DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE HÜKÜMDEN ÖNCE SON SÖZ

Abone Ol

Ceza yargılamasının en temel kurallarından biri de, son sözün sanığa verilmesi kuralıdır. Bu kural, delillerin tartışılması ve ceza yargılamasından bir sonuç çıkarılması açısından çok önemlidir.

Delillerin tartışılması ve son sözün sanığa verilmesi kuralının hangi aşamalarda geçerli olduğu ve nasıl uygulanması gerektiği konusunda zaman zaman eksiklikler veya sorunlar yaşanabilmektedir.

Delillerin ikamesi ve tartışılması bitince, maddi olayın ispatına ve niteliğine ilişkin iddia ve savunmaların bildirilmesi aşamasına ulaşılır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 216. Maddesinin birinci fıkrasına göre; ortaya konulan delillerle ilgili yargılama öznelerine söz verilmeli ve deliller konusunda ne diyecekleri sorulmalıdır.

Delillerin tartışılması sırasında söz sırayla şu yargılama öznelerine verilmelidir:

1. sırada, KATILAN VEYA VEKİLİ yer alır.

2. sırada, CUMHURİYET SAVCISI yer alır.

3. sırada,  SANIK ve MÜDAFİİ veya KANUNİ TEMSİLCİSİ yer alır.

Bu konuda önce davaya katılana iddia ve taleplerini bildirmesi için imkan tanınır. Katılan kavramı, suçtan zarar görenler ile malen sorumlu olanları da içermektedir. CMK’nin 249 uncu madde uyarınca katılan sıfatını kazananların tümü bu kapsama dahil olmaktadır.

Açıklamalara cevap verilmesi

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 216. Maddesinin ikinci fıkrasına göre;  Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilmeleri mümkündür.

İddialar ve savunma nedeniyle Cumhuriyet savcısı sanığa, sanık ve avukatı Cumhuriyet savcısına cevap verebileceklerdir.

Mahkeme başkanı veya hâkimin izniyle katılan da her ikisine cevap verebilir. Fakat mutlaka son sözü sanığa vermek gerekecektir.

Savunma sanık adına avukatınca yapılmış olsa da buna ekleyecek bir şey olup olmadığı sanığa sorulmalıdır.

Öznelerin birden fazla olması

Katılan veya sanık sayısı birden fazla olması halinde, bunların iddialarını veya savunmalarını bildirme sıralarını mahkeme başkanı veya hakimi düzenlemelidir.

Son sözün sanığa verilmesi

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 216. Maddesinin üçüncü fıkrasına göre;  hükümden önce son sözün, mutlaka hazır bulunan sanığa verilmesi gerekmektedir. 

Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel oluşturmayacaktır.[1]

Sonra Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki görüşünü bildirir. Bundan hemen sonra sanığa söz verilir. Varsa sanığın savunmasını avukatı da yapabilecektir.

Özetle ceza yargılamasında son söz sanığa verilmelidir. Son sözün sanığa verilmesi, savunma için  büyük öneme haizdir. [2]

Nitekim Yargıtay; bu önem nedeniyle son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi halini mutlak temyiz nedeni (hukuka kesin aykırılık) saymakta ve bu husus ile ilgili olarak yerel mahkeme kararlarını bozmaktadır.

Öğretide, hüküm (karar) aşamasına geçmeden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilme zorunluluğu bulunduğu, buna ilişkin yasal düzenlemenin (CMK'nun 216/3) silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin bir gereği olarak hüküm altına alındığı ve bu hükmün uyulması zorunlu emredici bir hüküm olduğu, son söz hakkının sanığa verilmesi kuralının, bozmadan sonraki yargılama aşamasında da uyulması zorunlu bir usul kuralı olduğu yönünde görüşler bulunmaktadır.[3]

Özetle, duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği hem uygulamada hem de öğretide genel kabul görmüş bir kural olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ceza yargılamasında davanın bir veya birbirini izleyen duruşmalarda sonuçlandırılması amacına uygun olarak duruşma yönetimi gösterilmelidir. Bu amaçla; katılan, Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa avukatının duruşmaya hazırlıklı gelmeleri yargılamadan beklenen verimliliği yükseltecektir. Ayrıca yargılama öznelerinin veya tarafların duruşmanın ertelenmesine neden olabilecek söz ve davranışlardan kaçınmaları, duruşmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için son derece önemli bir konudur.  

Sanığın susması

Öğretide; ceza yargılamasında aktif bir şekilde savunma yapılmasının zorunlu olmadığı, sanığın kendisine isnat edilen fiille ilgili olarak susarak da savunmasını gerçekleştirebileceği, susma hakkının temelinde, sanığın kendi kendini suçlamaya ve kendisi aleyhine aktif olarak yargılamaya katılmaya zorlanamaması (nemo-teneturse ipsum accusare) kuralının yer aldığı, Pasif bir hak niteliğinde olan susma hakkının, sanığın aktif olarak yargılamaya katılma hakkı kadar önemli olduğu ve sanığın kişilik hakkının bir ifade biçimi olduğu, bu hakkın, sadece sanığa isnat edilen fiille ilgili olmayıp, tüm yargılama işlemleriyle ilgili olduğu yönünde görüşler bulunmaktadır.[4]

Kanaatimizce, kendisine son sözü sorulan sanığın mutlaka konuşması gerekmez. Bu hakkını susarak da kullanabilir. Ancak, bu husus duruşma zaptına mutlaka geçirilmelidir.

Duruşma gününün belirlenmesi

Duruşma gününün belirlenmesinde, başkanın, Cumhuriyet savcısı ve sanık avukatının görüşünü almasının nedeni, adı geçenlerin duruşmaya hazırlıklı gelmelerini sağlamaktır.

Durumun gerektirdiği ve haklı istemlerin kabulü esas olmakla beraber, mahkeme başkanı veya hakim davanın bir duruşmada bitirilmesini sağlayacak önlemleri elbette ki alacaktır.

Bozmadan sonra başlayan yargılamada da son sözün sanığa verilmesi kuralının uygulanması

Temyiz merciince verilen bozma kararlarından sonra ilk derece mahkemelerince yargılamaya devam edilmesi halinde, dava henüz sonuçlanmamış olduğu için, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da aynen geçerli olacaktır.

Burada kamu davasının kesintisizlik ve süreklilik ilkesinin doğal sonucu olarak sanığa son sözün verilmesi kuralının yerine getirilmesi gerekecektir.

Kovuşturmanın sona erdirilmesi ve hükmün kurulması ve bildirilmesi işlemine geçilmesi öncesinde, son konuşan tarafın hazır bulunan sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gerekir. Duruşma metninde “son söz sanığa verildi” şeklinde bir ibare yazılması önemli değildir. Önemli olan son konuşan tarafın hazır bulunan sanık olup olmadığıdır.

Bu kurala yani “en son sözün sanığa verilmesi" kuralına uyulmaması hali,  5271 sayılı CMK'nin 216. maddesinin 3. fıkrasına aykırı olacaktır.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre de, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, yerel mahkeme tarafından CMK’nun 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye ilişkin gerekçenin de gösterilmesi şarttır.[5]

Bozmadan sonra yapılan yargılamada, örneğin Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşünü açıklamasından sonra yargılamanın bitirilerek hükmün bildirilmesi halinde, hazır bulunan sanıklara son sözlerinin verilmemesi 5271 sayılı CMK'nun 216/3. maddesine aykırı olacaktır.

Sanığa son söz verilmemesi savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuracaktır.

Örneğin; bu temel kurala uyulmadan ve usule aykırı bir şekilde yerel mahkemenin direnme kararı vermesi isabetli olmayacaktır.[6]

Son sözün sanık müdafiine verilmesi

Son sözün sanık müdafiine verilmesi halinde de, son söz sanığa verilir kuralı ihlal edilmiş olacaktır. Sanık müdafiinden sonra yargılama ve iddialar ile ilgili diyecekleri konusunda son söz sanığa verilmelidir.[7]

Örneğin; Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü açıklamasından sonra duruşmada hazır bulunan sanıkların esasa ilişkin savunmada bulundukları, sanıklardan sonra sanıklar müdafiinin de esasa ilişkin savunma yaptığı ve bu işlemden sonra yargılamanın bitirilerek hükmün tefhim edilmesi halinde, yargılamanın bitirilmesinden önce sanıklara son sözün verilmemesi 5271 sayılı CMK'nun 216/3. maddesine aykırılık oluşturacaktır.

Yargıtay, son sözün sanığa verilmemesini savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurduğunu ve bu eksiklik nedeniyle yerel mahkeme kararının bozulması gerektiğini düşünmektedir.[8]

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

----------------------------------

[1] Ek 2. cümle: 15.08.2017 - 694 S.KHK/Madde 148; 694 S. KHK Kabul: 01.02.2018 - 7078 S.K/Madde 143.

[2] Nurullah Kunter, Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Bası, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484.

[3] Yener Ünver, Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146 ve 149.

[4] Hamide Zafer, Savunma Hakkı Ve Sınırları, Http://Dergipark.Gov.Tr/Download/İssue-File/491, ET: 02.03.2019, s. 511.

[5] YCGK,  E: 2014/14-35, K: 2016/49, KT: 09.02.2016; YCGK, E: 2014/1-170, K: 2015/20, KT:03.03.2015; YCGK, E: 2012/7-1406, K: 2013/30, KT: 29.01.2013; YCGK, E: 2006/2-3, K: 2006/124, KT: 25.04.2006.

[6] YCGK,  E: 2014/14-35, K: 2016/49, KT: 09.02.2016; YCGK, E: 2014/1-170, K: 2015/20, KT:03.03.2015; YCGK, E: 2012/7-1406, K: 2013/30, KT: 29.01.2013;YCGK, E: 2006/2-3, K: 2006/124, KT: 25.04.2006.

[7] YCGK, E: 2012/7-1406, K: 2013/30, KT: 29.01.2013; YCGK, E: 2006/2-3, K: 2006/124, KT: 25.04.2006.

[8] YCGK, E: 2012/7-1406, K: 2013/30, KT: 29.01.2013; YCGK, E: 2006/2-3, K: 2006/124, KT: 25.04.2006.