YARGI MAHALLESİNİN SOKAK ÇOCUĞU
Aslında daha o günlerde anlamalıydım bu ülkede savunmanın ne kadar zorlu bir meslek olduğunu. Bir defa, yaptığınız şey çok ilginç bir şekilde gücü ve yetkiyi elinde bulunduran “egemen tarafı” öfkelendiriyordu; "sana ne, sen de öylesin, otur yerine"... Hocamızın bu sözü, açık söylemek gerekirse, dürüstçeydi. Hiç olmazsa lafı hiç eğip bükmeden açık açık söylemişti.
Doğrusu, savunmaya karşı mahkemelerin, bürokrasinin, kısaca devletin tutumunu gördükçe bu açık sözlü edebiyat hocamıza rahmet okuyorum. Sizi dinler gibi yapan ama içinden ve bazen çoğu defa yüksek sesle; "kısa kesin avukat bey tamam, uzatmayın, bunları böyle yazdıramayız ki, savunmanızı yazılı verin" diyen yargıçlar aslında aynı şeyi, ne kadar gereksiz ve tahammül edemedikleri bir şeyi yaptığımızı söylemeye çalışıyorlar. Kendileri ile yüzyüze bir sohbet sırasında bunu daha açık söyledikleri de oluyor.
Şu an HSYK da görevli, eski bir ceza hakimiyle sohbet ettiğimiz bir sırada kendisi aynen şunları söylemişti; "avukat bey, reis olarak görev yaptığım zamanlarda hakim arkadaşlara sorardım, bir avukatın savunmasını kararınızda ne kadar dikkate alıyorsunuz diye, aldığım cevapların yüzde doksandokuzu "hiç dikkate almıyorum" şeklinde idi. Ben bu güne kadar hiçbir avukatın sözünü savunma yaparken kesmedim ve yapılan savunmaları kararımda ciddiyetle değerlendirmeye aldım. Bu yaptığımla hep gurur duydum ama maalesef sizin de dediğiniz gibi hakimlerimizin büyük bir çoğunluğunun durumu bu".
Sadece bununla kalsa razıyım ama durum çok daha vahim. Edebiyat öğretmeni o gün bana sözlü notu olarak "sıfır" vermişti. Peki ya; avukatın “vatandaş adına” açtığı davayı sırf avukatla tartıştığı için reddeden, beraat vermesi gerekirken ceza veren veya gerekenden fazla ceza veren, güya avukata sıfır veren bir hakime ne dersiniz? Hangisi daha vahim?
Boşuna demiyorum edebiyat öğretmenime bazen rahmet okuyorum diye. Dosyada delil varmış kimin umurunda...Gerekçesi olmayan, delilleri irdelemeyen karara keyfi/taraflı karar denir ve bundan daha vahim bir şey de yoktur.
Oysa ne hayallerim vardı. Sanırdım ki mahkeme denilen o yüce mekanda kişisel hesaplar yapılmaz, şahsi zaaflar bulunmaz, adalet denilen o yüce ruh sadece ve sadece deliller üzerinden, vicdani değerlendirmenin de içinde olduğu ayrıntılı bir gerekçe ile zuhur eder ve Allah korkusuyla hüküm verilir.. Ama gördüm ki; Adaletin adı, hukukun gölgesi, vicdanın ise sadece bir sureti var...
Suretlerin, gölgelerin olduğu bu yerde, asıllara özlem var...
Savunma hakkı, işte bu "yargı mahallesinin” bir sokak çocuğudur. Hani şu sözleri yarım kalan, susturulan, azarlanan, korkudan söyleyeceklerini unutan, "lutfedilen" adalete çaresizce boyun büken gariban vatandaş var ya o işte...
Ya Avukatlar; işte bu mazlum savunma hakkını ayağa kaldıracak, sesini yükseltecek ve onu cesaretlendirecek olan avukatlardır. Ama ya onlar da sesini çıkarmıyorsa veya menfaatleri zedelenecek diye endişe ediyorlarsa, onlara ne demeliyiz? Dedim ya hocaya söyleyecek çok lafım var ama arkadaşıma söyleyecek tek bir laf bulamıyorum...Onları kasıtlı olarak sesini çıkaramaz hale getirenlere mi, yoksa herşeye rağmen savunma mesleğinin iktizası olan değerlere sahip çıkmadıkları için onlara mı kızalım, hayıflanalım, bilemedim..
Velhasıl, bir sevdadır içimde “savunma hakkı”, kırılan hayallerimdir, düşündükçe yüreğimi sızlatan “Yargı Mahallesi”nin bir sokak çocuğudur, huzur evine konulmuş, unutulmuş bir kalbi kırıktır...
Bu düşüncelerimle birlikte mahkemelerin varlık sebebi olan kutsal "savunma hakkını"n temsilcileri, tüm meslektaşlarımın “Avukatlar günü”nü kutluyorum...
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)