Olaylar

Ağır ceza mahkemesi, yürütülen yargılama kapsamında başvurucu hakkında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine karar vermiş, bu tedbir yargılamaya ilişkin duruşmanın son celsesine kadar devam etmiştir. Son celsede başvurucunun hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, bu karar istinaf ve temyiz aşamalarının ardından kesinleşmiştir. Başvurucu, kesinleşen hapis cezasına ilişkin Cumhuriyet başsavcılığı tarafından düzenlenen müddetnameye bazı hususlarda hata olduğu gerekçesiyle itiraz etmiş, ayrıca hakkında uygulanan konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen sürenin hapis cezasından mahsup edilmesini talep etmiştir. İnfaz hâkimliği başvurucunun talebini reddetmiş, başvurucunun bu ret kararına itirazı da kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu bu kararı müteakip bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvurucu ilerleyen süreçte infaz hâkimliğine sunduğu dilekçeyle cezasının hatalı hesaplandığını belirterek hakkında düzenlenen mahsup işleminin düzeltilmesini talep etmiştir. İnfaz hâkimliği başvurucunun mahsup talebinin kabulüne karar vermiş, başvurucunun cezasında hata bulunduğu yönündeki itirazını ise reddetmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet başsavcılığı başvurucu hakkında tekrar müddetname düzenlemiş, söz konusu bu müddetnamede başvurucu hakkında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin uygulandığı doksan günlük sürenin yarısı olan kırk beş günlük süre mahsup edilmiştir.

İddialar

Başvurucu, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen sürenin mahkûmiyet hükmündeki süreden mahsup edilmesine ilişkin talebin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; koşullu salıverilme için ceza infaz kurumunda geçen sürenin üçte iki yerine dörtte üç olarak hesaplanması nedeniyle de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

7331 sayılı Kanun'la 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesinde yapılan değişiklikle konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri altında geçen her iki günün, cezanın mahsubunda bir gün olarak dikkate alınması düzenlenmiştir. Somut olayda anılan kanun değişikliği doğrultusunda başvurucu hakkında uygulanan konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen doksan günlük sürenin yarısı olan kırk beş günlük süre mahkûmiyetten mahsup edilmiş, başvurucu ise adli kontrolde geçen sürenin tamamının mahsup edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Anayasa Mahkemesi bir kararında (Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020) konutu terk etmeme tedbirinin niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestîsi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır. Anılan karardan hareketle, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını sınırlayan bu tedbir altında geçen sürelerin mahsup edilmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Ancak bu mahsup gerekliliği, söz konusu tedbir altında geçen sürelerin tamamının mahsup edilmesi olarak anlaşılmamalıdır. Söz konusu tedbirin kişi üzerindeki etkileri ve niteliği dikkate alınarak farklı mahsup oranı belirlenebilir.

Konutu terk etmeme tedbirinin tutuklamaya göre temel hak ve özgürlükler üzerinde daha hafif bir etki oluşturduğu kabul edilmelidir. Zira konutta kesintisiz olarak bulunmak zorunlu olsa da kişilerin konutta yaşayan ya da konuta gelen diğer kişilerle sosyal hayatını devam ettirmesinde veya her türlü bireysel ya da kitlesel iletişim araçlarını kullanmasında bir engel bulunmamaktadır. Ayrıca kimi durumlarda kişilerin izinli sayılarak konutunu terk etmesine imkân verilebilmektedir.

Konutu terk etmeme tedbirinin tutuklama tedbirine göre temel hak ve özgürlükler üzerinde daha hafif bir etki oluşturduğu gözetildiğinde mahsup edilecek sürenin belirlenmesinde adli kontrol tedbirinde geçen iki günün bir gün olarak sayılmasının ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi, başvurucunun 7242 sayılı Kanun ile koşullu salıverilme oranının dörtte üçten üçte ikiye düşürüldüğünü, bu Kanun'un lehe bir düzenleme getirmesi nedeniyle kendisine tatbik edilmesi gerektiğini, buna rağmen hukuka aykırı bir şekilde müddetnamede koşullu salıverilme tarihinin dörtte üçlük oran dikkate alınarak düzenlendiğini ileri sürerek suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasını ayrıca incelemiştir.

Bu inceleme  neticesinde 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan süreli hapis cezasına mahkûm edilenlerin cezalarının ne kadarını ceza infaz kurumunda çektikten sonra koşullu salıverilme imkânından yararlanacakları hususunun anılan Kanun'da doğrudan düzenlenmediği; bu konuda 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 107. maddesinin dördüncü fıkrasına atıf yapıldığı, 5275 sayılı Kanun'un 107. maddesinde ise bu oranın dörtte üç olarak belirlendiği görülmüştür. Bu hükümlere göre 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlardan süreli hapis cezasına mahkûm olanlara uygulanacak oranın dörtte üç olduğu konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır.

Bununla birlikte 2020 yılında 7242 sayılı Kanun'la koşullu salıverilmeye ilişkin bu kurallarda birtakım değişiklikler yapılmıştır. Söz konusu değişiklikler sonucunda 5275 sayılı Kanun'un 107. maddesinin dördüncü fıkrasındaki oran üçte iki olarak değiştirilmiş ise de 3713 sayılı Kanun'a eklenen "Ancak, süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı, dörtte üç olarak uygulanır." şeklindeki cümle ve 5275 sayılı Kanun'a eklenen  "Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından ise tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır.” şeklindeki cümle nedeniyle 3713 sayılı Kanun kapsamında süreli hapis cezasına mahkûm edilen kişilere uygulanacak koşullu salıverilme oranında bir değişiklik meydana gelmediği anlaşılmıştır. Bu kişiler yönünden 7242 sayılı Kanun'dan önce de sonra da koşullu salıverilme oranı dörtte üçtür. Diğer bir deyişle bu kişileri de kapsayan lehe bir kanun yürürlükte olmamıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

-------

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

B. Y. BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2021/7919)

 

Karar Tarihi: 29/5/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 3/12/2024 - 32741

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

 

 

Ömer ÇINAR

Raportör

:

Yusuf Enes KAYA

Başvurucu

:

B. Y.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen sürenin mahkûmiyet hükmündeki süreden mahsup edilmesine ilişkin talebin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, konutu terk etmeme tedbiri nedeniyle özel hayata saygı hakkının, koşullu salıverilme için ceza infaz kurumunda geçen sürenin üçte iki yerine dörtte üç olarak hesaplanması nedeniyle de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/2/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

4. İkinci Bölüm 14/2/2024 tarihli toplantıda başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) nezdinde yürütülen yargılama kapsamında 28/8/2018 tarihinde gerçekleştirilen dördüncü duruşma sonunda başvurucu hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (j) bendi uyarınca konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine karar verilmiştir.

7. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/11/2018 tarihli son duruşmasına kadar başvurucu hakkında konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri uygulanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/11/2018 tarihli kararı ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.

8. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi tarafından 24/6/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Ardından başvurucunun temyiz yoluna başvurması üzerine Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 21/9/2020 tarihli kararıyla Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararı onanarak kesinleşmiştir.

9. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca 18/1/2021 tarihinde düzenlenen müddetnameye göre Ağır Ceza Mahkemesi tarafından başvurucunun kesinleşen hapis cezası 8 yıl 1 ay 15 gün, koşullu salıverilme tarihi 4/12/2022 ve hak ederek tahliye tarihi 15/12/2024 olarak belirlenmiştir.

10. Başvurucu 22/1/2021 tarihli dilekçe ile Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/1/2021 tarihinde düzenlenen müddetnamede yer alan suç tarihinin düzeltilmesini, ceza infaz kurumuna giriş tarihinin değiştirilmesini, 14/4/2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanun kapsamında lehe yapılan değişiklik kapsamında hakkında uygulanan infaz oranının dörtte üç yerine üçte iki olarak tatbik edilmesini ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen sürenin hapis cezasından mahsup edilmesini talep etmiştir.

11. Kayseri 2. İnfaz Hâkimliği 26/1/2021 tarihinde başvurucunun mahsup talebinin reddine karar vermiştir. Kayseri 1. İnfaz Hâkimliğinin gerekçeli kararının ilgili kısmı aşağıdaki gibidir:

"...Hükümlü, dilekçesinde suç tarihinin yakalama ve gözaltı işlemlerinin yapıldığı 04/08/2016 tarihi olarak yer aldığını, suç tarihinin 15/07/2016 tarihi olarak düzeltilmesini istemiş ise de; Hükümlüye ait dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay aşamalarından geçerek kesinleştiği, Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay kararında suç tarihine ilişkin herhangi bir ibarenin yazılmadığı, kaldı ki suç tarihine ilişkin değiştirme talebinin esas yargılamayı yapan Mahkemece değerlendirilebileceği, Hakimliğimizin anılan konuda yetkisinin bulunmadığı anlaşılmış, taleple ilgili ret kararı vermek gerekmiştir.

Hükümlü, ceza infaz kurumuna giriş tarihinin de düzeltilmesini talep etmiştir. Hükümlünün hakkında verilen karar kesinleşip müddetname düzenlendiğinde, ceza infaz kurumuna giriş tarihi de değiştirilmekte ancak giriş tarihinden önce ceza infaz kurumunda geçen sürelerin toplamı mahsup edilmektedir. Bu nedenle hükümlünün herhangi bir hak kaybı bulunmamaktadır. Hükümlü B. Y. hakkında da aynı uygulama yapıldığından ve müddetnamede bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmadığından talebin reddine karar vermek gerekmiştir.

Hükümlünün dilekçesinde infaz edilecek orana da itiraz etmiş, 7242 sayılı yasa ile değişik 5275 sayılı kanunun 108/1-cmaddesinde infaz süresinin 3/4'ten 2/3'e indirildiğini bu nedenle yeniden müddetname düzenlenerek infazın durdurulmasını veya ertelenmesini istediğini beyan etmektedir. Tüm dosya kapsamına göre, hükümlü hakkında 14/07/2020 tarihinde Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesinin2018/50 Esas ve2018/393 Karar sayılı ilamına istinaden müddename düzenlenmiş ve nüddetname de infazının 3/4 oranında uygulandığı anlaşılmıştır. Her ne kadar hükümlü lehe düzenleme olduğunu belirtmiş ise de, 3713 sayılı kanunun 5275 sayılı kanuna göre özel kanun olması ve önce uygulanması gerektiği, yine 3713 sayılı kanunun 17. maddesinde infaz süresinin 3/4 oranında düzenlenmiş olması karşısında hükümlünün talebinin bu yönüyle de reddine karar vermek gerekmiştir.

Hükümlü, 28/08/2018-26/11/2018 tarihlerinde ev hapsinde bulunduğunu ve bu sürenin mahsubunu talep etmiştir. TCK 63. maddesi gereğince gözaltı, tutukluluk, gözlem altına alma gibi hürriyetin sınırlanmasını sağlayan hususlar mahsuba konu edilecektir. Ancak bu haller dışında elektronik kelepçe gibi adli kontrol hükümlerinin uygulanarak kişinin tahliye edilmesi hali bu kapsam dışında kalmaktadır. Aksi halde ceza infaz kurumunda geçen süre ile kişinin evinde geçirdiği süre aynı kapsamda değerlendirilecek, bu durum hakkaniyete aykırılık teşkil edecektir. Bu haliyle hükümlünün evinde adli kontrol ile geçirdiği sürenin mahsubu talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.

Hükümlünün, 5275 sayılı yasanın 98/1-b maddesi gereğince infazın durdurulmasını istemiş ise de; çektirilecek cezanın hesabında duraksama bulunmadığından talebin reddine karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur. Açıklanan nedenlerle; hükümlünün taleplerinin reddine... [karar verilmiştir.]"

12. Başvurucu 1/2/2021 tarihinde Kayseri 1. İnfaz Hâkimliğinin ret kararına itiraz etmiştir.

13. İtirazı inceleyen Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesi 8/2/2021 tarihli kararı ile İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı başvurucuya 16/2/2021 tarihinde ceza infaz kurumu aracılığıyla tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu 26/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

15. Başvurucu 11/8/2021 tarihinde Kayseri 1. İnfaz Hâkimliğine sunduğu dilekçeyle cezasının hatalı hesaplandığını belirterek 8/7/2021 tarihli ve 7331 sayılı Kanun'un 15. maddesi uyarınca hakkında düzenlenen mahsup işleminin düzeltilmesini talep etmiştir.

16. Kayseri 1. İnfaz Hâkimliği 17/8/2021 tarihinde başvurucunun mahsup talebinin kabulüne karar vermiş olup başvurucunun cezasında hata bulunduğu yönündeki itirazını ise reddetmiştir. İnfaz Hâkimliğinin gerekçeli kararının ilgili kısmı aşağıdaki gibidir:

"...Hükümlünün talebinde özet ile Cezanın hesaplanmasında hata bulunduğu, hükümlünün 28/8/2018 ile 26/11/2018 tarihleri arasında konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol olarak infaz ettiği 90 günlük sürenin mahsubunu talep ettiği,

765 sayılı TCK 40 ve benzer düzenlemeleri içeren 5237 sayılı TCK 63. maddeleri uyarınca, mahkûmiyet hükmü kesinleşmeden önce gerçekleşen tutukluluk veya özgürlüğün kısıtlanması sonucunu doğurantüm süreler ceza mahkûmiyetinden indirilecektir.

Tutuklu kalınan sürenin mahkûmiyetten mahsup edilebilmesi için, tutukluluğun mahsup yapılacak suça konu mahkûmiyete ait olması gerekmeyip, sanığın tutuklu kaldığı suçtan dolayı verilecek hükmün kesinleşmesinden önce, işlemiş olduğu diğer bir suç nedeniyle de tutuklu kalınan sürenin mahsubu olanaklıdır. Burada önemli olan husus, mahsuba konu mahkûmiyete ait suçun, tutuklu kalınan suçtan verilen hükmün kesinleşmesinden önce işlenmesidir.

Buna ilişkin Kanun mevzuatı aşağıda gösterilen şekildedir; 5237 sayılı TCK 63. maddesinde düzenlenen mahsup hükmünün kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsi hürriyeti bağlayıcı sürelerin cezadan indirileceği bununla beraber hükümlünün suça konu eylem tarihinden sonra ikinci bir eyleme karışması ve ikinci eylemin kesinleşme tarihinden sonra birinci eylemin kesinleşmesi durumunda birinci eylem uyarınca şahsi hürriyeti bağlayıcı geçirilen sürenin ikinci eylemden alınan süreden mahsup edilebileceği,

Hükümlünün 18/1/2021 tarih 2021/7-374 sayılı müddetnamesine göre hükümlünün ceza infaz kurumana giriş tarihinin 13/1/2021 olduğu, koşullu salıverilme talebinin 04/12/2022 olduğu hak ederek tahliye tarihinin 15/12/2024 olduğu görülmüştür.

Tüm bu hususlar kapsamında cezanın hesaplanmasında hata bulunduğuna ilişkin talebinin hata bulunmadığından bu yöndeki itirazın reddine,

Hükümlünün 28/8/2018 ile 26/11/2018 tarihleri arasında konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol olarak infaz ettiği 90 günlük sürenin yarısı olan 45 gününde CMK nın 109/6 'da 7331 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklik uyarınca mahsubuna karar vermek gerekmiş ve aşağıda gösterilen şekilde hüküm kurulmuştur. Açıklanan nedenlerle;

1-Hükümlünün cezanın hesaplanmasında hata bulunduğuna ilişkin talebinin hata bulunmadığından bu yöndeki itirazın reddine,

2-Hükümlünün 28/8/2018 ile 26/11/2018 tarihleri arasında konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol olarak infaz ettiği90 günlük sürenin yarısı olan 45 gününde CMK nın 109/6 'da 7331 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklik uyarınca mahsup talebinin kabulüne,

3-Hükümlünün 28/8/2018 ile 26/11/2018 tarihleri arasında konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol olarak infaz ettiği90 günlük sürenin yarısı olan 45 gününde CMK nın 109/6 'da 7331 Sayılı Yasa ile yapılan değişiklik uyarınca infaz ettiği cezadan mahsubuna... [karar verilmiştir.]"

17. Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı 18/8/2021 tarihinde tekrar başvurucu hakkında müddetname düzenlemiştir. Söz konusu müddetnamede başvurucu hakkında konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin uygulandığı doksan günlük sürenin yarısı olan kırk beş günlük süre mahsup edilmiş ve kesinleşen cezası 8 yıl 1 ay 15 gün, koşullu salıverilme tarihi 20/10/2022 ve hak ederek tahliye tarihi 31/10/2024 olarak tespit edilmiştir.

18. Başvurucu 10/12/2021 tarihinde denetimli serbestlikle tahliye edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zaman bakımından uygulama" başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar.

 (2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.

 (3) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/2 md.) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır."

20. 5237 sayılı Kanun'un "Mahsup" başlıklı 63. maddesi şöyledir:

"(1)Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün hâller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir."

21. 7331 sayılı Kanun'un 15. maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" başlıklı 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

...

j) Konutunu terk etmemek.

...

 (6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, maddenin üçüncü fıkrasının (e) ve (j) bentlerinde belirtilen hallerde uygulanmaz. (Ek cümle:8/7/2021-7331/15 md.) Ancak, (j) bendinde belirtilen konutunu terk etmemek yükümlülüğü altında geçen her iki gün, cezanın mahsubunda bir gün olarak dikkate alınır."

22. 5237 sayılı Kanun'un "Suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlular" başlıklı 58. maddesinin (9) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir."

23. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Koşullu salıverilme" başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının suç tarihinde yürürlükte olan hâli şu şekildedir:

"(Değişik: 29/6/2006-5532/12 md.) Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır."

24. Aynı maddenin 7242 sayılı Kanun'la değiştirildikten sonraki hâli şu şekildedir:

"(Değişik: 29/6/2006-5532/12 md.) Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır. Ancak, süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı, dörtte üç olarak uygulanır."

25. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Koşullu salıverilme" başlıklı 107. maddesinin ilgili kısmının suç tarihinde yürürlükte olan hâli şu şekildedir:

"(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.

...

(4) Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler."

26. Aynı maddenin 7242 sayılı Kanun'la değiştirildikten sonraki hâli şu şekildedir:

"(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir.

 (4) Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından ise tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır."

27. 5275 sayılı Kanun'un "Mükerrirlere ve bazı suç faillerine özgü infaz rejimi ve denetimli serbestlik tedbiri" başlıklı olup suç tarihindeki hâli şu şekildedir:

" (1) Tekerrür hâlinde işlenen suçtan dolayı mahkûm olunan;

....

c) Süreli hapis cezasının dörtte üçünün,

İnfaz kurumunda iyi hâlli olarak çekilmesi durumunda, koşullu salıverilmeden yararlanılabilir."

28. Aynı maddenin 7242 sayılı Kanun'la değiştirildikten sonraki hâli şu şekildedir:

"(1) Tekerrür hâlinde işlenen suçtan dolayı mahkûm olunan;

d) Süreli hapis cezasının üçte ikisinin,

İnfaz kurumunda iyi hâlli olarak çekilmesi durumunda, koşullu salıverilmeden yararlanılabilir. Ancak, koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır."

B. Uluslararası Hukuk

29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez… "

30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 7. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ceza kavramını özerk bir Sözleşme kavramı olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda AİHM Sözleşme’nin 7. maddesinde güvence altına alınan ilkeyi korumak amacıyla, bir tedbirin özü itibarıyla bir ceza oluşturup oluşturmayacağı konusunda ulusal yargı makamlarının yorumlarına bağlı kalmadan değerlendirme yapmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak bir cezanın varlığı için suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığını, daha sonra tedbirin niteliğini, amacını, ulusal hukuk açısından nasıl kabul edildiğini, tedbirin alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı değerlendirmektedir (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, §§ 81, 82; Welch/Birleşik Krallık, B. No: 17440/90, 9/2/1995, §§ 27, 28).

31. AİHM, ceza kabul edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir tedbir arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede tedbirin niteliği ve amacı cezanın indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklikle ilgili olduğunda bu tedbirin Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında ceza olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (Hogben/Birleşik Krallık, B. No: 11653/85, 23/7/1985; Hosein/Birleşik Krallık, B. No: 26293/95, 28/2/1996, Del Rio Prada/İspanya, § 83). Ancak AİHM, bu hususta 7. maddenin ikinci cümlesinde ifade edilen "verilme" sözcüğünün cezanın infazına veya icrasına ilişkin tüm tedbirlerin bu maddenin koruma alanı dışında olduğu şeklinde yorumlanamayacağını belirtmiştir (Hirsi Jamaa ve diğerleri/İtalya, B. No: 27765/09, 23/2/2012, § 175). Bunun sonucu olarak da cezaya hükmedildikten sonra veya ceza infaz edilirken idari yetkililer ve mahkemeler tarafından yapılacak uygulamaların cezayı veren mahkemenin öngördüğü ve kapsamını belirlediği cezanın farklı tanımlanmasına veya değiştirilme ihtimaline yol açabileceğini kabul etmiştir. Aksi takdirde idari yetkililerin veya mahkemelerin verilen cezanın kapsamını geçmişe dönük olarak, mahkûm edilen kişinin suçu işlediği veya cezaya çarptırıldığı zamanda böyle bir gelişmeyi öngöremeyecek şekilde zararına olacak tarzda yeniden tanımlayan tedbirler alabileceği gibi bir sonuç doğabilir (Del Rio Prada/İspanya, § 89).

32. Ceza infaz kurumu mevzuatında yapılan değişikliklerin müebbet hapis cezası çeken mahkûmları ceza indirimi hakkından yoksun bıraktığı Kafkaris/Kıbrıs (B. No: 21906/04, 12/2/2008) davasında AİHM, yapılan değişiklikleri -başvurucuya verilen ve başvurunun müebbet hapsolmasını sürdüren cezanın aksine- bu cezanın infazıyla ilgili görmüştür. Ceza infaz kurumu mevzuatında ve tahliye koşullarında yapılan değişikliklerin başvurucunun hapis cezasını ağırlaştırmış olabileceğini kabul etmekle birlikte bu değişikliklerin davayı gören mahkemenin verdiğinden daha ağır bir ceza dayattığı şeklinde bir yoruma varılamayacağını açıklamıştır. Bu bağlamda tahliye politikaları, bu politikaların uygulanması ve bunların ardında yatan gerekçelerle ilgili meselelerin Sözleşme’ye taraf devletlerin kendi ceza politikalarını belirleme yetkisine girdiğini yinelemiştir (Kafkaris/Kıbrıs, § 151).

33. Ancak AİHM aynı zamanda fiiliyatta ceza teşkil eden bir uygulama ile cezanın infazını ilgilendiren bir uygulama arasındaki ayrımın her zaman net olmayabileceğini kabul etmiştir (Kafkaris/Kıbrıs, § 142). Del Rio Prada davasına konu olayda başvurucu; terör örgütü ETA üyesi olma, çok sayıda kişiyi öldürme, öldürmeye teşebbüs ve diğer suçlar nedeniyle 3.000 yıldan fazla hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucuya verilen hapis cezaları için ilgili kanun uyarınca infaz edilecek süre, azami süre olan otuz yıl olarak belirlenmiştir. İlgili kanuna göre hükümlüler belli durumlarda infaz ettikleri süre karşılığında ceza indirimi alabilmektedir. Kanunda açıklık olmamasına rağmen başvurucunun mahkûm olduğu suçları işlediği ve cezalarının toplandığı tarih itibarıyla geçerli olan yerleşik içtihatlara ve uygulamaya göre birden fazla suçtan mahkûm olup cezaları toplanan ve infaz edeceği süre otuz yıl olarak belirlenen kişilere de bu indirimler otuz yıl üzerinden uygulanmaktadır. Başvurucu, cezasını infaz ederken Yüksek Mahkeme 2006 yılında başka bir davada içtihat değiştirmiş; indirimlerin infazda geçirilecek azami süreye değil her bir cezaya ayrı ayrı uygulanacağı, bu indirimler sonucu hesaplanan sürelerin toplamının otuz yılı aşamayacağı şeklindeki Parot doktrini olarak bilinen içtihadını geliştirmiştir. Bu içtihada dayanılarak başvurucunun fiilen infaz edeceği süre yeniden belirlenmiş ve tahliyesi için infaz etmesi gereken süre yaklaşık dokuz yıl uzamıştır. AİHM; Parot doktrininin başvurucunun durumuna uygulanmasının kanunen ve cezaların infazından sorumlu hâkimlerin nihai kararları uyarınca başvurucunun hak kazandığı, alıkonma boyunca yaptığı işlerden dolayı elde ettiği ceza indirimlerinin fayda sağlayan her türlü etkisinden başvurucuyu mahrum bıraktığını kaydetmiştir. AİHM’e göre başvurucunun cezaları birleştirilerek otuz yıllık fiilî bir hapis süresi ile sınırlandırılmasına rağmen başvurucunun hak kazanması gereken ceza indirimlerinin bu sınırlandırılmış süre üzerinde hiçbir etkisi olmayacaktır. AİHM ceza kanunu hükümlerinin somut davadaki uygulanma biçiminin basit bir ceza infaz kurumu politikasının ötesine geçtiğini, hapis süresi boyunca yapılan işlerden dolayı hak kazanılan ceza indirimlerinin tatbikinde Parot doktriniyle getirilen yeni yaklaşımın benimsenmesinin sadece başvurucuya verilen cezanın infazını ilgilendiren bir uygulama olarak görülemeyeceğini, bu uygulamanın aynı zamanda verilen cezanın kapsamının yeniden tanımlanmasına da yol açtığını, Parot doktrini neticesinde, otuz yıllık azami hapis cezası süresinin alıkonma süresince yapılan işlerden dolayı hak kazanılan ceza indirimlerinin uygulanacağı müstakil bir ceza olmaktan çıkıp fiilen böylesi hiçbir indirimin uygulanmayacağı otuz yıllık bir ceza hâline geldiğini belirtmiştir. AİHM, bu gerekçelerle Sözleşme’nin 7. maddesinin uygulanabilir olduğuna karar vermiştir (Del Rio Prada/İspanya, §§ 107-110).

34. Kupinskyy/Ukrayna (B. No: 5084/18, 10/11/2022) başvurusuna konu olayda başvurucu; yargılandığı ve müebbet hapis cezası aldığı Macaristan mevzuatına göre bu cezanın 20 yıllık kısmı tamamlandıktan sonra şartlı tahliye olma şansı varken cezasını çekmek üzere nakledildiği Ukrayna'nın mevzuatında şartlı tahliyeye ilişkin düzenleme olmadığından şartlı tahliye taleplerinin reddedilmesine yönelik işlemlerin ve alınan cezanın serbest bırakılma ihtimali olmayan müebbet hapis cezasına çevrilmesi nedeniyle Sözleşme'nin suçta ve cezada kanunilik ilkesini düzenleyen 7. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

35. AİHM öncelikle Sözleşme'nin 7. maddesinin somut olayda uygulanabilirliğini değerlendirmiştir. AİHM, ceza kabul edilen bir uygulama ile cezanın infazı veya icrasını ilgilendiren bir uygulama arasında ayrım yapmıştır. Bu çerçevede uygulamanın niteliği ve amacının cezanın indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklik ile ilgili olduğunda bu uygulamanın Sözleşme’nin 7. maddesi kapsamında ceza olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Ancak AİHM aynı zamanda fiiliyatta ceza teşkil eden bir uygulama ile cezanın infazını ilgilendiren bir uygulama arasındaki ayrımın her zaman net olmayabileceğini kabul etmiştir. AİHM, başvurucunun cezayı aldığı ülkenin mevzuatında yer alan ve uygulanması lehine olan şartlı tahliye imkânının müebbet hapis cezasını başka bir ülkede çekmesi sırasında bu ülkenin mevzuatındaki eksiklikler nedeniyle fiilî ve hukuki olarak ortadan kaldırıldığına işaret etmiştir. AİHM’e göre bu durum, cezanın infazının ötesine geçen ve daha ağır bir ceza uygulanması anlamına gelen önemli bir değişikliktir. AİHM bu değerlendirmesine dayanarak uygulama nedeniyle verilen cezanın kapsamının genişletildiğini ve cezanın daha ağır bir cezaya dönüştürüldüğünü değerlendirmiştir. Sonuç olarak AİHM, Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Kupinskyy/Ukrayna, §§ 44-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Anayasa Mahkemesinin 29/5/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

37. Başvurucu, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinde geçen sürenin hapis cezasından mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

38. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkında yeni bir müddetname tanzim edildiği, yeni müddetnamede konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol kararının uygulandığı doksan günlük sürenin yarısı olan kırk beş günlük sürenin mahsup edildiği, bu durumun mağdur sıfatının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

39. Başvurucu, tutuklamaya benzer nitelikte olduğu için konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrolde geçen sürenin tamamının mahsup edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

41. Mahsup, bir hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve kişi hürriyetini sınırlama sonucu doğuran hâller sebebiyle geçirilmiş sürelerin hapis cezasından indirilmesidir. Bir suç nedeniyle de olsa henüz hakkında mahkûmiyet hükmü bulunmayan bir kimsenin hürriyetinden mahrum edilmek suretiyle ortaya çıkan haksızlığı telâfi etmek amacıyla mahsup müessesesine başvurulmaktadır. Özgürlükten yoksun kalınan sürelerin mahkûmiyetten indirilmesiyle bu haksızlık giderilmektedir. Mahsup kurumu adalet ve hakkaniyet duygusunun gereği olarak özgürlüğü kısıtlanmış bir kişi bakımından denkleştirme görevi görmektedir. Nitekim AİHM de mahsup kararı ile açıkça söz konusu kişi hürriyeti hakkının ihlali için tazmin sağlamak amaçlanmışsa ve bunun ilgili kişinin çektiği ceza üzerinde ölçülebilir bir etkisi olmuşsa mahsubun Sözleşme'nin 5. maddesi anlamında tazmin teşkil edebileceğine karar vermiştir (Porchet/İsviçre, B.No: 36391/16, 8/10/2019, §§ 18-25).

42. Dolayısıyla mahsup kurumu Anayasa’da güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ceza hukuku alanında gerçekleştirmeye yönelik bir kurum olarak kabul edilebilir. Türk hukuk sisteminde 5237 sayılı Kanun'un 63. maddesindeki "Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsî hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün hâller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir." şeklindeki genel hüküm ile mahsubun mecburiliği sistemi kabul edilmiştir. Bu sisteme göre mahkûm kusuru ile tutuklu kalmış olsa dahi tutukluluk süresinin verilen cezadan indirilmesi zorunludur.

43. Öte yandan Anayasa Mahkemesince hükümlülerin ceza infaz kurumlarında kalacağı süreyi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen durumların Anayasa'nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmiştir (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, § 26; Günay Okan, § 13). Kişi hürriyetini sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş sürelerin mahkûmiyetten mahsup edilmesine ilişkin kararlar, hapis cezasının kapsamını belirlemekte; dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını temelden etkilemektedir. Zira mahsup kurumu ceza infaz kurumunda kalınması gereken süre ile doğrudan ilgilidir.

44. Bu gerekçelerle mahsubun Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında bir güvence olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyetini sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş sürelerin cezadan mahsubunun tamamen yasaklanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile bağdaşmaz. Ancak mahsubun Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında bir güvence olarak kabul edilmesi, kişi hürriyetini sınırlama sonucunu doğuran hâllerin fiziksel özgürlük üzerindeki etkileri ve uygulanma tarzı gibi çeşitli faktörler dikkate alınarak mahsup edilecek sürenin belirlenmesini engellemez.

45. 7331 sayılı Kanun'la 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yapılan değişikliğe göre konutu terk etmeme adli kontrol tedbiri altında geçen her iki gün, cezanın mahsubunda bir gün olarak dikkate alınacaktır. Somut olayda anılan kanun değişikliği doğrultusunda başvurucu hakkında uygulanan konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen doksan günlük sürenin yarısı olan kırk beş günlük süre mahkûmiyetten mahsup edilmiştir. Başvurucu, adli kontrolde geçen sürenin tamamının mahsup edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

46. Bu durumda mahsup edilecek sürenin belirlenmesinde konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinde geçen iki günün bir gün olarak sayılmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal edip etmediğinin incelenmesi gerekir.

47. Anayasa Mahkemesi konutu terk etmeme tedbirinin niteliği, uygulanış şekli ve özellikleri itibarıyla hareket serbestîsi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat özgürlüğüne göre oldukça ileri bir boyutta olduğu, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır (Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 68-76). Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını sınırlayan bu tedbir altında geçen sürelerin mahsup edilmesi gerekir. Ancak bu mahsup gerekliliği, söz konusu tedbir altında geçen sürelerin tamamının mahsup edilmesi olarak anlaşılamaz. Söz konusu tedbirin niteliği dikkate alınarak farklı mahsup oranı belirlenebilir.

48. Bu açıdan konutu terk etmeme tedbirinin tutuklamaya göre temel hak ve özgürlükler üzerinde daha hafif bir etki oluşturduğu kabul edilmelidir. Zira konutta kesintisiz olarak bulunmak zorunlu olsa da kişilerin konutta yaşayan ya da konuta gelen diğer kişilerle sosyal hayatını devam ettirmesinde veya her türlü bireysel ya da kitlesel iletişim araçlarını kullanmasında bir engel bulunmamaktadır. Ayrıca kimi durumlarda kişilerin izinli sayılarak konutunu terk etmesine imkân verilebilmektedir (M.S., B. No: 2018/25505, 25/2/2021, § 82). Konutu terk etmeme tedbirinin tutuklama tedbirine göre temel hak ve özgürlükler üzerinde daha hafif bir etki oluşturduğu gözetildiğinde mahsup edilecek sürenin belirlenmesinde adli kontrol tedbirinde geçen iki günün bir gün olarak sayılmasının ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

Hasan Tahsin GÖKCAN ve Selahaddin MENTEŞ bu sonuca farklı gerekçeyle katılmıştır.

B. Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

50. Başvurucu; hakkındaki konutu terk etmeme tedbirinin elektronik kelepçe takılmak suretiyle uygulandığını, elektronik kelepçe nedeniyle sosyal çevresi nezdinde damgalandığını, evinden dışarı çıkamaması nedeniyle sosyal hayatının önemli ölçüde etkilendiğini, tedbirin uygulandığı süreçte ruh sağlığının bozulduğunu belirterek özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

51. Bireysel başvuruların 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir (Yasin Yaman, B. No: 2012/1075, 12/2/2013, §§ 18, 19).

52. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen dikkate alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).

53. Başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbiri 27/11/2018 tarihinde sona ermiştir. Başvurucu adli kontrolün sona erdiği tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunması gerekirken 26/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

54. Açıklanan gerekçelerle müdahalenin sona ermesinden itibaren otuz gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

55. Başvurucu 7242 sayılı Kanun ile koşullu salıverilme oranının dörtte üçten üçte ikiye düşürüldüğünü, bu Kanun'un lehe bir düzenleme getirmesi nedeniyle kendisine tatbik edilmesi gerektiğini, buna rağmen hukuka aykırı bir şekilde müddetnamede koşullu salıverilme tarihinin dörtte üçlük oran dikkate alınarak düzenlendiğini, bu hususta yaptığı itirazların mahkemelerce dikkate alınmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

56. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."

57. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyetinin özü, koşullu salıverilmede lehe kanunun uygulanmamasıdır. Bu nedenle değerlendirmenin suçta ve cezada kanunilik ilkesi kapsamda yapılması uygun görülmüştür.

58. Bu kapsamda öncelikle mahkûmiyet kararı sonrasında verilen cezanın infazında Anayasa’nın 38. maddesinin öngördüğü ilkelerin uygulanıp uygulanmayacağı hususu belirlenmelidir.

59. Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ceza kavramı özerk bir kavramdır. Bu bağlamda Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan ilkeyi etkin korumak için bir tedbirin özü itibarıyla bir ceza oluşturup oluşturmayacağı konusunda yargı makamlarının yorumlarına ve mevzuattaki nitelendirmelere bağlı kalınmadan değerlendirme yapılabilecektir (Yunis Karataş [GK], B. No: 2021/34231, 26/1/2023, § 43).

60. Öte yandan ceza kabul edilen bir tedbir ile cezanın infazı veya uygulanmasını ilgilendiren bir tedbir arasında ayrım yapılmalıdır. Bu çerçevede tedbirin niteliği ve amacının cezanın indirilmesi veya erken tahliyeye ilişkin bir değişiklikle ilgili olduğunda bu tedbir kural olarak Anayasa'nın 38. maddesi anlamında ceza olarak kabul edilemeyebilecektir. Anayasa'nın 38. maddesi cezanın infazının şekliyle değil kendisiyle, diğer bir ifadeyle cezanın kendisinin etkilenip etkilenmediğiyle ilgilenir. Ancak fiiliyatta ceza teşkil eden bir tedbir ile cezanın infazını ilgilendiren bir tedbir arasındaki ayrım her zaman net olmayabilecektir. Bunun sonucu olarak da cezaya hükmedildikten sonra veya ceza infaz edilirken idari yetkililer ve mahkemeler tarafından yapılacak uygulamaların cezayı veren mahkemenin öngördüğü, kapsamını belirlediği cezanın farklı tanımlanmasına veya değiştirilmesine yol açabileceği ihtimali gözardı edilmemelidir. Aksi takdirde idari yetkililer veya mahkemelerin verilen cezanın kapsamını geçmişe dönük olarak, mahkûm edilen kişinin suçu işlediği veya cezaya çarptırıldığı zamanda böyle bir gelişmeyi öngöremeyecek ve zararına olacak şekilde yeniden tanımlayan tedbirler alabileceği kabul edilecektir (Yunis Karataş, § 44).

61. Bir tedbirin maddi ceza hukukuna mı yoksa infaz hukukuna mı dâhil olduğu tespit edilirken tedbirin şeklî olarak hangi alana girdiğinden ziyade niteliğine bakılarak karar verilmelidir. Bu çerçevede bir tedbir, sanığa verilecek cezayla ilgili bir konu hakkında ise ve ceza verme düşüncesi içinde kabul ediliyorsa tedbirin maddi ceza hukuku alanında olduğunun kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla hükümlü hakkında uygulanan tedbirin bir suçtan kaynaklanan bir mahkûmiyetin sonucu olup olmadığı, tedbirin niteliği, amacı, mahkemeler ve yetkili idari makamlar açısından nasıl kabul edildiği, tedbirin alınmasında ve uygulamasındaki usullerin ve tedbirin ağırlığı değerlendirilerek Anayasa’nın 38. maddesinin güvencesi altında olup olmadığı tespit edilmelidir. Bir hükmün infazı sırasında alınan bir tedbirin sadece hükmün infazının şekline ilişkin olup olmadığının veya aksine hükmün kapsamını etkileyip etkilemediğinin belirlenmesi için hükmedilen cezanın ilgili zamanda yürürlükte olan hukuka göre aslında neyi gerektirdiğinin, diğer bir ifadeyle onun asıl doğasının ne olduğunun incelenmesi gerekir. Bu bağlamda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18/11/1985 tarihli ve E.1985/268, K.1985/361 sayılı kararında “…cezaların yerine getirilmesine ilişkin rejimleri değiştiren yasaların derhal uygulanması gerekmekte ise de, değişikliği yapan yasaların, cezaların niteliğini değiştirmemesi gerekir. Cezanın yerine getirilmesine ilişkin yasadaki değişiklik, mahkûmiyet süresini uzatıyorsa veya hükümlüye yüklenen yükü artırıyorsa, bu hal cezanın niteliğini değiştirdiğinden derhal uygulanamaz.” (benzer yöndeki bir karar için bkz. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 5/7/1973 tarihli ve E.1973/6567, K.1973/6535 sayılı kararı) denilerek bir tedbirin infaz hukukuna ilişkin olmasının tek başına derhâl uygulanması için yeterli olmadığı, aksine mahkûmiyet süresini uzatıp uzatmadığı hususu gözetilerek karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (Yunis Karataş, § 45) .

62. Bu bağlamda anayasal güvencenin belirlenmesi açısından koşullu salıverme kurumunun maddi ceza hukukuna mı yoksa infaz hukukuna mı dâhil olduğu tespit edilmelidir. Bu konuda mevzuata bakılması önem arz etmektedir. Anayasa’nın 38. maddesi uyarınca suçta ve cezada kanunilik ilkesinin güvence fonksiyonu açısından infaz hukukuna ilişkin temel sorun infaza yönelik düzenlemelerin zaman bakımından uygulanması meselesidir. Zaman bakımından uygulamaya ilişkin olarak üç ilke söz konusudur. Bunlar geriye yürüme, ileriye yürüme ve derhâl uygulanmadır. Bu ilkelerin ceza hukuku açısından nasıl uygulanacağı Anayasa’nın 38. maddesi ve 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinde açıklanmıştır. Ancak bu ilkelerin infaz hukukuna ilişkin kuralları kapsayıp kapsamadığının tespiti Anayasa’nın 38. maddesinin getirdiği güvencelerin bu alanda uygulanabilirliğini ortaya koyacaktır (Yunis Karataş, § 46).

63. Kural olarak infaz hukuku kuralları derhâl uygulanır. Buna göre kuralın hükümlü açısından lehe veya aleyhe sonuç doğurmasından ziyade amacı, hükümlünün cezasının infazında temel hedef olan ıslah ve topluma kazandırmada daha etkin yöntemlerin uygulanmasını sağlamak, ceza infaz kurumu güvenlik ve disiplinini daha iyi bir düzeye getirmek ve ceza infaz kurumunu hükümlüler açısından daha makul bir seviyede yaşanabilir hâle getirmektir. Ancak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile infaz rejimine ait olarak değerlendirilen hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olan hükümlerin aleyhe sonuç doğurmaması bu kuralın istisnası olarak kabul edilmiştir. Diğer bir deyişle koşullu salıverme müessesesi maddi ceza hukukuna ilişkin zaman bakımından uygulama kurallarına tabi tutulmuştur (Yunis Karataş, § 47).

64. Öte yandan bir mahkeme hapis cezasına karar verdiğinde bunu hükümde belirtmese de -koşullu salıverilme yolunun kapalı olduğu durumlar hariç- esasında koşullu salıverilmeye açık bir hapis cezası vermektedir. Diğer bir deyişle mahkemenin verdiği hapis cezası koşullu salıverilmenin tatbik edileceği bir ceza hâline gelecektir. Bu bakımdan koşullu salıverilme için ceza infaz kurumunda kalınması gereken süre, cezanın ne kadar çekileceğini belirlediğinden hükümlü açısından cezanın kapsamına ilişkindir. Dolayısıyla bu hususta suçta ve cezada kanunilik ilkesini düzenleyen Anayasa’nın 38. maddesi çerçevesinde değerlendirilme yapılması gerekir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Yunis Karataş [GK], B. No: 2021/34231, 26/1/2023, § 48; Efendi Yaldız, B. No: 2013/1202, 25/3/2015, § 42; Metin Durmaz, B. No: 2013/7764, 25/3/2015, § 60).

65. Koşullu salıvermenin Anayasa'nın 38. maddesi kapsamında olduğu belirlendikten sonra bir diğer mesele lehe kanunun geçmişe uygulanıp uygulanmayacağıdır. Yukarıda belirtildiği gibi kural olarak infaz hukuku kuralları derhâl uygulanır. Ancak 5237 sayılı Kanun’un 7. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile infaz rejimine ait olarak değerlendirilen koşullu salıvermeyle ilgili olan hükümlerin aleyhe sonuç doğurmaması bu kuralın istisnası olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla koşullu salıverme açısından 5237 sayılı Kanun'un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki ilkeler de geçerlidir. Bu fıkrada “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” denmiştir. Anayasa Mahkemesinin daha önce de belirttiği üzere lehe olan kanunun geçmişe yürümesi olarak adlandırılan bu ilke Anayasa'nın 38. maddesinin bir gereğidir (AYM, E.2019/9, K.2019/27, 11/4/2019, §§ 13-20).

66. Bu ilke koşullu salıvermeye uyarlandığında suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre koşullu salıverilmeye hak kazanan kimsenin bu hakkının geri alınamayacağı, suç işlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre koşullu salıverilme hakkını kaybeden kimseye aleyhe olan hükmün uygulanamayacağı, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren lehe düzenlemelerin hükümlü hakkında derhâl uygulanacağı sonucu çıkacaktır (Yunis Karataş, § 50). Koşullu salıverilmenin her iki şartı açısından ayrı ayrı lehe kanunun geçmişe yürümesi ilkesi geçerlidir. Bu kapsamda ceza infaz kurumunda kalınması gereken süreyi azaltan bir düzenleme hükümlünün lehine olacaktır.

67. Somut olayda başvurucu, 3713 sayılı Kanun kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan süreli hapis cezasına mahkûm edilmiştir. 3713 sayılı Kanun kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan süreli hapis cezasına mahkûm edilenlerin cezalarının ne kadarını ceza infaz kurumunda çektikten sonra koşullu salıverilme imkânından yararlanacakları hususu 2020 yılında 7242 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önce, 3713 sayılı Kanun'da doğrudan düzenlenmemiş; bu konuda 5275 sayılı Kanun'un 107. maddesinin dördüncü fıkrasına atıf yapılmıştır. 5275 sayılı Kanun'un 107. maddesinde ise bu oran dörtte üç olarak belirlenmiştir. Bu hükümlere göre 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlardan süreli hapis cezasına mahkûm olanlara uygulanacak oranın dörtte üç olduğu konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bununla birlikte 2020 yılında 7242 sayılı Kanun'la koşullu salıverilmeye ilişkin bu kurallarda birtakım değişiklikler yapılmıştır.

68. Bu kapsamda 7242 sayılı Kanun'un 48. maddesiyle 5275 sayılı Kanun'un 107. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "dörtte üçünü" ibaresi "üçte ikisini" şeklinde değiştirilmiş ve bu fıkraya "Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından ise tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır." cümlesi, 7242 sayılı Kanun'un 65. maddesiyle de 3713 sayılı Kanun'un "Koşullu salıverilme" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının sonuna "Ancak, süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı, dörtte üç olarak uygulanır." cümlesi eklenmiştir.

69. Bu değişiklikler sonucunda 5275 sayılı Kanun'un 107. maddesinin dördüncü fıkrasındaki oran üçte iki olarak değiştirilmiş ise de 3713 sayılı Kanun'a eklenen "Ancak, süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı, dörtte üç olarak uygulanır." şeklindeki cümle ve 5275 sayılı Kanun'a eklenen "Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından ise tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır.” şeklindeki cümle nedeniyle 3713 sayılı Kanun kapsamında süreli hapis cezasına mahkûm edilen kişilere uygulanacak koşullu salıverilme oranında bir değişiklik meydana gelmediği anlaşılmaktadır. Bu kişiler yönünden 7242 sayılı Kanun'dan önce de sonra da koşullu salıverilme oranı dörtte üçtür. Diğer bir deyişle bu kişileri de kapsayan lehe bir kanun yürürlükte olmamıştır.

70. Dolayısıyla somut olayda suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/5/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.