Cumhurbaşkanına hakaret
“(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) (Değişik: 29/6/2005 –5377/35 md.) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır.
(3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Öncelikle Cumhurbaşkanlığı sıfatının ne zaman kazanıldığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu hususta bu sıfatın seçimle mi yoksa and içme ile mi başlayacağının tespiti suçun oluşması açısından çok önemlidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu vermiş olduğu eski tarihli bir kararında bu hususu “Cumhurbaşkanlığı sıfatı , seçimle değil, and içmeyle başlar, suçun mağduru and içmeden evvel, suç tarihinde Cumhurbaşkanı sıfatını taşımadığından, sanık hakkında yüklenen eylemden dolayı 158. madde uygulanamaz. Andiçme, Cumhurbaşkanlığı görev ve yetkilerini kullanabilmenin ön şartıdır”[1] şeklinde belirtmiştir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı sıfatı seçim ile değil, yemin ile birlikte başlayacaktır.
Suç, Cumhurbaşkanının onur, şeref ve haysiyetinin küçük düşürülmesi eylemi ile birlikte tamamlanmaktadır. Söylenen sözlerin objektif olarak küçük düşürücü olup olmadığı hususunun tayini somut olaya göre yapılmalıdır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu “Yazının tarihi dikkate alındığında, söz konusu tarihte Yargıtay'da icra edilen bir duruşmada türban nedeniyle meydana gelen olayları yazarın kendi bakış açısıyla değerlendirdiği ve bu haliyle yazıda güncellik unsurunun gerçekleştiği ve yazarın dünya görüşü açısından sorun olarak gördüğü hususlardaki görüşlerini açıklamasında kamu yararı bulunduğu da kabul edilmiştir. Ancak suça konu yazıda, "S... kına yaksın otursun", "Çankaya'daki adam akıl almaz uygulamaları ile toplumsal barışı dinamitleyen uygulamalara öncülük ediyor" sözcükleri yazıda kullanılması zorunlu olmayan ve düşünce açıklamaları şeklinde de kabul edilemeyecek olan ifadelerdir. Sanık Cumhurbaşkanını halk nezdinde küçük düşürücü, onun onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve isnatlarda bulunmakla, atılı suçu işlemiştir.” diyerek belirtilen cümlenin küçük düşürücü, onun onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve isnatlar olduğu sonucuna varmıştır. [2]
Bu suçla ilgili olarak yapılacak olan soruşturmalarda kolluk makam ve memurlarına bırakılmayacak, bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından yapılacaktır.[3]
Burada asıl üzerinde duracağımız husus ise ilgili suçun işlenmesi durumunda hükmedilen tutukluma tedbirinin orantılı olup olmaması üzerinedir. Öncelikle bu hususta kısaca tutuklama tedbiri açısından bilgi vermek gereği duymaktayım.
Ceza Muhakemesi Kanunu m 100. “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” şeklinde düzenlenmiştir. Burada anlatacağım husus yalnızca suç ile tedbirin orantılı olması arasında sorun olacağından diğer koşulları açıklamayacağım.
CMK m.100’de belirtildiği gibi “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Bir başka ifade ile adli kontrol ile elde edilebilecek bir sonuç olmasına rağmen tutuklama tedbirine başvurulması ölçülülük ilkesine aykırı olacak ve ayrıca ölçülülük ilkesi hem ilk kez verilen tutuklama kararında hem de devamı yönündeki kararlarda ayrı ayrı değerlendirilecektir.[4] Dolayısıyla ölçülülük ilkesi her olaya göre ayrı ayrı değerlendirilip tayin edilmelidir.[5]
Yapılan bu açıklamalardan sonra suçun alt ve üst sınırına bakacak olursak 1-4 yıl aralığında olduğu, alenen işlenmesi durumunda ise 1/6 oranında artırım yapılacağı öngörülmüştür. Ölçülülük ilkesine değinebilmek açısından çok kısa da olsa hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda bilgi vermek istiyorum.
Ceza Muhakemesi Kanunu m. 231/5’e göre “Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Aynı maddenin 6. fıkrası ise bu kararın verilebilmesi için gerekli olan diğer koşulları belirtmiştir. İlgili fıkraya göre ;
“Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 -6008/7md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”
Bu durumda yukarıda belirtilen koşulların varlığı durumunda artık hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilecektir. Fıkrada belirtilen zarar kavramı ise yalnızca maddi zararları kapsamakta olup, manevi zararlar bu kapsamda değerlendirilmemektedir. Nitekim Yargıtay “Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif şartlarından birisi de, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada uğranılan zarardan kast edilen maddi zarar olup, manevi zarar bu kapsamda değerlendirilmemelidir.”[6] diyerek bu husus açıklığa kavuşturmuştur.
Yapılan tüm bu açıklamalardan sonra öncelikle söylemek istediğim şey, eleştiri sınırları aşılmadan herkesin eleştirilebilir olduğunu ancak hakaret edilmesinin suç olduğudur. Nitekim eleştiri ile hakaret arasındaki ince çizgiyi aşmamak gerekmektedir. Bununla birlikte yukarıda açıkladığım üzere Cumhurbaşkanına hakaret suçunun alt ve üst sınırı göz önüne alındığında bu suçu ilke kez işleyip yargılanan kişi bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi kuvvetli muhtemeldir. Kaldı ki çoğu yargılama sonucundan da bu yönde kararlar verilmiştir. Buna göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilecek hallerde verilen tutuklama kararlarının ölçülü olmadığı kanaatindeyim.
Yukarıda belirttiğim üzere burada anlatmak istediğim işlenen bir suç sonunda kimsenin ceza almamasını savunmak değil, tutuklama tedbirine başvurmadan da yargılamasının yapılabileceğidir. Yine belirtmek isterim hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilecek bir durum olan kişi hakkında verilecek tutuklama ve tutuklamanın devamı yönündeki kararları ölçülülük ilkesine aykırıdır. Herkese saygı ve sevgilerimle.
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Murat YILMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
-----------------------
[1] CGK, 2.4.1990, 84/106, YKD. 990/7, s. 1050. (EREM / Faruk, Cumhurbaşkanına Hakaret, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1991/1, s.14-15’ten aynen alıntıdır.)
[2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2009/9-190E., 2009/253K., 03.11.2009 Tarihli Kararı.
[3] T.C. Adalet Bakanlığı, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, Sayı: B.03.0.CİG.0.00.00.05/010.06.02/17-1, 09.05.2008 Tarih ve 18/1 Numaralı Genelge
[4] KUNTER / Nurullah, YENİSEY / Feridun, NUHOĞLU / Ayşe, Açıklamalı Ceza Muhakemesi Kanunu Cilt I, CMK 1-156, s.917
[5] KARAGÜLMEZ / Ali, Tutuklama Nedenleri ve Tutuklama İsteminin Reddi Kararına İtiraz Konusunda 5271 Sayılı CMK’nın İncelenmesi, TBB Dergisi, Sayı: 58, 2005, s.127.
[6] Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2012/12-1497E., 2013/238K., 07.05.2013 Tarihli Kararı.