Eskiden beri ne kadar severim bozulan bir şeyleri tamir etmeyi. Bir gün abimle arabayı servise götürdüğümde abime beraber tamirci olsaydık dediğimde yüzüme şaşkınlıkla bakakalmıştı. Hatta annem çoğu kez evde hala bana saklar bozulan muslukları, lavaboları tamir işlerini. Yazları memlekete döndüğümde beni bekleyen epey bir tamirat işi vardır. Su muslukları, kapı kolları, bahçenin aksayan ve dökülen yerleri beni bekler.
Elime alıp keseri, tornavidayı keyifle tamir yaparım. İşin doğrusu emeklilik için aslında düşündüğüm mesleklerden biri de mahallenin çocuklarının bisikletlerini tamir etmektir. Hem de bedeli çocukların bir içten gülüşü olan...
Her şey bozuluyor, eskiyor ve kırılıyor. Bunların nasıl tamire ihtiyacı varsa, aslında gönüllerin de tamire ihtiyacı var. İnsanların kırılan gönülleri ve kalplerini kim onaracak, kim tamir edecek? Keşke kurabilseydim böyle bir tamirhane...
Bu dükkanın en görünür yerine de Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye sözlerini asmak gerek: ‘Ey oğul, beysin; Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana; Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana.
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana; Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana’.
İşte böyle bir tamirhane...
Mesela, kalbi kırılmış birinin kalbini hemen sarıverseydik burada. Sonra incinmiş birinin gönlüne merhem sürse idik. Hele hele kitleler birbirinin kalbini yerle bir ederken ülkenin yarısını tamirhane haline getirmemiz lazım. Belki bunu başaramayız ama küçük küçük dükkanlar açmak mümkün olsa gerek. Köşe başlarına bir kaç tane, mahalle aralarına bir kaç tane serpiştirsek bari. Kırığını, çıkığını, yaralarını tamire gelenlere açık tutabilsek kapılarımızı.
Ben açmaya gönüllüyüm bir tanesini. Elimden tamir gelir söylediğim gibi. Ancak bilirsiniz kırılan dökülen parçalar yerine yenileri konulmalı. Eskiyen parçalar yenilenmelidir. Bunun için sarsılmamış gönül gerek, pırıl pırıl kalp gerek.
Biraz gönlünden biraz yüreğinden eklemeli. Yeniden işler hale getirmeli. Dükkandan çıkarken işleyen bir yüreği geri vermeli.
Bir kuşun kanadını sarar gibi, kırık bir dalı bağlar gibi...
Geçenlerde okuduğum hikayedeki gibi...
Herkesin sokaklarda oynadığı anda bir çocuk mahzundur, son derece gariptir. Bir el değer başına. Sen neden oynamıyorsun yavrum? Der ki çocuk, benim ne annem var ne de babam. O an yanına oturan son Peygamberdir.... Der ki, oğlum ister misin senin annen Aişe olsun, baban da ben... Gözlerine yıldızlar düşer çocuğun, yüzüne güller...
Bir kalbi kırık yetime koştuğu için o bir Peygamberdir belki de....
İşlerimiz ve bizi alıkoyan koşturmacalarımız var ya...
Hani her şeyden daha önemli olan kazanma arzularımız.
İşte hepsinden daha önemlisi bir kalbi kırık insanın yanıbaşında durmaktır.
Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.
Gelin gönülleri tamir için dükkanlar açalım birer ikişer köşe başlarında.
Tebessümler sargınız olsun, dualarınız merheminiz. Sonra kalbinizden kalp sarın, gülüşünüzden gülüş katın, canınızdan can.
Varsa eskiyen, yüreğinizden sarın, canınızdan sarın. İnanın bende yok o parçaların yerine konulacak kadar geniş yürek.
Sizler gibi geniş yürekli geniş kalpli insanlar gerek. Yüreğinden ve gönlünüzden kırık kalplere eklenecek parçalarınız.
Bana gelince....
Siz açın birer gönül tamirhanesi...
Musluk tamir etsem de ben beceremem gönül tamirini, ben usta olamam, biliyorum...
Ama en azından çırağınız hazır. Ne isterseniz bir koşuda getiririm size.
‘Buyur ustam’.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)