini öngören Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerinin gereklerini hem de yargılamanın en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması düzenleyen Anayasa’nın 141. maddesinin (4) numaralı fıkrasının gereklerini karşılamalıdır.

Bu açıdan bakıldığında iptal edilen kural, bir taraftan Anayasa’nın 154. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi hükmünün denetimini sağladığı gibi diğer taraftan da bölge adliye mahkemesince denetim sonucunda verilen hükme kesin nitelik tanımak suretiyle Anayasa’nın 141. maddesinin (4) numaralı fıkrasının gereklerini karşılamaktadır.

Anayasa’da teminat altına alınan kişinin aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden geçirilmesini ve denetlenmesini talep hakkı (§ 12) değil, ilk derece mahkemesince verilen hükmün denetlenmesini talep hakkıdır. Anayasa’da denetim neticesinde verilecek hükmün davacı, davalı, sanık veya mağdur lehine ya da aleyhine olması bakımından herhangi bir ayrım gözetilmemiştir.

Kaldı ki Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da beraat kararına karşı yapılan başvuru sonrasında verilen mahkumiyet hükümleri yönünden hükmün denetlenmesini talep etme hakkına istisna tanınabileceği belirtilmiştir (…)”.

Değerlendirmemiz;

Bölge adliye mahkemeleri; ilk derece mahkemelerinin kural olarak son kararlarına karşı yapılan istinaf başvurularını incelemekle görevli üst derece mahkemesi olup, istinaf başvurusu ile önüne gelen hukuki uyuşmazlığı, hem maddi vaka ve hem de hukukilik açısından inceleyerek karar verir.

İstinaf kanun yolu; ilk derece mahkeme kararlarının üst mahkeme tarafından denetimidir, ilk derece mahkemesince verilen hüküm bölge adliye mahkemesi tarafından istinaf yoluyla incelenmiş olmaktadır.

İki yılı aşan hapis cezası ile bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin yerel mahkemenin beraat, bölge adliye mahkemesinin mahkumiyet; yerel mahkemenin mahkumiyet, bölge adliye mahkemesinin beraat; yerel mahkemenin mahkumiyet, bölge adliye mahkemesinin hapis cezasını artırdığı kararlar, beş yıl veya daha az hapis cezasına mahkumiyet olup olmadığına bakılmaksızın, temyizi mümkün kararlar olarak kabul edilmektedir. Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümlerinin temyiz edilebileceği, ancak bu kararlardan da bazılarına karşı temyize gidilemeyeceği, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Temyiz” başlıklı 286. maddesinde açıklanmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmesine göre; ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararının istinaf mahkemesi tarafından denetimi ile ilk derece mahkemesinin verdiği beraat kararının istinaf incelemesi birbirinden farklıdır, çünkü hükmün denetlenmesinin talep hakkının sağladığı güvenceler, ancak ilk kez aleyhe hüküm kurulduğunda işlerlik kazanmaktadır. Bir başka ifadeyle; mahkumiyet kararı ilk defa bölge adliye mahkemesi tarafından verilip, CMK m.286/2-d kapsamında kaldığında, karar iki dereceli yargılama sisteminin dışında kalacaktır.

Bu değerlendirmeye katılmadığımızı belirtmek isteriz. Her ne kadar hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, Anayasa m.154, m.155 ve m.36 birlikte değerlendirildiğinde, hak arama hürriyetinin gereklilikleri arasında kabul edilse de; Anayasada, hükmün denetlenmesini talep hakkını düzenleyen açık bir hüküm olmadığı gibi, ilk derece mahkemesinin hükmünün başka bir yargı mercii tarafından denetimi üzerine verilen hükmün sanık lehine veya aleyhine olması bakımından herhangi bir ayırım da yapılmamıştır. İlk derece mahkemesinin beraat kararından sonra; bölge adliye mahkemesi tarafından verilmiş bir mahkumiyet hükmü, ilk derece mahkemesinin mahkumiyet hükmünden farklıdır, çünkü istinaf mahkemesince verilen hüküm ilk derece mahkemesince verilen beraat hükmünün denetimini takiben kurulmuş olup, iki dereceli yargılama sisteminin öngördüğü denetimi tamamlamıştır.

İlk derece mahkemesince verilen beraat kararının, katılan taraf veya cumhuriyet savcısı tarafından istinaf edilmesi üzerine, bölge adliye mahkemesi ilgili ceza dairesi kararın maddi ve hukuki denetimini sağlamakla yükümlüdür. Kanunda; bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerinin, önlerine gelen dosyanın mahkumiyet veya beraat kararına ilişkin olmasına göre, farklı denetimlerden geçirileceğine ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Elbette ilk derece mahkemesinde görülen yargılama sonucu beraat eden sanık hakkında, istinaf yargılaması sonucu mahkumiyet hükmü kurulduğunda, bu hüküm sanık hakkında verilen ilk mahkumiyet kararı niteliğini taşıyacaktır. Ancak sanık hakkında verilen hükmün bu niteliği, sanığın iki dereceli yargılama sisteminden geçtiği gerçeğini değiştirmemektedir. Bu sebeple; CMK m.286/2-d’de yer alan düzenleme, iki dereceli değil, üç dereceli yargılama sistemine getirilmiş bir sınırlama niteliği taşımaktadır. Bu bakış açısından hareketle bendin, kişinin mahkeme tarafından verilen kararın denetlenmesi talep etme hakkını sınırlamadığını belirtmek isteriz.

İHAS ek 7 numaralı Protokol’ün 2. maddesinin 1. fıkrası; bir suçtan mahkum edilen her kişinin, mahkumiyet veya ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını güvence altına almıştır. Ancak maddenin 2. fıkrası, iki dereceli yargılanma hakkının ilgilinin beraatını müteakip verilen kararın temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabileceğini belirtmiştir. Maddenin ilk fıkrasında; hakkında mahkumiyet kararı verilen kişilerin iki dereceli yargılama sisteminden faydalanma hakkı olduğu öngörülmesi karşısında, bu hakkın bölge adliye mahkemesi tarafından ilk defa mahkumiyet kararı verildiğinde sınırlandırılmasının mümkün kılınması, ilk derece mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararı ile bölge adliye mahkemesinin, beraat kararını bozarak verdiği mahkumiyet kararının birbirinden farklı olduğunun kabul edildiğini göstermektedir. Bu sebeple Karara konu hüküm; iki dereceli yargılama hakkını düzenleyen Protokol maddesine aykırılık teşkil etmemekte, Protokolün öngördüğü istisna kapsamında kalmaktadır.

CMK m.286/2’de öngörülen düzenleme; hükmedilen cezanın miktarını da dikkate almıştır, üst derecesi iki yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçlara ilişkin ilk derece mahkemesinin verdiği karar istinaf incelemesi neticesinde kesinleşecektir. Bu noktada; iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezasını gerektiren bir suçtan, ilk derece mahkemesinde yapılan yargılamada beraat alan sanığın mahkumiyet kararı, cumhuriyet savcısının veya katılan tarafın temyizi üzerine ikinci derece mahkemesinde maddi ve hukuki yönden denetlenecek, bu denetleme sonucunda verilecek her türlü karar kesin hüküm niteliği taşıyacak, dolayısıyla temyiz edilemeyecektir.

Bu nedenlerle; bölge adliye mahkemesinin denetleme fonksiyonunun, ilk kez aleyhe verilen kararlar kapsamında işlerlik kazanacağına ilişkin görüş hukuki dayanaktan yoksundur. Esas itibariyle, iptal edilen hüküm ek 7 numaralı Protokol m.2/2’nin öngördüğü şekilde kaleme alınmıştır. Anayasa Mahkemesi; İHAS m.53 kapsamında hak arama hürriyetini genişletmek istemiştir, fakat bu istek İHAS m.53 uyarınca yargı organının değil, yasam organının, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin işidir. Yüksek Mahkeme; ek 7 numaralı Protokol m.2/2 kapsamında düzenlenen iptale konu hükmü, bizce hatalı bir yorumla ve değerlendirme ile iptal etmiştir ki, buna ilişkin gerekçeler bu yazımızda kısaca ortaya koyulmuştur. Bu noktada Yüksek Mahkemenin, ilk ve ikinci derece mahkemelerinin verdiği kararları aynı nitelikte görmesi hatalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti tarafından da bağlayıcı olan ek 7 numaralı Protokolü’nün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesinin ikinci fıkrasında gösterilen istisna gereğince katılmadığımızı, CMK m.286/2-d’nin Anayasa m.36’ya aykırı olmadığı görüşünde olduğumuzu ifade etmek isteriz.

Son olarak; iptal kararı üzerine fıkranın 7165 sayılı Kanunun 7. maddesiyle şu şekilde değiştirildiği görülmektedir;

d) İlk defa bölge adliye mahkemesince verilen ve 272 nci maddenin üçüncü fıkrası kapsamı dışında kalan mahkumiyet kararları hariç olmak üzere, ilk derece mahkemesinin görev alanına giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,

Temyiz edilemez”.

İptal kararına uygun yeni düzenlemeye göre; bölge adliye mahkemesinin, ilk derece mahkemesi tarafından verilen beraat kararını bozarak, mahkumiyet kararı vermesi halinde, bu hüküm CMK m.272/3 kapsamı dışında kalırsa[8] temyiz edilebilecektir. Bölge adliye mahkemesince ilk defa verilen mahkumiyet kararı CMK m.272/3 kapsamına girerse, bu hüküm temyiz edilemeyecektir. Örneğin; ilk derece mahkemesince verilen beraat kararı üzerine ikibin Türk Lirası adli para cezasına mahkum edilen sanık hakkında verilen karar, CMK m.272/3-a kapsamına girdiğinden, temyiz edilemeyecektir. Yeni düzenlemeyle; bölge adliye mahkemesince sanık hakkında ilk defa verilen mahkumiyet kararlarına karşı temyiz kanun yolu açık tutulmuş, ancak bu yapılırken özellikle adli para cezalarına ilişkin bir sınırlama yoluna gidilmiştir. Nasıl ki, ilk derece mahkemesince verilen ve CMK m.272/3 kapsamında kalan bir mahkumiyet kararının istinaf edilmesi mümkün değilse, bölge adliye mahkemesi tarafından ilk defa verilen mahkumiyet hükmünün, CMK m.272/3 kapsamında kaldığında temyiz edilememesi isabetlidir. Çünkü ilk derece mahkemesince verilse idi istinaf edilemeyecek olan bir mahkumiyet hükmünün, ilk derece mahkemesi tarafından verilen beraat kararından sonra, bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından verildiğinde temyiz edilebilecek olması çelişkili uygulamalara yol açacaktır ki, bu nedenle öngörülen istisnanın yerinde olduğu kanaatindeyiz.

Bilindiği üzere; Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklikler geriye değil, ileri etkili uygulanır. Bunun aksinin olabilmesi için özel hükme ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kanun değişikliği yürürlüğe girinceye kadar kesinleşenler bakımından temyiz yolu kapalı olmaya devam eder. Bu yeni yol sadece devam eden dosyalara uygulanacaktır. Belki Anayasa Mahkemesi’ne iptal kararını gerekçe göstererek; bireysel başvuru yoluna gidilebilir ki, bizce bu sadece tazminat hakkını gündeme getirir, fakat yargılamanın yenilenmesi sebebi sayılamaz.

.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Filiz Demirbüker

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------------------------------

[1] Bentte yer alan “suç niteliğini değiştirmeyen” ibaresi 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanunun 78 inci maddesiyle “her türlü” şeklinde değiştirilmiştir.

[2] Kararın 5. paragrafı.

[3] Kararın 10. paragrafı.

[4] Kararın 17. paragrafı.

[5] Kararın 22. ve 23. paragrafları.

[6] Kararın 26. paragrafı.

[7] Kararın 31. paragrafı.

[8] CMK m.272/3’e göre;

“a) Hapis cezasından çevrilen adli para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dahil adli para cezasına mahkumiyet hükümlerine,

b) Üst sınırı beşyüz günü geçmeyen adli para cezasını gerektiren suçlardan beraat hükümlerine,

c) Kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümlere,

Karşı istinaf yoluna başvurulamaz”.