Bunlardan birincisi, sanık ve müdafiinden oluşan savunma makamının kovuşturma aşamasında dosyadan belge örneği almasının yasal dayanağı var mıdır veya bu konuda bir yasal dayanağa ihtiyaç bulunmakta mıdır?
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Savunma” başlıklı 149 ila 156. maddeleri incelendiğinde özetle; şüpheli veya sanığın müdafi yardımından yararlanabileceği, yargılamanın her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunma hakkının engellenip kısıtlanamayacağı ifade edilmektedir. Gerek bu maddelerde ve gerekse kovuşturma evresinin düzenlendiği CMK m.175 ve devamı maddelerinde, sanık veya müdafiin dava dosyasından belge örneği alabileceğine dair açık bir düzenleme bulunmadığı görülmektedir.
Hem avukatın “savunma makamı” olarak sanığın yanında yer alması ve bu sırada bulunacağı hukuki yardımı dosyayı görüp içeriğinden örnek almadan yapamayacağı, hem de avukatın dava dosyasından örnek almasını engelleyen bir hüküm olmadığından bahisle, bu tartışmanın yersiz olduğu ve daha da önemlisi işin doğası gereği suçlamaya konu iddiayı ve delilleri barındıran dosya içeriği görülmeden ve bir örneği alınmadan savunmanın yapılamayacağı, bu sebeple de dürüst yargılanma hakkının korunamayacağı savunulabilir. Bu yaklaşım doğrudur. CMK m.182 uyarınca duruşma herkese açık olup, sözlü ve sanığın yüzüne karşı kovuşturma aşaması yürüyeceğinden, savunma tarafının dosyadan örnek alması ile ilgili bir açıklığa ihtiyaç olmadığı, hatta sanıktan başka, sanığın müdafi olarak tayin ettiği avukatın da, gerek mesleği ve gerekse savunma hakkının korunması adına dosyadan dilediği sayıda belge örneklerini harçsız alabileceği, noterden verilmiş dava vekaletnamesi olmasa bile sanığı temsil ettiği anlaşılan avukatta dosya içeriğinin saklanamayacağı düşünülebilir.
Esasında gereksiz gibi görünen, ancak bizce önemli olan ve yazılı hukuk siteminde bireyin hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması amacıyla, kamu otoritesi yönünden yetkisizliğin esas yetkinin istisna olup, kişi hak ve hürriyetlerini sınırlayan nedenlerin kanunlarda yazılı olması zorunluluğuna rağmen, birçok maddeden oluşan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 2. maddesinde “kovuşturma” kavramı ile ilgili yapılan tanıma yerel mahkeme ve kanun yolu aşamaları dahil edildiği halde, savunma makamını bu süreçlerde koruyacak şekilde dosyadan harçsız olarak örnek alınması öngören bir düzenlenme öngörülmemesi eksiklik olarak gözükmektedir.
“Müdafiin dosya inceleme yetkisi” başlıklı CMK m.153 ile bu maddenin mülga hale dönüştürülen ve şimdi yeniden getirilmesi düşünülen 2, 3 ve 4. fıkralarını, kovuşturma aşamasında müdafiin dosyadan harçsız örnek alması kapsamında incelemek gerekir. Bu noktada “evleviyet” prensibi uygulanabilir. Buna göre, avukatın dosyadan harçsız örnek alabildiği bir durumda, şüpheli veya sanık öncelikle almalıdır. Aynı şekilde, gizli yürütülen soruşturma dosyasından harçsız örnek alabilen avukatın, aleni gerçekleşen kovuşturma aşamasında belgelerin harçsız örneğini evleviyetle alabilmesi gerekir.
CMK m.153’ün mülga edilmeden önce yürürlükte bulunan 2, 3. ve 4. fıkraları uyarıca, soruşturma evresinde dosya içeriğinin savunmadan gizlenebilmesi mümkün idi. Mülga 4. fıkraya göre, “Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir”. Şu an bu hüküm yürürlükte değildir. Esas itibariyle bu hüküm her ne kadar soruşturmanın savunmadan gizlenmesinin bitme aşamasını düzenlese de, sanık veya müdafiin kovuşturma aşamasında dosyadan harçsız örnek alabilmesini net bir şekilde ortaya koymakta idi. Kanun koyucu CMK m.153’ün 2, 3, ve 4. fıkralarını yürürlükten kaldırırken, aslında 4. fıkrayı yürürlükte tutmalı idi. Ancak kanun koyucu, savunmaya karşı gizliliğe son verdiğini düşünüp, bu durumun kovuşturma aşamasını öncelikle kapsayacağını kabul etmiştir.
Bizce, soruşturma ve kovuşturma aşamaları birbirinden farklıdır. Savunma makamının, gerek yerel mahkeme ve gerekse olağan veya olağanüstü kanun yolları aşamasında engelle karşılaşmaması için, sanık veya müdafi kovuşturma ve olağanüstü kanun yolları aşamalarında dosya içeriğini ve delilleri inceleyebilmesini, bütün tanık ve belgelerin örneklerini harçsız alabilmesini öngören yasal düzenleme yapılmalıdır.
İkincisi, yerel mahkeme kararının tefhimi zamanıdır.
Mülga CMUK m.33’de, ilgili tarafın yüzüne karşı verilen kararların kendisine tefhim edileceği ve isterse kararın bir suretinin verileceği ve diğer kararların ilgilisine tebliğ edileceği ifade edilmiştir. Bu maddenin karşılığı olan CMK m.35’de ise benzer bir hükme yer verilmekle birlikte, koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararlarının hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ edilmesi öngörülmüştür. Mülga CMUK m.261’de, hükmün ne şekilde tefhim olunacağı ifade edilmiştir. Bu hükme göre, hükmün tefhimi sırasında hazır bulunan sanığa kanun yollarının bildirilecektir. Bu hükmün 5271 sayılı Kanunda karşılığı CMK m.231/1-4’dür.
Yeri gelmişken, karar duruşması olan son celsede kararın tefhim edilmesi yerine, özellikle sayıca çok olan sanık ve karmaşık dosyalarla ilgili mahkemenin önyargı ile hareket etmediğini, yani savunma tarafının diyecekleri ile son sözlerini almadan herhangi bir hükme varmadığını göstermek için, bunun yanında aleni açıklamaya konu olacak kararın iyi ve düzenli şekilde hazırlanabilmesi, tefhimle birlikte kanun yolu süresinin başlayacağı için hazır bulunan tarafların hak kaybına uğramaması, ne olup bittiğini anlaması amacıyla, gerek karara hazırlanması ve gerekse tam bir şekilde açıklanması noktasında, duruşmanın bitimi ve son celseden itibaren iki hafta sonrasında verilecek gün ile sadece karar açıklaması yöntemi izlenebilir. Bizce bu tür bir usulün yasal engeli bulunmamaktadır.
Ancak uygulama ve CMK m.216 gereğince, her celsede varsa katılana, cumhuriyet savcısına ve müdafiine söz verildiği ve son sözün de sanığa tanındığı görülmektedir. Bizce hazır bulunmayan sanık yerine, CMK m.226/4 ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.06.2012 gün, 2012/1-656 E. ve 2012/222 K. sayılı kararı uyarınca son söz hakkı duruşmada hazır bulunan avukat tarafından kullanılabilir.
Belirtmeliyiz ki, uygulamada mahkemeye karşı oluşan önyargının ortadan kaldırılması, cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasına karşı savunma için süre isteyen avukatların, “Biz ne kadar savunma yapsak da mahkeme kararını vermiştir, yoksa bu kadar dosya, yazılı ve sözlü savunma ile sanık hakkında nasıl aynı celse karar verecek, bu iş yarım saat, bir veya iki saatte olur mu?” algısını ortadan kaldırmak için, mahkemece verilen kararın o gün değil, belirlenecek bir başka gün açıklanması isabetli olacaktır. Aksi halde esas hakkında savunma, gerek sanık ve gerekse avukatı bakımından inandırıcı olmaktan uzak kalacak ve sadece şeklen bir yargılamanın unsuru niteliğini taşıyacaktır.
Üçüncü sorun ise, Yargıtay ilamının tefhimi sorunudur. Gerek mülga Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’nun yürürlükte olan temyiz maddeleri ve gerekse Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe giren veya girmeyen konu ile ilgili hükümleri incelendiğinde, esasında kovuşturma aşamasına dahil olması itibariyle kanun yolu sonucuna bağlı kararların CMK m.35 uyarınca tebliği gerekmektedir. Ancak CMK m.35/2’de, kanun yolu başvurusunun ayrı tutulduğu bu madde ile 33. ve 34. maddelerin birlikte ele alındığı durumda, Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucunda verdiği kararların ilgilisine tebliği edilmesinde ayrı yöntem izlemesi gerekecektir. Bizce bu noktada, sanık haklarının korunması maksadıyla kanun yolu sonuçlarının sanıklara bildirilmesi, başvurucunun katılamaması durumunda da aynı usulün katılan haklarının korunmasında da uygulanması isabetli olacaktır.
Temyiz hükümleri incelendiğinde, Yargıtay’ın bozma ilamının işin doğası gereği temyiz eden sanık ile bozulan hükmün sirayet ettiği diğer sanıklara tebliğ edilmesi gerektiği, ancak onama ilamlarının Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açık hüküm olmadığından bahisle sanığa tebliğ edilmediği, hatta Yargıtay’a kararı almak için başvuran sanık ya da avukatına dahi karar örneğinin verilmediği görülmektedir. Yargıtay’ı veya yerel mahkemeyi, temyiz incelemesi sonucunda verilen onama ilamının sanığa tebliğini zorunlu kılan açık düzenleme olmasa da, sanık haklarının korunması kapsamında bunun aksini gösteren, onama ilamının sanığa tebliğini engelleyen yasal bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Bizce, onama ilamının sanığa, eğer avukat ile temsil edilmekte ise müdafiine tebliğ edilmesi ve kararı almak için Yargıtay’a başvuran sanık veya müdafiine de kararın harçsız bir örneğinin verilmesi gerekir. Aksi halde, karardan sonra yasa yollarını (örneğin, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkını) kullanmak isteyen sanıklar mağdur olacağı gibi, Türk Milleti adına aleni verilen kararların davanın asli süjesi olan sanıktan gizlenmesi sonucu ortaya çıkar.
Bir başka sorun da, murafaalı yapılan inceleme sonucunda tefhim edilen Yargıtay ilamı sonrasında başlayan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru süresine rağmen, karar gerekçesinin yazımının gecikmesinden doğabilmektedir. Kararın tefhimi ile 30 günlük bireysel başvuru süresi başladığı halde, karar gerekçesi sanığa ve avukatına zamanında verilemediğinden veya verilmediğinden veya tebliğ edilmediğinden, birey olarak sanığın ve avukatının sahip olduğu bireysel başvuru hakkı ve yetkisini gereği gibi kullanabilmesi mümkün olamamaktadır.
Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru süresi, ilgilinin Yargıtay ilamını öğrenmesi ile başlamakta ve bu süreden sonra 30 gün hesap edilmektedir. Burada kıstas "öğrenme" olarak kabul edilmiştir. Ancak burada sorun, Yargıtay'da yapılan murafaa sonrasında sadece sonucun bildirilip (tefhim edilip) gerekçeli kararın yaklaşık bir ay ve hatta daha geç çıkmasından kaynaklanmaktadır. Şu an Yargıtay 10. Ceza Dairesi uygulamalarında bu tür sorunlar yaşandığını görmekteyiz. Gerekçeli kararda, gerek tarih ve gerekse tefhim eski tarih olarak gösterildiğinden, içeriğini bilmediğiniz Yargıtay kararına karşı 30 günlük sürenin kaçırılmaması amacıyla bir anlamda "kısa temyiz/müddet tutum" anlamına gelebilecek bireysel başvuruda bulunmak zorunda bırakılıyorsunuz. Zaten kısıtlı olan bireysel başvuru süresini kaçırma ve dolayısıyla kabul edilemezlik sonucu ile karşılaşma endişesi, doğal olarak başvurucu ve avukatını bireysel başvuruda bulunmak zorunda bırakmaktadır.
Bu sorunun çözülebilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru süresi, olağan kanun yoluna ilişkin gerekçeli kararın ilgilisine bildirilmesi ile başlatılmalıdır. Bu konuda gerekli düzenleme, hem Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve hem de 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunu’nda yapılmalıdır. Zaten kısa olan başvuru süresi, bir de geç yazılan veya tebliğ edilmeyen gerekçeli karar nedeniyle mağduriyete yol açabilmektedir. Oysa hukuk sistemi, birey açısından kolay, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olmalıdır. Kişi hak ve hürriyetlerini koruma temelli bir sistem, bireyin hak arama hürriyetini kullanmasının önünü açmalıdır.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. dr. Ersan ŞEN tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)