Anayasa Mahkemesi Kararı Işığında “Terör Suçu” ve “Terör Suçlusu” Kavramları

Abone Ol

1. Giriş

Bu yazımızda; Anayasa Mahkemesi’nin 26.01.2023 tarihli ve 2021/34231 başvuru numaralı Yunis Karataş bireysel başvuru kararı çerçevesinde, “terör suçu” ile “terör suçlusu” kavramları incelenecektir.

Başvurucu; 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda terör suçlarının ve terör suçlusunun tanımlarının yapıldığını, terör suçu ile terör suçlusu kavramlarının ayrı olduğunu, her terör suçu işleyen kişinin terör suçlusu olmadığını, terör suçu olmakla birlikte bir örgüt kapsamında işlenmemiş suçlar için ölünceye kadar infaz rejiminin uygulanamayacağını, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaksızın hakkında düzenlenen müddetnamenin bu nedenle hukuka aykırı olduğunu, buna rağmen taleplerinin reddedildiğini ileri sürmüştür.

2. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi (AYM); başvuruya konu olayda ihtilafın, başvurucu hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına koşullu salıverme hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının belirlenememesi nedeniyle oluştuğunu belirtmiştir. Başvuruya konu olayda derece mahkemesi; başvurucunun bu kapsamda talebini, infaza konu suçun terör suçu olması ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un geçici 2. maddesi ile 3713 sayılı Kanunun 17. maddesinin 4. fıkrasını gerekçe göstererek reddetmiştir.

5275 sayılı Kanunun geçici 2. maddesine göre; "14.7.2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3.8.2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla; ölüm cezaları, müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olan terör suçluları, koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası, hayatı boyunca devam eder”.

3713 sayılı Kanunun "Koşullu salıverilme" başlıklı 17. maddesinin 4. fıkrasına göre; "Ölüm cezaları 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder”.

AYM; başvurucu hakkında, 3713 sayılı Kanun kapsamında açılan davada başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların 3713 sayılı Kanun m.1/2 çerçevesinde aynı amaç etrafında birleşmek suretiyle örgüt oluşturdukları ileri sürülmüşse de, mahkumiyet kararında bu şekilde bir terör örgütünün varlığına dair değerlendirme yapılmadığını belirtmiştir. Ayrıca AYM’ye göre; bu şekilde bir değerlendirme yapılsa bile, 3713 sayılı Kanun m.1/2’de yer verilen örgüt tanımı ile ilgili bu düzenlemenin 2006 yılında ilga edilmesinin gözönünde bulundurulması gereklidir. Başvuruya konu olayda; koşullu salıverme açısından, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.7/2’de yer alan “lehe uygulama” ilkesinin geçerli olduğunu belirten AYM, lehe olan kanunun geçmişe yürüyeceğini ifade etmektedir.

3713 sayılı Kanunun "Terör tanımı" başlıklı 1. maddesinin 29.06.2006 tarihli ve 5532 sayılı Kanunun 17. maddesi ile ilga edilmeden önceki ikinci ve üçüncü fıkrasının ilk hali şu şekildedir:

“Bu Kanunda yazılı olan örgüt, iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş sayılır.

Örgüt terimi, Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi de kapsar”.

3713 sayılı Kanunun "Terör tanımı" başlıklı 1. maddesinin mevcut hali ise şu şekildedir: “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir”.

3713 sayılı Kanunda değişiklik yapan 5532 sayılı Kanunun 1. maddesinin gerekçesinde bu ilganın sebebi "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu’nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmemiştir." şeklinde açıklanmıştır.

AYM ayrıca; terör suçlusu kabul edilmek için bir örgütün varlığının gerektiğini, İnfaz Hakimliği kararında değinilmese de başvurucu hakkında 21.04.2013 tarihinde düzenlenen müddetnamede atıfta bulunulan 5275 sayılı Kanun m.107/16[1] hükmünde de, koşullu salıverme yasağının şartı olarak başvurucunun mahkum edildiği suçun, yeni Türk Ceza Kanunu'nda karşılığının “bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi” şeklinde öngörüldüğünü belirtmiştir.

AYM; başvuruya konu olayda, Yargıtay’ın bozma kararında yargılama konusu fiillerin bir organizasyon dahilinde gerçekleştirildiğini belirtse de, bir örgütün varlığına ilişkin tespitte bulunulmadığının da altını çizmiştir.

Bu itibarla; örgüt tanımının ve unsurlarının 5237 sayılı TCK m.220 çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getiren AYM, bu maddenin gerekçesine atıf yaparak[2] örgütün varlığı için hiyerarşik bir yapı ve devamlılığın bulunması gerektiğinin altını çizmiştir.

Başvuruya konu olayda, mahkum edilen kişiler arasında hiyerarşik bir ilişki tespit edilemediği gibi Madımak eylemini gerçekleştiren kişilerin Anayasal düzeni değiştirme suçunu işlemek için bir araya geldiklerini belirten AYM; “örgüt” kavramının değişen tanımının, 3713 sayılı Kanun m.1/2’de yer alan eski tanıma kıyasla başvurucunun lehine olduğunu, bu bakımdan “lehe kanunun geçmişe yürümesi” ilkesi uyarınca, başvurucunun mahkum olduğu olayda, TCK m.220 tanımına uygun şekilde bir örgütün bulunup bulunmadığının tespit edilmesinin zaruri olduğunu belirtmiştir.

AYM; koşullu salıverme talebini reddeden derece mahkemesinin bu hususlarla ilgili hiçbir açıklama yapmadığını, 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu geçici m.2 ve 3713 sayılı Kanun m.17/4’de yer verilen "terör suçlusu" kavramının, maddenin özü ile çelişen ve öngörülemez bir şekilde yorumlandığını belirterek, Anayasa m.38’de güvence altına alınan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

3. Değerlendirmemiz

AYM kararı ile ilgili değerlendirmemize başlamadan önce, “terör suçu” ve “terör suçlusu” kavramlarının incelenmesi isabetli olacaktır.

i. “Terör Suçu” Kavramı

3713 sayılı Kanun m.1’de yer verilen “terör” tanımında; 2003 değişikliği öncesinde, baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden her birisi, suçun maddi unsuru kapsamına giren seçimlik hareketler olarak kabul edilmiştir. Ancak 19.07.2003 tarihinde yapılan değişiklikle; bir fiilin terör tanımına girebilmesi için, cebir ve şiddet kullanılması önşart olarak öngörülmüştür. Bu hüküm uyarınca, cebir ve tehdit kullanarak maddede belirtilen amaçlarla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden fiil, “terör” olarak tanımlanmaktadır. Görüleceği üzere; TMK m.1 uyarınca terörden söz edilebilmesi için, bir örgütün varlığı aranmaktadır.

“Terör Suçları” başlıklı 3. maddede; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçların, “terör suçları” olduğu düzenlenmiştir. Kanaatimizce; bu hükümde sayılan suçların bir kısmı niteliği itibariyle örgütsüz işlenmeye müsait olmasa da, maddede sayılan suçların bir kısmı örgütsüz olarak da işlenebilecek niteliktedir. Madde metninde sayılan suçların “terör suçu” olarak kabulü için bir örgütün varlığı gerektiğine dair açık düzenlemeye yer verilmemiştir. Dolayısıyla; ortada bir terör örgütü bulunmasa bile, maddede sayılan suçlardan mahkum olanlar hakkında “terör suçu” nedeniyle mahkum edildikleri kabulü ile uygulama yapılacaktır.

“Terör amacı ile işlenen suçlar” başlıklı 4. maddede sınırlı sayıda sayılan suçların; terör tanımı başlıklı 1. maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulan bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, bu suçlar “terör suçu” sayılacaktır. Bu maddede sayılan suçların Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilebilmesi için; madde metninden de anlaşılacağı üzere, bir terör örgütünün varlığı ve bu suçların örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi gerekmektedir. Yeri gelmişken; biz, örgüt mensubu olmayan kişilerin “örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işlediği” şeklinde bir kabulün mümkün olamayacağı, “örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işleme” kavramının cezalandırmada ve cezanın infazında sadece örgüte kuruculuk, yöneticilik veya üyelik bağı ile katılan kişiler yönünden geçerli olabileceği, TCK m.220’de yapılan tanımlar ve maddenin sistematiği itibariyle, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, örgütle üyelik ilişkisi bulunmayan kişiler yönünden sadece “örgüt adına suç işleme” veya “örgüte yardım” kavramlarının gündeme gelebileceği görüşündeyiz.

ii. “Terör Suçlusu” Kavramı

3713 sayılı Kanun m.2’de yer verilen “terör suçlusu” kavramı; 3713 sayılı Kanun m.1’de belirtilen amaçlara ulaşmak için meydana getirilen örgütün mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese bile örgütün mensubu olan kişiyi veya terör örgütüne mensup olmasa bile örgüt adına suç işleyen kişileri kapsamaktadır. Kanunda yapılan bu tanımdan görüldüğü üzere; bir kişinin “terör suçlusu” olarak kabul edilebilmesi için, öncelikle ortada bir örgütün varlığı olmazsa olmaz koşuldur.

iii. TMK m.17/4’de Öngörülen Koşullu Salıverilme Yasağının Kapsamı

Başvuruya konu olayda ihtilaf konusu olan “Koşullu salıverme” başlıklı 3713 sayılı Kanun m.17/4’de; “Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükme göre; hem maddede belirtilen şekilde cezalandırılan ve hem de Kanunda öngörülen tanıma uygun şekilde “terör suçlusu” olan kişi, koşullu salıvermeden yararlanamayacaktır.

Dolayısıyla; bir hükümlünün 3713 sayılı Kanun m.17/4 uyarınca koşullu salıverilme yasağına tabi tutulabilmesi için, 3713 sayılı Kanun m.2’ye göre, “terör suçlusu” tanımına uyması zorunludur. Anayasa Mahkemesi yazımıza konu kararında; 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.17/4’de öngörülen koşullu salıverilme yasağının “ölüm cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları” ile “ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olan terör suçluları” yönünden öngörüldüğüne vurgu yapmaktadır. TMK m.17/4’de açıkça “terör suçluları” kavramına yer verilmesi; koşullu salıverilme yasağının uygulanması yönünden, “terör suçlusu” tanımının yapıldığı TMK m.2’de düzenlenen şartların hükümlü yönünden mevcut olup olmadığının incelenmesini gerektirmektedir.

“Terör suçlusu” başlıklı TMK m.2’de; TMK m.1’de belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilen örgütlerin mensubu olan ve bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile birlikte veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese bile örgütlerin mensubu olan kişilerin terör suçlusu olduğu, terör örgütüne mensup olmasa bile örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağı düzenlenmiştir. Özetle “terör suçlusu”; terör örgütü mensubu olan, terör örgütü mensubu olup örgütün amacı doğrultusunda tek başına veya diğerleri ile suç işleyen, terör örgütü ile üyelik ilişkisi bulunmasa da terör örgütü adına suç işleyen kişilerdir. Bu tanıma göre; bir kişinin “terör suçlusu” olarak kabul edilebilmesi için, öncelikle ortada varlığı saptanan bir terör örgütünün bulunması şarttır. Anayasa Mahkemesi bu kararında; yargı mercileri tarafından, yargılama konusu olayda bir terör örgütünün mevcudiyetine dair saptamada bulunulmadığına işaret ederek, ortada terör örgütü bulunmadığı durumda, kişilerin TMK m.2 uyarınca “terör suçlusu” olarak tanımlanamayacağını, terör suçlusu olmayan kişi hakkında TMK m.17/4’de terör suçluları ile sınırlı olarak uygulanabilen koşullu salıverilme yasağının tatbik edilemeyeceğini, bu konuda suça konu fiilin terör suçu olarak kabulünün de yeterli olmayacağını ifade etmiştir. Kanaatimizce, bu gerekçe ve kabul isabetlidir.

Hatta yeri gelmişken; Anayasa ile kurulu düzeni ihlal, yasama ve yürütme organlarını yıkmaya teşebbüs suçları örgütsel bir yapılanma olmadan işlenemeyecek suçlardandır, ancak bunun tartışma yeri bu yazı değildir, çünkü sanıklar örgütsel bir yapı olmadan Anayasa ile kurulu düzeni değiştirmeye teşebbüs suçu işlenemez, ancak insan öldürme suçlarından mahkumiyet elbette bireysel açıdan gündeme gelir. 3713 sayılı Kanunda “terör suçu” olarak kabul edilen suçlardan bazıları münferiden veya toplu olarak işlenebilirken, TCK m.314 kapsamına giren ve bu madde öncesinde sayılan Anayasaya ve Devlete karşı suçların bir terör örgütü yapılanması olmadan işlenemeyeceğini düşünmekteyiz.

Konumuza dönecek olursak;

TMK m.17/1’de; bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanların cezalarının infazında, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.107/4 ile 108’in uygulanacağı, süreli hapis cezalarının infazında ise koşullu salıverilmenin 3/4 oranı üzerinden tatbik edileceği belirtilmektedir. Dolayısıyla; TMK m.17/2, 3 ve 4’de sınırlı şekilde sayılan hukuki durumlar dışında, TMK kapsamına giren bir suçtan mahkum olan hükümlülerin -ağırlaştırılmış şartlara tabi kılınsa da- koşullu salıverilmeden faydalanması mümkündür. Yazımızın konusunu oluşturan Anayasa Mahkemesi kararında incelenen TMK m.17/4 yönünden ise, “kanunilik” ilkesi ışığında hareket edilmesi gerektiği tartışmasızdır. TMK m.17/4; sadece maddede sayılan şekilde cezalandırılan ve “terör suçlusu” olan hükümlüler yönünden koşullu salıverilme yasağı öngörmektedir ki, maddede gösterilen cezalandırma şekilleri ile “terör suçlusu olma” şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği de açıktır. Sonuç olarak; bir hükümlünün cezası ölüm cezasından ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet ağır hapis cezasına çevrilse bile, eğer o hükümlü, TMK m.2 uyarınca “terör suçlusu” değilse, hakkında koşullu salıverilme yasağı uygulanması “kanunilik” ilkesi uyarınca mümkün değildir.

“Kanunilik” ilkesi kapsamında değerlendirildiğinde; terör suçlusu olabilmenin önkoşulu kişinin 3713 sayılı Kanun m.1’de belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgüt mensubu olması veya bu örgüt adına suç işlemesidir. “Terör suçlusu” kavramından bahsedilebilmesi için, ortada bir örgütün varlığı gereklidir.

Netice itibariyle;

Her terör suçu işleyen kişi, TMK m.2 çerçevesinde “terör suçlusu” değildir. Bir terör örgütünün varlığının tespit edilmediği durumda, kişinin “terör suçlusu” olarak kabulü ve infazında TMK m.17/4’ün tatbiki mümkün değildir. Çünkü “terör suçlusu” tanımı, terör örgütüne mensubiyeti veya mensup olmasa da bir terör örgütü adına suç işlemeyi gerektirmektedir.

Anayasa Mahkemesi de; “terör suçu” ve “terör suçlusu” kavramlarının 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda tanımlandığını, bir kişinin “terör suçlusu” olarak kabul edilebilmesi için kişinin, ya 3713 sayılı Kanunun 1. maddesinde belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilen örgütün mensubu olması gerektiğini veya mensubu olmasa da bu örgüt adına suç işlemesi gerektiğini, bireysel başvuruya konu olayda bir terör örgütünün mevcut olduğuna, başvurucunun terör örgütünün üyesi olduğuna veya bir terör örgütü adına suç işlediği sonucuna varılamadığını, bu nedenle bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkında 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu geçici m.2 ve 3713 sayılı Kanun m.17/4 uyarınca koşullu salıverilme yasağının uygulanması konusunda değerlendirme yapılırken, “terör suçlusu” kavramının maddenin özü ile çelişen ve öngörülemez bir şekilde yorumlandığını belirtmiş olup, bu gerekçe ve kabule katıldığımızı ifade etmek isteriz.

Belirtmeliyiz ki bu karar; ortada bir terör örgütünün olduğu, bu örgüt adına veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlendiği durumda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilenlerin, ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet hapis cezasına dönüştürülenlerin koşullu salıverilmeden faydalanabileceği şeklinde yorumlanamaz. Bununla birlikte; koşullu salıverilme yasağı öngören yasal düzenlemelerin, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin[3] “umut hakkı” çerçevesinde inceleyip ortaya koyduğu kriterler çerçevesinde ele alınması, ancak kanun koyucunun iradesine ve koşullu salıverilme yasağı öngören düzenlemeleri yürürlükten kaldırmasına bağlı olup, Anayasa m.90/5 uyarınca, İHAM içtihadında yer verilen ölçütler doğrultusunda doğrudan uygulama yapılabileceğine dair ileri sürülen görüşe katılmıyoruz. İHAM kararlarında da; ihlal tespitinin derhal salıverilme imkanı tanındığı şeklinde anlaşılmaması gerektiğine vurgu yaparak, ulusal makamların, iç hukukta yapacakları yasal düzenlemeler çerçevesinde ve İHAM kararlarında açıklanan kurallara uygun olarak, belirli bir asgari sürenin geçmesinden sonra hükümlünün durumunun gözden geçirilmesinin, cezaevinde tutulmasına devam edilmesi konusunda cezalandırma, caydırıcılık ve tehlikelilik haline dair zorunlulukların devam edip etmediğinin incelenmesinin isabetli olacağı ifade edilmektedir. Bu nedenle; İnfaz Kanunu m.107/16 ve Geçici m.2 ile 3713 sayılı Kanun m.17/4 hükümleri yürürlükte olduğundan, bu maddelerde belirtilen koşulların gerçekleşmesi kaydıyla, hapis cezalarının infazı bu hükümlere göre yapılacaktır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

Av. Berra Berçik

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------

[1] “(16) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz”.

[2] "Örgüt, soyut bir birleşme değildir, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki hakimdir. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Bu ilişki dolayısıyla örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır... Örgütün varlığı için suç işlemek amacı etrafındaki fiili birleşme yeterlidir. Örgüt, niteliği itibarıyla, devamlılık arz eder. Bu itibarla, kişilerin belli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi halinde, örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur. Suç işlemek için örgüt kurulması bir somut tehlike suçudur. Her ne kadar en az iki kişinin belli amaç etrafında suç işlemek üzere devamlı surette fiilen birleşmesi suretiyle örgüt meydana gelebilirse de; kurulan örgüt, güdülen amaç bakımından somut bir tehlike oluşturmayabilir. Bu nedenle, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması aranmalıdır. Örgüte üye olmak, fiili bir katılmadır. Örgüte üye olmak için örgüt yöneticilerinin rızasının varlığına gerek yoktur. Tek taraflı iradeyle de katılmak mümkündür”.

[3] Konu ile ilgili bkz. İHAM, 09.07.2013, Vinter ve diğerleri - Birleşik Krallık; İHAM, 18.03.2014, Öcalan (No.2) -Türkiye.