Birçok defa gündeme taşıdığımız ve yazdığımız yakalama ve gözaltına alma tedbirlerinin nasıl uygulanacağı, son günlerde kamuoyuna yansıyan hadiselerde tekrar tartışılır hale geldi. Bir türlü düzelmeyen, yeknesak uygulamadan uzak ve keyfi kullanıma açık yakalama ve gözaltına alma tedbirleri ile ilgili tartışma her zaman yapılmakta olup, kanaatimce yapılmaya da devam edilecektir.
Genel olarak İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ve Anayasa m.19’da bireyin tutulmasının şartlarının düzenlendiğini; Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 90, 91, 98, 199. maddelerde yakalama ve gözaltının, 43/1-2, 44, 199, 145 ve 146. maddelerde de davet ve zorla getirmenin özel şartlarının öngörüldüğünü görmekteyiz.
Temel olan; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması, Anayasa ve kanunlara uygun olmak şartı ile de istisnai olarak tedbir veya ceza amaçlı bu hürriyet ve hakka sınırlama getirilebilmesidir. Ceza yargılamasında, suçun işlendiğine dair basit şüphe ile cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma başlatılır. Savcı, emrinde bulunan adli kolluk vasıtasıyla suç şüphesi altında bulanan şüphelilere, maddi hakikate ulaşmayı sağlayacak delil ve emarelere ulaşmaya çalışır. Bu sırada savcının, şüphelilerin yalnızca aleyhine olan değil, lehine olan delil ve emareleri de toplamak, toplattırmak ve değerlendirmek yükümlülüğü altında olduğu unutulmamalıdır. Çünkü soruşturmanın amacı, suçun işlenip işlenmediğini tespit etmek suretiyle iddianame düzenlenip düzenlenmemesi olmakla birlikte, bu şekli amacın ötesinde esas olan, maddi hakikate ve adalete ulaşmaktır. Bu sırada, kamu kudretini kullanmak yetkisi ile ispat yükü kendisinde olan savcı ve kolluk, suçlananın masumiyet/suçsuzluk karinesi ile daha soruşturmanın başlangıcında “suçlu” gösterilememesi konusuna azami özen göstermeli, soruşturmanın gizliliğini savunmaya karşı değil, fakat basına ve kamuoyuna karşı korumalıdır (CMK m.157 ve TCK m.285). İşlerin Ülkemizde kanun ve kitaplarda yazılı olduğu şekilde yürümediği ileri sürülse bile, başta hukukun evrensel ilke ve esasları olmak üzere Anayasaya, uluslararası sözleşmelere, kanunlara ve yerleşik yargı kararlarına aykırı bu anlayış ve görüş bir hukukçu tarafından savunulamaz.
Yakalama tedbirinin ne olduğu ve şartları CMK m.90’da düzenlenmiştir. Buna göre, yakalamanın temeli “suçüstü” kavramına dayanmaktadır. Herkes tarafından yakalama yapılabilecek suçüstü halinin dışında, bir de kolluk görevlilerine özgü yakalama yetkisi tanınmıştır. CMK m.90/2’ye göre, “Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlemesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde; cumhuriyet savcısına veya amirlerine derhal başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler”. Bu şartların olup olmadığını tayin ve tespit için, CMK m.98 ve 100’e bakılması gerekir. Bu maddelerde gösterilen şartlardan birisinin varlığı ve m.90/2’de öngörülen ivediliğin birleşmesi halinde kolluk, yakalama tedbirine başvurabilecektir.
CMK m.90/1-2’de yer alan yakalama tedbirine, yakalanan şüphelinin gözaltına alınmasına karar vermeyen cumhuriyet savcısı tarafından son verilmelidir (CMK m.91/1). CMK m.98/1-3’de düzenlenen yakalama emri ise, ancak bu yönde emir veren hakim veya mahkeme tarafından kaldırılabilir.
CMK m.98/2’ye göre; kaçak şüpheli, sanık, tutuklu veya hükümlü hakkında cumhuriyet savcısı ve kolluk da yakalama emri düzenleyebilir. Bu durumda, CMK m.90/6 uyarınca emri geri alma yetkisi cumhuriyet savcısına aittir. Yakalama emrini hatalı düzenlediğini anlayan kolluk, yakalananın mağduriyetine sebebiyet verilmemesi amacıyla emrini geri alabilmeli, ancak “adli işlem” olduğu için bu hususu cumhuriyet savcısına bildirmelidir.
CMK m.91/1’de düzenlenen şüphelinin gözaltına alınmasına ve gözaltına süresinin uzatılmasına dair emirler, ancak CMK m.90’da sayılan hallerden birisinin varlığı halinde, yani m.90’a göre yakalama yapılması sonrasında cumhuriyet savcısının yazılı emri ile mümkündür. Bunun dışında cumhuriyet savcısının, başlattığı soruşturma kapsamında doğrudan gözaltı kararı (yazılı emri) verebilmesi mümkün değildir. Çünkü bu yönde yetki tanıyan, şüphelinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına kısıtlama getiren yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.
CMK m.91/1’in birinci cümlesinde, “Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, cumhuriyet savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir.” ve 91. maddenin 2. fıkrasında da, “Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır.” hükümlerine yer verilmiştir.
Uygulamada, özellikle suç örgütü soruşturmalarının “suçüstü” olarak nitelendirildiği, buna dayanak olarak da örgütün devamlılığının gösterildiği, bu durumda CMK m.90’a göre yakalama yapılıp, CMK m.91/1’e göre gözaltı emirlerinin verildiği, hatta bu emirlerin yakalama öncesinde yazılıp kolluğa gönderildiği, arama ve elkoymaya dair hakim kararları ile eş zamanlı uygulandıkları ve bundan ötesi, henüz şartları oluşmadığı halde CMK m.98/1 uyarınca hakimden yakalama emirlerinin düzenlendiği görülebilmektedir ki, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tedbir amaçlı kısıtlayan bu hallerin şartları son derece sıkı ve sınırlı şekilde öngörülmüştür.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, “suç örgütü kurmak” suçu bağımsız bir suç tipi olarak düzenlense de, bir mütemadi, yani neticesi devam eden bu suç tipinde suçüstünün mümkün olmayıp, suç örgütünün amacı veya faaliyetleri kapsamında işlendiği ileri sürülen suçlara müdahalede suçüstü halinin ve dolayısıyla CMK m.90 ve 91/1’in gündeme gelebileceğini, bunun dışında sırf suç örgütünün varlığından bahisle birçok amaç eylemi bekletip, suçüstü yapmayı bir kenara bırakarak, “suç örgütü” adı yapılan operasyonda CMK m.90 ve 91/1’in tatbikinin isabetli olmayacağını ifade etmek isteriz. Cumhuriyet savcısının doğrudan şüphelileri yakalatamaması ve gözaltına aldıramaması eleştirilebilir. Belki bu hususu bir yasal boşluk olarak eleştirmek mümkün olsa da, CMK m.98/1, 145 ve 146’in tahdidi şartları gözardı edilemez. Çünkü normlar hiyerarşisinde “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’ün gözden uzak tutulması imkansızdır.
CMK m.98/1’e göre, “Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir”. Görüleceği üzere, soruşturma evresinde davet edilip de gelmeyen veya çağrı için kendisine ulaşılamayan şüpheli hakkında, cumhuriyet savcısının istemi ile hakim tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Savcı, öncelikle şüpheliyi usule uygun şekilde çağırmalı, bu çağrıya rağmen gelmeyen veya adres yokluğu ya da bilinen adreslerinde kendisine çağrı yapılamayan şüpheli hakkında yakalama emri düzenlenmesi mümkündür. Şüpheli usule uygun biçimde savcılığa veya kolluğa davet edilmedikçe, CMK m.90 hükümleri saklı kalmak kaydı ile yakalama ve dolayısıyla gözaltı tedbirlerine başvurulamaz. Gelmeyen veya kendisine ulaşılamayan şüphelinin yakalanıp gözaltına alınması mümkündür (CMK m.90/6 ve 91/1).
CMK m.98/3’e göre, “Kovuşturma evresinde kaçak sanık hakkında yakalama emri re'sen veya cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim veya mahkeme tarafından düzenlenir”.
CMK m.199’a göre, “Mahkeme, sanığın hazır bulunmasına ve zorla getirme kararı veya yakalama emriyle getirilmesine her zaman karar verebilir”.
Yukarıda kısaca değindiğimiz hükümlerde, gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma aşamalarında yakalama tedbirine nasıl ve hangi şartlarda başvurulabileceğinin düzenlendiği, kovuşturma aşamasında mahkeme için sanığın yakalanmasına karar verilmesinin kolaylaştırıldığı, ancak aşağıda değineceğimiz hükümlerde, yakalama tedbirine benzese de yalnızca adli makam önünde ifade ve sorgu için hazır bulundurmayı içeren “zorla getirme” müessesesinin kabul edildiği görülecektir. Böylece, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının en geniş şekilde korunması hedeflenmiştir. Bir tür çağrı şekli olan zorla getirme, şekil, şart ve sonuçları itibariyle yakalamadan farklı olup, hemen sonrasında şüpheli veya sanığın gözaltına alınmasını, “genel bilgi toplama sistemi” vasıtasıyla her yerde aranmayı, nezarethaneye koyulup bekletilmeyi içermemektedir. CMK m.98/1’de doğrudan yakalama emri vermekle yetkili kılınmayan cumhuriyet savcısı, doğrudan şüphelinin zorla getirilme suretiyle getirilmesine karar verebilir. Her ne kadar CMK m.146/4’de, zorla getirme kararı ile çağrılan şüpheli veya sanığın derhal, buna imkan bulunmadığında yol süresi hariç en geç 24 saatte çağıran hakim, mahkeme veya cumhuriyet savcısının önüne götürüleceği belirtilse de, uygulamada zorla getirmenin davet gibi tatbik edildiği, kolluğun kontrolünde şüpheli veya sanığın adli makama gidip, ifade veya sorgunun tamamlanması sonrasında aldığı “işlem tamam” belgesini kolluğa verdiği görülmektedir.
Kanun koyucu CMK m.145 ve 146’da, ifade ve sorgu için çağrı/davet ve buna rağmen gelmeyen sanığın yakalanması öncesinde zorla getirilmesine dahi karar verilebileceğini öngörmüştür.
“İfade ve sorgu için çağrı” başlıklı CMK m.145’e göre, “İfadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi davetiye ile çağrılır; çağrılma nedeni açıkça belirtilir; gelmezse zorla getirileceği yazılır”.
“Zorla getirme” başlıklı CMK m.146’ya göre, “(1) Hakkında tutuklama kararı verilmesi veya yakalama emri düzenlenmesi için yeterli nedenler bulunan veya 145 inci maddeye göre çağrıldığı halde gelmeyen şüpheli veya sanığın zorla getirilmesine karar verilebilir.
(2) Zorla getirme kararı, şüpheli veya sanığın açıkça kim olduğunu, kendisiyle ilgili suçu, gerektiğinde eşkâlini ve zorla getirilmesi nedenlerini içerir.
(3) Zorla getirme kararının bir örneği şüpheli veya sanığa verilir.
(4) Zorla getirme kararı ile çağrılan şüpheli veya sanık derhal, olanak bulunmadığında yol süresi hariç en geç yirmidört saat içinde çağıran hakimin, mahkemenin veya cumhuriyet savcısının önüne götürülür ve sorguya çekilir veya ifadesi alınır.
(5) Zorla getirme, bunun için haklı görülecek bir zamanda başlar ve hakim, mahkeme veya cumhuriyet savcısı tarafından, sorguya çekilmenin veya ifade almanın sonuna kadar devam eder.
(6) Zorla getirme kararının yerine getirilememesinin nedenleri, köy veya mahalle muhtarı ile kolluk görevlisinin birlikte imzalayacakları bir tutanakla saptanır.
(7) Çağrıya rağmen gelmeyen tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçi ile ilgili olarak da zorla getirme kararı verilebilir”.
Davet üzerine gelmeyen şüpheli veya sanık hakkında, CMK m.98/1-3 ve 199 uyarınca yakalama emri düzenlenebileceği gibi, CMK m.146 ve 199 gereğince zorla getirme kararı da verilebilir. Bu tercih, tümü ile somut olayın özellikleri ve şüpheli veya sanığın durumu ile ilgilidir. Somut olayın ağırlığı ve şüpheli veya sanığın taşıdığı özellikler zorunlu kılmakta ise, kişi hakkında yakalama emri düzenlemesi yoluna başvurulmalıdır.
Bir çağrı ve hazır bulundurma yöntemi olan zorla getirme, sadece şüpheli veya sanık hakkında değil, tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçi hakkında da uygulanabilecektir. Esasında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sınırlama getirilmesini öngören zorla getirme usulünün, şüpheli veya sanık, yani suçlananlar dışında kalan kişilere uygulanması ilk bakışta itiraza konu olabilir. Ancak ceza yargılamasında süratle maddi hakikate ve adalete ulaşmak, tutuklu şüpheli veya sanığın bu durumuna son verip yargılamayı bitirmek esas olduğundan, ceza yargılamasında, yüklendiği veya üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeyen kişilerin keyfi davranışlarının önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Bu nedenle CMK m.146/7’de “çağrıya rağmen gelmeyen” ibaresi özellikle yer almıştır. Buna göre önce tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçiye adli makam önüne gelmesi için usulüne uygun davet yapılmalı, hatta çağrıda gelmemenin sonuçları ve zorla getirme yoluna başvurulacağı kaydı da düşülmeli, buna rağmen görevini yerine getirmekten imtina edip yargılamayı geciktiren kişinin zorla getirilmesine karar verilmelidir.
Hatta kanun koyucu CMK m.43/1’de, tutuklu işlerde işin önem ve ivedi oluşu nedeniyle tanıkların doğrudan zorla getirilmesine karar verilebileceğini öngörmüştür.
“Tanıkların çağrılması” başlıklı CMK m.43’ün 1. ve 2. fıkralarına göre, “(1) Tanıklar çağrı kağıdı ile çağrılır. Çağrı kağıdında gelmemenin sonuçları bildirilir. Tutuklu işlerde tanıklar için zorla getirme kararı verilebilir. Karar yazısında bu yoldan getirilmenin nedenleri gösterilir ve bunlara çağrı kağıdı ile gelen tanıklar hakkındaki işlem uygulanır.
(2) Bu çağrı telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak çağrı kağıdına bağlanan sonuçlar, bu durumda uygulanmaz”.
“Çağrıya uymayan tanıklar” başlıklı CMK m.44’e göre ise, “(1) Usulüne uygun olarak çağrılıp da mazeretini bildirmeksizin gelmeyen tanıklar zorla getirilir ve gelmemelerinin sebep olduğu giderler takdir edilerek, kamu alacaklarının tahsili usulüne göre ödettirilir. Zorla getirilen tanık evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri sonradan bildirirse aleyhine hükmedilen giderler kaldırılır.
(2) Fiili hizmette bulunan askerler hakkındaki zorla getirme kararı askeri makamlar aracılığıyla infaz olunur”.
Zorla getirme kararlarının uygulanması ve sınırları ile bu kararın yerine getirilmesi sırasında, hakkında zorla getirilme kararı bulunan kişinin tutulması amacıyla kapalı alana, örneğin konuta veya işyeri ile eklentilerine girilip girilemeyeceği; zorla getirilecek kişiye direnmesi halinde zor kullanma yönteminin uygulanıp uygulanamayacağı; bu kişinin kaçması veya kaçmaya teşebbüs etmesi halinde ne gibi tedbirlere başvurulabileceği konusuna açıklık getirilmesi isabetli olacaktır.
Bir tür çağrı ve adli makam önünde hazır bulundurma yöntemi olan zorla getirme, kişinin tutulması sonucunu doğurması yönü ile yakalamaya benzese de bir yakalama olmayıp, yakalama tedbirinin sonuçlarına da tabi değildir. CMK m.116 ila 121’de arama tedbirine yer verilmiştir. “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” başlıklı CMK m.116 ve “Diğer kişilerle ilgili arama” başlıklı m.117’de, şüpheli veya sanığın yakalanması, suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla arama kararı veya istisnai olarak arama emri verilebileceği, m.118’de gece yapılacak arama ve m.119’da da arama kararı ve emrinin kimler tarafından, nasıl verilebileceği düzenlenmiştir. Bu hükümlerde, sadece yakalama emri veya zorla getirme kararına dayalı olarak konut, işyeri ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda kapalı mahallerde arama yapılabilmesi mümkün olmayıp, aranılana ulaşılacağı konusunda makul şüphenin bulunması kaydı ile hakimden arama kararı alınması veya gecikmesinde zarar bulunan halin varlığı halinde cumhuriyet savcısının yazılı emri gerekir. Aksi halde, şüpheli veya sanığın yakalanması amacıyla kamuya açık olmayan yerlere girilemez.
Burada; hakkında zorla getirme kararı bulunup da ev, işyeri veya kamuya açık olmayan kapalı alan veya eklentilerinden çıkmayan, bu sebeple tutulamayan şüpheli veya sanığın bulunduğu düşünülen yerin CMK m.116 veya 117 kapsamına girmesine göre, CMK m.119 uyarınca arama kararı çıkarılıp zorla getirilmesi mümkün olabilir mi, yoksa önce hakkında CMK m.98 ya da m.199 uyarınca yakalama emri mi çıkarılmalıdır soruları gündeme gelebilir. Esasında CMK m.116 ve 117 son derece net hükümler içermekte ve “yakalama” kavramına yer vermektedir.
Kanun hükümlerinin lafzından hareket edip, “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine yorum veya kıyas yapılamayacağı” esası dikkate alındığında, zorla getirme kararının infazı amacıyla şüpheli veya sanığın bulunduğu kamuya açık olmayan alana girilebilmesi için arama kararı çıkarılamaz ve bu yönde yazılı emir de verilemez. Bu durumda kolluk, zorla getirme kararını tebliğ etmek amacıyla konut, işyeri veya kamuya açık olmayan alanın kapısını çalacak veya kapısına gidecek, zorla getirme tebliğini muhataba veya yakınına yapmaya çalışacak ya da muhatabın dışarı gelmesi için çağrıda bulunacak, ancak bundan ötesine, yani zor kullanma ve kapalı alana girme yöntemlerine kalkışmayıp, zorla getirme kararının yerine getirilebilmesi için şüpheli veya sanığın bulunduğu kapalı alanı terk etmesini bekleyecektir. Bu istenmemekte ise, CMK m.98 veya 199’da gösterilen usule uygun şekilde yakalama emri ve şüpheli veya sanığın bulunduğu kapalı alanla ilgili makul şüphenin varlığı halinde, CMK m.119’a uygun arama kararı çıkarmak veya yazılı arama emri vermekten başka çare olmayacaktır.
Şüpheli veya sanık dışında kalıp da haklarında zorla getirme kararı çıkarılan kişiler hakkında ise, yakalama ve arama gibi tedbirlere başvurulması mümkün değildir. Bu kişilere, ancak görevlerini yerine getirmemenin ve mazeretsiz savsaklamanın öngördüğü yaptırımlar uygulanabilir.
Bunun dışında kolluk, kamuya açık olmayan kapalı alanda bulunmayıp, herkesin girip çıkabileceği yerde, sokakta, caddede, parkta bulunan ve hakkında zorla getirme kararı olan kişiyi tutabilir, direnmesi halinde direncini kıracak ölçüde zor kullanma yöntemine başvurup, zorla getirilecek kişinin kaçmasını veya kaçmaya teşebbüs etmesini engelleyecek tedbirleri alıp adli makam önüne çıkarabilir. Bu noktada, zorla getirilecek kişinin şüpheli veya sanık ya da diğer kişilerden olması arasında bir fark gözetilmeyecektir.
Kolluk zorla getirme yetkisini, “görevin ifası” adlı hukuka uygunluk sebebi kapsamında yasal emrin yerine getirilmesi olarak kullanacaktır. Ancak temel olan, adı her ne kadar “zorla getirme” olsa da, bu karar ve emre direnmeyen kişiye kuvvet kullanılmaması, hatta zorla getirmenin gereğini yapacağını söyleyen kişinin özgürlüğünü kısıtlamamasıdır. Kolluk, belki şüpheli veya sanığın zorla getirilmesinde daha dikkatli ve sıkı tedbirler almak suretiyle hareket edebilir. Esasında kanun koyucu, bu konuda şüpheli veya sanık ile diğer kişiler arasında bir fark gözetmemiş ve kolluğa, CMK m.146/4-7’de adli makam önüne çıkarmak için gerekli yol süresi hariç 24 saate kadar süre ile zorla getirilecek olan kişinin özgürlüğünü kısıtlama yetkisini tanımıştır. Elbette bu yetki keyfi kullanılamaz. Zorunlu olmadığı takdirde, zorla getirilmesine karar verilen kişinin derhal, yani bekletilmeksizin adli makama götürülmesi gerekir.
Ayrıca belirtmeliyiz ki, hakkında zorla getirme kararı verilen kişiye kelepçe takılması mümkün değildir. “Yakalanan ve tutuklanan kişilerin nakli” başlıklı CMK m.93’e göre, “Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hallerinde kelepçe takılabilir”. Bu maddeye göre güvenlik amacıyla kelepçe, ancak “yakalanan” veya “tutuklanan” sıfatlarını haiz kişilere takılabilmektedir. “Zorla getirilen” kişiye bu sıfatlardan birisi uymadığından, kelepçe takılamayacaktır. Kanaatimizce, zorla getirilecek kişinin direnç göstermesi, cebir ve şiddete başvurması, kendisine zarar vermeye çalışması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi hallerinde kolluk, tüm bu olumsuzları önlemeye yeterli olacak derecede kelepçe takmak dahil her türlü makul tedbire başvurabilmelidir. Çünkü kolluğun can ve mal güvenliğini gözetip sağlaması, aynı zamanda “meşru savunma” adlı hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmektedir. Elbette bu tür yöntemler istisnai olup, somut olayın özellikleri zorunlu kıldığı takdirde uygulanabilecektir.
Kaldı ki, hukuka uygun emri ifa etmeye çalışan kolluğa karşı hukuka aykırı direnç gösterildiğinde, TCK m.265’de tanımlanan görevi yaptırmamak için direnme suçu oluşacak ve bu durumda kolluk zaten, CMK m.90’da yer alan yakalama yetkisini kullanabilecektir.
Son olarak belirtmeliyiz ki, yakalanan şüpheli veya sanığa kanuni hakları CMK m.91/4 uyarınca yakalandığı bildirildiği halde, adli makamın önüne zorla getirilen şüpheli veya sanığa kanuni hakları CMK m.147 gereğince ifade alma veya sorguya çekmenin hemen başlangıcında bildirilir. Ancak zorla getirmede de, hakkında zorla getirme kararı verilen kişiye neden zorla götürüleceğine dair kararın bir örneğinin verilmesi ve neden bu tedbire muhatap olduğunun da kendisine kısaca bildirilmesi gerekir (CMK m.43/1 ve 146/3).