CEZA MUHAKEMESİNDE HAK ARAMA, DİLEKÇE, ŞİKÂYET VE İTİRAZ HAKLARI

Abone Ol

1. Hak Arama Hakkı

Bir hukuk devletinde herkes, yasal vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde iddia ve savunma hakkına sahiptir[1]. Hiç bir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. İddia ve savunma Anayasal haklar olup devletin bu hakların etkin bir şekilde kullanılmasını kolaylaştırması gerekir.

Kavramsal olarak hak arama hürriyeti, hem kişilerin bir hak arama yoluna başvurup başvurmamada özgür olmasını, hem de bir hakkı ihlal edildiğinde bu ihlalin telafi edilmesi için başvurulabilecek yolları ifade eder[2].

Hak arama özgürlüğü, genel olarak, yetkili merciler önünde beyanda bulunma, derdini söyleme ve dinletme hakkı demektir. Hak arama özgürlüğü, kişinin kendisine yüklenen suç hakkında ceza muhakemesinde karar verilmesini isteme hakkı olarak ifadesini bulur[3].

Kavramsal olarak hak arama hürriyeti, hem kişilerin bir hak arama yoluna başvurup başvurmamada özgür olmasını, hem de bir hakkı ihlal edildiğinde bu ihlalin telafi edilmesi için başvurulabilecek yolları ifade eder[4]. Hak arama hürriyeti koruyuculuk, kapsayıcılık ve etkililik niteliklerine sahiptir. Koruyucudur, zira hak arama özgürlüğü var olmazsa diğer tüm hakların varlığı sadece kâğıt üstünde kalacaktır. Kapsayıcıdır, zira bu hak, aranacak hakkın anayasalar veya uluslararası sözleşmelerde var olup olmadığına bakmaksızın arama hakkını korur. Etkilidir, daha doğrusu etkili olması gerekir zira adalet usulen tanınmış ve neticeye varamayan hak arama girişimleriyle gerçekleştirilemez[5].

Hak arama, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle demokratik hukuk düzenlerinde hakların korunmasını ve hak ihlallerinin giderilmesini temin edebilecek “hukuki yollar” öngörülmüştür. Nitekim Anayasa Mahkemesi de kararlarında hak arama hürriyetinin hukuk devletinin başlıca ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade etmiştir (AYM, E.1991/2, K.1991/30, 19.9.1991). Bu doğrultuda Anayasa’nın 40. maddesinde hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, “yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip” olduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 74. maddesinde düzenlenen yasama organına dilekçe verme hakkı ile bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakları da anayasal güvence altına alınan hak arama yolları arasındadır. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan yargı mercileri önünde hak arama hürriyeti, hakların korunmasını amaç edinen vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasa’daki temel hakların korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama yolu, hakların korunmasında en etkili ve güvenceli yoldur. Hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde, adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama hürriyetinin amacının hak ihlalinin önlenerek kişiye hakkının teslim edilmesi ve adaletin tesisi olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında, yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hâkimin gerek maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama hürriyetinden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasamız açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen hak arama hürriyetinin kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır[6].

11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokol ile cezai konularda sanığın iki dereceli yargılanma hakkı da kabul edilmiştir. Protokol'ün 2/1. maddesine göre, bir mahkeme tarafından bir suç nedeniyle mahkûm edilen her kişi, mahkûmiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemede yeniden inceletme hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılması, kullanma gerekçeleri de dâhil olmak üzere yasayla düzenlenir. Protokolün 2. maddesinin ikinci fıkrasında bu hakkın sınırlanabileceği haller gösterilmiştir. Söz konusu hakkın kullanılması, önemsiz suçlarda, en yüksek dereceli mahkemenin birinci derece mahkemesi olarak yargılama yaptığı hallerde, beraatı müteakip bu hükmün temyiz edilmesi üzerine verilen mahkûmiyet kararının verildiği hallerde sınırlanabilir[7].

2. Dilekçe hakkı

Dilekçe hakkı, bireylerin, kişisel veya kamusal konularla ilgili bilgi, dilek ve şikâyetlerini yalnız veya başkaları ile birlikte resmi kuruluşlara sunabilme hakkıdır.

Bir talebi, bir şikâyeti duyurmak veya herhangi bir konuda bilgi vermek için resmi kuruluşlara yazılan imzalı başvuru yazısına dilekçe denir. İdari makamlara dilekçe yazarak hak aramak ve özgürlüklerini hayata geçirmek her Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı’nın hem hakkı, hem de ödevidir. Suçun mağduru olduğunu veya haksızlığa uğradığını düşünen birey dilekçe ile başvuru yapabilir. Anayasa’nın 74. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyet vatandaşları ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydı ile Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir.

3. Dava ve şikâyet hakkı

Bir kişinin hukuken korunan hakkı bir başka kişi tarafından ihlal edilirse hakkı ihlal edilen kişi olan müştekinin bu hakkını koruması için hakkı ihlal edeni yani şüpheliyi yetkili makamlara bildirmesi gerekir. Özel hukukta dava yoluyla kamu hukukunda ise şikayet yoluyla hak ihlalinin soruşturma makamlarına bildirilmesi şarttır, aksi halde kaos nedeniyle toplumun düzeni bozulur.

“Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”, kuralı yer almaktadır.

Ceza muhakemesinde, suç oluşturan uyuşmazlığı çözmeye yönelik olarak Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenerek açılan ve yürütülen dava ceza davasıdır. Ceza soruşturması basit şüphe ile başlamaktadır. Soruşturma aşaması Cumhuriyet savcısının ilgili ihbar, şikâyet yahut suç duyurusu üzerine delil toplama işlemleri üzerine şüpheli tarafından suç işlendiğine ilişkin yeterli şüphe varsa iddianame düzenlemesi ile kamu davası açılır. Soruşturması şikâyete tabi suçlarda 6 aylık zamanaşımı bulunmaktadır. Bu süre içerisinde suçtan zarar görenin fiil veya faili öğrenmesinden itibaren polis, jandarma gibi kolluk kuvvetleri yahut Cumhuriyet savcılığı aracılığıyla şikâyetçi olduğunu bildirmemesi durumunda söz konusu şikâyet süresi dolduğundan işlendiği beyan edilen suç kovuşturulamaz hale gelmektedir. Cumhuriyet savcısı şikâyet yahut suç durusu ile başlayan soruşturma aşamasını yürütmektedir. Cumhuriyet savcısının suç oluşturan eylemin soruşturması ile ilgili delilleri toplaması durumunda iddianame düzenlemesi gerekmektedir. Cumhuriyet savcısı eylem suç oluşturmuyorsa veya yeterli delil yoksa iddianame düzenlemeksizin soruşturma aşamasında kovuşturmaya yer olmadığına karar verebilmektedir. Bu durumda toplanan deliller incelendiğinde şüpheli hakkında ceza davası açılmasına yetecek delillerin bulunmadığına kanaat getirilmektedir. Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile ceza davası açılmaksızın ilgili şikâyet veya suç duyurusuna son verilmektedir. Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.

Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir. İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir. Sulh ceza hâkimliği, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.

4. İtiraz hakkı

Ceza hukukunda itiraz, hâkim veya mahkeme ile Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararların hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle kararı veren merciye veya itirazı incelemekle görevli merciiye yapılan hukuki bir başvurudur. Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.

İtirazın konusu, kural olarak hâkim(lik) kararları, istisna olarak mahkemelerin ara kararlarıdır. Yasada aksi belirtilmiş olmadıkça, şu kararlar hâkim(lik) kararıdır: 1) Soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminin kararları, 2) mahkeme naibinin kararları ve 3) istinabe olunan hâkimin kararları, 4) mahkeme başkanı sıfatıyla verilen kararlar. Mahkemenin itiraz edilebilen ara kararları ise son karardan önce verilen ve son karara esas oluşturmayan kararlarıdır. Mahkeme kararlarına itiraz edilebilmesi için o mahkeme kararına karşı itiraz yoluna gidebileceğinin kanunda açıkça gösterilmiş olması gerekir (CMK 267)[8].

Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.

Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir (CMK 268)

İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; itiraz yapılır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez. Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir.

Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalarda verdikleri kararlara yapılan itirazlarda; üyenin kararını görevli olduğu dairenin başkanı, daire başkanı ile ceza dairesinin kararını numara itibarıyla izleyen ceza dairesi; son numaralı daire söz konusu ise birinci ceza dairesi inceler. İtiraz, kararın yerine getirilmesinin geri bırakılması sonucunu doğurmaz. Ancak, kararına itiraz edilen makam veya kararı inceleyecek merci, geri bırakılmasına karar verebilir (CMK 269).

İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir. CMK’nın 101 ve 105. maddeleri gereğince yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması durumunda, bu görüş şüpheli, sanık veya müdafiine bildirilir. Şüpheli, sanık veya müdafii üç gün içinde görüşünü bildirebilir.

Cumhuriyet savcısının kararlarına karşı; mağdur, suçtan zarar gören ve şüpheli itiraz kanun yoluna gidebilir. Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla itiraz kanun yoluna başvurabilir. Şüpheli veya sanığın kanuni temsilcisi ve eşi; şüpheli veya sanığa açık olan itiraz kanun yoluna başvurma hakkını, itiraz süresi içinde bizzat kendileri kullanabilirler. İtiraz hakkının kullanılabilmesi için hukuken bir menfaatin bulunması gerekir[9].

Yakalama işlemi ile gözaltı kararı ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının kararına karşı; yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir.

İtirazın hukuka uygun olup olmadığının denetlenmesi sürecinde ve itiraz kabul edildikten sonra hukuka aykırılığı tespit edilen kararın yerine verilecek olan kararın oluşturulma sürecinde merciin maddi vakaları araştırıp araştıramayacağı yani merciin itiraz konusuna ilişkin olarak delil araştırıp araştıramayacağı CMK’nın 270. maddesinde gösterilmiştir. CMK’nın 270. maddesine göre merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir. Bu bağlamda itiraza konu karara dayanak teşkil eden veya itirazın kabulü halinde verilecek olan karara dayanak teşkil edecek tüm olay ve delilleri yani maddi vakıaları araştırılabilir. Merci tarafından kararın doğru olup olmadığı değerlendirilirken, bu delillerin yargı makamınca doğru takdir edilip edilmediği de tartışılabilir. Belirtelim ki itiraz muhakemesi, duruşmaya hâkim olan prensiplerin uygulanacağı bir muhakeme değildir. Suçluluğa ilişkin konular duruşmanın temel ilkelerine uygun olarak ele alınır. Oysaki itiraza konu olan kararlar kural olarak tali uyuşmazlıklara ilişkin olan yargı kararlarıdır. Bu kararların verilmesinde duruşmaya hâkim olan ilkelerin örneğin delillerin müşterekliğinin sağlanması da kural olarak zorunlu değildir[10].

Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir. İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir. Karar mümkün olan en kısa sürede verilir. Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir (CMK 271).

Maalesef uygulamada itiraz hakkının kullanılmasına rağmen yargı mercilerince gerekçesiz bir şekilde itiraza ilişkin taleplerin reddedildiği gözlemlenmektedir. Bunun hukuki ve fiili sebepleri bulunmaktadır. Ağır iş yükü altında olan mahkemelerin yasada belirtilen süreler içinde dosyayı tam olarak inceleyip itiraz nedenleri üzerinden bir değerlendirme yapması fiilen mümkün gözükmemektedir. Ancak hukukta iş yükü bir mazeret nedeni olmaktan çıkarılmak zorundadır. Standart dışı delil değerlendirmesi yapan ve ceza hukukuna tüm yönleriyle hâkim olmayan bazı hâkimlerin hukuka aykırı kararlarının denetim makamı olabilecek bazı yargı makamları tarafından denetlenmesi mümkündür. Özellikle sulh ceza hâkimlerinin kıdemli ve işinde uzman kişilerden oluşturulması ve itiraz mercilerinin de sadece itirazlara bakan kıdemli hâkimlerden oluşan ağır ceza mahkemeleri tarafından oluşturulması sorunu kısmen çözebilir. Ancak asıl çözüm yargının standardının yükseltilmesi ve yargı kültürünün geliştirilmesi ile mümkün olabilir.

DR.CENGİZ APAYDIN

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET SAVCISI

------------

[1] Özbek ve diğerleri, 73.

[2] Köküsarı, İsmail , “Hak Arama Özgürlüğü ve 2010 Anayasa Değişiklikleri”, Gazi Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Dergisi, C:15, S: 1, Ankara, 2011, s. 165.

[3] Centel/Zafer, 13. Baskı, 157.

[4] Köküsarı, İsmail .“Hak Arama Özgürlüğü ve 2010 Anayasa Değişiklikleri”. Gazi Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Dergisi, Cilt:15, S: 1, Ankara: 2011, 166.

[5] Güran, Sait. “Hak Arama Özgürlüğünün İki Boyutu”. Anayasa Yargısı Dergisi: Ankara, 1992, 23

[6] AYM’nin 27/12/2018 tarihli, 2018/71 esas ve 2018/118 sayılı kararı.

[7] Centel/Zafer, 13. Baskı, 159.

[8] Centel/Zafer, 13. Baskı, 810.

[9] “Taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçundan şüpheliler R.. S.., H.. S.., E..D.. ve M.. E..hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda, şüpheliler H..S.. ve E.. D.. hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/11/2015 tarihli ve 2015/25052 sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, R.. S.. ve M.. E..hakkında ise dava açıldığı, sanık M.. E.. müdafii tarafından 18/12/2015 havale tarihli dilekçe ile ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara, sanıkların kusurlu olduğu ve dava açılması gereğiyle itiraz edildiği, ancak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’nun 173/1. maddesinde ki, “Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hakimliğine itiraz edebilir”, şeklindeki düzenleme karşısında, suçtan doğrudan doğruya zarar görmeyen, katılma hakkı bulunmayan ve dosyada şüpheli sıfatı ile yer aldığı anlaşılan M.. E..'in müdafiinin, itirazının reddi yerine, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediğinden; Kanun yararına bozma talebine atfen düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Adana 2. Sulh Ceza Hakimliği’nin 04/01/2015 tarihli ve 2015/5456 değişik iş sayılı kararının, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 309. maddesi gereğince, KANUN YARARINA BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde yapılmasına, dosyanın gereği için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin, 2. 11. 2016 tarihli, 2016/7596 esas ve 2016/12362 sayılı kararı (UYAP isimli Yargıtay kararlarına özel erişim sağlayan sistemden alınmıştır).

[10] Centel/Zafer, 13. Baskı, 813.