Anayasa Mahkemesinin (AYM) anayasal değişikliklerle ilgili maddelerini incelemesiyle birlikte yine kıyametler koptu.
Toplum iki karşıt kutba ayrıldı.
Hukukçular bile iktidar yanlısı ya da karşıtı olup olmamalarına göre görüş açıklıyorlar izlenimi var, toplumda.
Bu çok sağlıksız süreçte ilkin AYM’ye başvurmak bir suç gibi algılandı.
Bu yadırganası durum ilk kez yaşanmıyor, bu ülkede.
Kimileri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmayı bugün de “Türkiye’yi dış dünyaya şikâyet etmek” olarak algılıyorlar.
Oysa bir işlem hakkında yargıya başvurmak özendirilesi bir
tutumdur.
İşlemin hukuk ve yargı süzgecinden geçirilmesi, onu arındırır;
güçlendirir.
Yargı, işlem hakkında hukukun ne dediğini (jurisdictio) saptar.
Bu saptamada işlem doğru ise, hukuk süzgecinden de geçtiği için, sağlamlığı açığa çıkmış olur.
İşlem yanlış ise, sakatlık saptanmış; düzeltilme olanağı sağlanmış olur.
AYM’ye ve/ya AİHM’ye başvuruda da elbette böyledir.
AYM, yasalaşan normun anayasanın normlarına uygunluğunu saptamışsa, norm konusundaki tartışmalar biter.
Norm sağlıklı doğmuş demektir. Normu kotaranlar, bunun kıvancını yaşarlar.
AYM, eğer yasalaşan normun anayasaya aykırılığını saptamışsa, yasa koyucu onu anayasal çerçeve içinde yeniden düzeltme olanağına sahiptir. Düzeltir, yeni norm sağlıklı biçimde hukuk düzeninde yerini alır.
İkinci kez bu tür bir yanlışlığa düşmezler.
Elbette ders alırlarsa.
Avrupa insan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Türkiye Cumhuriyetinin özgür iradesiyle benimsediği bir sözleşmedir, bir iç hukuk metnidir.
Tıpkı Türk yasaları gibi.
AİHM de öyle. Bizim mahkememizdir. Tıpkı AYM, Yargıtay, Danıştay, Van Ağır Ceza Mahkemesi, Muğla Asliye Hukuk Mahkemesi gibi.
Türkiye’deki hukuk yolları bitince her birey, AİHM’ye başvurabilir. AİHM de Türk yargısının kararını AİHS’nin normları açısından irdeler, bu konuda yine hukukun ne dediğini söyler.
AİHM, eğer Türkiye’de verilen yargısal kararın AİHS’nin normlarına uygunluğunu saptarsa, karar konusundaki tartışmalar biter. Karar sağlıklı doğmuş demektir.
AİHM, eğer Türkiye’de verilen yargısal kararın AİHS’nin normlarına aykırılığını saptarsa, Türk yargısının onu gözden geçirme olanağı bulunmaktadır (Ceza Yargılama Yasası, m. 311/f).
Türk Mahkemesi, buna göre yeniden bir karar verir; yeni karar sağlıklı biçimde hukuk düzeninde yerini alır.
Bir adli yanılgı da ortadan
kalkmış olur.
Türk yargısı da bu kararı değerlendirir, aynı yanılgıya bir daha düşmemeye özen gösterir.
Dahası AİHM’ye her başvuru, Türk hukukunun Batı hukukuyla bütünleşmesine katkıda bulunmak demektir.
Suç olmak şöyle dursun, hukuka hizmettir.
Artık herkesin bu bilince ulaşması gerekir.
Türkiye, henüz bu bilince ulaşmış değildir.
Özellikle siyasetçiler, kendileriyle ilgili kararlarda AİHM’ye başvurmaktan kaçınmaktadırlar.
Nedeni belli: Türkiye’yi dış dünyaya şikâyet etmiş olma suçlamasının siyasal açıdan kendilerine zarar vereceğini düşünüyorlar.
Ama bu arada hukuka kıymış oluyorlar.
Siyasal gerekçe, hukuksal ve kamusal gerekçeye üstün tutuluyor.
Yitiren de Türkiye oluyor.
Son Anayasa değişiklikler dolayısıyla AYM’ye başvuru konusunda da bu tür yadırganacak tartışmalar, daha doğrusu pazarlıklar yapıldı.
Hukukçular arasında bile.
Şimdi de AYM’nin “davanın kabul edilebilirliği kararı”nı vermesi üzerine kimi çevreler kaygılandı.
Çünkü 1970’li yıllardan bu yana AYM yargıçları, anayasal değişiklikleri, yalnızca biçim açısından değil, öz açısından da inceliyor ve iptal kararı veriyorlar.
Bunu nasıl yaptıklarını bütün hukukçular, bütün siyasetçiler de biliyorlar. Bu bir.
Bu tür iptal kararlarına sürekli karşı çıkanlardan biri de benim.
Ama bu yoruma ve kararlara karşı bile olsam, Anayasa’nın şu maddelerini de iyi biliyorum ben: “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” (m. 9). Bu iki.
“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır.” (m. 138). Bu üç.
“AYM’nin kararları kesindir. AYM kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Bu dört.
Bütün dünyada yargı sık sık görüş değiştirmez. Bu beş.
Demek, çarşambanın geleceği perşembeden belliydi.
Öyleyse düzenlemedeki noksanlıkları, yanlışları yapmamak gerekmez miydi?
Bunalım yaratmak hüner değildir.
Hüner, bunalımı önceden görmek, önlemlerini almaktır.
Şimdi susma zamanı. Gereksiz sataşmaları, saldırıları, hukuk dışı önerileri bırakıp AYM’nin kararı bekleme zamanı.
Karardan sonra düşünelim,
çareyi.
Etik, hukuki olan budur.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ. Star