FELSEFE NEDİR? MARKSİST BİR DENEME

Abone Ol

Filozoflar şimdiye kadar dünyayı sadece çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa asıl olan dünyayı değiştirmektir.” KARL MARKS

Felsefe nedir sorusunun pek çok cevabı vardır, fakat bu soruya verilen dünyadaki hiçbir yorum ve cevap, Marksist cevap ve yorum kadar ilginç olamaz. Öyle ki,  ister arkadaş, isterse düşman olsun, giderek artan sayıda insan, felsefenin sadece üzerinde konuşulacak bir konu değil, eyleme geçilecek bir konu olduğunun farkında değildir. Dahası Marks’ın felsefesi, sadece bir geçmiş değil, aynı zamanda bir gelecektir. Yine bu felsefenin somut amacı ve hedefi, belirli ülkelerdeki ilerleyici reformlar ve sosyal devrimler ile bütün insanların ve ırkların yoksulluktan ve baskıdan kurtularak özgürleşmeleridir.   

Bu kitabın hedefi ve amacı ise, teorik yönden felsefenin ne olduğu hususu ve genel olarak felsefeyle ilgili olan ve bu konuda bazı fikirlere sahip bulunan giderek artan sayıdaki erkeklere ve kadınlara, özel olarak Marksist bir metot ve yaklaşımla fikir vermektir.

Yazar, bu eseri ile felsefeyi dünyaya indirmeyi değil, felsefenin hep dünyada ve insanlarla birlikte olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Bununla birlikte, eserde, soyut felsefi spekülasyonlar, insanların dünyanın doğasına ve çevrelerindeki topluma tepki gösterdikleri değişik sistemler ve başkaca felsefe türleri de incelenmektedir. 

Günümüzde, sosyal tutumlar, davranışlar ve hareketler, daha önce asla olmadığı kadar, çoğu kez ideolojiler olarak isimlendirilen felsefeleri çatıştırma eğilimi üretmektedir. Ya da bunun aksine, dünyanın ve insanın farklı kavramları, bunların takipçilerinin, eylemin veya icraatın değişik yollarını takip etmeleri yönündeki eğilimlerine rehberlik etmektedir. Nükleer savaş, kimi pasifistleri, emperyalistleri ve sömürgeleri, sanayicileri, işçileri heveslendirerek gayrete getirmekte, ayrışmacılar ve bütünleşmeciler ile buna göre hareket edenler, farklı insan hayatlarıına ve doğa teorilerine inanmaktadırlar. Kısaca, bir yanda muhafazakarlar ile reaksiyonerler, diğer tarafta ilerlemeden yana olanlar ile radikaller bulunmakta ve bu konumda olanlar, şeyleri,  olguları, olayları, doğa kavramlarını, insan doğası ile insanın iyisini ve değerini kendilerine göre farklılaştırmaktadırlar.

Birisi kendisiyle yaptığım bir konuşmada, bir defasında görüşme/röportaj yaptığı muhtemelen kiracı olan bir ev kadınının kendisine önemli olmayan pek çok soru sorduğunu, ancak en önemli ve gerekli olan “Felsefe Nedir? sorusunu sormayı ihmal ettiğini ifade etmiştir.

Eğer bu anlatılan doğru ise, bu bizim için Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı’na veya bir sendika başkanlığına seçtiğimiz kişinin, insanın felsefesi hakkında ne kadar fazla şey bildiğini bilmemiz kadar önemli bir şeydir. Zira biz ne zaman felsefe sözcüğünü öğrenmekten kaçınırsak, insanın ve dünyanın her ikisinin de en temel karakterlerini keşfetmeyi öğrenmekten o kadar uzak oluruz ve bu, bizim bütün zamanların sosyal hareketleriyle yakından ilgili olmadığımızı gösterir.  

“Şeyleri, olguları ve olayları felsefi olarak ele almak ve incelemek” ifadesinin, bunları olduğu gibi kabul etmek ve bunlara karşı çıkmamak anlamına gelmesi, başa gelen her ne olursa olsun bunların kaçınılmaz ve zorunlu şeyler ve olaylar olduğunun kabul edilmesi, geçmiş felsefelerin büyük bir kısmına yönelik olarak yapılan üzücü ve şüpheli bir eleştiridir. Nitekim nükleer bomba denemelerinin ve deneylerinin, savaşın, açlığın veya işsizliğin “felsefi olarak” ele alınması, bütün bunların teslimiyetle kabul edilmesiyle eşdeğer hale gelmiştir. Bu, felsefeyi başka bir anlamda ele almak ve alçakgönüllü bir teslimiyet içinde olmak anlamına gelmez, aksine bu, daha ziyade amaçları, bu amaçların uygulanabilirlikleri ve gerçekleştirilmeleri için gerekli olan araçları açıkça analiz etme gücü anlamına gelir. Her iki durumda da, biz hepimiz, kendi eylemimizin ve faaliyetimizin genel teorisinin felsefesine sahibizdir. Ancak birinci yaklaşım ve tutum, belki de felsefenin kendisiyle özdeşleşmiştir, çünkü bu çok fazla felsefi yaklaşım, belirli bir zamanda var olduğu şekliyle, toplumsal düzenin gerekçesini ve meşrulaştırılmasını sağlama eğiliminde olmuştur.

Bir yüzyıldan daha fazla bir zaman önce, Karl Marks, Alman ticaret ve sanayi sınıflarının gelişmesini engelleyen feodal aristokrasiyle olan ilk mücadelesinde, daha sonra tüm ülkelerde üzerlerindeki baskıya karşı özgürlük için mücadele eden işçiler ile çiftçilerin mücadelesinde, felsefenin önemini tanımış ve kavramıştır. Böylece tarihte ilk kez, o zamana kadar gerçekten kendilerine ait diyebilecekleri bir teoriye sahip olmayan isimsiz kitleler için bir felsefe geliştirilmiştir.

Bu kitapta, sosyo-tarihi bir faaliyet olarak felsefenin sorunları kitabın ilk bölümünde ele alınacaktır. Bu, felsefenin nasıl doğduğu ve geliştiği, sırasıyla sosyal hayattaki değişiklikleri nasıl etkilediği ve bunlara ne şekilde tepki verdiği, bugün bizim için bunun sahip olduğu ve olabileceği değerin çoğunun nasıl ve ne şekilde kaybolduğu hususlarında bilgisi olmayanlar için atılması gereken bir ilk adımdır. Bazı filozofların vahiy edilmiş dinlerinkiler gibi bir felsefenin, “hakikatlerin” ebedi ve insanın toplumsal süreçlerinden bağımsız olduğunu ileri sürerek bunu küçümsedikleri doğrudur. O nedenle, biz, bu fikrin de kendi tarihini, toplumsal kökenlerini ve günümüzün bastıran sorunları üzerindeki çıkarımlarını/sonuçlarını göstermeye çalışacağız. Son olarak, az ya da çok bu konuyla yakından ilgili olan şu soru(n)ları inceleyeceğiz: Felsefenin amacına ilişkin olarak filozoflar açısından baskın kavramlar nelerdir, ifade edilen bu amaçlar, insanlık tarihindeki çeşitli felsefelerin gerçek işleviyle nasıl örtüşmektedir? Bu analiz bizi, tarihsel toplumun bütünüyle bir sınıf mücadelesine sahne olduğu ve başka her ne olursa olsun, ayrıcalıklı konumunu korumak için felsefenin, herhangi bir zamanda, karşıt sınıfların ve özellikle egemen sınıfın teorik silahı olarak hizmet ettiğine ilişkin Marksist inanca götürecektir. Nihai olarak da, Marks’ın ve Engels’in daha iyi koşullar altında ve nihayetinde sosyalizm için yaptıkları mücadelelerde işçi sınıfına yeterli bir felsefe sağlamaya çalıştıklarını göreceğiz.

İkinci bölüm, felsefi yönden idealizm ile materyalizm arasındaki ihtilaf ve çatışmalarla ilgilidir ve felsefi idealizmin dünyadaki spiritualist/tinsel veya dini görüşlerden nasıl türetildiğini göstermektedir. Bu bölümde, pratiğin gerçekliği içinde, hayatın sorunlarına yönelik maneviyatçı veya idealist bir yaklaşıma karşı bir materyalistin yaklaşım tarzının anlamı nedir sorusu ele alınmıştır. Yine bu bölümde, bu pozisyonların sosyal sonuçları analiz edilmiş, bunların sınırları ile önemli özellikleri ve erdemleri gösterilmiştir. İnsan toplumundaki maneviyatçı ve idealist yaklaşım içinde, dünyevilik/dünyevi oluş, öteki dünyaya ait oluşun işleyiş biçimleri açısından sunulur ve değerlendirilir. Materyalizm ise, bunun tam aksine idealizm ile hayatın pratik yolunun ve dünya görüşünün felsefi yönünün her ikisi olarak ele alınır ve o şekilde sunulur. O nedenle, bu bölüm boyunca bu husus ve bu girişim, bütün idealist ve materyalist filozofların en önemli genel özellikleri çerçevesinde ele alınmıştır. Bunların, bu şekilde ele alınmaları birbirlerine zıt olan bu temel pozisyonların her birinin yeknesak/tek düze ve birbirine uygun oldukları veya bunların dikkate değer bir şekilde birbirleri ile örtüşmedikleri anlamına gelmez. Zira biz, bunları birbirlerinden ayırmakla ve bunları kendi keskin zıtlıkları içerisinde göstermekle, bu her iki görüşün temel özelliklerini daha derin şekliyle elde etmiş ve değerlendirmiş oluruz. Nitekim müteakip bölüm, materyalist ve idealist kamp arasındaki ve kapsamındaki farklılıklara işaret etmekte, doğanın ve toplumun, hem maddi hem de zamansal gelişiminin hakkını veren tek felsefe olarak diyalektik materyalizmi göstermektedir.

Üçüncü bölümde, dünyanın birbirine zıt olan iki görüşü, bu bağlamda, dünyanın statik ve dinamik yönü incelenmektedir. Yine birbirine zıt olan bu görüşlerin sosyal köklerinin ve kökenlerinin her ikisi birden, günümüz dünyasının içerimlerini keşfetmekte ve araştırmaktadır. Bu bölümde sorun, birbirleriyle bağlantılı olan iki formun/oluşumun ele alarak incelenmiş olmasıdır. Bunlardan ilki, zamanı ve hemen her şeyin zamansal hareketini vurgulayan görüşe karşı, zamanı yok sayan ve değişimi yalnızca “görünüşle” sınırlayan bir dünya görüşünün sunulmasına ilişkindir. İkincisi ise, tüm süreçlerin doğasının diyalektik anlayışına ve değişimle uğraşmanın diyalektik yöntemine karşı olan, “zamansız” evren görüşünün bir mirası olarak gösterilen şeyleri ve olayları ele almanın veya yorumlamanın soyut veya mekanik biçimlerini ele almaktadır. Aristotelesçi ve Hegelci yollar, kapitalizmin sosyalizme evrilmesi ve bunun uygulanması meselesinin evrimini yorumlamışlardır. Diyalektik materyalizm metodu ise, bunun hem Hegelci, hem de Marksist biçimleri ve oluşumları ile bunun sosyal ve diğer meselelere uygulanmasını incelemekte, bunu tanımlamakta ve örneklendirmektedir. Bu bölümün merkezi noktası materyalizm için elbette yeterli değildir, zira on sekizinci yüzyılın mekanik materyalizmi, eğer sosyal ve bilimsel ilerleme yapılmış olsaydı yerini diyalektik materyalizme bırakmış olurdu.

Diyalektik materyalizmin bir felsefe olarak bilimden ayrı düşünülmemesinden ve gösterilmemesinden ve yine bilimsel bilginin sosyal değişim ve dönüşüm için gerekli bir enstrüman olmasından dolayı, dördüncü bölüm, bir bütün olarak bu bölümün incelenmesi yönünden bilimin bazı yönleriyle ilgili ve ilişkilidir. İnsanlık tarihinde bilim nasıl ortaya çıkmış ve gerçek doğa ile insan bilgisinin elde edilmesinde ne gibi motive edici bir güç sağlamıştır? Bilimsel bilginin gelişiminde, teoriyle pratik arasında nasıl bir ilişki vardır? Bilimin günümüzde kapitalist toplum içindeki pozisyonu nedir, bilimin bu pozisyonu sosyalizmde nasıl başarılı olacaktır? Bilim, herhangi bir bilgiyi bilimsel yapan şeyin ne olduğunu gösterme çabasıyla, dünyamızın fenomenleri hakkında sahip olunan sıradan inançlardan ayırt edilir ve o nedenle bunlarla ilişkilidir. Kitapta, bilimin mücadelesi ve teolojik ortodoksluk, özellikle bunları uzlaştırmaya çalışan büyük felsefi sistemlerde ve bilimin dini inancın işgal ettiği topraklara izinsiz girmesini engellemeye yönelik çağdaş çabalarda ortaya konduğu şekliyle incelenmiştir. Yine gericiliğin bilime karşı mücadelesi, Marks’ın bilimsel yöntemi politik ekonomiye uygulamasıyla ulaştığı yeni düzey içinde ele alınmıştır. Daha önce bilim, sadece mevcut toplumlardaki egemen ideolojilere meydan okumuştur; oysa şimdi Marksist sosyal bilim, ekonomik ve politik düzenin kendisine meydan okumaktadır. O nedenle ve nihai olarak, kitapta, bir bilim felsefesi olarak diyalektik materyalizm hakkında kısa bir açıklama yapılmıştır.

Beşinci ve son bölümde, felsefi anlaşmazlıkların ve tartışmaların değişik silsilelerinin incelemeleri, tarihi sürecin ve iyi bir hayatın doğasının incelenmesi amacıyla bir araya getirilmiştir. Bu bölümde, tarihin birbiriyle benzeşmeyen zıt teorileri ile toplumun tarihsel olmayan teorilerinin tamamı analiz edilmiştir. Yine bu bölümde, Hegel’in tarih felsefesi, bu felsefenin kavramları somutlaştıramaması ve tarihin yönü ile tarihi bu yönde hareket ettiren güç arasındaki ilişki sorununu çözememesi açısından sunulmuş ve bu yönüyle eleştirilmiştir. Marksist tarih kavramı ve tarihi materyalizm, tarihsel hareketin bilimi olarak gelişmiştir. Burada ilk kez, kendisini ilerleten güçler tarafından belirlenen bir yöne sahip bir süreç olarak tamamen materyalist bir tarih anlayışı bulunur. Tarihte gerçekten bir ilerleme var mıdır, varsa bu ilerleme neyi içerir, bugünün dünyasında işçi sınıfı neden ilerici güçtür? Bunlar tarihsel materyalizm açısından kitapta incelenen soru(n)lardan bir kaçıdır.

Bu soruların cevapları, iyi bir hayatın doğasına ilişkin kavram olarak etik teorisine işaret etmektedir. Kitapta, etik ve tarih felsefesi, insanın ihtiyaçlarını ve arzularını tatmin etmek için insanın kendisine, doğasına ve sosyal dünyasına tam olarak rasyonel bir hakimiyet olarak özgürlük fikri aracılığıyla birleştirilmiştir.  Sosyalist toplum, ileriye doğru atılan bir sonraki adım, kapitalizmin çelişkilerinin kaçınılmaz kıldığı ve toplumdaki tüm ilerici güçlerle ittifak halinde daha fazla özgürlük için işçi sınıfının mücadeleleriyle ulaşılan bir adım olarak görülmektedir.

Bu kitap, tanımlanan ve tarif edilen şekillerde, bir şeylerin haritasını felsefi tartışma alanından elde etmeye ve zamanımızın başlıca entelektüel çatışmalarını bir odak noktasına getirmeye çalışmaktadır. Bunu, felsefi fikirlerimizin sosyal arka planını inceleyerek ve bize ilerici sosyal eylemin temeli olarak hizmet edebilecek sağlam bir dünya teorisi sağlamak amacıyla materyalist bir şekilde yapmaktadır.

* İstanbul Barosu Avukatlarından Sayın Turgay Bilge ile birlikte İngilizceden Türkçeye çevirmekte olduğumuz ve yakında Dorlion Yayınları tarafından yayınlanacak olan Amerikalı Marksist Howard Selsam’ın “What is Philosophy?A Marxist Introduction/Felsefe Nedir? Marksist Bir Deneme”  isimli kitabının “Giriş” bölümünden alınmıştır.