Adil/dürüst Yargılanma Hakkı Bakımından Lehe Delillerin Araştırılmaması ve Dikkate Alınmaması Sorunu

Abone Ol

Ceza davalarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan bireysel başvurularda; “mahkemeye sunduğumuz deliller dikkate alınmadan karar verildi”, “talep ettiğimiz araştırmalar yapılmadı”, “deliller üzerinde yeterli inceleme yapılmadı”, “delillere ilişkin itirazlarımız gerekçede karşılanmadı”, “tevsii tahkikat talebimiz gerekçesiz olarak reddedildi” ve benzeri şikayetler sıklıkla dile getirilmektedir. Delillerin ortaya koyulması, tartışılması, değerlendirilmesi ve takdiri konularında AYM’nin ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) istisnai haller dışında inceleme yapmaktan kaçındıkları bilinmektedir. Bu yazımızda, yukarıda zikredilen şikayetlerin bireysel başvuru incelemesinde ne şekilde ele alındığı ve AYM’nin adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında yaptığı incelemede derece mahkemelerinin delillere ilişkin değerlendirmelerini ne ölçüde denetlediğini ortaya koymaya gayret edeceğiz.

Bilindiği gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6 ve Anayasa m.36 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı yargılama sonucunun değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, yargılama süreci ve usulü ile ilgili olmayan şikayetler bireysel başvuru kapsamında adil/dürüst yargılanma hakkı ile ilişkili olarak incelenmemektedir. Anayasa m.148/4’te “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”; 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun m. 49/6’da “Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” denilmektedir.

Kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar, Anayasa Mahkemesi’nin çok sayıda kararında ifade edildiği üzere; “mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması”, “delillerin değerlendirilmesi ve yorumlanması”, “hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması”, “uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması” gibi hususları ifade etmektedir. Kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin başvurular, Anayasa Mahkemesi tarafından “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemez bulunmaktadır. Kural bu yönde olmakla birlikte, bunun istisnasını da yine AYM sıklıkla hatırlatmaktadır: “Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikayeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez” (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42). Derece mahkemelerinin kararlarında açık keyfilik veya bariz takdir hatası bulunması halinde adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında “hakkaniyete uygun yargılanma hakkının” ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır.

Kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlardan birisi olan “delillerin değerlendirilmesi” konusunda Mahkeme şunları kaydetmiştir: “Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfilik ve adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hale getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir” (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149).

Ceza Muhakemesi Hukukunda “delillerin değerlendirilmesi” ile kastedilen yalnızca CMK m.217 uyarınca duruşmaya getirilmiş ve hakim huzurunda tartışılmış delillere dayanılarak bir karar verilmesi midir? Yoksa, CMK m.206 ile m.207’de öngörülen delillerin ortaya koyulması ve reddi ile ilgili kararlar da “delillerin değerlendirilmesi” olarak kabul edilir mi? CMK m.206 ve m.207’de söylenen “delillerin ortaya koyulması” olup, CMK m.216 uyarınca delillerin tartışılmasından önce gerçekleşen süreç ortaya koyulan delillerin kabulünden ve reddinden sonra başlayacak süreci ise “delillerin değerlendirilmesi” olarak adlandırabiliriz. Delillerin takdiri son aşama olup, bu yetki CMK m. 217 tarafından yalnızca mahkemeye tanınmıştır. Burada geçen takdir kavramı “delillerin değerlendirilmesi” olarak adlandırılsa bile, esasen “delillerin takdiri” mahkemeye tanınmış ve karara giden son aşama şeklinde tanımlanabilir.

İspat Hukukunda; delillerin mahkemece ortaya koyulması, değerlendirilmesi, tartışılması ve takdiri olarak dört aşama vardır. Elbette “delillerin tartışılması” bir anlamda değerlendirmenin son evresi sayılır. “Delillerin toplanması” ise; soruşturma ve duruşma hazırlığı ile ilgili olup, “delillerin ortaya koyulması” aşamasının öncesine ait bir süreçtir. Deliller toplandıktan sonra duruşmada ve herkesin huzurunda, ortaya koyulan delillerin CMK m.206/2 uyarınca kabulü ve reddi yönünde inceleme yapılmalı, sonrasında delillerin taraflarca değerlendirilmesi, tartışılması ve mahkemece takdiri ile hüküm aşamasına geçilmelidir. Sonuç olarak; delillerin toplanması daha ziyade soruşturma aşamasında, ortaya koyulması, değerlendirilmesi, tartışılması ve ardından mahkemece takdiri ise kovuşturma aşamasına ait süreçlerdir.

Delillerin değerlendirilmesi işinin kararı veren hakimin takdirinde olduğu, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Buna göre, “(1) Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.

“Delillerin ortaya konulması ve reddi” başlıklı CMK m.206 ise ortaya koyulması istenen bir delilin üç halde reddedilebileceğini belirtmektedir: “a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa”.

Anayasa Mahkemesi kararlarında “delillerin değerlendirilmesi” ile kastedilenin yalnızca CMK m.217 uyarınca “duruşmaya getirilmiş ve hakim huzurunda tartışılmış delillere dayanılarak bir karar verilmesi” değil; delillerin kabul veya reddine ilişkin kararları da içine alacak şekilde delillere ilişkin her türlü değerlendirme olduğu görülmektedir. Nitekim AYM’ye göre, “(…) delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye aittir. Bu konuda değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir” (Mustafa Doğan, B. No: 2019/11137, 16/11/2022, § 23). Bireysel başvuru yolunun ikincil nitelikte olduğu ve AYM’nin bir temyiz merci olmadığı gözönünde bulundurulduğunda, AYM’nin tıpkı İHAM gibi delillere ilişkin her türlü değerlendirmeyi kural olarak davayı gören mahkemelerin takdirine bırakması doğaldır. Ancak derece mahkemelerinin delillerin kabulüne veya reddine yahut yeni delil elde edilmesi yönündeki taleplere ilişkin kararları, adil/dürüst yargılanma hakkının kapsamında kalan usule ilişkin güvenceleri zayıflatarak hak ihlaline sebebiyet verebilmektedir. Bu güvencelerin başında “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri gelmektedir.

AYM, Ruhşen Mahmutoğlu kararında şunları kaydetmektedir: “Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye aittir. Bu konuda değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte yargılamada adil yargılama hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine gerektiği ölçüde riayet edilip edilmediği Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır. Anılan ilkeler kapsamında yapılacak incelemede, delillere ilişkin olarak iddia ve savunma makamı arasında oluşturulan dengesizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir. Özellikle sanığın kendisinin elde etme olanağı bulunmayan deliller bakımından yargı makamlarınca savunmaya bunların aksini ortaya koyma hususunda makul imkanların sunulması gerekir(Ruhşen Mahmutoğlu, B. No: 2015/22, 15/1/2020, § 60).

Görüldüğü üzere; AYM, somut bir davada hangi delillerin davayla ilgili olup olmadığı konusunda bir değerlendirme yapamayacağını belirtmekle birlikte, delillere ilişkin mahkemelerce yapılan değerlendirmelerin savunma ve iddia makamları arasında dengesizlik yarattığı yönünde bir iddia bulunduğunda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında bir inceleme yapabileceğini söylemektedir. Belirtmek gerekir ki, AYM’nin “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri kapsamında yapacağı denetim kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin bir denetim değildir. Çünkü bu ilkeler, davanın tarafları arasında usule ilişkin imkanlar bakımından adil bir denge gözetilmesini ve dava dosyasına giren her türlü delilin serbestçe tartışılabilmesini gerektirmektedir. Bununla birlikte, tarafların delillerin sunulması ve tartışılması bakımından eşit imkanlara sahip olup olmadıkları değerlendirilirken kaçınılmaz olarak delillerin niteliği ve ispat gücü konusunda tespitlerde bulunmak gerekecektir. Örneğin bir ceza davasında; sanığın dava dosyasına girmesini talep ettiği bir delilin davayla ilgisinin bulunup bulunmadığı, bir başka ifade ile cezayı azaltabilecek ya da ortadan kaldırabilecek nitelikte olup olmadığı değerlendirilirken mevcut delillerin sanığın suçluluğu hakkında kesin bir karar vermeye yeterli ve elverişli olup olmadığı, deliller arasında çelişki bulunup bulunmadığı, sanığın lehine olan delillerin dikkate alınıp alınmadığı gibi hususlar AYM tarafından gözönünde bulundurulmaktadır. AYM bunu yaparken, derece mahkemelerinin delillere ilişkin değerlendirmelerini “dolaylı yoldan” denetlemektedir. Bu denetimin “dolaylı” olarak nitelendirilmesinin sebebi, AYM’nin hiçbir koşulda hangi delilin ret veya kabul edilmesi gerektiği ve sanığın suçluluğu/suçsuzluğu hususunda değerlendirme yapmamasıdır. AYM, derece mahkemelerinin gerekçeleri üzerinden bir inceleme yapmakta ve delillere ilişkin değerlendirmelerin taraflar arasında usul bakımından bir dengesizlik yaratıp yaratmadığına, taraflardan birinin diğeri karşısında dezavantajlı durumda bırakılıp bırakılmadığına odaklanmaktadır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin kararlarındaki gerekçe bireysel başvurunun akıbeti bakımından belirleyici olmaktadır.

Örneğin AYM, Ruhşen Mahmutoğlu kararında; “derece mahkemesi, başvurucunun mahkûmiyet kararının dayanağı olan A.U. ile şifreli bir şekilde haberleştiği ve silahlı terör örgütü talimatıyla İ.T.nin öldürülememesi üzerine devreye giren kişi olduğu iddialarına esas alınan delillerin doğruluğu ve uygunluğu yönünden ileri sürülen itirazları gerekçeli kararında tartışmamış; bu iddialar yönünden soruşturmanın genişletilmesi talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır” tespitlerine yer vererek, kararın devamında “derece mahkemesinin mahkûmiyete gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden sadece iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği delillerle ilgili gerekli ve yeterli bir inceleme/değerlendirme yapmaması başvurucuyu iddia makamı karşısında usule ilişkin imkanlardan yararlanma noktasında önemli ölçüde dezavantajlı konuma düşürmüştür” sonucuna ulaşmıştır (§ 67).

AYM, başkasına ait kredi kartının kötüye kullanılması suçundan cezalandırılan bir kişinin suça konu işlemin kendisi tarafından gerçekleştirilmediği yönündeki iddialarının ve bunlara dayanak gösterilen delillerin incelenmediği şikayetiyle yapılan bir bireysel başvuruda şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “Mahkemece dava konusu işlemin gerçekleştirildiği cihazın kimlere kiraya verildiği yönünde bir araştırma yapılmadığı gibi işlem yapıldığı sırada C.I.M. firmasına kiralandığına ilişkin başvurucunun dosyaya sunduğu bilgi ve belgelerle ilgili bir araştırma ve inceleme de yapılmamıştır. Keza başvurucu ile C.I.M. firması arasında bir sözleşmenin olup olmadığı hususu da gerekçeli kararda tartışılmamıştır. Mahkeme savunmanın ileri sürdüğü bu argümanlarla ilgili olarak araştırma ve inceleme yapılmamasına gerekçe olarak başvurucu hakkında devam eden soruşturma ve kovuşturmalar ile başvurucunun adli sicil kaydında gözüken benzer eylemleri göstermiştir. Somut olayda, Mahkemenin mahkumiyete gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden sadece katılanın beyanlarını ve iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, buna karşılık başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği delillerle ilgili inceleme ve araştırma yapmaması başvurucuyu katılan ve iddia makamı karşısında önemli ölçüde dezavantajlı konuma düşürmüştür” (Tamer Karataş, B. No: 2020/3612, 4/7/2022, § 29).

AYM daha yakın tarihli bir kararında, şasi numarası değiştirilen bir dorseyi satma fiiline istinaden resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından mahkum olan bir kişi tarafından yapılan bireysel başvuruda yine silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AYM kararının gerekçesi şöyledir: “Mahkemece dava konusu sahtecilik işleminin söz konusu dorsenin başvurucu tarafından satın alındığı tarihten önce gerçekleştirildiği yönündeki savunma ve başvurucunun bu savunmayı desteklemek üzere dosyaya sunduğu faturaya ilişkin herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Keza başvurucunun davaya konu dorseyi şasi numarası değiştirilmiş olarak satın aldığı ve bu durumdan haberi olmaksızın müştekiye sattığı iddiası da gerekçeli kararda tartışılmamıştır. Mahkeme savunmanın ileri sürdüğü bu argümanlarla ilgili olarak araştırma ve inceleme yapılmamasına gerekçe olarak dosyadaki mevcut delil durumunu göstermiştir. Somut olayda, Mahkemenin mahkûmiyete gerekçe gösterdiği olguların varlığı yönünden sadece müştekinin beyanlarını ve iddia makamının gösterdiği delilleri dikkate alması, buna karşılık başvurucunun aynı olguların aksini ispat için gösterdiği delillerle ilgili inceleme ve araştırma yapmaması başvurucuyu müşteki ve iddia makamı karşısında önemli ölçüde dezavantajlı konuma düşürmüştür” (Mustafa Doğan, B. No: 2019/11137, 16/11/2022, § 27).

Örnek olarak sunulan bu vakaların tamamında, sanığın, suçsuzluğunu ortaya koymak için ileri sürdüğü olgular hakkında inceleme yapılmamış ve/veya mahkemeye sunduğu deliller dikkate alınmamıştır. Anayasa Mahkemesi bu durumun iddia ve savunma makamları arasında yargılamanın hakkaniyetini bozacak ölçüde bir dengesizlik oluşturduğuna kanaat getirirken, ileri sürülen delillerin niteliğini ve dava sonucuna olası etkilerini dikkate almıştır. Cezayı azaltabilecek ya da ortadan kaldırabilecek etkiye sahip olgular hakkında derece mahkemelerince hiçbir değerlendirme yapılmaması ya da “mevcut delil durumu”, “sanık hakkında devam eden soruşturmalar”, “sanığın adli sicil kaydı” gibi yetersiz gerekçeler sunulması, adil/dürüst bir yargılamanın gereklerine aykırı görülmüştür.

AYM, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri çerçevesinde gerçekleştirdiği denetimin esasa ilişkin bir denetim olmadığını göstermek için özellikle “suçlu-suçsuz kararı vermek ya da daha hafif veya ağır ceza belirlemek de Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmadığı gibi Anayasa Mahkemesince burada varılacak olan sonuç başvurucunun mutlaka beraat ettirilmesi veya mahkum edilmesi gerektiği anlamına da gelmemektedir” şeklinde bir kayıt düşmektedir (Ruhşen Mahmutoğlu, B. No: 2015/22, 15/1/2020, § 60).

Yazının girişinde aktarılan şikayetlere dönülecek olursa, delillere ilişkin bu tür şikayetlerin çok sayıda bireysel başvuru kararında “dayanaktan yoksun” bulunduğu; buna karşın derece mahkemelerinin delillere ilişkin değerlendirmelerinde -“açık keyfilik” derecesine varmasa da- objektif olarak bir eksiklik yahut yetersizlik bulunduğunda, özellikle de delillere ilişkin değerlendirmeler ilgili ve yeterli gerekçe içermediğinde ve başvurucunun iddiaları yargılamanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğunda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri bakımından bir inceleme yapıldığı görülmektedir.

Son olarak eklemek gerekir ki, ceza davasında, yargılamanın sonucuna etki edecek esaslı iddiaların yargı organlarınca karşılanmaması silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin yanı sıra gerekçeli karar hakkının da ihlali sonucunu doğurabilecektir; zira çoğu kez savunma tarafından ileri sürülen esaslı iddialar, birtakım olgu veya delillerin araştırılmadığı veya dikkate alınmadığı yahut bunlara ilişkin ilgili ve yeterli gerekçe sunulmadığı iddiasını içermektedir. Başvurunun “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında mı yoksa gerekçeli karar hakkı kapsamında mı inceleneceğine somut olayın özelliklerine göre AYM karar vermektedir. Her iki ihtimalde de AYM tarafından tespit edilecek bir ihlalin sonucu, “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesi” olacaktır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)