1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun (Av.K.) 76. maddesinde, 2001 yılında yayınlanan 4667 sayılı Kanunla yapılan değişikliğe kadar avukatların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, avukatlık mesleğinin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadıyla kurulmuş tüzelkişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak nitelenen Barolar, değişiklik sonrası “hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak” niteliğine de haiz kılınmıştır.
Buna bağlı olarak aynı değişikliklerle, Baro Yönetim Kurullarının başlıca görevlerinin sayıldığı Kanunun 95. maddesinin 2. fıkrasının 21. bendine: “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak” hükmü eklenmiştir.
Baroların bu niteliği, özellikle toplumun genelini ilgilendiren idari işlem ve eylemlerde menfaat ihlali kavramını ve dava açma ehliyetini tartışma konusu yapmaktadır.
Yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı temsil eden avukatların meslek örgütü olan Barolar, bir hukuk kurumu olarak bu özelliklerinden dolayı diğer meslek örgütlerinden ayrılır. Nitekim Barolar da tarihsel süreçte kendilerini nasıl konumlandıklarını açıklamışlar ve faaliyetlerini bu yönde sürdürmüşlerdir.
İstanbul Barosu, 1967 tarihinde yapılan Baro Genel Kurulu öncesi yayınladığı faaliyet raporunun başlangıç yazısında: “Hakikate yalnız bir yoldan gidilir. Bu yolu avukat açar.” diyerek avukatlığın amaç ve niteliği tanımlanıyordu.
Devamında: “Avukat, haklı gördüğü her ihtilafı adalet huzurunda hasis duygulardan uzak, hakkın ve vicdanının emrinden başka hiçbir emir dinlemeyerek ilmin, kanunun ve medeni cesaretin verdiği güç ve inançla savunur. Baro, bu anlayış içindeki avukatlar topluluğudur. Demokratik düzende Baro sırf bir meslek teşekkülü olmayıp, halkı aydınlatıcı görevi de bulunmaktadır. Hakikati aramakla yetinmeyip onu karşısındakilere kabul ettirenlerin topluluğu olan Baro, Anayasaya aykırı hiçbir tutumu hiçbir hukuksuz ve haksız tasarrufu kabul etmez. Gerçekleri söylemekten geri durmaz.” deniliyordu.
Böylelikle Baro, sadece levhasına kayıtlı bir avukatlar topluluğu olmadığını deklare ediyordu. Baroların yapmaları gereken çalışmaların sadece klasik ve dar çerçevede düşünülmemesi gerektiği, günlük siyasetin dışında olmakla birlikte avukatların büyük çoğunluğu gibi aydınların da haklı olarak baroları kabuklarının içine çekilmiş bir meslek teşekkülü olarak görmek istemedikleri, demokratik düzenin gelişmesinde ve işlemesinde salt mesleki faaliyete inhisar etmeyen aydınlatıcı ve uyarıcı vazifesinin bulunduğu, mesleki meseleler dışında sosyal hayatı da etkileyen bir kuruluş olacağı vurgulanıyordu.
1975’de kurulan ve Baro’nun son 46 yılına damgasını vuran Çağdaş Avukatlar Grubu’nun 1975’deki seçim bildirgesinde, Baro’nun toplumsal sorunlara hukuk bilimi ışığında bakarken, ülke yönetimi üzerinde etkileyici, halk üzerinde kamuoyu oluşturucu bir yöntem izlemesi gerektiği, Baro’nun ancak bu suretle gerçek ve çağdaş bir baskı grubu niteliği kazanabileceği açıklanıyordu.
Daha sonraki bildirgelerinde, Baroların salt avukatların meslek çıkarlarını gözeten bir örgüt olmadığı, adaletin koşullarına da özen göstermekle yükümlüğü olduğu, avukatın varlığının ancak hukuk devleti koşulları içerisinde değerlendirileceği, hukukun üstünlüğü kavramı var oldukça işlevinin bir anlam kazanacağı belirtiliyordu.
Görüldüğü üzere 2001 yılındaki Kanun değişikliğiyle Barolara verilen hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak görev ve yetkisi, Baroların tarihsel süreçte kendilerini konumlandıkları yerin yasa koyucu tarafından tanınmasından ibarettir.
İdari yargıda dava açabilmek için sübjektif dava ehliyeti denilen, davaya konu işlemin davacının menfaatini ihlal etmesi şartı aranmaktadır. Danıştay kararları uyarınca subjektif ehliyet koşulu doğrudan doğruya hukuk devletinin yapılandırılmasına ve sürdürülmesine ilişkin olduğundan, menfaat ihlali kavramı idari işlemlerin hukuka uygunluğunun iptal davası yoluyla denetlenmesini engellemeyecek biçimde anlaşılması gerekmektedir.
Danıştay’ın son dönem yerleşik hale gelmiş son kararlarında, Av.K.’da 2001 yılında yapılan değişiklik sonrası açılan davalarda Baroların dava açma ehliyetinin bulunup bulunmadığı saptanırken iptal davasının genel amacının yanı sıra, dava konusu idari işlemin niteliği, bu işlemin hukukun üstünlüğünü, hukuk devleti ilkesini etkileyip etkilemediği, genel kamu yararı, Anayasa ile koruma altına alınan eşitlik, kişinin dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, kanunsuz suç ve ceza olamayacağı gibi temel insan haklarının ihlal edilip etmediğine ve yargı kararlarının uygulanmaması veya geçersiz kılınması gibi hukuk devleti ilkesini zedeleyen bir durumun söz konusu olup olmadığına bakılarak, menfaat ilgisi olaya özgü ancak daha geniş yorumlanmaktadır.
Bu kapsamda İstanbul Barosu’nun çevreyle ilgili, Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliklerinden muafiyetlere ilişkin değişikliklere, Silivri’de termik santral kurulmasına, bu amaçla bazı taşınmazların acele kamulaştırılmasına, Kanal İstanbul projesine;
eğitimle ilgili, Sağlık Meslek Liselerine öğrenci alımlarında bekaret kontrolüne, okullarda kıyafet serbestisine, özel öğretim kurumlarına Türkçe ad verme zorunluluğunun kaldırılmasına, Atatürk köşesinin, Türk bayrağı, İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinin kaldırılmasına, ilkokullarda öğrenci andının çıkartılmasına, hür ve bilimsel düşünceye aykırı dersleri olan yurtdışı diplomalara denklik verilmesine, üniversite öğretim üyelerine bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına resmi konularda bilgi veya demeç verme yasağı getirilmesine;
Topluma yeni bir yaşam biçimi getirilmeye çalışılan tütün mamulleri ve alkollü içkilerin satışına ve sunumuna ilişkin usul ve esasların belirlendiği yönetmeliğe, Seçim Kanununa rağmen 2017 yılında yapılan halkoylaması devam ederken mühürsüz oy zarf ve pusulalarını geçerli kabul eden Yüksek Seçim Kurulu başkan ve üyeleri hakkında görevi kötüye kullanmak suretiyle seçim sonuçlarını tağyir suç duyurusunda soruşturma izni verilmemesi işleminin iptali isteminde;
Merkezi sınavlarda yasa olmaksızın yönetmelikle parmak izi ve retina alınmasında, milletvekillerinin cezaevlerinde hükümlü ve tutuklularla görüşmelerini Adalet Bakanlığı iznine bağlanmasına, basın mensuplarının Emniyet bina ve eklentilerine girişlerine izin verilmemesine, uçak altı bagajlarının kilitlenmemesi, güvenlik nedeniyle gerektiğinde kilitlerinin kırılarak açılabileceğine ilişkin Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün Twitter üzerinden yapılan duyuruya, arabuluculukta kota uygulamasına ilişkin açtığı davalarda, dava açma ehliyeti tartışılmıştır.
Hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak yetkisi ile mesleki bir örgüt olmanın ötesinde işlevi bulunan Baroların, bu yönü itibariyle diğer meslek örgütlerinden farklı bir konuma sahip olduğu açıktır.
Bu görev kapsamında toplumsal olaylarda dava açmaları, kamu yararı yönünden yasada belirtilen kavramlara işlerlik kazandırmanın yasal ve kaçınılmaz bir yoludur.
Bağımsızlığını meslek mensuplarından alan Baro’nun idarenin işlem ve eylemlerini yargı denetimine götürmesi ve işlemin yargı denetimine tabi kılınması dahi başlı başına hukuk devleti için önemli bir kazanımdır. Aksi durumda yasa, Anayasa ve evrensel hukuk normlarına aykırı olan idarenin iş ve işlemlerinin yargısal denetime tabi kılınamaması sonucu ortaya çıkabilir ki, bu ise bir hukuk devletinde en son istenebilecek netice olmalıdır.
Baroların menfaat ilgisini kurdukları idari tasarrufları iptal davası yoluyla idari yargı önüne götürmeleri dahi, idareye göre daha korunaksız konumda bulunan bireyler açısından idarenin hukuka uygunluğunun yargısal denetiminin sağlanması yönünden hukuk devletinin gerçekleşmesi için önemlidir.