TERK SUÇU

Abone Ol

Terk suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Koruma, Gözetim, Yardım veya Bildirim Yükümlülüğünün İhlâli” başlıklı Dördüncü Bölümünün, “terk” başlıklı 97. Maddesinde düzenlenmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 97. Maddesinin birinci fıkrasında, Yaşı veya hastalığı dolayısıyla kendini idare edemeyecek durumda olan ve bu nedenle koruma ve gözetim yükümlülüğü altında bulunan bir kimseyi kendi haline terk eden kişinin, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır.

Yasal düzenlemenin birinci fıkrasında terk suçu tanımlanmıştır.

765 sayılı ve 5237 sayılı TCK açısından

Terk suçu, mülga 765 sayılı TCK'nun 473 ve 474. maddelerinde düzenlenmiş olup bu hükümlerle 5237 sayılı TCK'nun 97. maddesi arasında bazı farklar bulunmaktadır. Bunlardan birincisi 765 sayılı TCK'nda 12 yaşından küçük olan kimseler suçun mağduru olarak kabul edilirken 5237 sayılı TCK'nda belli bir yaş sınırı getirilmeden yaşı veya hastalığı nedeniyle kendisini idare edemeyecek durumda olan herkesin suçun mağduru olabileceği kabul edilmiştir. Diğer bir fark ise 765 sayılı TCK'nda bu terk nedeniyle mağdur ölmüş veya yaralanmış ise belli bir süre hapis cezası verileceği öngörülmüş iken 5237 sayılı TCK'nda terk nedeniyle ölüm veya yaralanma meydana gelirse neticesi sebebiyle ağırlaşan suç hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

Terk kavramının tanımı

Terk kavramı, sözlük anlamıyla “Bırakma, ayrılma, vazgeçme, bakmama, ihmal etme" şeklinde ifade edilmektedir.[1]

Yaşı veya hastalığı nedeniyle kendini idare edemeyecek halde bulunan ve bu yüzden koruma ve gözetim altında bulunan kişinin, üzerinde koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan kişi tarafından kendi hâline bırakılması halinde terk suçu oluşabilecektir.

Örneğin, bir bebeğin cami avlusu gibi bir yere götürülüp bırakılması eylemi, icrai bir davranışla gerçekleştirilebilecektir.

Ayrıca yine ileri yaşta bulunan bir kimsenin veya bir bebeğin evde kendi hâline terk edilerek evden dışarı çıkılması örneğinde olduğu gibi ihmali bir davranışla da gerçekleştirilebilir.

Burada Yargıtay’ın terk olarak kabul ettiği eylemlere örnek olarak şu haller gösterilebilir:

1) Yeni doğan bir bebeğin tren garına bırakılması,[2]

2) Bebeğin cami avlusuna bırakılması,[3]

3) Küçük çocuğun akrabalarının evinin önüne bırakılması.[4]

Yukarıda belirtilen hallerde, terk suçunun oluşacağı kabul edilmiştir.

Suçun konusu

Suçun konusu, yaşı veya hastalığı dolayısıyla kendini idare edemeyecek durumda olan kişilerdir. Burada yaşı itibariyle ibaresi çok küçük yaştaki çocuklarla yaşlı kişileri ifade etmektedir. Burada ana kıstas, bu kişilerin yaş, hastalık ve benzeri durumlar nedeniyle kendilerini idare edemeyecek durumda olmalarıdır.

Suçun faili

Suçun faili ise, bu kimseler üzerinde koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan kişi olabilir.

Suçun oluşumu

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 97. Maddesinin birinci fıkrasında, başlı başına bu terk eylemi bağımsız bir suç olarak hüküm altına alınmıştır.

Terk suçu, yaşı veya hastalığı sebebiyle kendini idare edemeyecek halde bulunan bir kişiyi kendi hâline terk etmekle oluşur.

Bu terk olgusu, bir bebeğin cami avlusu gibi belli bir mahale götürülüp bırakılması gibi icrai davranışla gerçekleştirilebilir. Keza, bu suç, ihmali davranışla da işlenebilir. Örneğin ileri yaşta bulunan veya hasta bir kişi ya da bir bebek evde kendi hâline terk edilerek tatile çıkılması hâlinde, koruma ve gözetimden yoksun bırakılabilir ve bu halde terk suçu oluşur.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 97. Maddesinin ikinci fıkrasında, Terk dolayısıyla mağdur bir hastalığa yakalanmış, yaralanmış veya ölmüşse, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hükümlerine göre failin cezalandırılacağı ifade edilmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 97. Maddesinin ikinci fıkrasına göre; failin meydana gelen ağır ve başka sonuçtan dolayı sorumlu tutulabilmesi için, bu sonuç bakımından en azından taksirli bir eyleminin bulunması gerekmektedir.

Fakat, bu madde kapsamında söz konusu edilen terk olgusu hâlinde, ortaya çıkan sonuç açısından failin çoğu zaman muhtemel kastla hareket ettiğini gözetmek isabetli bir sonuca ulaşmak açısından önem arz etmektedir.

Yükümlülüğün kaynağının belirlenmesi

Yükümlülüğün kanundan kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi aşamasında, 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu başta olmak üzere ilgili kanunlardan faydalanılacaktır.

Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğün tespiti için, sözleşmenin kapsamı ve içeriği dikkate alınmalıdır.

Sözleşme şekle bağlı değildir. Yazılı veya sözlü olabileceği gibi gönüllü üstlenme şeklinde fiili durumdan da kaynaklanabilir.

Örneğin; Hekim, hemşire, hasta bakıcı, çocuk/bebek bakıcısı, hizmetçi, gezi rehberi, öğretmen gibi kişiler, sözleşmenin içeriğine göre koruma ve gözetim yükümlüsü sayılabilir.

Korunan hukuki değer

Bu suçla korunan hukuki değer, insanın yaşama ve vücut bütünlüğü hakkının yanı sıra koruma ve gözetim yükümlülüğü olan kişilerin bu görevlerini yerine getirmelerinin sağlanması ve bu sayede ortaya çıkacak sosyal fayda düşüncesidir.

Suçun maddi unsuru

Suçun maddi unsuru yaşı veya hastalığı dolayısıyla kendini idare edemeyecek durumda olan ve bu nedenle koruma ve gözetim yükümlülüğü altında bulunan mağdurun 'kendi haline terk edilmesidir'.

Suç bağlamında 'kendi haline terk', failin, mağdurla olan fiili ilişkisini geçici ya da sürekli şekilde kesmesi ve mağduru egemenlik alanının dışına çıkarması, bu bağlamda kendi haline bırakmasıdır.

Bu suç 'kendi haline terk' gerçekleştiği anda tamamlanır. Terk süresi uzun veya kısa olabilir. Burada önem taşıyan husus, terk süresinin mağdur için tehlike yaratma hususunda yeterli olup olmadığıdır. Kişinin kendi haline terk edilmesi, koruma ve gözetim altında bulunanın, bu yükümlülüğü üstlenmiş olan kişi tarafından herhangi bir yerde korumadan yoksun hale getirilmesidir.

Koruma ve gözetim yükümlülüğünü üstlenebilecek kişilerin bulunması hali

Terk fiilinin, fail dışında, koruma ve gözetim yükümlülüğünü üstlenebilecek durumda olan ve bu iradeyi taşıyan kişilerin öncelik kullanabilecekleri şekilde ve ortamda gerçekleştirilmesi halinde bu suç oluşmaz.

Suçun oluşumu için, failin mağduru, koruma ve gözetim yükümlülüğü üstlenebilecek durumdaki bir kişi veya kurumun kontrolüne bırakmaksızın 'mağduru kendi haline terk' fiilini gerçekleştirmesi veya terk anı itibariyle bu yükümlülüklerin kim tarafından taşınacağının belirsiz olması gerekir.

Manevi unsur

Terk suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Faildeki saikin önemi yoktur. Fail yaşı, hastalığı dolayısıyla kendisini idare edemeyecek durumda olan ve bu nedenle yasa, sözleşme, doğal bağlılık ilişkisi veya fiili bir nedenden dolayı koruma ve gözetim yükümlülüğü altında bulunan kişiyi terk etme bilinç ve iradesiyle hareket etmelidir. Başka bir deyişle fail, 'kendi haline terk' eyleminden doğacak neticeyi bilmeli ve istemelidir.

İcrai veya ihmali davranışla işlenilebilmesi

Mağdurun kendi haline terk edilmesi, icrai ya da ihmali davranışla gerçekleştirilebilir. Terk suçu, gerçek ihmali suçtur ve kanunda tarif edilen belli bir emredici davranışın (terk etmeme) kasten yerine getirilmemesi ile oluşur.

İçtima kuralları

Failin, her bir mağdura karşı ayrı ayrı bakma, koruma ve gözetme yükümlüğü bulunduğundan, birden fazla kişinin suçun mağduru olması durumunda gerçek içtima kuralı uygulanır. Zincirleme suça ilişkin hüküm uygulanamaz.[5]

Maddenin birinci fıkrasında, başlı başına bu terk olgusu bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır.

Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 97. maddesinin ikinci fıkrasına göre; terk edilen kişinin bir hastalığa yakalanması, yaralanması veya ölmesi hâlinde, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hükümler uygulanacaktır.

Bu halde, failin meydana gelen ağır ve başka sonuç nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için, bu sonuç ile ilgili en az taksirli bir eyleminin varlığına ihtiyaç duyulacaktır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 97. maddesi kapsamındaki, terk olgusunun varlığı halinde, ortaya çıkan sonuç bakımından failin çoğu zaman olası kastla hareket ettiği dikkate alınmalıdır.

Terk suçu bir tehlike suçudur. Bu yüzden terk dolayısıyla bir zararın meydana gelmiş olması koşul olarak aranmamaktadır.

Burada terk nedeniyle mağdurun hastalığa yakalanması, yaralanması veya ölmesi hâlinde, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hükümleri fail hakkında uygulanmalıdır.

Başka bir söylemle, failin ortaya çıkan ağır ve başka sonuç nedeniyle sorumluluğunun doğabilmesi için, bu sonuç açısından asgari koşul olarak taksirli eyleminin olması ve failin mağdurun hastalığa yakalanması, yaralanması veya ölmesini istememesi zorunludur. Failin bu yasal düzenleme hükümlerine göre sorumlu tutulabilmesi için asıl amacı sadece "terk etmek" şeklinde ortaya çıkmalıdır.

Yoksa fail mağdurun hastalanmasını, yaralanmasını veya ölmesini istemiş ve bu amaçla eylemlerini gerçekleştirmişse, kasten yaralanma veya öldürmeden sorumlu olacaktır.

Yasaklayıcı ve emredici kurallar

Hukuksal düzenlemeler yani hukuki kurallar, yasaklayıcı ve emredici kural olmak üzere iki ayrı başlık altında incelenebilir.

Sadece icrai bir hareketle ihlal edilebilecek olan ve belirli bir davranışın yapılmasının istenmediği yasaklayıcı kurallarda, yasaklanan hareketin yapılması sonucunda bir hak ihlali gerçekleşmiş olacaktır.

Örneğin; 5237 sayılı TCK'nin 81. maddesinde hüküm altına alanın, öldürmeyi yasaklayan kural bir kişinin öldürülmesiyle ihlal edilmiş olacaktır.

Emredici kurallarda ise, belirli bir davranışın yapılması yasaklanmamakta, bilakis belirli bir davranışın yapılması hüküm altına alınmaktadır.

Bu emredici kurala uyulmaması, yani emredilen davranışın yerine getirilmemesi sonucunda haksızlık meydana gelmektedir. Diğer bir deyişle, kanunda tanımlanan suç ihmali hareketle işlenmektedir.

Örneğin; 5237 sayılı TCK'nin 98. maddesinde hüküm altına alınan, kendini idare edemeyecek durumda olan kimseye hal ve şartların elverdiği ölçüde yardım etmemek veya durumu derhal ilgili makamlara bildirmemek şeklindeki suç, emredici kuralın istediği şekilde davranılmamış olması nedeniyle yani ihmali davranış ile gündeme gelmektedir.[6]

Emredici norma aykırı davranılmasıyla işlenen ihmali suçlar öğretide gerçek ihmali suçlar ve gerçek olmayan veya görünüşte (garantörsel) ihmali suçlar[7] olarak iki başlık altında inceleme konusu yapılmaktadır.

Gerçek ihmali suçlar

Gerçek ihmali suçlar; kişinin kanunda tanımlanan icrai davranışı kasten yapmamasıyla oluşmakta olup suçun gerçekleşmesi için ayrıca sonucun da gerçekleşmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.[8]

Gerçek olmayan veya görünüşte (garantörsel) ihmali suçlar

Gerçek olmayan veya görünüşte (garantörsel) ihmali suçlar ise, sonucun engellenmesi açısından hukuki yükümlülük altında bulunan fail tarafından yasada hüküm altına alınan sonucun ortaya çıkmasının engellenmesi şeklinde gerçekleşen suçlar olarak tanımlanabilir.

Bu yüzden yasada hüküm altına alınan ve kural olarak icrai bir davranışla işlenen suçun ihmali bir hareketle de işlenmesine gerçek olmayan veya görünüşte ihmali suç adı verilmektedir.[9]

Örneğin, 5237 sayılı TCK'nin 83. maddesinde tanımlanan; "kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi" ve 88. maddesinde düzenlenen; "kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi" suçları gerçek olmayan veya görünüşte ihmali suçlardandır.[10]

5237 sayılı TCK’ye egemen olan suç teorisinde suç, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak tanımlanmaktadır.

Yasal düzenlemenin, kişilerin yaşam hakkını korumak amacıyla hüküm altına aldığı suçlarda sonucun ifade ettiği haksızlık aynıdır.

Belirtmek gerekir ki, tüm bu suçlarda sonucun gerçekleştirilmesi yani kişinin hayatının sona erdirilmesi hali (sonucu) cezalandırılmaktadır. Oysa kişinin hayatını bitiren eylemler, işleniş şekillerine, davranışın ortaya çıkardığı haksızlığa göre farklı suç tipleri olarak hüküm altına alınmaktadır.[11]

Kişilerin hayatını sona erdiren, kasti ve icrai bir davranışla gerçekleştirilen eylemler, 5237 sayılı TCK'nin 81 ve 82. maddelerinde düzenlenen kasten öldürme suçu olarak kabul edilecek ve fail bu hükümlere göre cezalandırılacaktır.

Bu suçun oluşması için önemli olan husus, başkasının hayatını ortadan kaldırmaya yönelik bir hareketin gerçekleştirilmesidir.

Fakat öldürmeyi yasaklayan hüküm, ihmali bir davranışla ihlal edilirse, fail, başkasının hayatını sona erdirmek amacıyla aktif bir davranış gerçekleştirmemiş olmasına rağmen, öldürme suçu, başkasının hayatını korumakla yükümlü bulunan kişinin, bu yükümlülüğünü ihlal etmesi suretiyle işlenmiş olacaktır.

Bu durumda failin, ancak hukuken (kanun, sözleşme, olay öncesindeki tehlikeli davranış nedeniyle) başkasının yaşamını korumakla yükümlü bulunan, başkasının yaşamına yönelik saldırı veya tehlikeden o kişiyi korumayı hukuken garanti eden kişi konumunda olması da mümkündür.

Başkasının yaşamını korumak bakımından hukuki yükümlülük altında bulunan garantör konumundaki kişinin, bu yükümlülüğünü ölüm sonucunun gerçekleşeceğini bilerek yerine getirmemesi halinde, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesinden (TCK md. 83) bahsedilecektir.

Şayet garanti yükümlülüğü altında bulunan kişi, yükümlülüğünü bilinçli bir şekilde ihmal etmekle birlikte, bunu korumakla yükümlü olduğu kişinin hayatın sona ereceği bilinciyle kasten yapmamışsa ve fakat bu yükümlülük ihlaline bağlı olarak yine de ölüm neticesi meydana gelmişse taksirle ölüme sebebiyet verme suçu (TCK md. 85 ) gündeme gelecektir.

Başkasının hayatını korumak ve gözetmekle yükümlü bulunan kişinin, bu yükümlülüğünü dikkatsiz ve özensiz davranışıyla da ihlal etmesi mümkündür.[12]

Bu yüzden, ölüm gibi bir sonucun ihmali bir davranışa bağlı olarak meydana gelmesi halinde, somut olayın koşulları gözetilerek, ölüm sonucu açısından failin kasten mi, yoksa taksirle mi hareket ettiği öncelikli olarak tespit edilmelidir.

Bununla birlikte, ölüm neticesinin kasten meydana geldiği hâllerde olası kast, taksirle meydana geldiği hallerde ise bilinçli taksir şartlarının oluşup oluşmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır.[13]

5237 sayılı TCK'nin 83. maddesi gereğince, kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi nedeniyle ortaya çıkan ve ölümle biten sonuçtan sorumlu olabilmesi için, bu sonucun oluşumuna neden olan yükümlülüğün ihmal edilmesinin icrai bir davranışa eşdeğer olması gerekir.

İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için şu koşulların varlığı aranmalıdır.

Birinci koşul: Kişinin Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması gerekir.

İkinci koşul: Kişinin önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması gerekir.

Yasal düzenlemeye göre, 5237 sayılı TCK'nin 83. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, başkasının hayatını korumak ve gözetmek yükümlülüğü altında bulunan garantör konumundaki kişinin, korumak ve gözetmekle yükümlü olduğu kişinin yaşamının sona erme tehlikesinin ortaya çıkmasına rağmen, yaşamın korunması açısından yapılması gereken icrai davranışları gerçekleştirmemesi gereklidir.

Bundan başka, sanığın belli bir icrai davranışta bulunmak hususundaki yükümlülüğüne dair yasal düzenlemelerin tespiti açısından ilgili mevzuat hükümlerine bakılmalıdır.

Örneğin, evlilik dışı çocuk açısından konuya ilişkin 4721 sayılı Medeni Kanun hükümleri inceleme konusu yapılmalıdır.[14]

Örneğimizde yer alan evlilik dışı çocuk açısından 4721 sayılı Medeni Kanun hükümleri göz önüne alındığında, ana ve babanın evli olmaması hâlinde, doğan çocuk annenin velayeti altında olacağından, annenin çocuk üzerinde kanundan doğan koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunduğu söylenebilecektir.[15]

Yargıtay, istenmeyen evlilik dışı gebelik ve gününden önce, hatta sokak ortasında yalnız başına gerçekleştirdiği bir doğum olayı nedeniyle sanık annenin, alelacele verdiği bir kararla, çocuktan da kurtulmak maksadıyla eline doğan bebeğini, başkaca icrai bir hareket gerçekleştirmeden yakındaki çöp konteynerine bırakarak ayrılması şeklindeki olayda, sanığın asıl amacının terk olmadığını, öngördüğü neticeye yönelik fiili bilerek ve isteyerek gerçekleştiren sanığın icrai eyleminin kasten nitelikli öldürme suçuna teşebbüs olarak tanımlanması gerektiğini karara bağlamıştır. [16]

Bu örnekte de görüldüğü üzere, terk suçuyla gerçek ihmali suçlar veya gerçek olmayan ihmali suçlar arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu tür olaylarda failin kastı öncelikle tespit edilmelidir.

YARGITAY UYGULAMASI

Bebeğin poşet içerisinde tren garı otoparkına bırakılması

Yargıtay, bir kararında yeni doğan ve kendini idare edemeyecek durumda olan bebeğin, poşet içerisinde tren garı otoparkına bırakılması eyleminin TCK'nin 97. maddesinin 1. fıkrasındaki suçu oluşturduğunu ifade etmiştir.[17]

Bebeğin terkedilmesi eylemine göz yumma (engellememe) eylemi

Yargıtay, failin birkaç günlük bebeğinin cami avlusuna terkedilmesine engel olabileceği halde göz yumması nedeniyle TCK'nun 37. maddesi delaletiyle aynı kanunun 97. maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiğini ifade etmektedir.[18]

Failin bebeğin başkaları tarafından alınacağı inancıyla hareket edip etmediği hususunun tespiti ve önemi

Yargıtay özellikle, yeni doğan bebeklerin terkedilmesi eylemlerinde, failin bebeğin başkaları tarafından alınacağı inancıyla hareket edip etmediği hususunu somut olayda değerlendirmeye almaktadır. Şayet failde, terkedilen bebeğin başkaları tarafından alınması ve korunması amacıyla hareket etmesi halinde, ortada terk suçunun olmadığı, mağdura karşı bakım ve gözetim yükümlülüğünü ihlal eden fail hakkında 5237 sayılı TCK’nin 233. Maddesinin uygulanması gerektiği söylenebilecektir. Nitekim Yargıtay’ın uygulaması da bu yöndedir.[19]

Küçük yaştaki çocukların birine teslim edilmesi için bir başkasına bırakılması

Yargıtay, küçük yaştaki çocukların birine teslim edilmesi için bir başkasına bırakılması hallerinde, çocukların kendi haline terk edilmediklerini, burada ana veya baba konumundaki failin mağdura karşı bakım, eğitim ve destek olma yükümlülüğünü ihlal etmesi nedeniyle eyleminin TCK'nın 233. maddesinde düzenlenen aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğü ihlal suçunun oluşturacağını kabul etmektedir.[20]

Şayet bu gibi hallerde, failin eylemi bakım ve gözetime yönelik yükümlülüklere aykırılık oluşturmuyorsa, fail hakkında beraat kararı verilmelidir.[21]

Örneğin, failin çocuğunu çocuk esirgeme kurumuna teslim edilmesi için gereken önlemleri alarak ve bu olayı takip ederek çocuğunun kuruma teslim edilmesini sağladığı eylemlerde, fail hakkında mahkûmiyet hükmü kurulamayacaktır.[22]

Çocukların veya yaşlıların evde odaya kilitlenmesi eylemleri

Yargıtay, failin çocuklarını evde odaya kilitleyerek evden ayrılıp uzunca bir süre sonra geri dönmesi şeklindeki eylemleri terk suçu kapsamında değerlendirmemektedir. Burada mağdura karşı bakım, eğitim ve destek olma yükümlülüğünün ihlal edilmesi nedeniyle failin eyleminin TCK'nın 233. maddesinde düzenlenen aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğünün ihlali suçunu oluşturacağı ifade edilmektedir. Yargıtay’a göre şayet mağdur birden fazla ise ayrı ayrı suç oluşacaktır.[23]

Yaşlı ve hasta kişilerin altsoy tarafından eve alınmaması veya terkedilmesi

Yargıtay, yaşlı, bakıma muhtaç veya hasta kişilerin çocukları tarafından eve alınmaması veya bu kişilerin bu durumda terkedilmesi halinde terk suçunun oluşacağını kabu etmektedir.

Örneğin, suç tarihinde 86 yaşında, bakıma muhtaç ve hasta olup konuşma güçlüğü saptanan mağdurun çocukları tarafından eve alınmayıp, komşusundan istenilen sandalyeye oturtulup sanığın daire kapısı önünde bırakıldığı, sanığın hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç olduğunu bildiği annesini gece boyunca evine almadığı ve mağdurun ancak ilerleyen saatlerde kendisini fark eden komşuları tarafından eve alınıp ilgilenildiği olayda, gerek yaşı gerekse hastalığı dolayısıyla kendisini idare edemeyecek durumda olduğu anlaşılan mağduru evine kabul etmemek suretiyle kendi haline terk ettiği anlaşılan sanığın eyleminin Yerel Mahkemece TCK 97/1. maddesinde yazılı terk suçunu oluşturduğu kabul edilerek kurulan hüküm hukuka uygun olacaktır.[24]

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

KAYNAKÇA

Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, 18.bası.

http://sozluk.gov.tr/, ET: 01.06.2019.

İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 11.bası.

Kayıhan İçel/Füsun Sokullu-Akıncı/İzzet Özgenç/Adem Sözüer/Fatih Selami Mahmutoğlu/Yener Ünver, Suç Teorisi (2), İstanbul, 2004, 3.baskı.

Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 8.bası.

Mehmet Emin Artuk/Ahmet Gökçen/Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi Ankara, 2015, 9.bası.

Y.2. CD'nin 13.11.2013 gün ve 3501-26274.

Y.2. CD'nin 24.06.2013 gün ve 29428-17010 sayılı kararı.

Y.2.CD, E. 2011/29428, K. 2013/17010, T. 24.06.2013

Y.2.CD, E. 2012/3501, K. 2013/26274, T. 13.11.2013

Y.3. CD'nin 15.04.2013 gün ve 6867-15884

Y.4.CD, E. 2014/11850, K. 2015/33091, T. 7.7.2015

Y.4.CD, E. 2014/41605, K. 2015/33095, T. 07.07.2015

Y.4.CD, E. 2015/1780, K. 2015/33630, T. 11.09.2015

Y.4.CD, E. 2015/26957, K. 2016/668, T. 18.01.2016

Y.4.CD, E. 2016/5394, K. 2016/9879, T. 12.05.2016

YCGK, E. 2015/986, K. 2018/102, T. 20.03.2018

YCGK, E. 2017/138, K. 2018/341, T. 10.07.2018

--------------------------

[1] http://sozluk.gov.tr/, ET: 01.06.2019.

[2] Y.2. CD'nin 24.06.2013 gün ve 29428-17010 sayılı kararı.

[3] Y.2. CD'nin 13.11.2013 gün ve 3501-26274.

[4] Y.3. CD'nin 15.04.2013 gün ve 6867-15884.

[5] YCGK, E. 2017/138, K. 2018/341, T. 10.07.2018.

[6] Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 8. bası, s.366-367.

[7] TCK'nun 98. maddesindeki; "yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi", 175. maddesindeki; "akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali", 176. maddedeki; "inşaat veya yıkım faaliyeti sırasında, insan hayatı veya beden bütünlüğü açısından gerekli olan tedbirlerin alınmaması", 177. maddesindeki; "gözetimi altında bulunan hayvanın kontrol altına alınmasında ihmal gösterilmesi", 178. maddesindeki; "herkesin gelip geçtiği yerlerde yapılmakta olan işlerden veya bırakılan eşyadan doğan tehlikeyi önlemek için gerekli işaret veya engellerin konulmaması", 257/2. maddesindeki; "görevinin gereklerinin yapılmasında ihmal veya gecikme gösterilmesi", 278. maddesindeki; "işlenmekte olan bir suçun yetkili makamlara bildirmemesi", 279. maddedeki; "kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunulmasının ihmal edilmesi veya bu hususta gecikme gösterilmesi", 280. maddesindeki; "sağlık mesleği mensubunun görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmemesi veya bu hususta gecikme göstermesi", 284. maddesindeki; "hakkında tutuklama kararı verilmiş olan veya hükümlü bir kişinin bulunduğu yerin bildiği hâlde yetkili makamlara bildirilmemesi" gerçek ihmali suçlardandır.

[8] TCK'nun 98. maddesindeki; "yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi", 175. maddesindeki; "akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali", 176. maddedeki; "inşaat veya yıkım faaliyeti sırasında, insan hayatı veya beden bütünlüğü açısından gerekli olan tedbirlerin alınmaması", 177. maddesindeki; "gözetimi altında bulunan hayvanın kontrol altına alınmasında ihmal gösterilmesi", 178. maddesindeki; "herkesin gelip geçtiği yerlerde yapılmakta olan işlerden veya bırakılan eşyadan doğan tehlikeyi önlemek için gerekli işaret veya engellerin konulmaması", 257/2. maddesindeki; "görevinin gereklerinin yapılmasında ihmal veya gecikme gösterilmesi", 278. maddesindeki; "işlenmekte olan bir suçun yetkili makamlara bildirmemesi", 279. maddedeki; "kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunulmasının ihmal edilmesi veya bu hususta gecikme gösterilmesi", 280. maddesindeki; "sağlık mesleği mensubunun görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmemesi veya bu hususta gecikme göstermesi", 284. maddesindeki; "hakkında tutuklama kararı verilmiş olan veya hükümlü bir kişinin bulunduğu yerin bildiği hâlde yetkili makamlara bildirilmemesi" gerçek ihmali suçlardandır

[9] Öğretide neticenin meydana gelmesinin engellenmesi yükümlülüğü "garanti yükümlülüğü" ya da "garantörlük" olarak da adlandırılmaktadır. Kişinin yerine getirmekle yükümlü olduğu, başka bir anlatımla garanti yükümlülüğü altında bulunan davranışı gerçekleştirmemesi nedeniyle meydana gelen neticeden sorumlu tutulabilmesi için söz konusu yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması zorunludur.

[10] Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi Ankara, 2015, 9.bası, s.240-246; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 11.bası, s.221-231; Kayıhan İçel, Füsun Sokullu-Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih Selami Mahmutoğlu, Yener Ünver, Suç Teorisi (2), İstanbul, 2004, 3.baskı, s. 62; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 8.bası, s.370-390; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, 18.bası, s.164-175.

[11] 5237 sayılı TCK, ölümle sonuçlanan eylemlerin cezalandırıldığı suçlar, kasten (TCK'nin 81 ve 82. md.) veya taksirle (TCK'nin 85. md) işlenip işlenmediğine, kasten işlenmişse icrai hareketle mi (TCK'nun 81 ve 82. md), ihmali hareketle mi (TCK'nun 83. md) işlendiğine göre farklı değerlendirmeye tâbi tutulmuştur.

[12] Örneğin, bir bakıcı kendisine bırakılan küçük bir çocuğun evdeki sehpaların üzerine çıkıp aşağı atlamasını görmesine rağmen diğer işlerini bitirmek için çocukla ilgilenmediği ve gerekli önlemi almadığı takdirde çocuğun düşerek ölmesi hâlinde, ölüm neticesini önleme yükümlülüğü bulunduğundan ve bu yükümlülüğünü özensiz davranışıyla ihlal etmiş olacağından taksirle ölüme neden olmadan dolayı sorumlu tutulacaktır.

[13] Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, 8.bası,s. 366-390).

[14] 4721 sayılı Medeni Kanunun 335. maddesinde; ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velâyeti altında olduğu, 337. maddede; ana ve babanın evli olmaması halinde velâyetin anaya ait olacağı, velayetin kapsamına ilişkin olan 339. maddede; ana ve babanın, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alacağı ve uygulayacağı, 340. maddesinde; ana ve babanın, çocuğu imkânlarına göre eğiteceği ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlayacağı ve koruyacakları, 346. maddesinde; çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve babanın duruma çare bulamaması veya buna güçlerinin yetmemesi hâlinde hâkimin, çocuğun korunması için uygun önlemleri alacağı, 348. maddesinde; ana ve babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması durumunda velayetin kaldırılacağı düzenlenmiştir.