Ceza İstinaf Kanun Yolunun Temyize Açık Kararları, Temyiz Sebebi Zorunluluğu ve Adli Kontrol Kararı

Abone Ol

20.07.2016 tarihi itibariyle yürürlüğe giren istinaf kanun yolunda, gerek yasal düzenlemelerden ve gerekse uygulama farklılıklarından kaynaklanan birçok sorunla karşılaşıldığı görülmektedir. İki dereceli yargı kapsamında kurulan bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerinin temyize açık kararları; bu kararlara karşı temyiz sebebi göstermenin zorunlu olup olmadığı ve Ceza Muhakemesi Kanunu m.104/3 ile m.109 değerlendirildiğinde, istinaf kanun yolunda adli kontrol tedbiri ile ilgili kararların hangi mahkemece, yani yerel mahkeme mi yoksa bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından mı verileceği hakkında aşağıda kısa açıklamalar yapılacaktır.

1- İstinaf kanun yolunun temyize açık kararları:

Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümlerinin temyiz edilebileceği, ancak bu kararlardan da bazılarına karşı temyize gidilemeyeceği, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Temyiz” başlıklı 286. maddesinde açıklanmıştır.

İki yılı aşan hapis cezası ile bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin yerel mahkemenin beraat, bölge adliye mahkemesinin mahkumiyet[1]; yerel mahkemenin mahkumiyet, bölge adliye mahkemesinin beraat; yerel mahkemenin mahkumiyet, bölge adliye mahkemesinin hapis cezasını artırdığı kararlar, beş yıl veya daha az hapis cezasına mahkumiyet olup olmadığına bakılmaksızın, temyizi mümkün kararlar olarak kabul edilmektedir. Beş yıllık hapis cezası süre sınırı dikkate alınarak, yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararı beş yıl veya altında hapis cezası olup da, bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından beraat kararı ile sonuçlanmayan, fakat ilk cezaya göre daha az ceza içeren veya ilk hapis cezası ile aynı sonuçlanan kararlara karşı da, bu mahkumiyet kararları beş yıl hapis cezası veya daha altında ise temyiz yolu kapalıdır. İlk karar beş yıl veya daha az hapis cezasını içerip de, yapılan aleyhe istinaf başvurusu sonucunda hapis cezası artırıldığında, hapis cezasının beş yılı geçip geçmediğine bakılmaksızın temyiz kanun yoluna başvurulabilir (CMK m.286/2-b).

Temyiz kanun yolunda otomatik, yani hapis cezasının sınırının 15 yıl ve daha fazla olması halinde karar temyiz edilmese bile kararın kendiliğinden temyiz incelemesinden geçeceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle; istinaf kanun yolunda verilen karara karşı temyiz kanun yolu açıksa, kısa karara karşı 15 gün içinde temyiz iradesini belirten, yani kararın temyiz edildiğine dair dilekçenin verilmesi, bu temyiz başvurusunda temyiz nedenleri yer almamışsa, temyiz başvurusu için öngörülen 15 günlük sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde kararı temyiz edilen bölge adliye mahkemesine temyiz nedenlerini gösteren bir ek dilekçe verilmelidir.

Belirtmeliyiz ki uygulamada, kısa karara karşı verilen temyiz dilekçesine “müddet tutum” dilekçesi de denilmektedir. Temyiz başvurusunu içeren dilekçe bir müddet tutum dilekçesi olmayıp, kararın hukuk aykırı olarak verildiğini iddia eden tarafın temyiz iradesini ortaya koymaktadır. Dilekçede “müddet tutum” ibaresi yerine, net bir şekilde bölge adliye mahkemesi kararının temyiz edildiği, duruşma ve tahliye istekleri yer almalıdır. Temyiz gerekçeleri ise, “Temyiz gerekçesi” başlıklı CMK m.295’de gösterilen sürede hazırlanan ve temyiz sebepleri ayrıntılı olarak gösteren dilekçe ile bölge adliye mahkemesine sunulmalıdır. Kısa karardan sonra temyiz iradesini içeren dilekçenin verilmesi, fakat gerekçeli karar henüz hazırlanıp ilgilisine tebliğ edilmediğinden gerekçeli temyiz dilekçesinin hazırlanıp sunulamaması halinde temyiz sebebi gösterilmediği ileri sürülemez. Temyiz gerekçesinin gösterilmesi konusunda CMK m.291 ile m.295/1’de gösterilen süre ve şekillere uyulmalıdır.

Tartışma konusu “Temyiz” başlıklı 286. maddenin ikinci fıkrasının (b) bendinden kaynaklanmaktadır. Bir görüşe göre; CMK m.286/2’de temyizi kabil olmayan bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları gösterilmiş olup, bunlar dışında kalan tüm kararlara karşı temyiz kanun yoluna başvurmak mümkündür. Yerel mahkemece verilen hapis cezasının süresine bakılmaksızın mahkumiyet kararlarını ortadan kaldırıp, yerine beraat kararı verildiğinde, bu karara karşı temyiz kanun yolunu kapatan bir hüküm CMK m.286’da öngörülmemiştir.

Diğer görüş ise; CMK m.286/2-b’nin açık olduğunu ve “ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararları,”  hükmüne yer verildiğinden, mahkumiyet sonrası verilen beraat kararı da doğal olarak hapis cezasını artırmadığından, beş yıl veya daha az hapis cezası öngören ilk mahkumiyet kararı sonrası bölge adliye mahkemesince verilen beraat kararına karşı temyiz kanun yolu kapalıdır.

Bu konu Yargıtay’ın gündemine gelmiştir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 20.11.2017 tarihli, 2017/14828 E. ve 2017/7937 K. sayılı kararında; 5271 sayılı CMK m.286/2-b uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizi mümkün olmadığından, katılan vekilinin temyiz isteminin CMK m.298 uyarınca oyçokluğu ile reddedildiği, Dairenin bu kararında ilk görüşü benimsediği, bu karara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazla Dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na geldiği, Genel Kurulun 20.03.2018 tarihli, 2018/11-38 E. ve 2018/113 K. sayılı kararında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazının oyçokluğu ile kabulüne ve Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin temyiz isteminin reddine dair kararının kaldırılmasına aşağıda değineceğimiz gerekçe ile karar verdiği görülmektedir. Genel Kurul 20.03.2018 kararında ikinci görüşü benimsemiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.03.2018 tarihli, 2018/11-38 E. ve 2018/113 K. sayılı kararına göre; “Bu noktadan hareketle; CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendine geçen ‘hapis cezalarını artırmayan’ ibaresinden anlaşılması gerekenin; ‘cezayı aynı tutan’ ya da ‘cezayı eksilten’ kararlar olduğunun, bölge adliye mahkemesi ceza dairesince verilecek olan kararın da yine bir ‘hapis cezası’ olacağını, ancak bu kararın ilk derece mahkemesince verilen hapis cezasını artırmamakla birlikte, aynı miktarda veya daha az bir ceza olması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Dolayısıyla bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından verilecek ‘hapis cezasını artırmayan’ kararın yine hapis cezasına ilişkin bir ‘mahkumiyet’ kararı olması gerekmektedir. İlk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi ceza dairesi arasında ‘mahkumiyet’ hükmü yönüyle bir uyuşmazlık bulunmaması ve ilk derece mahkemesince verilen beş yıl veya daha az hapis cezasına ilişkin mahkumiyet hükmünün bölge adliye mahkemesi ceza dairesince artırılmaması durumunda bu kararın ‘temyiz edilemez’ nitelikte bir karar olmasını amaçlayan kanun koyucunun, bu düzenleme ile usul ekonomini de gözettiğini söylemek yanlış bir yorum olmayacaktır. Buna karşın, ‘beraat’, ‘düşme’, ‘ret ve ‘ceza verilmesine yer olmadığına’ ilişkin kararların, ‘ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan’ kararlar kapsamında oldukları, bu nedenle CMK’nun 286. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi kapsamında kalmaları nedeniyle temyiz edilemeyecekleri kabul edildiği takdirde, temel hak ve özgürlüklerden biri olan ’hak arama özgürlüğü’nü daraltıcı, istisnai nitelikteki bir normu ise genişletici şekilde bir yorum yapmış olunur ki, bu durum ceza muhakemesi ilkelerine aykırılık teşkil edecektir”.

Ceza Genel Kurulunun bu görüşüne katılmadığımızı, bu görüşün Kanunun lafzına ve kanun koyucunun amacına aykırı olduğunu, bu nedenle gerekçesine yukarıda yer verdiğimiz ve Kanuna uygun düşen birinci görüşü desteklediğimizi ifade etmek isteriz. Çünkü CMK m.286 ve özellikle bu maddenin ikinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri net hükümler içermektedir. Bu itibarla (b) bendine göre; ilk derece mahkemesince verilen mahkumiyet kararının bölge adliye mahkemesi tarafından kaldırılıp, sanığın beraatına karar verilmesi halinde, bu karara karşı temyiz yoluna gidilemez.

2- Temyiz sebebi gösterme zorunluluğu:

İstinaf kanun yolunda verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulması halinde, CMK m.291’de ve m.295’de gösterilen sürelerde temyiz sebeplerinin nelerden ibaret olduğu ilk veya ek dilekçede net bir şekilde gösterilmelidir. Temyiz sebebi temyiz başvurusunun içeriğinde ne olması gerektiği, “Temyiz başvurusunun içeriği” başlıklı CMK m.294/1’de açık bir hükme yer verilmiştir. CMK m.294/1 göre; Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır”. Aksi halde, temyiz dilekçelerinde yer almayan sebeplerden dolayı bozma kararı verilemez. Prensip budur ve kanun koyucu iki dereceli yargılama sistemini dikkate almak suretiyle temyiz kanun yoluna başvuranların somut sebepler göstermesini zorunlu kılmıştır. CMK m.294/2’de ise, temyiz sebebinin yalnızca hükmün hukuki yönüne ilişkin olabileceği belirtilmiştir. Böylece kanun koyucu, temyiz mercii olan Yargıtay’ın işin maddi vakıa kısmına girmesini istememiştir. Bununla birlikte, maddi vakıayı ve işin hukuki yönünü ayırmak her zaman kolay olmayabilir. Temyiz sebebinin süresinde sunulan dilekçede gösterildiği durumda, maddi hakikate ve adalete ulaşılması amacıyla Yargıtay’ın işin esasını etkileyen maddi vakıaya ilişkin eksik incelemeleri ve değerlendirmeleri de dikkate alacağı ve bunları hukukilik denetimi içinde göreceği söylenebilir. Kanaatimizce Yargıtay, temyiz incelemesini kanun koyucunun öngördüğü şekilde ve hukukilik denetimi ile sınırlı yapmalıdır.

Temyiz nedenleri, CMK m.288 ve m.289’da sayılmıştır. Bunlardan m.288 nisbi, yani mutlak olmayan (hükmü etkileyecek nitelikte hukuka aykırılıklar) ve m.289 mutlak, yani hukuka kesin aykırılık hallerini düzenlemiştir. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması olarak tanımlanan nisbi temyiz sebebi, temyiz başvurusunda bulunan tarafından süresinde verilmesi gereken dilekçede gösterilmelidir. Aksi halde, yani süresinden sonra yeni nisbi temyiz nedeninin eklenmesi mümkün değildir, yeni temyiz nedeni sonradan eklenmişse veya nisbi hukuka aykırılık hali olmakla birlikte bu sebep hiç gösterilmemişse, bu sebebin Yargıtay tarafından dikkate alınıp temyize konu kararın bozulması hukuka aykırıdır. Bir nisbi hukuka aykırılık, CMK m.302/2’ye göre hükmü etkileyecek nitelikte hukuka aykırılık olması kaydıyla bozma nedeni sayılır.

CMK m.289’da sayılan hukuka kesin aykırılık halleri temyiz dilekçesinde yer almasa bile, süresinde yapılmış bir temyiz başvurusundan sonra Yargıtay’ca re’sen dikkate alınır. CMK m.289, temyiz sebebi gösterme zorunluluğunun istisnasını teşkil eder. Mutlak hukuka aykırılık olduğunda, bunun işin esasını etkileyip etkilememesi önemli değildir.

Bir görüşe göre; temyiz başvurusunda hiç sebep belirtilmemişse, sadece CMK m.288 değil, m.289 yönünden de inceleme yapılmaz. Ancak maddi hakikate ve adalete ulaşılması, hukukiliğin sağlanması amacıyla temyiz başvurusunda bulunan taraf dilekçesinde en az bir sebep göstermişse, bu durumda Yargıtay önüne gelen dosyayı ve kararı nisbi ve mutlak, yani hukuka kesin aykırılık halleri dahil tüm yönlerden inceler. Bu görüş, nisbi temyiz sebeplerinin gösterilmesi zorunluluğunu öngören CMK m.295/1 ve m.302/2 nedeniyle eleştirilmektedir.

Bir diğer görüşe göre; hem nisbi ve hem de mutlak temyiz nedenleri yönünden sebeple bağlılık vardır, bildirilmeyen sebep incelenemez ve temyiz incelemesi yalnızca temyize konu kararın hukukilik denetimi şeklinde yapılmalı, maddi vakaya girilmemeli, temyiz dilekçelerinde yer almayan sebep bozma nedeni yapılmamalıdır. Bu nedenle; “hükmü temyiz ediyorum”, “hüküm hukuka aykırıdır”, “hüküm Kanuna aykırıdır”, “suçsuzum” veya “beraatımı istiyorum” şeklinde yapılan temyiz başvuruları dikkate alınmamalı ve reddedilmelidir. Bu görüş, CMK m.289’a ve m.302/5’e aykırı olması sebebiyle eleştirilmektedir. Ayrıca bu görüş, başvurucunun nisbi veya mutlak tüm temyiz nedenlerini alt alta sıralaması ve tüm bunları Yargıtay’ın incelemesi zorunluluğunun önünü açabileceğinden bahisle sakıncalı görülmektedir. Temyiz sebebinin gösterilmesi ile sıkı sıkıya bağlı kalınması öngörüldüğünde, başvurucunun bir dosyanın başından sonuna kadar tüm olup bitenleri ve belgeleri dikkate almak suretiyle temyiz sebebi sıralamasında bulunması ve Yargıtay’ın da tüm bunları inceleme zorunluluğunun ortaya çıkması gündeme gelebilecektir.

Üçüncü görüşe göre; CMK.289’da yer alan hukuka kesin aykırılık halleri, bir temyiz beyanının yapılması şartıyla Yargıtay tarafından bu konu ile ilgili sebebin gösterilip gösterilmediğine bakılmaksızın re’sen incelenmeli ve aykırılığın tespiti halinde kararın esasının bundan etkilenip etkilenmediğine bakılmaksızın bozma kararı verilmelidir. Diğer temyiz sebepleri ise, mutlaka CMK m.294/1’e ve m.295/1’e uygun olarak ilk veya ek temyiz dilekçesinde gösterilmelidir. Aksi halde; yani süresinde verilmesi gereken dilekçelerde yer almayan nisbi temyiz sebepleri, işin esasına etkili olup olmadığına bakılmaksızın temyiz incelemesi dışında bırakılmalıdır.

CMK m.302/2’ye göre; “Yargıtay, temyiz edilen hükmü, temyiz başvurusunda gösterilen, hükmü etkileyecek nitelikteki hukuka aykırılıklar nedeniyle bozar. Bozma sebepleri ilamda ayrı ayrı gösterilir”. Bu hükümde, temyiz sebeplerinin dilekçede yer alması gerektiği belirtilmiş ve CMK m.302/5’de ise m.289’da sayılan hukuka kesin aykırılık hallerinin saklı tutulduğu ifade edilmekle, bunların temyiz dilekçesinde gösterilmemesi durumunda da re’sen inceleneceği anlaşılmaktadır.

CMK m.302/3’de ise; “Hüküm, temyiz dilekçesinde gösterilen sebeplerle bozulduğunda, dilekçede açıklanmış olmasa bile saptanan bütün diğer hukuka aykırılık halleri de ilamda gösterilir.” hükmüne yer verildiği, kararın temyiz dilekçesinde gösterilen sebeplerle bozulması halinde, dilekçede açıklanmasa bile tespit edilen bütün hukuka aykırılık hallerinin de gösterileceği belirtilmiştir. CMK m.302/3’de aranan şart, temyize konu kararın temyiz dilekçesinde gösterilen bir nisbi nedenle veya CMK m.289’da sayılan hukuka kesin aykırılık hallerinden birisi ile bozulmasıdır.

Kanunda değişiklik yapılmadığı sürece, üçüncü görüşe katıldığımızı belirtmek isteriz.

Yargıtay’ın önüne gelip de, hukuka kesin aykırılık hallerinden olmayan, nisbi temyiz sebebi olup da işin esasını etkileyen, fakat temyiz dilekçelerinde yer almadığı için dikkate alınmayan, gözardı edilmesi halinde maddi hakikate ve adalete ulaşılmasının zarara uğrayacağı kesin olan vaziyette, sırf şekli hukukilik mi gözetilmeli, yoksa hukukiliğin esası ön planda tutularak, davayı ve kararı etkileyen hukuka aykırılık süresinden sonra belirtildiğinde veya belirtilmese dahi re’sen Yargıtay’ca bozma sebebi yapılmalı mıdır?

Kanaatimizce, yazılı hukuk sisteminde Anayasanın ve kanunların öngördüklerinden ayrılmamak, adaleti ve vicdanı üstün tutma gayesiyle kanuna aykırı karar verilmemelidir. Anayasa m.138/1’de; her ne kadar hakimlerin vicdani kanaatle karar verecekleri söylense de, kararların Anayasaya ve kanunlara uygun olması zorunluluğu vardır ki, bu zorunluluk hiçbir nedenle gözardı edilemez. Ortaya yeni bir delik çıkmışsa, bunun yolu temyiz için öngörülen prosedürü ihlal etmekten geçmez, çünkü yeni ortaya çıkan ve işin esasını etkileyen delil yargılamanın yenilenmesi sebebi olabilmektedir.

3- İstinaf kanun yolunda adli kontrol kararı:

İstinaf kanun yolu; iki dereceli yargılamada maddi vakıanın da değerlendirildiği ikinci aşama olup, bir temyiz incelemesinin ötesindedir. İstinaf incelemesi, ilk derece mahkemesi kararının hukukilik denetimi ile sınırlı değildir. Koruma tedbirleri ve dolayısıyla tutuklama tedbiri hakkında karar, her ne kadar talep üzerine veya re’sen CMK m.104/3 gereğince nedeniyle bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin dosya üzerinde yaptığı incelemeden sonra verileceği söylense de, bir derece mahkemesi olarak bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin CMK m.104’ü ve m.108’i gözardı edebilmesi mümkün değildir. Bu konu, “İstinaf Kanun Yolunda Tutukluluk İncelemesi” başlıklı yazımızda ayrıntılı açıklanmıştır.

Adli kontrol ile tutuklama tedbirleri aynı şartları taşımaktadır. Özellikle “ölçülülük” ilkesi dikkate alınarak, tutuklama yerine adli kontrolün tatbik etmesi gerektiği ilk anda tutuklama tedbirine son verilmeli ve yerine adli kontrol tedbiri uygulanmalıdır. Çünkü sanığın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması esastır.

Adli kontrol tedbiri; şartlarının varlığı halinde soruşturmada, ilk derece mahkemesinde veya bölge adliye mahkemesi ceza dairesinde uygulanabilir. CMK m.280/1-e ve m.282; istinaf kanun yolu aşamasında bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin karar verebilmesini, adli kontrol tedbirini uygulayabilmesini, kaldırabilmesini veya değiştirebilmesini mümkün kılmaktadır. CMK m.2/1-f’ye göre iddianamenin kabulü ile başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen kovuşturma evresinin her aşamasında CMK m.110/3 uyarınca adli kontrol tedbiri uygulanabildiğinden, bölge adliye mahkemesi ceza daireleri adli kontrol tedbirinin tatbiki, kaldırılması ve değiştirilmesi konusunda yetkilidir. CMK m.111’de düzenlenen adli kontrol kararının kaldırılması ve tedbirlere uymamanın yaptırımını gösteren m.112’de, istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin adli kontrol tedbiri konusunda yetkili olmadığına dair hiçbir hüküm öngörmemiştir.

İlk derece mahkemesi bir dosyadan el çekip dosya bölge adliye mahkemesi ceza dairesine geldiğinde, ilk derece mahkemesince verilen adli kontrol tedbirinin kaldırılması, yurtdışına çıkış yasağının bir süre askıya alınması veya değiştirilmesi başvurularının muhatabı, dosyadan el çeken ilk derece mahkemesi değil, istinaf kanun yolu talebi ile dava dosyası önüne gelen ve derece mahkemesi sıfatıyla inceleme yapılacak bölge adliye mahkemesi ilgili ceza dairesi olacaktır.

CMK m.104/3 gerekçe gösterilerek, bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin yalnızca tutuklama tedbiri ile ilgili sınırlı denetim ve inceleme yetkisine sahip olduğunu söylemek isabetli olmadığı gibi, bu düşünceden hareketle CMK m.104/3’de adli kontrol tedbirinden bahsedilmediğinden bahisle, bu konuda yapılacak başvuruların dosyadan el çekmiş ilk derece mahkemelerine sunulması görüşünde de haklılık ve savunulabilir bir taraf olamaz. Hem “evleviyet” ilkesi ve hem de CMK m.2/1-f, m.110/3, m.111 ve m.112 dikkate alındığında; adli kontrol tedbiri ile ilgili her türlü başvurunun bölge adliye mahkemesine yapılacağı ve dolayısıyla kararın da dosya önünde bulunan bölge adliye mahkemesi ilgili ceza dairesince verileceği sonucuna varılmalıdır. Adli kontrol tedbiri ile ilgili başvuruların dosyadan el çekmiş yerel mahkemeye yapılacağını ve kararın yerel mahkemece verileceğini veya bu konuda Kanunda açık bir hüküm olmadığında dosyanın bölge adliye mahkemesi ceza dairesine geldiği andan itibaren adli kontrol tedbiri ile ilgili karar verilemeyeceğini ileri sürmek, Kanunun lafzına ve ruhuna aykırıdır. Bu sebeple, yerel mahkeme aşamasında veya dosya bölge adliye mahkemesine geldikten sonra verilen adli kontrol tedbiri ile ilgili başvurular bölge adliye mahkemesi ceza dairesine yapılmalı ve kararlar bu dairece verilmeli, kararlara itirazlar da CMK m.268/3-e’ye uygun olarak bölge adliye mahkemesinin itiraz merciince incelenmelidir.

...

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

----------------------

[1] Anayasa Mahkemesi,  27.12.2018 tarihli, 2018/71 E. ve 2018/118 sayılı kararı ile CMK m.286/2-d’yi iptal etmiştir. 28.02.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7165 sayılı Kanunla iptal kararına uygun olarak CMK m.286/2-d’de yapılan değişiklik uyarınca, hapis cezası ile bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin yerel mahkemenin beraat ve bölge adliye mahkemesinin beraat kararını kaldırıp verdiği tüm mahkumiyet kararları temyiz edilebilir. Böylece, temyiz için öngörülen iki yıl süre sınırı son bulmuştur.