Türkiye`nin demokrasi tarihinde referandum sık uygulanan bir yöntem değil. İlk halk oylaması 9 Temmuz 1961`de gerçekleştirildi. 27 mayıs 1960 darbesini gerçekleştirenlerin hazırlattıkları 1961 Anayasası halkoyuna sunuldu. Yassıada yargılamalarının devam ettiği bir süreçte yüzde 61 evet oyuyla kabul edildi. İkinci referandum 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucu hazırlattırılan 1982 Anayasasının onaylatılması için 7 Kasım 1982 `de yapıldı. Karşı propagandanın yasak olduğu darbe ortamında yüzde 91 evet oyuyla kabul edildi.
1961 Anayasasına darbe ortamında evet diyen halk, demokratik ilk seçimde darbecileri değil darbe karşıtlarını iktidara taşıyarak tepkisini ortaya koymuştu. 1983 seçimlerinde de, darbe lideri Kenan Evren`in açık destek verdiği Milliyetçi Demokrasi Partisi yerine rahmetli Turgut Özal liderliğinde Anavatan Partisine tek başına iktidar yolunu açarak, anayasaları onaylamakla darbecilere meşruiyet vermediğini gösteriyordu. Her iki darbe anayasasının halk oylamalarında kabul edilmesi, darbeye ve darbecilere meşruiyet sağlamak değil bir an önce darbe yönetiminden demokratik yönetime geçişin sağlanması amacına yönelik bir tercih olduğu seçim sonuçlarıyla netleşiyordu.
Darbe konseylerince yapılanlar dışında 1987, 1988, 2007 ve son olarak 12 Eylül 2010 referandumu ile dört referandum yapıldı. 6 Eylül 1987`de siyasal yasakların devam edip etmemesi halka soruldu. Başbakan Turgut Özal`ın siyaseten güçlü olduğu o dönemde yasakların devamı yönündeki talebini halk onaylamadı. Eski siyasilere yasak koyan Anayasanın geçici 4. Maddesi halkın oylarıyla yürürlükten kaldırıldı. 1988 yılında yerel seçimlerin bir yıl öne alınmasına dair Anayasa değişikliğine ise halk onay vermedi ve yerel seçimler zamanında yapıldı.
21 Ekim 2007 referandumu ise Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle genel seçimlerin dört yılda bir yapılmasını öngören Anayasa değişikliğiydi. Bu süreçte vesayet makamlarının TBMM`inin iradesi üzerinde nasıl baskı kurdukları ve yetki gaspında bulunduklarını toplum yakından gördü. Sayın Abdullah Gül`ün Cumhurbaşkanı seçilme sürecinde Ergenekon zanlısı Sabih Kanadoğlu`nun icat ettiği toplantı yeter sayısı için 367 milletvekili katılımının gerekli olduğu görüşü Anayasa Mahkemesinde karşılık buldu. Önceki üç Cumhurbaşkanını aynı usulle seçen Meclis`in Abdullah GÜL`ü seçme kararı iptal edildi. Anayasa Mahkemesi millete ve gelecek nesillere asla izah edemeyecekleri haksız, hukuksuz skandal karara imza attılar. Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu`nun vesayetçi anlayışa boyun eğerek, liderliğindeki iki siyasi partiyi siyasi mevta haline getirecek Meclis`e girmeme kararları da bir utanç olarak tarihe geçti.
27 Nisan bildirisi ve AYM kararı ile egemenliğin temsil makamı olan Meclis`in iradesi üzerine ipotek konulmaya kalkışılmasına karşı halk tepkisini Temmuz 2007 genel seçimlerinde gösterdi. Ak Parti`yi yeniden tek başına iktidar yaptı. Ancak siyasi iktidarların toplumun en hayati taleplerine cevap vermekte neden muktedir olamadıkları daha fazla sorgulanmaya başlandı. Darbe anayasalarıyla oluşturulan sistemin yetkili ama hesap vermeye yanaşmayan kurumları demokratikleşmenin ve hukuk devleti olmanın önündeki engeli oluşturuyordu. Anayasayı ihlal edenler, hukuku katledenler, tehdit ve baskılarla Meclis`e katılımı engelleyenlerin kendi karanlık çıkarları için devleti milletten korumaya kalkıştıkları, halkın iradesini potansiyel tehdit ve tehlike olarak gördükleri anlaşılmaya başlandı. Vesayetçi demokrasiden gerçek demokrasiye geçişi kabullenmek istemeyenlerin yeni darbe hazırlıkları deşifre oldu. Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Yakamoz, Balyoz darbe planlarının silah, mühimmat ve belgeleriye ortaya çıkarılmaya başlaması halkın bilinçlenmesini, oynanan oyunları daha iyi kavramasını sağladı. Bu nedenle Meclis`in seçtiği Cumhurbaşkanını kabüllenmek istemeyenlere karşı, yüzde 69 evet oylarıyla Cumhurbaşkanını halkın seçmesini benimsedi. Anayasa değişikliği yürürlüğe girdi. Bundan böyle Cumhurbaşkanını halk seöecek.
İlk seçimi haksız yere iptal edilen Abdullah Gül`ün TBMM`de ikinci defa seçilerek Cumhurbaşkanı olmasından sonra, kendilerince önemli bir kalenin daha düştüğünü ifade ederek, kullandıkları “düşme, ele geçirme, savaş„ gibi kavramlarla, demokratik mücadeleyi düşman güçlerin savaşı gibi görenler, bu defa yüksek yargıyı devreye soktular. Bağımsız ve tarafsız olması gereken ve hakimlik teminatı altında görevlerini ifa etmeleri gereken hakim ve savcılar üzerinde HSYK baskı kurmaya başladı. Ergenekon davalarına bakan hakim ve savcıları görevden alma baskısı kıskacında tutarken, bağımsız mahkemelerin verdiği, arama, el koyma, dinleme, tutuklama kararları yüksek yargı tarafından açıktan eleştirilmeye başlandı. Yüksek yargı mensuplarının önemli bir kısmını oluşturduğu YARSAV, Ergenekon zanlılarının avukatı gibi davranarak, siyasi parti lideri gibi açıklama yapmaktan geri durmadılar. Üst düzey kamu görevlileri, bir başsavcı ve ordu komutanı haklarında örgüt üyesi olma iddiasıyla soruşturma yürüten Erzurum özel yetkili Cumhuriyet Savcılarının, Anayasa ve kanunlar görmezden gelinerek soruşturmasız, savunmasız yetkileri alındı. HSYK`nun başkanı Anayasa gereği Adalet Bakanı olmasına, HSYK adına kamuoyuna açıklama yapma ve temsil yetkisi Bakan`a ait olmasına rağmen, HSYK Başkanvekili muhalefet lideri gibi konuşmaya ve kanunsuz davranışlar sergilemeye devam etti.
İnternete düşen ses kayıtları doğrultusunda, bir seneryonun uygulanışını izleyen halk, olayların perde arkasını daha iyi algılamaya başladı. Bu nedenle HSYK ve Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere anayasal yetkili organların yapısını, çoğulcu, katılımcı, hesap verebilir bir konuma çeken anayasa değişiklik paketini kabul ederek, Anayasa`da önemli bir değişikliği gerçekleştirmiş oldu. Şimdi uyum yasalarıyla bu değişikliğin siyasi ve sosyal hayata yansıması bekleniyor.
Darbeciler demokrasiye ve halk iradesine en büyük darbeyi vurdukları halde, hazırlattıkları anayasaların darbe konseylerince kabulü ile yetinmeyip halkoyuna sunmaları, meşruiyet arayışından kaynaklanıyordu. 21 Ekim 2007 ve 12 Eylül 2010 günü yapılan referandum sonuçları ise, halkın geleceği üzerine oynadıkları oyunu halkın ´oy`larıyla meşrulaştırma yöntemlerinin sona erdiğini gösteriyor. Şimdi ´oy`unun farkına varan halk, egemenliğin gerçek sahibinin kendisi olduğunu toplumsal bir sözleşmeye dönüştürecek topyekün sivil bir anayasa adımını bekliyor.
Reşat PETEK