Ceza muhakemesinin belki de en önemli noktalarından birini teşkil eden delil hususu içerisinde beyan delilini kısaca açıklamaya çalışacağım. Beyan delilinin niteliği, önemi gibi hususlarda kısa bilgiler vermeyi amaçlamaktayım.
Beyan delili, uyuşmazlık konusu olaya ilişkin açıklamalar olup bunlar şüpheliye, sanığa, mağdura ya da mağdur dışında kalan üçüncü kişilere (tanık) ait açıklamalar olabilmektedir ve en önemlisi bu açıklamaların kovuşturma evresinde mahkeme ya da hakim önünde gerçekleştirilmesi gerekir.[1]
Yukarıda açıkladığımız üzere beyan delilinin huzurda alınması zorunludur. Yargıtay beyanların huzurda alınması gerektiği hususunu “Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Dayanılan beyan delili ise, beyanda bulunan kişinin taraflara soru sorma hakkı da tanınarak huzurda dinlenmesi gerekir.Somut olayla ilgili olarak, beyanı hükme esas alınan A.'in huzurda tanık olarak dinlenmesi ve sonucuna göre fiilinin ‘‘satmak için uyuşturucu madde bulundurma’‘ ya da ‘‘kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma’‘ suçlarından hangisini oluşturduğu tartışılarak sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik araştırmayla hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.” şeklinde ifade etmiştir.[2]
Şayet yargılamaya konu olayda yalnızca mağdurun beyanı var ve başkaca delil yok ise bu durumda bu beyan delili sanığın cezalandırılması için yeterli değildir. Bunun nedeni, mağdurun kendini haklı göstermek istemesi sebebiyle ve sanığın cezalandırılması amacıyla öç alma saiki ile hareket edebileceğidir.[3] Bir başka anlatımla tek başına mağdur beyanının objektif olmayacağı düşünüldüğünden diğer deliller ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu husus Yargıtay’ca da “Sanık ile katılan V.. E.. arasında yaşanan tartışmada, sanığın katılana “ben cezaevinden yeni çıktım, seni öldürürüm” demek suretiyle tehdit suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda; Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 31/03/2009 tarih ve 2008/6-256 Esas ve 2009/79 Karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere, ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “şüpheden sanık yararlanır” kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulunun, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlı olduğu, gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılmamış olan olaylar ve iddiaların, sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı, ceza mahkumiyetinin, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanması gerektiği, bu ispatın, hiçbir kuşku ve başka bir türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerektiği, yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmanın, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına geleceği dikkate alınarak; somut olayda, sanığın suçlamaları kabul etmemesi, katılanın soyut iddiasından başka mahkumiyete yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmaması, sanık ile katılan arasında olay tarihinde meydana gelen başka davalar olmasının tek başına bu suçun işlendiğini de göstermeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK'nın 223/2-e maddesi gereğince sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş,” şeklinde belirtilmiştir.[4]
Mağdur ile sanık beyanları arasında hangisinin üstün tutulacağı hususunda gerekçe gösterilmemesi bozma nedeni olmakla birlikte Yargıtay bu hususu “Müşteki E.imzalı 10.09.2002 tarihli tutanakta ve aynı tarihli teslim fişinde sanık U.'un ruhsat arasına para koyarak kendisine uzattığı ve "bizi görme bir güzellik yap, biz bu iyiliğinin altında kalmayız" dediği yazılı olmasına rağmen, müştekinin kollukta "sanık U.'un ruhsatın arasına parayı koyup, diğer sanık A.'a uzattığı, onunda kendisine vererek, yemek yersin, rakı içersin bize bir güzellik yap" diye beyanda bulunduğu, mahkemede ise aracın sürücüsü ve yanındaki kişinin "bizi bırak idare et" diye bir miktar para çıkardıklarını, kabul etmediğini belirtir şekilde ifade verdiği, ancak bu beyanların ve tutanakların sanıkların suçunun sübutunda ve iştirakin tespitinde önem arzettiği halde farklı ve birbiriyle çelişir nitelikte oldukları anlaşılmakla; müştekinin yeniden dinlenip, parayı veren ve sözleri söyleyenin kimler olduğunun saptanıp çelişkinin giderilmesi, giderilemediği takdirde hangi beyanına neden üstünlük tanındığının karar yerinde açıklanarak, sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının ayrı ayrı tayin ve takdiri yerine eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,” şeklinde ifade etmektedir.[5]
Yine benzer bir kararında bu hususu “Özetle anlatılan somut olayda, tamamı sözlü anlatımlardan oluşan delillerin birbiri ile çelişmesi karşısında, hangi tarafın anlatımına hangi gerekçeyle üstünlük tanındığı açıklanarak vicdani kanı ilkesine uygun, gerekçelendirilebilir ve temyiz mercii tarafından denetlenmesi mümkün bir sonuca ulaşılması gerekirken, hiçbir gerekçe gösterilmeden ve nedeni de açıklanmadan “Müşteki beyanının hükme esas alınamayacağı, sanığın suçlamayı reddedişi, sanığın lehinde de aleyhinde de tanık beyanları olması ve bunlardan birinin diğerine üstün tutmaya yeterli sebep olmayışı” şeklindeki ceza yargılama ilkeleri ile bağdaşmayan, gerekçe olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan düşünce ile beraat kararı verilmesi kanuna aykırıdır.” [6]şeklinde ifade etmiştir.
Muhakeme süreci boyunca tek bir tanık anlatımı bulunması durumunda ise Yargıtay sanığın cezalandırılmasının mümkün olduğunu belirtmekle birlikte ilgili kararında bu hususun gerekçesini “Suçun sübutuna ilişkin olarak, katılanın beyanı, olay tutanağı, adli raporlar, sanığın Amerika Birleşik Devletlerinde öğrenim gördüğüne ilişkin açık beyanı ve öğrenim belgesi gibi başka deliller de mevcut olduğundan, olayın uyuşmazlıkla ilgili kısmının tek tanığı olan ve kovuşturma aşamasında tüm aramalara rağmen hazır edilemeyen O.. M..'in soruşturma aşamasında alınan ifadesinin CMK'nun 211. maddesi uyarınca okunması ile yetinilerek, sanığın görevli memura direnme ve hakaret suçlarından mahkûmiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yerel mahkemece soruşturmada dinlenilen tanık beyanına göre mahkûmiyet kararı verilmesinin CMK'nun 210. maddesine uygun olmayacağının kabulü ile beraatine hükmolunması isabetsizdir.
Bu itibarla, sanığa atılı katılan Okan'a yönelik hakaret ve görevli memura direnme suçları sabit olup mahkumiyetine hükmolunması gerektiğinden, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
“[7] şeklinde belirtmiştir.
Tanık anlatımları diğer tanık anlatımları, mağdur ya da sanık anlatımları ile çelişiyor ise bu durumda öncelikle taraflar yüzleştirilerek bu çelişki giderilmeli, giderilemiyor ise hangisinin anlatımına neden üstünlük tanındığı yukarıda belirttiğimiz üzere gerekçeli şekilde açıklanmalıdır.[8]
Sonuç olarak yukarıda açıklamaya çalıştığım üzere mağdur beyanının tek başına mahkumiyet için yeterli olup olmadığı, beyanlara üstünlük verilmesinin koşulları, tanık anlatımı ile mahkumiyetin mümkün olup olmadığı hususlarında özet bilgi vermeyi amaçladım. Umarım faydalı olmuştur. Herkese sevgi ve saygılarımla.
Av. Murat YILMAZ
[1] CENTEL / ZAFER, Ceza Muhakemesi Hukuku, 12. Bası, Ekim 2015, s. 223.
[2] Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 2009/3321E., 2012/3370K., 06.03.2012 Tarihli Kararı.
[3] Ali PARLAR, Ceza Muhakemesi Kanunu Şerhi, 1. Baskı, Ekim 2014, s. 478
[4] Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2015/6800 E., 2015/31371 K., 25.11.2015 Tarihli Kararı.
[5] Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 2007/6024 E., 2007/4682 K., 11.06.2007 Tarihli Kararı.
[6] Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 2013/35836E., 2016/1885K., 08.02.2016 Tarihli Kararı.
[7] Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2013/242E., 2014/79K., 18.02.2014 Tarihli Kararı.
[8] Ali PARLAR, a.g.e., s.478.