Hani anlatırlar ya, Yunus Emre, Tapduk Emre’nin dergahında kalırken odun toplarmış. Bir kere bile dergaha eğri odun getirmemiş. Sormuşlar nedendir diye? Gerçekten de sadece yanıp gidecek değil miydi? Altı üstü yakılacak odundu işte. Yunus, “Bu dergaha eğri odun bile yakışmaz” cevabını vermiş.
Aslında hem gönül dünyamız, hem evimiz hem de işimizi bu şekilde bir düşünebilsek. Yaptığımızın en güzelini ve mükemmelini yapmaya çalışsak. Eğri odunları, -yakmak için bile olsa- sokmasak içeri.
Bence eğri odunun çok tarifi var. İyi yapılmayan iş, doğru olmayan söz, düzgün icra edilmeyen meslek, dürüst olmayan hayat, iyilik doldurulmayan kalp, kötülükle bezenmiş kelimeler, hakaret ve küfürlerle dolu yazılar… Hepsi, eğri odun.
Birkaç şey daha hatırlatır bu hikaye bana. Yunus için Tapduk Emre’nin dergahı çok önemliydi. Hem o kadar önemli ki, eğri odun bile giremezdi oraya. Ya bizim gönül dergahlarımız?
Sufi anlayışta kalbimiz, Nazargah-ı İlahi’dir. Oraya nasıl olur da eğri odun sokarız?
Sevgili öğrencilerim ve dostlarım, her birinizin gönlü ve hayatı Tapduk Emre’nin dergahından daha kıymetli bence.
Ve sizler, her biriniz Yunus olmalısınız, hem de hani şu Tapduk Ermenin tabiriyle “bizim Yunus”…